23 Ağustos 2009
BEŞİKTAŞ, topu ve oyunu kanatlara taşımakta duyarsız davrandığı sürece, hücum yollarında benzer sıkıntıları hep yaşayacak. Allah aşkına, savunmadan çıkacak Erhan Güven ile kanat bindirmeleri denemek... Ve bundan da sonuç beklemek hiç akla-mantığa uyuyor mu!
Erhan’ın oyun hevesine hayranım. Ancak, ilk 45 dakikada yaklaşık 10 kez ayağındaki topu ve yaptığı ortayı rakibe gönderen birine böylesine ağır bir görev yüklemek... Ve de ısrar etmek sadece bir zaman kaybı değil mi... Bu bölgenin özelliklerinden hiç nasibini almamış bir genci değiştirmek için ilk 45 dakikanın sonunu beklemenin anlamı neydi. Hiç anlayamadım.
Sol kanada bakıyorum. Bomboş, kimseler yok... Bazen o boşluğa Tello giriyor. Zaman zaman Ernst gidiyor. Fırsat buldukça İbrahim Üzülmez savunmadan çıkıp, hücum denemelerine girişiyor.
Hepsi de o bölgenin gölge adamları. Sol kanattan topu alacak, Beşiktaş’ı rakip yarı alana taşıyacak ve de kanat organizasyonları oluşturmak gibi direkt bir sorumluluk taşımıyorlar.
Sanki orası ihtiyari bir durak. Gitsen de olur gitmesen de!
Oyunun genelindeki Beşiktaş’a bakıyorum. Bir parkta çılgınca koşuşan çocuklara benziyorlar. Sahada onları yönlendirecek, arada sırada kulak çekip onları doğru yola koşturacak bir ağabey yok.
Herhalde buna da 10.5 numara diyorlar. İşte öyle birini israrla bekliyor Beşiktaş.
* * *
TELLO’dan bu işi bekleyenler fazla heveslenmesin. Tello bir maç oynuyor, bir maç kenara çekiliyor. Onun özellikleri başka. 10.5 numara oynayacak kimsenin hiç ara vermeden 90 dakikanın her anında varlığını hissettirmesi gerekir. Başkan, böyle birini ısrarla alacağını söylüyor, Beşiktaş da özlemle bekliyor!
Fink ile Ernst’i birlikte yorumlamak istiyorum. Birbirini tamamlayacak aynı ekolün iki adamı. Dün, sanki birbirlerini tanımıyan iki yabancıydı.
Onların sorumlu olduğu bölgeden G.Birliği’nin yarattığı pozisyon sayısı, tribünlerin yüreğini oynattı. Orta saha yol geçen hanıydı. Gençler bu bölgede sanki gönül eğlendirdi.
Israrla söylüyorum ve sürekli hatırlatacağım. Nihat Kahveci henüz oynayacak fizik ve moral güçten uzaklarda. Bir takım düşünün, ilk yarıda sadece tek pozisyon yakalıyor karşı kalede. O fırsat da Nihat’ın ayağına geliyor. ..
Arayıp da bulamadığı bir pozisyon Nihat’ın...
Ama nerede o Nihat. Bildiğimiz Nihat nerelerde!
* * *
DÜN gece izlediğim Beşiktaş oyunun hiçbir bölümünde ağırlığını ve varlığını hissettiremedi. Holosko, zaman zaman savunmaya, bazen de Nihat’ın yanına giderek oynaması gereken bölgeleri terketti.
Oysa, kanatları kullanarak rakip savunmayı yıpratacak ve Beşiktaş’a hücum kulvarları açacak tek adamdı. Yanlış yerlerde iş aradı.
Uğur İnceman oyunun hiçbir anında görünmedi. Sivok’un fırsat buldukça oyuna ve hücuma katılma isteği iyiydi. Ancak, kaptırdığı ve attığı hatalı paslar korkuttu.
Beşiktaş’ın en iyisi kimdi diye sorarsanız... Ferrari’yi işaret ederim.
Gençlerbirliği’nin böyle bir dirençle oynayacağını düşünmüyordum. Beşiktaş’ı yordu, düşündüğünü uygulamasına hiç fırsat vermedi.
