Futbol ve imaj denilince yakın dönemin en büyük ikonu kuşkusuz David Beckham’dır.
Spor sayfalarından çok, magazin sayfalarında manşet olmuştur.
Onu altında şorttan çok, boxer’la gördük (!) Futbolcu olmak isteyen çocuklardan ziyade genç kızların hayallerini süsledi o...
Yeşil sahadaki en büyük alametifarikası ‘muz orta’sı ve serbest vuruşta topun başına geçmesiydi.
4 pasta tipik bir siyah beyaz golüne tanıklık ettik.
Gomez, golde tecrübenin tarifini verirken, Quaresma da asisti yapan adam olarak stres attı.
Ha, Portekizli hâlâ daha toparlanmış değil.
İkinci iyi işe ise, kaleci Tolga imza attı.
Sporting, Fenerbahçe’den daha mahir çıkınca Beşiktaş bu kez baskıyı golle kırma şansı bulamadı; aksine golü yedi.
Ayağa sağlam oynayan, dar alanda iyi top çeviren ve öndeki üçlüsüyle Beşiktaş stoperlerine sürekli basıp geriden çıkışı güçleştiren Sporting, siyah beyazlıların reaksiyon göstermesine de mani oldu.
Bireyselden ziyade takım tekniği çok yüksek olan rakip, soyunma odasına sadece bir farkla gittiği için üzülmüştür.
İlk 45’te sevdiğine açılamayan bir aşık gibiydi Beşiktaş.
Hakemin verdiği penaltıyla Norveçliler maçı kazandı. Gözlemciler, görüntülerin tekrarını veren on yedi kameradan da güç alarak ağız birliği yapıp kararı eleştiriyorlar ve hakemi yerden yere vuruyorlardı. Ta ki birkaç gün sonra, maç günü statta bulunan bağımsız bir kameraman hakemin penaltı verdiği pozisyona dair yepyeni bir görüntü yakalayıp hakemi aklayana kadar...”
Bu alıntıyı Mathias Roux’un ‘Socrates Yeşil Sahalarda’ kitabından yaptım. “Sahada olan sahada kalır” sözü, artık futbolda geçerli değil. Aksine günümüzde, ‘sahada olmayan’ şeyler bile televizyon aracılığıyla üretilip bize ‘hakikat’ diye sunuluyor. Bu, ‘hakikat’ değil de, esasen kişi veya kurumun algısına göre oluşturulan bir ‘doğru’dur. Son Beşiktaş-Fenerbahçe derbisindeki ‘Volkan Şen’in topu çizgiyi geçti mi, geçmedi mi’ tartışması da ‘doğru’, ‘hakikat’ ve ‘algı’ mevzusuna güzel bir örnek.
DOĞRU, HAKİKAT Mİ
98 Dünya Kupası’ndaki örnekte de görüldüğü üzere 17 kamera bile bize ‘hakikat’i değil, ‘doğru’yu veriyor. Ama işte sonunda 18. kamera çıkıp, bambaşka bir ‘doğru’yu gösteriyor. Pozisyonu yorumlayan Fenerbahçelilerin yüzde 99’u ‘top çizgiyi geçmedi’ derken, aksi oranda da Beşiktaşlılar ‘top çizgiyi geçti’ dedi. Şaşırtıcı değil. Çünkü her iki taraf da kendi ‘çıkar penceresi’nden oluşturduğu ‘algı’yla pozisyona bakıyor. Kameralara göre her iki taraf da haklı veya haksız çıkabilir. Ama herkese tavsiye edilmeli ki ‘perspektif’i ortadan kaldıran kamera görüntülerine çok fazla güvenmeyin. En azından bunun ‘hakikat’ olduğu konusunda fazla ısrarlı olmayın.
“Ofsayt mı, değil mi?” Bu da televizyonun oyuna ayağını uzattığından beri başat bir tartışma konusudur. Yorumcular saatlerce ‘oynat/durdur/oynat’ diyerek, bir sonuca vararken sonunda imdada ‘ulu Piero’ yetişir ve sonuç açıklanır: Gol 10 santim ofsaytmış! Yani eliniz kadar bir uzunluk. Eyy hakem!, sen nasıl kaçırırsın 10 santimlik ofsaytı? Koskoca ‘1 saniyelik’ zamanın var üstelik(!)
Çıktı çıkmasına ama olanağı olsa ilk 20 dakika sonunda baştan aşağı kadroyu değiştirirdi!
