Arda Turan, daha fazla oynadı. Bu nedenle de memlekete dönüşünü yadırgadık çünkü çok daha fazlasını yapabileceğini biliyorduk.
Yine de standartlarımıza göre o çoktan torunlarına anlatacağı büyük bir öyküye sahip. Buna şüphe yok.
Geçen hafta Koray Durkal, Nuri Şahin ile harika bir röportaj yaptı.
Nuri Şahin’in “Harvard’a başvurdum” demesi, takdirle karşılandı. “İşte bu” dedirtti.
Aslında Nuri Şahin hep buydu.
Fakat biz onu erken keşfetsek de doğru kullanamadık.
2005’te Atatürk Olimpiyat Stadı’nda ilk kez milli formayı giydiğinde Türkiye futboluna çok şey vereceği konusunda hemfikirdik.
Lakin 12 yıllık süreçte çağrıldığı milli takımda genelde yedek soyunduruldu. Ama bir gün olsun ‘
Takım da farkındaydı ki, maça golle başlayacaktı neredeyse! Ne var ki Sivas’taki gibi yine hücuma çıkarken ve yine Quaresma’nın kaptırdığı top gelip gol oldu. Gökhan Töre’li Beşiktaş’ın sıkça attığı gollerdendi, yediği gol.
Eski Beşiktaş’ın bir çok hücum seçeneği vardı. Ama bu sezon ağırlıkla tek plan var: Ver Quaresma’ya ortalasın!
Oysa bu takım Oğuzhan-Talisca ikilisiyle merkezden de seçenekleri çoğaltmalı.
Güneş, Quaresma’nın ortalarının karavana olmasında (bu arada önceki haftalara göre dün daha etkiliydi ortaları) bir kusurun da forvetlerde olduğunu söylüyor. O vakit hareketli bir golcü alsın, zira mevcut kadrodakiler topu kafalarına bekleyen tipte!
TALİSCA RESMİ GOLCÜ!
İkinci devreye acil bir gol arzusuyla başlayan Beşiktaş, kalesinde 2 net pozisyon gördü.
İstenilen ayarda yeni bir golcü alınmayacaksa Güneş, Talisca’nın ‘gizli golcülüğü’ne sığınacak.
Ben
182 ülkede yayınlanan ve Türkiye’de Digitürk olmak üzere 90 uluslararası yayıncısı olan; 2.6 milyar kişiye ulaşan, 40 milyondan fazla sosyal medya takipçisi bulunan La Liga Santander’in 1.5 milyon da Youtube üyesi var. Dahası dünyada akan suları durduran El Clasico’suyla Ronaldo ve Messi’si olan bir ligden söz ediyorum.
Ama buna rağmen La Liga Santander, her yıl dünyanın çeşitli ülkelerinden gazetecileri bir maça davet ediyor. ‘La Liga Experience’ adını taşıyan etkinliğe bu yıl Türkiye’den Habertürk Spor Müdür Yardımcısı Meriç Müldür ve Lig Radyo programcısı Cüneyt Kaşeler ile birlikte katıldık.
Nihat Kahveci’nin eski takımı Real Sociedad’ın Barcelona ile oynadığı maç için San Sebastian’a gittik. Sociedad’ın soyunma odalarına girdik, müzesini ve stadını gezdik. Koridorlarda ve müzede Nihat Kahveci’nin fotoğraflarını görmek hoştu. Meyve kasalarının dekor olarak kullanıldığı naif müzedeki en büyük başarı 2 La Liga şampiyonluk kupasıydı.
Maçtan önce öğlen saatlerinde Real Sociedad taraftarlarının buluşma mekânına da uğradık. Tansiyon bizimkilerin çok altında. Maça yarım saat kaldığında dahi ortalıkta kimse yoktu. Ancak yağmurlu havaya rağmen ilk düdük çaldığında stat dopdoluydu.
Real Sociedad-Barcelona maçını yerinde izledim.
MESSİ YÜZÜMÜZE PEK BAKMIYOR!