Doğrusu, oynadıkları oyun, hücuma çıkışları ve pozisyon oluşturmakta Beşiktaş’tan daha farklıydı.
Beşiktaş için fazla bir şey söyleyemeyeceğim...
Oynadıkları oyuna şöyle bir baksınlar. Ve perişan hallerini gözleri ile görsünler.
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2009
BEŞİKTAŞ 3 forvetle oynadı. Nobre ortada, sağında Nihat, solunda Bobo... Nihat ve Bobo, çizgide oynamanın sıkıntılarını yaşadılar. Passız ve topsuz kaldıkları dakikalarda hemen Nobre’nin yanına kaçtılar.
Çözemedim, bu kaçışların ve kanat değiştirmelerin nedenini. Bir sistem gereği miydi... Yoksa, keyfi bir davranışın isyanı mı?
Anladığım kadar ikisi de oynadığı yerden hoşnut değildi. İlk 45 dakikada yaşanan pozisyon sıkıntısı da bu kargaşanın da ürünüydü.
Rodrigo Tello, Beşiktaş’a hayat verecek lider pozisyonunda oynadı. Ayağından çıkacak her pas Beşiktaş’ı rakip kaleye koşturacaktı. Hücum organizasyonları yine Tello’nun düşünce zenginliği ile gelişecekti.
İlk 45 dakikada bunların hiç birisi gerçekleşmedi. Tello, gerçek kimliğine ancak ikinci yarıda kavuştu. Beşiktaş’ın rakip kaledeki etkinliği de Nihat’ın aşırtma bir şutu ve Erhan Güven’in ortasına Nobre’nin attığı kafa ile sınırlı kaldı.
Yine ilk 45 dakikada Fink ve Ernst’in özellikle oyunun ofansif yönüne soğuk bakmalarını yadırgadım. Beşiktaş’ın daha canlı ve coşkulu bir ilk yarı oynayacağını düşünüyordum. Düşük temposu ve pas hataları herkes gibi beni de sıktı.
* * *
SIKILDIĞIM dakikalarda sürekli listedeki yedek isimlere baktım. Gözüme Holosko çarptı... Daha sonra bakışlarımı Denizli’ye çevirdi. Hiç bir hareket yoktu...
Ve Beşiktaş’ın hücumda zorlandığı dakikalarda Holosko hala kulübede oturuyordu.
Nihat Kahveci’nin pas hataları ile oynadığı bir oyunda Serdar Özkan hala kenardaydı...
Ve ben de merakla Mustafa Hoca’dan gelecek değişikliği bekliyordum.
Denizli, 65. dakikada Nobre ile Fink’i kenara aldı. Uğur İnceman ile Holosko oyundaydı.
Mustafa Hoca’nın Nobre tercihine bir yorum getirmeyeceğim... Uğur İnceman’ı, özellikle de Holosko’yu oyuna almakta bu denli nazlanmasına ufak bir sitem ve itirazım olacak.
Bu satırları yazarken oyundaki golsüzlük sürüp gidiyordu. Ve bir dakika sonra da Holosko’nun golü geldi.
Holosko’nun iş ahlakına bayılıyorum. Kenarda beklemeyi hiç dert etmiyor. Oyuna girdiği dakikaya da hiç aldırmıyor. Ve göreve soyunduğu an hemen oyuna ısınıyor.
Dün gece olduğu gibi... Oyuna girdi, golü atıp maçın kaderini değiştirdi.
Beşiktaş’a gelince, oynadığı oyundan çok yarattığı skoru beğendim. Ve daha sağlıklı bir yorum için gelecek haftaları beklemeye karar verdim.
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2009
SÜPER Lig’in ikinci haftasında tribünler iki isim için ayaklandı. Biri G.Saray’ın yeni transferi Keita. Diğeri Süper Lig’in çok uzaklarında bir isim... Fatih Tekke! Haftaya damgasını vuran başka isimler de vardı. Birkaçını hiç düşünmeden sıralayabilirim... Bir sihirbaz gibi topu Sivasspor savunmasının bacakları arasından geçirip, sol vole ile haftanın golünü atan F.Bahçeli Santos. Üstün bir performansla oynayan Emre Belözoğlu ve Gökhan Gönül. Aynı maçta iki gollük şuta inanılmaz bir refleks şov sunan Volkan Demirel...
