Rahmetli Turgut Özal, bu kurumu özerk yaptı, tam yaptı. Yıllarca hem futbolcu hem de futbol yazarı olarak futbolun içindeyim. Futbolun ilk Başkanı Yusuf Ziya Öniş oldu sonra da hep ‘Devlet’in uygun gördüğü akıllı başlı adamlar yürüttü bu görevi. Daha sonra Orhan Şeref Apak, 1954 yılında o göreve geçti, 1970 yıllarına kadar da 7 kez o koltukta oturdu. 1989 federasyon özerk olduktan sonra ilk kez koltuğaŞenes Erzik oturdu. O Erzik 1997 yılına kadar kimseye yaranamadı.
Kulüpler zaman zaman üstüne gitti. Birileri Fenerbahçeli olduğunu gündeme getirip vurdu, sonra da daha önce kendisine ‘ağabey’ diyen medyadan geldi darbe. Üst üste ağır yazılar yer aldı gazete sayfalarında... Şimdi hepsi unuttu tabi yazdıklarını ve Şenes Erzik’ten haber almak için sıraya giriyorlar. Son dönemin modası ise, UEFA Asbaşkanı olan Erzik’i şike sürecinde etkisiz kalmakla suçlamak ve ‘Şenes Bey, konumunun bizim lehimize hiç kullanamıyor’ demek. Oturduğu koltuğu kendi malı sananların gelişi güzel konuşmaları bunlar.
GİZLİ KAPALI İŞLER
HALUK Ulusoy’un başkanlığa gelmesinde, biz de Futbolcular Derneği olarak üye olduğumuz için oy hakkımız vardı. O zamanlarda Ankara’da otellerde gördüğüm sahneler beni hüsrana sürükledi. Grup grup kümelenmeler... Grup grup gizli toplantılar... Grup grup yemekler... Grup grup gizli oyunlar... Yani seçimin yapılacağı otellerin hali, tam bayram arifesinde Mahmutpaşa’nın haliydi. Biraz diğer ülkeleri araştırdığımda hemen hemen hiçbir ülkede böyle sahneler yok. Bizde Futbol federasyonu öyle bir kurum ki, başkanlık koltuğuna oturmak için kişiler adeta can atıyor. Sanki yılan derisinden yapılmış...
Böyle para dönen bir yeri kim elde etmek istemez. Aslında başkanlık görevine gelenlerin çoğunun mali durumu oldukça iyi. Ama sadece parayla bitmiyor bu iş. İsimleri herkesçe bilinsin istiyorlar. Bu da onlar için ayrı bir heyecan. Ne de olsa başkan seçilirlerse isimleri hep spor sayfalarında...
DEVLET EL KOYMALI
LAKİN kim seçimi kazanırsa kazansın homurtulu sesler 1 ay içinde başlıyor. Kendi takımının zarar gördüğüne inandığı anda o kulübün başkanı hemen “Bu başkan hemen istifa etmeli” diye avazı çıktığı kadar bağırmaya. Uzun zamandan bu yana 1 yıllığına o koltukta oturan fazla insan olmadı. Bugüne kadar ne federasyon başkanları ne kulüp başkanları geldi geçti. Vitrinde gözükmeyince birçoğu da unutuldu gitti, ne arayanları oldu ne de soranları... Şimdi yeni sezon başlayacak. Yine yukarıda yazdığım arızalar, konuşmalar yaşanacak. ‘Bu başkan ve yönetimi hemen gitmeli’ söylemleri ağızdan ağıza yayılacak. Hadi bakalım, günler-aylar sayılı. Neler göreceğiz neler... Şayet gördüğümüz manzaralar tekrarlanırsa yapılacak iş, özerlik kanunu değiştirip devletin bu işi el koymasını dilemek olur. Eğer el koymazsa ise sonumuz hüsran.
Bu düşüncede olan takımlar da turnuvada finale yükselmeyi başardılar...
Ülkemizde büyük takımlar dahil sol bek sıkıntısı yaşanıyor. Irak’da pırıl pırıl bir genç var Ali Adnan, her vuruşunun arkasında bir düşünce var. Attığ frikik golü ise ayrı güzellikte. Irak orta sahasında arı gibi çalışan biri sim daha vardı: Tariq. Sahanın her yerine bastı Tariq, kritik hamleleriyle Uruguay’ın oyun kurmasını engelledi maç boyu. Defansta yer alan Ali Faez ile Mustafa Nadhem’e de ayrı parantez açmalıyım, Uruguay karşısında çok iyi oynadılar. Penaltılarda dramatik bir şekilde Uruguay’a elenseler de turnuvaya damgasını vurdu Irak Milli Takımı...