İki takımın stada giriş ve sahaya çıkış anlarına da tanıklık ettik. Elbette gözler Messi’deydi. Kimseye aldırmadan başı önünde duvar dibinden yürüdü gitti. İyi bir selfie olanağı vermedi açıkçası. Ama maç öncesi ısınmada biz gazetecilerin önünde çalıştı ve ‘cemal’ini bu kez sakınmadı!
90 dakikalık maçı
Son saniyeye kadar zorlamış, inanılmaz goller kaçırmış ama 1-1’lik skoru değiştirememişlerdi. ‘Yıkım’ gibi görünse de aslında bugünleri müjdeleyen bir ruhun dışa vurumuydu o görüntüler...
Sözünü ettiğim maçsa Beşiktaş-Trabzonspor maçıydı... Beşiktaş’ın başında Samet Aybaba, Trabzonspor’unsa Şenol Güneş vardı...
2012’den itibaren Beşiktaş futbol takımı sürekli gelişti. Aybaba, Bilic ve Güneş... Her hoca bir tuğla koydu. Statsız şampiyonluk yarışı verilirken çok acı çekildi.
Takım hamdı, pişti... Nihayetinde de üst üste iki şampiyonluk... Ve Şampiyonlar Ligi’nde gruptan terfi. Beşiktaş, futbolda 6 yılda kabuk değiştirdi. Ligde şampiyon olurken eskisi gibi sadece yoğun bir emekle mutlu sona kavuşmadı. Futboluna estetik de kattı: Yani Rıza Çalımbay ile simgeleşen çalışkanlık, Barcelona’dan esintiler sunan pas oyunu ile Quaresma’nın trivela ve rabona’larıyla bireysel olarak da süslendi...
VİTRİN DEVLER LİGİ
UEFA anlaşmasının da yardımıyla transferde açık vermemeyi de öğrenen Beşiktaş, Premier Lig’e oyuncu satar hale geldi. Bunu sağlayan en önemli etken de Şampiyonlar Ligi....
Cenk Tosun, sezon başında Premier Lig kapısından dönerken verilen teklif 10 milyon Euro’ydu. Aynı adam, 4 ay sonra 28 milyon Euro’ya gitti.
Çünkü bu 4 ayda
Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl, Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ı ‘at hırsızı’na benzetiyor!
Neden? Çünkü Beşiktaş, sezon sonu sözleşmesi bitecek olan Gaziantepsporlu Cenk Tosun ile sonraki sezon geçerli olmak üzere sözleşme imzalamış. Avrupa’da sıkça görülen bir örnek. Sonrasında yine de Cenk, Gazitntep’ten olan alacaklarından feragat etmiş.
Ağustos 2009... Cenk’i elinden kaçırdığı için Beşiktaş Başkanı’nı hiç ‘yakışıklı’ bulmayan Kızıl için kuşkusuz en ‘yakışıklı’ Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören’di. Öyle ya, 2009’da Rodrigo Tabata’yı Beşiktaş’a 8 milyon Euro’ya satmıştı!
Ocak 2018...
Fikret Orman, bedavaya aldığı Cenk Tosun’u 28 milyon Euro’ya Everton’a sattı. Peki bu esnada İbrahim Kızıl nerelerde? Bilmiyoruz... Onu geçelim, G.Antepspor nerede? TFF 1. Lig’in en alt sırasında. Dahası kapanmanın eşiğinde. 113 milyon lira borcu var kulübün. 127 milyon liraya Everton’a satılan Cenk’in Beşiktaş’a sağladığı gelirden az! G.Antepspor’u parasını pulunu kimler böyle heba etti?
Bu hikâyeden ortaya çıkan ders şu: Denetlersen bağ, denetlemezsen dağ olur!