Tribünler her birini alkışlarla ödüllendirdi. Yine de hiçbirinin gürültüsü ve coşkusu Keita ile Fatih Tekke’yi sarıp sarmalayan sevgi çılgınlığına ulaşamadı.
Keita iyi oynadı. Özellikle oyunun final bölümünde nefis bir tempo yakaladı. Çalımları ve sürati ile G.Saray taraftarını hep ayakta tuttu. Ve alkışlarla uğurlandı Ali Sami Yen’den..
Fatih Tekke’ye gelince... Başka bir ülkede top koşturan ve başka bir takımın forması ile oynayan hiçbir yıldız, kilometrelerce uzakta bir başka takımın taraftarınca böylesine alkış almamıştır.
Diyarbakır yenilgisinden sonra tribünlerden yükselen bu ses, galiba Trabzonspor’un alacağı her kötü sonuç sonrası tekrarlanacak.
Trabzonspor taraftarı ısrarla Fatih Tekke’yi istiyor. Bugün alkışlarla ve adını anarak istiyor. Yarın nasıl ister bilemem!
Bu isteğin en çarpıcı anlatımını Trabzon’daki yerel bir gazetenin başlığında buldum...
Bu diyarı fethedecek bir FATİH aranıyor!
* * *
HAFTANIN sürprizini Diyarbakırspor gerçekleştirdi. Teknik direktör Ziya Doğan’ın maç sonrası söylediklerini hatırlıyorum ve sonuca hala inanamıyorum...
“Tüm takımların hazırlık dönemini bitirdiği gün bizim sadece 13 kişilik bir kadromuz vardı!”
Ve yine herkesi şaşırtan bir itiraf...
“İnanır mısınız, hiç hazırlık maçı oynamadık.”
Bu sözlere ben de bir kaç satır ekleyeceğim...
Diyarbakırspor’un iki golünü atan Tazemeta’nın transferi Trabzon maçından 48 saat önce gerçekleşiyor.
Dahası var...
Takımda kimseyi tanımıyor Tazemeta. Yanında oynadığı takım arkadaşının adını bile bilmiyor!
İşte böyle bir takımı toparlıyor Ziya Doğan. Ve Trabzon seferinden bir galibiyetle dönüyor.
Öyleyse, bir alkış da Ziya Doğan ve ayağının tozu ile haftaya damgasını vuran Tazemeta’ya!
Yeri geldi hatırlatmak istiyorum. Kim bu Tazemeta? Nereden çıktı?
Tazemeta, G.Saray’ın UEFA Avrupa Ligi ön elemesinde eşleştiği ve iki maçta 10 gol attığı İsrail’in Netanya takımından geldi. Kamerun asıllı bir futbolcu.
Yeri geldi hatırlatayım dedim.
* * *
GEÇEN sezon hep tartışıldı. Ve bir soruya yanıt arandı...
Şampiyonluğa en kestirme hangi yoldan gidilir?
“Derbileri kazanarak” diyenler yanıldılar.
F.Bahçe geçen sezon derbilerin kralıydı. Hiçbir derbiyi kaybetmedi. Beşiktaş’ı iki maçta da yendi. G.Saray’ı bir yendi bir berabere kaldı. Trabzonspor’a da aynı tarifeyi uyguladı.
Sonuç: Ligi dördüncü sırada tamamladı.
Nasıl oldu bu iş?
Derbilerde topladığı puanları Anadolu takımlarına kaptırdı!
Yani, derbiler değerini yitirdi mi?
Geçen sezon öyleydi.
Bu sezon daha da değer kazanacak.
Nasıl?
Anketlere göre, özellikle 3 büyüklerin oluşturduğu güçlü kadrolar, bu sezon Anadolu’ya nefes aldırmaz. Puan kaybını asgariye indirirler.
Öyleyse, derbilerin sonucu şampiyonun adını belirleyecek.
Şimdilik öyle görünüyor. Ancak, kar-kış görmeden böylesine iddialı bir tahmine yönelmek, Süper Lig’in karakterine hiç uymuyor.