Fenerbahçe, top göstermeyerek müthiş bir rahatlıkla -belki de fazla rahattılar-, inisiyatifi ele aldı.
Tempoya ayar verip sinir bozucu bir üstünlük kurdu.
Öyle ki Beşiktaşlı oyuncular strese girip iki pas yapamaz oldu.
Bu felsefi soruda maddenin yerine tesis adını koyun ve düşünün. M.City, stadının yanı başındaki tesislere 304 milyon dolar harcadı ve artık geleceğe dair çok büyük düşünüyorlar!
Geçen temmuzda gidip gezme fırsatı bulduğum ve City Football Academy’nin yer aldığı devasa alanda 7 bin kişilik bir alt yapı stadının yanı sıra alt yapıdan A takıma kadar tüm birimlerin kullanması için tam 17 tane de antrenman sahası var. Akademinin 450’nin üstündeki futbolcusu her hafta idman yapıyor burada.
Tesislerde fitness salonlarından saunalara kadar bir çok bölüm mevcut. Akademi öğrencileri için yatakhanelerin de mevcut olduğu tesisler teknolojiyle de donatılmış. Tüm idmanlar kaydediliyor ve idman esnasında da oyunculara hataları veya doğruları anında anlatılmak için kullanılıyor...
Siyah beyazlılar ne yazık ki bu derbiyi de Olimpiyat’ta oynayacaklar. Geçen iki sezon derbi alamamanın en büyük mazeretinin Bilic’ten ziyade statsızlık olduğunda sanırım hemfikiriz. Evet Bilic’in de yaptığı hatalarda kaybedilen derbiler yok değildi ama bunlar ekseriyetle deplasmanda olanlardı.
Eksik olmayan kırmızı kartlar, sahaya inmeler vesaire de etkiledi sonuçları elbet ama 9 kişiyle en iyi Fenerbahçe kadrolarından birine karşı 4-3 kazanmayı başarmış bir kültürün olduğu da unutulmasın. Belki de unutulduğu için Bilic’li sezonlarda diğer iki büyük devrilemedi. Beşiktaş son 4 derbide sahada rakiplerine karşı çok kibar da kaldı. E bu ülkede mütevazı olanı takdir etmekten ziyade ezmeye kalkarlar.
‘BAŞALTI TAKIM’ DUYGUSUNA KARŞI
Geçen sezon da Beşiktaş’ın ilk derbisinin çok önemli olduğunu ve sonucun bütün sezonun gidişatına etki edeceğini söylemiştim. Maalesef aynı sözü tekrarlamak zorundayım. Bu takım geçen sezon bir tek derbi kazansaydı bile ligdeki pozisyonu çok farklı olabilirdi. Çünkü bu takım çalışkan, yaratıcı, dirayetli yani bir takımda olması gerek hasletlerin çoğunu barındırıyor. Bu takımın tek eksiği derbi galibiyetiyle elde edeceği özgüven. Fenerbahçe’ye Olimpiyat’ta kaybedilerse yine ‘başaltı takım’ duygusu bilinçaltını esir alır. İşin teknik yönlerine de bakalım.
SORUN Quaresma’nın iyi futbol oynayıp oynanaması değil. Temel sorun Portekizli’nin nerede oynatıldığı. ‘On numara’ olarak sahaya sürüldüğü hiç bir maçta verimli olamadı. Zaten 10 dakika sonra bu görevi Olcay ve Töre ile paylaşır oldu. Ne zamanki kanada geçti, daha çok kendisi oldu. Onun doğru kanadı da sağ kanattır. Ama o sağda oynayınca bu kez de Töre, verimsizleşiyor.
TÖRE’Yİ DE VURUYOR
Çünkü Töre de sağda çok daha etkili... Töre, sağ kanatta oyun kurucu gibi oynuyor ve kaleye daha iyi şut açıları buluyor. Quaresma veya Olcay’dan biri seçilecek. Quaresma, ya ofansif gücüyle rakibin çıkmasını önleyecek bir oyun oynayacak ya da bu yaştan sonra kafayı değiştirip arkasındaki beke yardım edecek.
Aksi hâlde mücadelenin önem kazandığı maçlarda tercih Olcay olur. Q17 ise hamle oyuncusuna dönüşür. İlk 5 hafta itibarıyla Q17’nin kötü oynadığını söylemekten ziyade şoförün onu pek doğru kullanamadığını söylemek daha doğru...