Beşiktaş’ın Cenk özelindeki transfer başarısının esas mimarı UEFA olurken, G.Antepspor’un batağa düşmesinin esas sorumlusu da onu yönetenler kadar o yönetenleri denetlemeyen TFF’dir. Alt liglerdeki mali dengesizliklere karşı cengâver kesilen TFF, Süper Lig seviyesinde aynı cesareti sergileyemiyor. Sonunda da bu kulüpler Süper Lig’den düşer düşmez lastik patlıyor.
UEFA’YI EN İYİ BEŞİKTAŞ KULLANDI
Haftanın üç günü Alibeyköy’den Büyükçekmece’ye gidip geliyordu annesiyle birlikte.
O yolculuklarda annesi, omzuna koyduğu başını okşadığı oğluna, “Oğlum futbolcu olduğunda senden sadece kırmızı otomovil istiyorum” diyordu…
‘Pembe düşler’in kurulduğu bu yolculukların çoğu kaçaktır. Annesi, parası çıkışmadığında oğlunu turnikelerin altından geçirir…
Gün olur çocuk da kalabalık otobüsleri tercih edip, arka kapıdan biner ki böylece şoförün kendisine ulaşmasını imkânsız kılar…
Bunlar da işte ‘yoksulluğun çalımları’dır…
Bitlis doğumlu Safter Elmas, futbolcu hayali kurarak topun peşinden koşmuş ama yüzlerce ve belki de binlerce benzeri gibi, yaşadığı bir sakatlık sonrası veda etmek zorunda kalmıştır ‘yeşil sahalar’a ve daha da mühimi ‘pembe hayaller’e…
Ve Beşiktaş, hücum yapmakta ve pozisyon bulmakta çok rahattı. Sivas açıkçası iki sürpriz golle maçı kazandı. Birinci golde Fabri-Pepe ortak hatası affedilir değildi.
Beşiktaş, zaman zaman yüzde 78’lere varan topa sahiplik oranıyla maçı tek kaleye çevirdi. Üstelik pozisyon da bularak oynuyordu. Ama, kariyerinin 9. Süper Lig maçına çıkan 31 yaşındaki kaleci Tolgahan geçit vermedi. Penaltıda dahi topa dokunmayı başardı.
BOŞA ORTALAR
Maçı konuşmaya esasen 46. dakikadan itibaren başlamalıyız. Güneş’in Negredo-Cenk değişikliğiyle yani... Girene itiraz yok da çıkana var!
G.Saray derbisindeki 3-0 galibiyet son vuruş sıkıntısını gizlemiş ve Beşiktaş, Kayseri’de 2 puan kaybetti. Osmanlı maçındaki 5-1’lik galibiyet de yapılan ortaların verimsizliğini sakladı. 35 ortadan sadece 5’i isabetliydi. Dün de Sivas’ta Beşiktaş, 49 ortada sadece 13 isabet buldu. Ve incelenirse bu ortaların büyük çoğunluğu da Quaresma’nın ayağından çıktı. Portekizlinin niyetinden kuşku yok fakat topu son haftalarda yararlı kullandığı söylenemez. Lens’in önceki haftalarda oyuna girmek istemediği iddia edilmişti. E şimdi dün kenardan Quaresma’yı 79 dakika izleyen Lens, yine girmek istemeseydi bu kez kim ne diyebilirdi...
Madem Beşiktaş, inadına ceza sahasına bu kadar orta yapacaksa Negredo niye çıkar? Ceza sahasına sürekli top atıyorsan ve rakibin de çıkmıyorsa, o vakit üçlü savunmayı deneyip çift santrfor daha makuldü. Negredo-Cenk ve onlara top taşayan bir Talisca, denemesi daha iyi olmaz mıydı? Üstelik dörtlü savunmaya rağmen kontra da yenildi. Devamlı deneyip sonuç vermeyen oyun planınında neden ısrar edesiniz ki...