Ne güçlü kadrolar bu Süper Lig’in tokadını yedi. Ve ne güçlü kadrolar çirkin bir oyunun azizliğine uğrayıp, sezonu hüsranla kapadı.
Süper Lig dediler mi, durup biraz düşüneceksin!
* * *
G.SARAY’ın bu sezon oluşturduğu güçlü kadro bir soruyu da beraberinde getirdi.
Hangi kadro daha güçlü? 4 yıl üstüste şampiyon olan Hagi, Popescu, Hakan Şükür, Tugay, Hasan Şaş, Emre Belezoğlu ve Tafarel’li kadrosu mu? Yoksa, Keita, Kewell, Baros, Elano, Arda Turan gibi yıldızlarla donatılmış yeni G.Saray mı?
Sizlere göre hangisi?
Bana göre mi...
Sağlıklı bir yanıt için Tanrı ömür verirse, 4 yıl beklemem gerekiyor.
Pardon, unuttum, o kadronun bir de UEFA ve Süper Kupa’sı var!
Bu kadro önce Süper Lig’i kazansın...
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2009
FATİH TERİM’in yol haritasındaki son durak Ukrayna ile bir hazırlık maçı oynadık. 2010 Dünya kupası için inançlıyız, ısrarcıyız ve inatçıyız diyor Terim. Ve dörtte dört yapacağımızı her fırsatta tekrarlıyor.
Bu sözlere inanarak Güney Afrika düşlerimi hep diri tuttum. Ukrayna maçının her dakikasını da dikkatle izledim. Terim’in inadı millilerin duygularını ne ölçüde etkilemişti, Ukrayna maçında hep bunu kovaladım.
Yoksa, işin teknik-taktik yönü beni pek ilgilendirmiyordu. Biliyorum, Terim geride kalan 4 maçın her biri için kafasında 40 tilki dolaştırıyor. Her birine değişik tuzaklar hazırlıyor.
Söylediğim gibi, benim için millilerin duyguları önemliydi. Bunu yakalamaya çalıştım.
Oyununa tempolu başladık. Ve bunu ilk 45 dakikanın bazı bölümlerine taşıdık. Temponun ağırlaştığı anlarda da yine oyun hırsımızı diri tuttuk.
İlk yarıyı rakibe pozisyon vermeden oynamamız önemliydi. Bunu başardık. Savunmada sadece iki basit ve bireysel hata yaptık. Birinde Gökhan Zan’ın riskli bir davranışı... Ve Servet’in kafasından seken top... Hepsi bu. Oyunun genelinde kusursuz oynadılar.
Üstelik yan toplarda dikkatliydi savunmamız. Adam paylaşımı ve pozisyon alışları kusursuzdu. Sadece oyuna katılımları sınırlıydı.
Maçın ilk yarısı oynanırken ısrarla Shevchenko’yu düşündüm. Ve bir soruya takıldım...
Shevchenko oyuna girerse, çabuk ve ritimli temposu savunma bütünlüğümüzü bozar mı?
Beklendiği gibi ünlü golcü ikinci yarıda sahadaydı. Yine de bu bölgede hatasız oynadık. Özellikle orta saha- savunma bütünleşmesi ve yardımlaşma isteği sevindiriciydi.
* * *
ORTA SAHADA beklenenin üzerinde bir tempo ve performansla oynadık. Baskı yaparak rakibi hataya zorladık. Hamit Altıntop ile Gökhan Gönül’ün sağ kulvardan taşıdığı toplar hücum etkinliğimizi artırdı.
Ayhan’ın dengeli oyunu, ikinci yarıda Sercan ve Ceyhun’un bu bölgeye getirdiği diri ve canlı tempo da, orta saha egemenliğimizi geniş alanlara yaydı.
Kötü oynayan yoktu. Ama ben bir başka şeyin peşindeydim... Terim’in 2010 için inadı ve söylemleri millilerin duygularını ne ölçüde etkilemişti.
Gördüm ve umutlandım. Daha doğrusu hep diri tuttuğum 2010 düşlerimi dün gece bir kez daha tazeledim.