Gana direnemedi!
Bir diğer finalist Fransa’ya gelirsek... Fransızlar da bir sol bek var Digne otoban faresi gibi, Gana maçında iki golle yıldızlaşan Thauvin de iki ayağını iyi kullanan oldukça kıvrak bir oyuncu. Ama sarı kartı olan Thauvin’in attığı gol sonrası bayrak direğinin yanında abartılı gol sevincine kırmızı çıkmamasında hakem hatası var. Gana daha önceki maçlarının aksine dün çabuk pes etti. İkinci yarı beraberliği bulsa da Fransızlara karşı fazla direnemedi.
Bu temel de ancak oyuncunun genç ve heyecanlı olduğu dönemde inşa edilir. Önceki gün öyle iki maç izledim ki, bitmesini istemedim. 20 Yaş Altı Dünya Kupası’daki karşılaşmalar bana, “İşte hayal gücünü sahaya yansıtmak budur” dedirtti.
Önce Irak-G.Kore karşılaşması... ‘Irak’ deyip geçmemek lazım. O ülkedeki karışıklıkları hepimiz biliyoruz. Bu gençlerin büyük kısmının anne ve babaları ile akrabaları, yaşamını yitirmesine rağmen genç yaşta geleceği düşünen bir spor ve futbol topluluğu geriye miras bırakılmış.
DÜŞÜNCE ZENGİNLİĞİ...
İŞTE futbolun güzelliği de buradan kaynaklanıyor. Sahada hangi ülkeden olursanız olun, o yeşil zemin her şeyi unutturuyor. Kardeşliği ortaya koyuyor. Irak-G.Kore karşılaşması dışında, Şili-Gana mücadelesi de, ‘Bitmesin’ dediğim maçlardandı... Her iki ekibini oyuncuları da beyinlerindeki futbol sanatının ögelerini ortaya koymak için adeta yarıştı. Hepsi, ayrı bir düşünce zenginliği içindeydi.
BİZ NEDEN YAPAMADIK
TOPLA ne zaman oynayacaklarını, sahada nasıl yer tutacaklarını, ne şekilde uyum sağlayacaklarını biliyorlar. Çoğu futbolsever tahminimce bu maçları izlememiştir. Ama ne kadar çok şey kaçırdıklarının farkında değiller. İzledilerse de, eminim futbol adına güzel şeyler kapmışlardır.
Doğuştan yetenek sahibi olan gençlerin zevk veren kapışmasının kıymetini, zaman geçmeden anlamak gerek. Ben anladım ve kendi kendime, “Biz neden böyle oynadığı futbol izleyenleri mest eden gençler yetiştiremiyoruz. Niçin böyle bir ekip kuramıyoruz” dedim...
Teknik beceri, hızlı oynama, oyunu okuma ve futbolcu arkadaşlarınla uyumlu oynamadır... Türkiye’nin dün sahada ortaya koyduğu performansta saydığımız unsurların hiçbiri yoktu. İşte bunlar olmayınca da sahada herkes bildiğini yapıca ortaya Fransa karşısında ortaya koyulan tatsız oyun çıkıyor. Oynanan bu sevimsiz futbol da biz de yuvarlak cismi yani topu sevmekten uzaklaştırıyor.
TELAŞLI BAŞLADIK
Güçlü rakibimiz karşısında önce savunmanın merkezinde oynayan oyuncularımızın telaşıyla başladık. Halbuki oyunun başlangıç noktasıdır bu bölge... Oyunu defanstan başlayarak kuramayan Türkiye’nin dün futbol oynamaya hevesi yokmuş gibi bir izlenim yarattı bizlerde... Hele bir Hakan Cinemre var ki genç oyuncunun maç içerisinde kendiyle kavga eden bir yapısı var!
Mücadele boyunca özellikle hücumda zenginlik yaratamayan genç oyuncularımız, ikinci harekete yapmak da hep geç kaldılar... Bir çok pozisyon da koca saha yetmedi U20 Milli Takım futbolcularımıza... Bunların nedenini araştırmak gerekirse oyuncularımızda da bunu sormak lazım. Bana sorarsanız Milli Takımımızın istediğin yapmasına güçlü Fransa izin vermedi.
EKSİKLERİ YOK
DUVARDA asılı “Saatli Maarif Takvimi”nde bugün:
- 1585 yılı, Sokullu Mehmet Paşa “Sadrazam oldu”
- Kara Kuvvetleri Komutanlığı kuruldu.
- Kocaeli’nin kurtuluşu...
