“Karmaşıklık”, “kuşku”, “araştırma”, “soruşturma” gibi kavramlar bu imrendiğim insanların hiç gündemine giremiyor.
Düşüncelerin ve siyaset dünyasının trafik polisleri onlar.
“Bu kesin doğru” ya da “Bu kesin yanlış” dedikleri zaman sanki iş bitiyor.
1991’de 1’inci Körfez Savaşı’nın hemen öncesinde, Suudi Arabistan’ın Taif kentine gidiyordum. Saddam’ın işgali altındaki Kuveyt’ten kaçan Emir Sabah’la, sürgünde yaşadığı Taif’te röportaj yapacaktım.
Bürokrat ve oğlu
İstanbul’dan Cidde’ye giden Suudi uçağındaki koltuk komşularım, 40’lı yaşlarda bir Türk bürokratı ve 13-14 yaşlarındaki oğluydu. Koltuk komşum Cidde’ye kadar bana Atatürk’ün büyüklüğünü, laikliğin önemini ve şeriatçı Suudi rejiminin çarpıklıklarını anlattı.
Arzuhan Doğan Yalçındağ, bir iktidara dönük eleştirilerin olabilecek en kapsamlısını seslendirdi konuşmasında. En önemlisi de, artık dünün konuları olması gereken sorunları bugün hala çözüm bekleyen sorunlar olarak ele almamızdaki çarpıklığı vurguladı.
Güneydoğu sorunu içindeki terör olgusuna dönük TÜSİAD görüşünü açıklarken, hem DTP’nin tutumunu eleştirdi, hem de bu partinin kapatılmasına karşı tutum içindeki AK Parti iktidarına destek verdi.
Avrupa Birliği’ne üye bazı ülkelerin Türkiye’nin üyeliğine karşı izledikleri politikayı yererken, AK Parti iktidarının da artık AB reformları konusunda rehaveti bırakması gerektiğini söyledi.
Gerçekçi uyarılar
Yeni bir anayasa yapılmasını fırsat olarak değerlendirirken, bu anayasada gözetilmesi gereken temel öğeleri de şöyle sıraladı:
-Rejimin temel nitelikleri değiştirilmemeli
“Faberge” imzasını taşıyan altın üzerine pırlantaların kakıldığı bir kitap açacağına bakarken “Ruslar”ın yaşadıkları serüvenleri düşündüm.
1991’de Sovyetler çöküp dağıldığında, bedesten vitrinleri 1917-90 arasında bu ülkede dağıtılan madalyalarla doluydu. Askerlikte ve sivil hayatta başarılı olan Sovyet vatandaşları, mutlaka bir madalya ile ödüllendirilirdi.
Sovyetlerin çöküşü ertesinde bu madalyaların hepsi, bedesten vitrinlerine düşmüştü. Rus turistler dedelerinin babalarının madalyalarını yok pahasına dolara çeviriyordu. Örneğin en itibarlı madalyalardan biri olan Lenin Nişanı (Altın üzerinde platin kakmalı), 250 dolar civarında bir fiyata satın alınabiliyordu.
Önceki gün aynı madalyanın şimdi 1800 dolara müşteri bulduğunu gördüm.
Ruslar yeniden zenginleşirken
Yeniden zenginleşen Ruslar, bu madalyaları topluyorlarmış.
Toplumumuzda “kalite”nin simgelerinden biriydi Vitali Hakko.
Kaliteye ulaşmayı bir anlık heves olarak değil, ömür boyu süren bir çabanın hedefi olarak benimsemişti. Bu şekilde “Vakko” markası kalıcı oldu.
Vitali Hakko, gerçek bir arkadaş, vefalı bir dosttu.
Onunla çok uzun yıllar süren arkadaşlığımızda, güncel ve siyasal koşulların yansıttığı inişler çıkışlar hiç etkili olmadı. En zor günlerde bile, hep Vitali Hakko’nun arkadaşlığını yanımda buldum.
Bizim “Bebek Grubu”nun üyeleri birer birer veda ediyorlar hayata. Vehbi Koç da, Sakıp Sabancı da, Feyyaz Tokar da, Yılmaz Çetiner de aramızda değil artık. Şimdi Vitali Hakko da yok.
Herhalde Hasan Pulur, Bebek Oteli’nin barındaki bol kahkahalı Salı akşamlarından kalan anıları yazacaktır. Ondan önce davranıp ben birini yazayım.