Milliler bir-kaç gün sonra oynayacakları Süper Lig’i bir kenara iterek yüreklerini milli maça koydular.
Ve bir özel maçta sakatlanmak gibi bir korkunun dışına taşarak sadece kazanmak için didindiler.
Şimdi eylül ayını iple çekiyorum.Ve inanıyorum, nefis bir sonbahar yaşayacağız!
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2009
SEZON başı sıkıntılarına hiç aldırmadan ve hoşgörü gibi bir kavramın sıcak yüzüne hiç bakmadan başladık eleştiriye. Böyle bir davranışa kendimden bir örnek verebilirim. Belediye maçı ve beraberliğinden sonra aldım kalemi elime, bastım yaygarayı...
Bu Beşiktaş’ı hiç beğenmedim!
Sanki namus meselesi. Ligin daha yeni başladığını düşünsem. Ağır bir idman programının yorgunluğunu hatırlasam. Ağustos sıcağının bedenime yapışan terinden insafa gelsem... Herhalde sezonun ilk maçında böylesine katı davranmazdım.
Ya da Beşiktaş’a 10.5’luk bir yıldız bulun diye yönetimi sıkboğaz etmezdim. ve Mustafa Denizli’ye hafif yollu dokundurmaya yeltenmezdim.
Yine de sığınacak bir köşe bularak kenara çekilebilirim. Doğruyu yazmak. Gördüğünü söylemek. Gazeteci gibi davranmak adına bir kıvırmanın arkasına gizlenebilirim.
Yoo... Bir kaç adım daha atıp, işin doğrusunu söyleyeceğim...
Okuyucu eleştiriye bayılıyor!
Öyleyse, fırsat bu fırsattır, vur abalıya...
G.Saray gitti Gaziantep deplasmanından üç puan alıp döndü. Bizler ne yazdık? Bir kaç süslü kelimeden sonra çaktırmadan savunmasına sataştık. Daha hızlı oynayan bir takım karşısında zorlanabileceğini hatırlattık.
Ve Rijkaard’ı uyardık.
Ne garip, üç puana sevinç çığlıkları atan Rijkaard da takımına bir eleştiri getirdi...
2-0’dan sonra oyun konsantrasyonumuz bozuldu!
F.Bahçe’nin birkaç sezon öncesi koca bir şampiyonluk şansını yitirdiği Denizli deplasmanından aldığı net galibiyete de ufak yollu taşlamalar yaptık...
Bilica’nın güven vermeyen performansını... İki gol atmasına karşın Guiza’nın hücumda kaybettiği topları. F.Bahçe’nin ağır temposunu kınadık. Alex, Kazım ve Santos’un savunma yönlerini eleştri kapsamına aldık.
* * *
NEREYE kadar bu eleştiriler...
Samimiyetine inandığım her eleştiri başım üstüne. Kırmadan, aşağılamadan ve uslubu bozmadan. Ama kalkıp, Denizli-F.Bahçe maçındaki elektrik kesintisinin arkasında bir kasıt ararsan...
Ve maçın o andaki skorunu da ileri sürerek, bunu Denizli’nin oyunu gibi bir başlıkla sunarsan...
Bu bir eleştiri değil. Düpedüz bir iftiradır!
Her neyse, imdada Christoph Daum’un sözleri yetişti. Ve çirkin iftira da gülüşmelerin arasında eriyip kayboldu. Ne dedi Daum...
Pazar günü oynamaya başladığımız maç pazartesi günü bitti!
Hay ağzına sağlık. Belki bu da bir eleştiri. Ama tadı da var tuzu da...
* * *
Ve haftanın portreleri...
Belediyespor-Beşiktaş maçında İbrahim Akın’ın attığı gol herkesin dilinde. Golü ballandıra ballandıra anlatanlar dönüp dolaşıp lafı aynı noktaya getiriyorlar...
Beşiktaş bu adamı nasıl kaçırdı!
Maçı daha farklı gözle izleyenler, oyunun genelinde yine Belediyespor’un stoperi Mahmut’un performansından övgü ile sözediyorlar.
Özellikle de hava toplarındaki üstünlüğünden!
Arda Turan, hiç kesmeden yol alıyor.