PLANI DEĞİŞTİR
Yani
Kimilerinin ise sorgusuz sualsiz biat edip, gölgesinden nasiplendiği adam... İstatistik... İstatistiksel olarak Türkiye futbol tarihinin en büyük hocası... Ve en büyük egosu.. İşte, tüm başarılarına rağmen, toplumun tamamını üzerinde birleştiremeyen de bu büyük ego... Bu hal, ‘Doğu’da olmamızdan mı kaynaklı yoksa, başarının sahibinin onu paylaşma biçimi mi sıkıntı yaratıyor? Sonuç itibarıyla jübileye helikopterle geldiği günden beri tanığı olduğumuz bir ego...
Genel olarak toplumun, özel olarak da G.Saray’ın Terim ile kurduğu ilişki hep arızalı. Elbet bu tek taraflı değil, iki yönlü bir arıza... Bazen karşılıklı kötü hisleri bir kenara bırakıp, başarıyı ortaklaştırıp beraber sevinirken dahi gerilim yaşadığımız bir ilişki bu... Önemli bir kesim için nefretle karışık bir aşk... Onsuz mucizeler peşinde koşan ama olmayınca da onun çağrıldığı yaklaşık 30 yıllık inişli-çıkışlı bir birliktelik... Bu ilişkiye bir kez daha tanıklık ediyoruz. Aynı film bir kez daha vizyonda: Fatih Terim Galatasaray'da
GÖLGEDE KALMAYI SEVMEYEN ADAMLARIN İKTİDAR SAVAŞI
Terim, Türkiye Futbol Direktörlüğü’nden neden alındı? Resmen ilan edilmese de bardağın kebapçı baskınıyla taştığını biliyoruz. Ve o günün Türkiye’sinde ‘çoğunluk’, Terim’in bu baskın sonrası ay yıldızın başında kalmasının etik olmayacağında anlaşmış gibiydi. Bu etik olmayan davranıştan ötürü Terim ise pişmanlık duymamış bilakis, “Yaptım, yine yaparım” demişti. Milli Takım koltuğundan ayrılmayı gerektiren davranış, bugün görülüyor ki Galatasaray koltuğu için etik anlamda bir sorun teşkil etmiyor. Esasen bu tutum da memleket için çok şaşırtıcı değil. Bu fasılları bir kenara bırakalım.
Dursun Özbek, iktidarını kaybetmemek için direndi. Bu yüzden ilk gün en kolay olanı yapıp, Terim’i getirmek yerine başkanlığını riske etti. Terim’le daha yıllarca ‘Galatasaray Başkanı’ sıfatını taşıyacak ama kendisi ‘gölge’de kalacak! İşte, önce bunu istemediğinden “Terim değil, seçim” dedi. Ama hesap şaştı çünkü karşısına ciddi bir aday çıkacağını görünce ‘gölgede iktidar’ı seçti. Peki bir kulüp başkanı ta en baştan, başarıyı büyük ölçüde garanti eden bir hocaya neden anahtarları verip arkasına yaslanmayı yeğlemez? Çünkü Türkiye’de başkanlar esasen kulübü değil, futbol takımını yönetmek istiyor. Basketbol, voleybol vs gibi tâli branşlardaki başarılar ancak futbolda geride kalınırsa öne çıkartılır ve başkan da başarı pozunda yer alır. Mevcut haliyle Türkiye’de kulüp başkanlığı istisnalar hariç, ‘bedelsiz bir şöhret yolu’dur. Zira başkanlık sayesinde dünya alem sizi tanırken, yaptığınız idari ve mali hataların bedelini ödemeden çekip gidersiniz. Oysa, ‘şahsi sorumluluk’ olsa, o zaman başkanlar iktidarlarını değil, kulüpleri korumak için çalışır.
Terim’in Galatasaray’a bir kez daha hoca olarak dönmesinin hiçbir esprisi yok. Daha neyi kaç kere ispatlayacak. Ama bir kez daha kongre hesaplarının aktörü olmaya rıza gösterdi. Elbette o da gölgede kalmayı çok sevmediği için geri döndü. Lakin kendi camiası dahil, birçok kimse onunla yine sahici olmayan bir ilişki kuracak. Başarılarından sözde sevinç duyup, başarısızlığındaysa kapalı kapılar ardında puro yakacak!