Yıllar sonra buraya başka bir maddenin yazılma ihtimalini hiç unutmayın:
- Ersun Yanal, Fenerbahçe Teknik Direktörü oldu.
Çok iddialı gibi görünüyor değil mi? Hele hele, “Ersun Yanal, Fenerbahçe’de başarılı olur mu?” sorularının sorulduğu bugünlerde. O soruya da hemen yanıt verelim ve detaylarına girelim o zaman:
- Olur, Ersun Yanal bal gibi başarılı olur Fenerbahçe’de.
Hele yediğimiz ilk golde Gökhan ve Ömer trenin vagonları gibi birbirine yapışık. Rakip aradan çıkıp vuruyor. Hoppala! Kısa mesafeden orta geliyor herkes rakibe değil topa bakmaktan şaşkına dönüyor. Milli takıma baktığımızda... 1 telaş, 2 bencillik 3 hatlar arası kopukluk...
Mevlüt diye oyuncu var. Patlama gücü fazla. Ama oyuncuya destek yok. Destek olmayınca topu nasıl yönetecek. Mümkün değil. Kısa ve öz. İlk önce milli takımımız merkez savunmayı sağlam kurmadığı sürece başarı gelmez. Sonra da biz “Aman doktor derdime bir çare” diye geziniriz...
Ve birçok da yönetici gördüm; başkanın listesine girebilmek, yönetime katılıp kendi reklamlarını yapabilmek adına bu göreve atılan... Listeye dahil olup seçildiklerinde de, varını yoğunu kendi işlerini yürütmek için harcadılar. Galatasaray’a da bir başkan seçildi. Futboldan uzak, kendi iş dünyasında isim yapmış biri; Ünal Aysal...
‘Konuşma yasağı’ geldi
EKİBİNDEKİ bazı isimlerin, sırf adları geçsin diye lüzumlu-lüzumsuz verdiği demeçler, kendisini rahatsız etti. Ve o da başkanlık dönemi içerisinde bir yenileme yapmak istedi, adı da ‘Kurumsallaşmak’ oldu. Önce bu iş için biri lazımdı; İcra Kurulu Başkanlığı görevine getirilen Lutfi Arıboğan... Bundan sonra yönetimdeki isimler, tedirgin hissetmeye başladı. Başkan baktı, yokladı, ‘Sizlere konuşma yasağı koydum’ dedi. Ama dayanamayanlar konuşmaya devam etti.
En doğru girişim...
VE başkan baktı ki, böyle de olmuyor... Gereken çıkışı yaptı. Kongre isteğini, yönetime çağrı yapıp masaya yatırdı. Bana göre başkan, geleceğe yeni bir kapı açmak için bunu gerçekleştirdi. Avrupa futbol kültürüyle iç içe olan, profesyonel yönetim sistemini benimseyen Aysal, çarkların nasıl döndüğünü bildiği için kulübünü ayağa kaldırmak istedi. Ve bana göre de, ‘Devrim’ yapma isteğini hayata geçirdi. Başkan Ünal Aysal, hiç şüphesiz çok da doğru bir hamleye imza attı.
Kazlıceşme istasyonundan alıp, trene binip antremanlara beraber giderdik. Hayali bir an önce Galatasaray formasını giymekti. Saygı dolu bir çocuktu...
O zamanlar gazeteye her döndüğümde "Yakında bir çocuk ortaya çıkacak, adı da Emre..." derdim.
Ama daha ismi çıkmadığından dolayı, gazetede kendisini kimse gaye almadı. Ama birileri vardı, başta Fatih Terim, bu futbolcunun yakında bir Hagi olacağını bildiğinden yavaş yavaş forma şansı vermeye başladı. Oynadıkça büyümeye başladı. Artık Emre para kazanmaya başlamıştı, önce ailesini Kazlıçeşme'deki evinden çıkarttı, Floryaya taşıdı...
Bir yandan tüm aileyi mutlu etmişti. yeni bir dünya kurmuştu. Şöhreti gittikçe artıyor Galatasaray'ın aranan oyuncusu oluyordu. Bu gençlikten sonra Avrupa kapıları da açıldı, gitti geldi, sonunda ailesi Fenerbahçe'ye gitmez diyordu, ama kafalarında her zaman Fenerbahçe vardı. Çünkü Babası Fenerbahçe'liydi.
Milli takım kaptanlığına gelen Emre ancak gittikçe kabına sığmamaya başladı... Ne zaman olsa hemen hemen tüm yarışmalarda isyankar olmadan durmayı beceremedi. Emre'yi acaba kim bukadar azdırdı. Şöhretmi, paramı?