G.Saray’ın bu sezon oynadığı 5 resmi maçta attığı 16 golün 8’inde asistçi özelliğini kullandı. Bu arada maçın hakemi Bünyamin Gezer ile giriştiği tartışma da üstün performansı kadar eleştirildi.
Ancak, Bünyamin Gezer de eleştirilerden payına düşeni aldı.
Kurallara göre Arda, hakemin gösterdiği yerden sahayı terketmek zorunda değildi. Ve Bünyamin Hoca’nın ısrarı gereksizdi.
Sonuçta Arda pisi pisine bir sarı kart gördü!
Sivas deplasmanında Trabzonsporlu Ceyhun Gülselam’ın attığı gol, haftanın renkli görüntülerinden biriydi. Genç futbolcu ceza sahası dışından attığı bu golün bir rastlantı olmadığını ve her idman sonrası şut idmanı yaptığını söylüyor.
Ve çok konuşulup-tartışılan bir gol... Gaziantepsporlu Julio Cesar de Souza’nın yaklaşık 35 metreden G.Saray kalesine gönderdiği füze, gerçekten nefisti.
Madalyonun diğer yüzünde eleştirilen bir kaleci vardı. G.Saray’ın Arjantinli kalecisi Leo Franco. Eleştirenlere göre, Franco, şutun atıldığı anda, kale cizgisinden uzak bir noktada duruyordu. Ve bulunduğu pozisyon nedeni ile hatalıydı.
* * *
Eleştiriler üzerinde yoğunlaştırdığım yazıyı yine bir eleştiri ile kapatıyorum. Sivasspor basın sözcüsü Fikret Ünsal Trabzonspor maçının hakemi Halis Özkahya’ya ateş püskürüyor...
Hava 10 derece. Futbolculara sıcak salep vermen gerekirken, sen soğuk su molası veriyorsun!
Ve bir iki satır daha ekliyor eleştirisine...
Su talimatı hakemlerimiz tarafından yanlış anlaşılıyor. Bu uygulama bütün maçlar için geçerli olamaz.
Böyle bir eleştiriye hiç bir yorum getirmiyorum. Lütfen okuyun, hem gülerek hem de düşünerek keyfini çıkartın.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2009
BEŞİKTAŞ’ın yediği beraberlik golünü hiç beklemeden hemen eleştireceğim. Ve Beşiktaş savunmasının golde İbrahim Akın’a sunduğu pozisyon rahatlığını gelecek maçlarda da tekrarlayacağını düşünerek hemen S.O.S sinyaline asılacağım.
Pozisyonu defalarca gözlerimde canlandırdım. Hiç bir savunma ceza sahası içinde rakibe böylesine hazırlıksız yakalanmaz. Ve yine hiç bir savunma bloğu 6 pas çevresinde rakibe bir çalım-şov fırsatı vermez.
İlk çalımda Ernst dağılıyor. İkinci çalım Yusuf’a. İsmail Köybaşı ortalarda yok. Ve son adam Ferrari sanki gölge boksu yapıyor. Geri geri kaçıyor. Ve İbrahim Akın’ın kılına bile dokunmuyor.
Böyle gol mahalle maçlarında yenir! Yine de kutluyorum İbrahim’i...
Yangın yapmıyorum. Sadece Fenerbahçe maçında yenilen iki hatalı golün üzerine bunu da koyarak, Beşiktaş’ta yaşanan savunma derbederliğine bir çare öneriyorum. Hem de acilen...
Kolları sıvayıp eleştiriye savunmadan başladım. Diğerlerine sataşmadan önce kısa yoldan söyleyeceğimi haykırayım...
Dün gece izlediğim Beşiktaş’ı hiç beğenmedim!
MUSTAFA Denizli oyuna Holosko ile başladı. Hiç de fena değildi Holosko. Sağ kulvardan taşıdığı toplarda iyi işler yaptı. Nobre’nin etkili ve başarılı performansına hücumda ayak uydurmaya çalışan tek adamdı.
Mustafa hoca, ikinci yarıda neden kenara aldı Holosko’yu hiç anlayamadım. Anlayamadığım bir başka konu...
