Şimdi tabii ki iletişim çok farklı bir düzeyde.
Bırakın rejimlerin ve haritaların değişmesini, siyasetçilerin giysilerini değiştirmelerini bile canlı televizyon yayınlarından izliyoruz. Çanak antenler ve internet dünyayı gerçekten küçük bir köye dönüştürdü. Cep telefonları giderek vücutlarımızın 6’ncı duyu organı haline dönüşüyor.
Ama yine de yaşanılan günün gerçeklerini algılamak yerine geçmişteki bir dönemde yaşadıklarını zannedenler var. Bunlar belki gerçek dünyayı görüyorlar ama beyinlerindeki bir düğmeyi kapatıp, hayal ettikleri zaman diliminde yaşadıklarını var sayıyorlar.
DEĞİŞİMİN ÇAPI
Şöyle bir düşünün bugünün dünyasını ve yakın coğrafyayı.
Amerika Birleşik Devletleri artık güneydeki sınır komşumuz. Irak’ın karası da, havası da Amerika’dan soruluyor.
Dün biraz nostaljik takılmayı denedim ve IPod’umun belleğindeki Recep Birgit arşivini baştan sona dinledim. Meğer 82 tane icrası varmış bende.
Rumeli türkülerini dinlerken arada bir IPodu durdurup, bu türkülerde geçen coğrafyaları düşünüyordum.
Örneğin bir türkü “Beligrat kalası, Zemlin ovası”ydı:
“Beligrat Kalası dilber aman Zemlin Ovası
Atlısı geçemez dilber aman değil ki yayası
Gönlüm oldu benim dilber aman sevda yuvası”
Bir diğer türkü “Maçin Dağı”ydı:
“Maçin Dağı Maçin Dağı hiç sormazsın nazlı yari
Sabah uyanıp teknenin kıç güvertesinde toplanan yolcular, sindirim sistemlerinin nasıl çalıştığını birbirlerine anlatıyordu.
Deniz yolculuğu dolayısıyla tuvalet alışkanlıklarının değişmiş olması, hepsine çok ilgi çekici gelmişti. Birbirlerine ne zaman def-i hacet ettiklerini anlatıyorlardı.. Bunu başaramayanlara ise pekliğe karşı çözüm önerileri aktarılıyordu.
Sonunda isyan ettim.
Dünyanın en eski ve en renkli uygarlıklarının kıyılarında dolaşırken, Heredot’tan, Karya’dan, Halikarnas’tan konuşmak varken, tuvaletteki durumların bütün yolculuğu işgal etmesinin yanlışlığını vurguladım.
Sonra aynı konuları konuşmaya yine devam ettiler galiba. Ama benim yanımda başka konuları konuşmaya çalışıyorlardı.
Hastalık konuşmaları
Böyle durumlara sık sık rastlanır.
“Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler
Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler "
Böyle başlar bu şiir ve sonunda şöyle noktalanır:
“Tekrar mülâki oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selam olsun erenler”
Sakın “Bayram değil seyran değil. Nereden çıktı bu şiiri anımsanmak” demeyin...
Bugün de bayram, yarın da bayram.
Dünkü bayram günü eski bayram günlerini hatırladım.
Karşısındakinin bu hareketini izleyen diğer miskin uzun uzun düşünmüş… Sonra konuşmuş,
- İnsan kuş misali, demin neredeydin, şimdi neredesin, demiş.
İnsan hayatı için çok uzun görülen zaman dilimlerinin insanlık için anlık süreler olduğunu fark etmezseniz, bu miskinler gibi başınızı oynatmanızın uzun yolculuklar yapmak anlamına geldiği yanılgısına düşebilirsiniz.
Bir Amerikan televizyon kanalında, şişman, gaga burunlu, dişleri bozuk, vücutları deforme kadınlar, birkaç aylığına kampa alınıyorlardı. O süre boyunca estetik cerrahlar, jimnastikçiler, dişçiler ve her çeşit uzman bu kadınları tepeden tırnağa değiştirip, güzelleştiriyordu.
Ayna yasağı
Bu programa katılan kadınların, kampta bulundukları süre boyunca aynaya bakmaları yasaklanıyordu.
Dünkü Akşam’da Oray Eğin Beyaz Türkler’in tanımını şöyle yapmıştı:
- Türkiye’nin yeni azınlığı Beyaz Türkler. Bu kavram, ilk ortaya çıkışından beri epey değişti, ama yerini alacak daha iyi bir alternatif bulunamadı. Eskiden Beyaz Türklük kısıtlı bir elite işaret ederken AKP iktidarıyla beraber kapsamı alanı daha gelişmişe benziyor. Beyaz Türklük giderek laik, başı açık, eğitimli, üst gelir düzeyine sahip, kentli olmanın; bütün bunların hepsinin toplamı oldu. Elbette homojen bir kitleden bahsetmek olanaksız. Ancak geçmişte daha geniş kitlelerce sahiplenilen kavramların destekçileri o kadar azaldı ki Cumhuriyetçilik, demokrasi, laiklik vs. Beyaz Türkler’e kaldı. Fazıl Say bu yeni Beyaz Türkler’in kaygısını dillendirdi işte.
Eskiden böyleydi ama
Gerçekten de Oray Eğin’in söylediği gibi ”eskiden” Beyaz Türklük kısıtlı bir elite işaret ederken, bu iktidarla birlikte Beyaz Türklük giderek laik, başı açık, eğitimli, üst gelir düzeyine sahip, kentli olmanın; bütün bunların hepsinin toplamı mı oldu?
Yaşadığım ve bilinçle gözlemlediğim dönemden söz edeyim.
Tarihteki
Ama yükselmek için eyleme geçtiğiniz zaman başınız bir cam tavana çarpar.
Anlarsınız ki yukarı kattakiler “politokratik” bir oligarşinin üyeleridir.
O sınıfa kabul edilmek göründüğü kadar kolay değildir.
Amerikan tarzı yaşamın karşıtı olan toplumlarda ise, cam tavan yerine doğrudan “duvar”lar vardır.
Sistem açık seçik o duvarların arkasına geçmeyi yasaklar.
Bir oligarşi o duvarın arkasında ülkeyi, kaynaklarını ve toplumu idare eder.
Bol bol “halkın egemenliği” konulu nutuklar atılır, “demokrasi”yi kutsayan açıklamalar yapılır.
Kendimi bildim bileli, iktidarda kim olursa olsun, birileri hep “yolun sonu geldi” diye bakar Türkiye’ye.
Galiba mutlu ya da müreffeh olduğunu açıklamak, bizim geleneklerimize göre ayıplı bir davranış.
Serveti milyarları aşmış, yeni yatırımlara başlamış, paçalarından para akan iş adamlarına “Durum nasıl?” diye sorduğumda “Çok kötü, bu gidişten endişeliyim” diye cevap aldığım zaman hiç şaşırmam.
Tabii bu durum farklı konumlara göre değişiklikler de gösterir.
Farklı kötümserlikler
Mesela akıllı iş adamı, kredi almak için görüştüğü banka müdürü karşısında, işlerinin nasıl iyi gittiğini, müstakbel yatırımları ile cirosunu ve karlılığını nasıl artıracağını anlatır. Aynı iş adamı aynı gün bir vergi memuru karşısında ise, nasıl zarar ettiğini, işçi maaşlarını ödeyemediğini falan anlatarak, dert yanar.