Bebek Grubu’nun kuralına göre, her hafta sıra kendisine gelen grup üyesi o akşamki hesabı öderdi.
Bir akşam sıra Vehbi Koç’a gelmişti.
Bundan sonra olacakları söyleyelim.
Belirli çevreler Özcan’ın bilimsel yeterliliğini anlamaya çalışmak yerine “Bizden mi, onlardan mı?” tartışmasına dalacaklardır.
Burası böyle işte. Ağzınızla kuş tutsanız, faydası yoktur. Görüşleriniz belirli bir kampın görüşleri ile paralel değilse, YÖK’e başkan da olsanız o kamp açısından yoksunuzdur.
Bu sade yaşayanları değil ölenleri de bekleyen kaderdir.
Bakın işte. Geçen hafta iki değerli insanı yitirdik. Biri romanı ile “Bürokratlar” dünyasının kapılarını aralayan Erhan Bener, diğeri de İslam dünyasına dönük çalışmaları ile ufuklar açan Prof. Dr. Sabahattin Zaim’di.
Ama bu iki değerli insanın arından farklı iki “cemaat” yas tuttu. Aynı anda ikisine de birlikte ağıt yakan pek çıkmadı.
Burada değerli olmak değil, “bizim taraftan olmak” önemlidir.
İdris Küçükömer ve Kemal Tahir gibi üretken ve yaratıcı isimler ise
Bazılarımız ve üstelik varlıklarını sürdürebilmeleri halkın oyuna bağlı olan siyasetçilerden bazıları bile, bu topraklardaki çok renkli kültürün öğelerinden ağırlıklı olanlarını ya bilmiyor ya da görmezden gelebiliyor.
Kitle partilerinden bazıları bile, toplumda uzaklaşmalarını “Türkiye muhafazakarlaşıyor” diye örtmeye çalışmıyorlar mı?
Hepimiz Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir köprü olduğunu söyler dururuz. Ama her köprünün en az iki ayağı olduğunu pek düşünmeyiz.
Demek istediğimiz şu:
Türkiye elbet yüzünü Batı’ya çevirmiş bir ülkedir. Bunun en somut kanıtı da kuşaktan kuşağa aktarılan Avrupa Birliği’ne üyelik hedefimiz değil mi?
Tek boyutlu kültür arayışı
Bu alışkanlığın giderek tırmandığını ve sonunda bazılarının diğerlerine dönük olarak “Neden onlar da benim gibi düşünmüyorlar?” diye tepki koyduklarına bile tanık oluyoruz.
Buna bir son örnek Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün dünkü yazısında söyledikleridir.
Özetle şunları yazmış Özkök:
- Biz Muhtar Kent’in Coca Cola’nın en üst yöneticisi olmasını Hürriyet’te manşet yaptık. Kendini "milliyetçi" ve "dinci" olarak gören gazeteleri, bunu bırakın manşete, birinci sayfaya bile koymama kararına götüren motif nedir? Türklükse Türklük. Müslümanlıksa Müslümanlık. Muhtar Kent’te her ikisi de var. Öyleyse ulusalcılık ve Müslümanlık kimliği altında gazetecilik yapan arkadaşlarımız bu başarıya niye sevinemediler?
Tek manşetli basın modeli
Bütün gazetelerin aynı manşetle yayınlanmasını sağlayacak bir modeli
Ya da CHP kapılarını Baykal’dan yana olmayanlara kapattığına göre bunlar Deniz Baykal’ın kişisel sorunları.
Ama CHP aynı zamanda ana muhalefet. Yani iktidarın alternatifi.
Bu nedenle CHP’nin yurt ve dünya sorunlarına bakış açısı, Baykalcılar dışındaki kitleleri de ilgilendiriyor.
Örneğin önceki gün CHP’nin MKY’si, Tahran Erdem’in Milliyet’te yayınlanan “türban raporu”nu ele almış ve bu rapora göndermeler yapan Genel Başkan Baykal şöyle konuşmuş:
- Tarhan Erdem'in türbanla ilgili araştırması çok önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. Türban takanların sayısının giderek artmakta olduğunu biz de gözlemliyorduk ama şimdi bu bilimsel çalışmayla da ortaya konuldu. Bu giderek tırmanarak önemli sorunlara yol açacaktır, Türkiye giderek daha muhafazakâr bir ülke haline geliyor.
Bilimsellik görecelidir