Yusuf Şimşek’in, kenar adamı olarak göreve soyunmasını hep yadırgadım. Dün gece iyice şaşırdım... Oyunun ilk 25 dakikasını sol kenarda çizgide geçirdi. Etkisizdi, oyunda görünmedi.
İlk yarının geri kalan dakikalarında orta alanda oynadı, havasını buldu. Ve ilk yarı bitiminde o da Holosko gibi makası yedi.
Mustafa hoca kenar adamı olarak Yusuf’tan ne bekliyor, bilemiyorum!
Holosko’nun yerine giren idmansız Nihat Kahveci’ye forma tesliminin erken yapıldığı düşünüyorum. Ve Yusuf’un kenarda harcanmasına da itiraz ediyorum...
BEŞİKTAŞ, 10.5 numaranın hakkını verecek bir futbolcu arıyor. Keseye uygun düşerse, hemen alacak. İyi de işin espri tarafı bir yana, bu konuda ciddi sıkıntılar yaşıyor Beşiktaş.
Mustafa hoca’nın, Tello’nun kişiliğinden yaratmaya çalıştığı 10.5 numara çabaları pek tutmadı. Artık, kısa yoldan bu işe bir çözüm getirmenin zamanı geldi ve geçiyor.
Oyunun ilk yarısında Nobre olağanüstü bir çaba ve performans gösterdi. Fink fena değildi. Ernst çalışkan ve gayretliydi.
Ancak, ikinci yarı tüm takım adeta kayıplara karıştı. Hiç bir Beşiktaşlı beklenen performansı yakalayamadı. İşin en kötü tarafı Beşiktaş’ın oynadığı oyun gelecek haftalara bir umut taşıyacak düzeyde değildi...
Kaybedilen puandan çok Beşiktaşlı buna daha çok üzüldü!
Yazının Devamını Oku 3 Ağustos 2009
MUSTAFA DENİZLİ, derbi öncesi Beşiktaş’ın gönlündeki oyun kimliğini net çizgilerle açıklamıştı. Yüksek tempo. Düşüncede yaratıcı. Mücadelede savaşcı. Ve kesinlikle çabuk ve daha hızlı...
Böyle bir oyun kimliğine kavuşmanın 5-6 haftalık bir zaman diliminde gerçekleşeceğini de ısrarla vurgulamıştı Mustafa hoca... Her şeye karşın ben zaman kavramını bir kenara ittim. Ve dün gece derbideki Beşiktaş ile Denizli’nin gönlündeki Beşiktaş arasında bir kıyaslama yaptım. Biraz erken de olsa, bu merakımı kıramadım. Bakın neler gördüm...
1- Tempo, sezon başı için yeterliydi. Zorlu lig haftalarına kadar yüksek bir düzeye ulaşacağına yönelik fiziksel bir rahatlığın morali ile oynadı Beşiktaş.
2- Düşüncede pek yaratıcı değildi. Genelde Rodrigue Tello’nun atacağı paslarlara kilitlenmişti Beşiktaş. Tello, ilk yarıda iki nefis pozisyon yarattı. Önce Yusuf Şimşek’e sonra Nobre’ye... Ancak, Tello’nun bu farklı becerisini ve oyundaki sürekliliğini doksan dakikaya yayması, biraz zaman alacak. Burada Mustafa Denizli’nin ısrarla 10.5 numara arayışına aynen katılıyorum.
3- Mücadelede savaşcı... Bazı isimler mücadeleyi farklı bir boyutta yaptılar. Fink, gerçek bir savaşcı. Yüreği ile oynuyor. Vatandaşı Ernst de aynı kandan. Tükenene kadar koşuyor. Diğerleri bu işi iyi niyetle götürmeye çalışıyor.
4- Çabuk ve hızlı mı? Henüz değil. Bazı isimler bilinen özelliklerini sergilemeye başladığı an, Beşiktaş beklenen hız ve çabukluğu yakalayacak. Nihat, idman noksanlığını giderirse... Denizli, Holosko’ya süreklilik şansı verirse... Bobo, kafasındaki transfer çıkmazına son verirse... Ve Beşiktaş, kanatlara farklı bir etkinlik taşırsa... Arzuladığı çabuk ve hızlı oyunu gerçekleştirebilir.
Sözün kısası, Mustafa Denizli’nin belirlediği süreyi bekleyecek Beşiktaş. Ancak, 5-6 hafta sonra gönlünüzdeki Beşiktaş’ı seyredebilirsiniz!
***
GELELİM maçın geneline... Mustafa Denizli, sahaya oyunu rakip yarı alanda oynayacak bir kadro sürdü. Yusuf Şimşek, Bobo ve Mert Nobre ilk onbirdeydi. Bunlara Tello’yu da ekliyorum... Tam bir hücum mangası.
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2009
RAKİP güçlüydü, birbirlerini iyi tanıyorlardı ve çabuk oynuyorlardı. Üstelik, sahanın her bölgesini müthiş bir teknik beceri ile kullanıyorlardı. Pozisyon sıkıntısı çekmiyorlardı. Hücumu hızlı başlatıyorlar ve her fırsatta kaleyi yokluyorlardı...
Beşiktaş, böyle bir rakiple boğuştu. Her şeye karşın Mustafa Denizli ezberindeki sistemi uygulamada kararlıydı. Bobo ile tek santrfor görüntüsü aldatmasın... Beşiktaş, Lyon’un özellikle ilk yarıdaki ürkütücü temposunu kırdığı her fırsatta, rakip kaleye çok adamla gitmeyi hesapladı.
Sağ kanattan Erhan’ı kaçırmayı denedi. Göbekten Ernst ve Fink ile şansını zorladı. Holosko’yu hücum yollarına gönderdi. Yusuf Şimşek’i rakip ceza alanı çevresinde koşturdu.
Beşiktaş’ı izlerken farklı bir özelliğin Beşiktaş’ı sıkı sıkıya sarmaladığını hissettim...
Yardımlaşma duygusu üst düzeydeydi!
Tüm futbolcular bu özelliğin takım oyununa farklı bir renk ve güç getireceği inancını taşıyorlardı.
Oyunun ilk yarısında üç tehlikeli pozisyonda bu yardımlaşma ve kolkola mücadelenin net çizgilerini gördüm.
İlkinde Fink’in, biraz sonra Ernst’in ve bir başka pozisyonda Sivok’un kademe ve yardımlaşma duyguları mükemmeldi.
* * *
Beşiktaş, yeni sezona bir lider futbolcu ile girmek istiyor. Ve böyle bir yıldız için transfer için hevesini hep diri tutuyor.
Lyon maçında bu göreve Tello soyunmuştu. Tello Beşiktaş için gerekli bir isim, kabul ediyorum... Ancak, Beşiktaş’ın aradığı lider tipindeki futbolcu değil.
Mustafa Denizli, beklediği yıldızda arayacağı özellikleri espri ile karışık net biçimde açıkladı.
10 numara değil, 10.5 numara istiyorum!
Yani, bir bakıma şavaşacak, oyunu yönlendirecek, Beşiktaş’a farklı bir kişilik getirecek yıldızı bekliyor Beşiktaş.
Dün gece Lyon maçında Beşiktaş’ın her bakımdan böyle bir futbolcunun eksikliğini, hatta ezikliğini taşıdığını hissettim.
* * *
Oyunun genelinde Beşiktaş’ın iyi bir hazırlık dönemi geçirdiğine yönelik sinyaller aldım.
Üstelik, yeni transferleri ile henüz bir uyum aşamasındaki Beşiktaş’ın bir hayli yol aldığını da rahatlıkla söyleyebilirim.
Özellikle oyunun ikinci yarısında gole yönelik çabaları, kazanma hırsı ve zaman zaman oyunu Lyon yarı alanına yıkarak skora ortak olma hırsı izleyenlere yeni sezon öncesi umut saçtı.
Yine de şikayetciyim... Beşiktaş’ın yediği gol için hiç bir mazerete sevimli bakamam.
Her bakımdan amatörce yenen bir goldü!
İzninizle bir de mesajım var...
Nobre ile Beşiktaş daha farklı!
Bunu da Nobre’nin oyuna girişinden sonra daha iyi anladım...
Yazının Devamını Oku