Arsa özel mülkiyet. Sahibi isterse satabilir ama Şerifler Yalısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın envanterinde. Hatta bir dönem Boğaziçi Kültürleri Müzesi yapılmak istenmiş ama Bakanlığın ayak sürümesi nedeniyle yapılamamıştı.
Yalı 2007 yılında kira karşılığında ÇEKÜL Vakfı ile birlikte kullanılmak üzere Tarihi Kentler Birliği’ne devredildi. Tarihi Kentler Birliği ve ÇEKÜL Vakfı 2007 yılından bu yana, yalının korunması görevini de üstlenerek selâmlığın arkasındaki Bendegân binasında hizmet veriyor. Yalının satılabilmesi için Bakanlık envanterinden çıkartılması gerekiyor.
1970’Lİ YILLARDA BAKANLIĞA DEVREDİLDİ
1782 yılında yapıldığı tahmin edilen yapıdan bugüne yalnızca selâmlık divanhane kalmış. Osmanlı Barok döneminin özelliklerini yansıtan ahşap yapı, 1850-1860 arasında tamamen değişikliğe uğradı. Bugünkü selâmlığa 1900’lü yıllarda bir asma galeri ile bağlanmış bulunan 900 metrekare genişliğindeki 3 katlı büyük harem dairesi de 1940’larda sahil yolunun genişletilmesi sırasında yıkıldı. 1970’li yıllarda o zamanki mülk sahibi tarafından Kültür Bakanlığı’na devredilen yapı titiz ve kapsamlı bir restorasyon sürecinden sonra bugünkü halini aldı.
EMİRGÂN’A ADINI VERDİ
Bizanslılar döneminde geniş ve sık servi ormanlarıyla kaplı olduğu için ‘servili orman’ anlamında Kyparades adıyla bilinen bugünkü Emirgân semti, 16. yüzyılda Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın nişancılarından Feridun Bey’e verildi. Feridun Bey Bahçesi daha sonra, IV. Murat’ın 1635 Revan seferi sırasında Revan Kalesi’ni çarpışmadan Osmanlılara teslim eden ve sultan tarafından Yusuf adı konup vezirlikle ödüllendirilerek İstanbul’a getirilen kale muhafızı Emirgüneoğlu Tahmasb Kulu Han’a bağışlandı.
Musikiye ve şiire olan ilgisi, eğlenceye ve sefahat işlerine olan düşkünlüğü sayesinde padişahın yakın adamlarından biri olan
Gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği romanın iç kapağındaki ‘Belgesel Roman’ ifadesi de kafaların karışmasına yol açıyor.
Bütün bunların üstüne bir de ‘Retrospektif’ yazan sergi kataloğunu görünce neye inanacağınızı iyice şaşırıyorsunuz.
Romanın kahramanı ressam Vasıf Ekrem (1990-1968). Kataloğun başındaki bilgiye göre tam adı Vasıf Ekrem Yelda. İstanbul’da dünyaya gelen Vasıf Ekrem çocukluğunu Çamlıca’daki aile köşkünde geçirir. Resim sanatıyla ilk teması askeri hâkim olan amcası Tevfik Rüstem sayesinde olur. Temel resim eğitimini, Mekteb-i Sultani’de okurken ressam Viçen Arslanyan’dan alır. 1909-1914 yılları arasında Paris’te ‘benim asıl ustam’ dediği Georgetta Valane’nin atölyesinde çalışır. Hayatının çeşitli dönemlerinde Galatasaray Lisesi’nde ve Akademi’de ders verir. Feyhaman Duran, Nazmi Ziya, İbrahim Çallı, Alexis Gritchenko, Fikret Mualla, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Aliye Berger gibi ressamlarla yolu kesişir ama hiçbir ekole dahil olmaz. İlk sergisini Adalet Cimcoz’un Maya Sanat Galerisi’nde açar.
Oysa geçmişi Roma dönemine dayanan dini yapıları, binlerce yıllık arkeolojik eserleri, Kıbrıs’ın tarihinde önemi olan Çıkarma Plajı gibi mekânları, her daim yeşil doğası ziyaret için yeterli gerekçeyi veriyor insana.
Buna sanatı da ekleyebilirsiniz rahatlıkla.
Geçen hafta sanatçı ve akademisyen arkadaşım Turan Aksoy’un Kıbrıs’taki Art Rooms Galeri’de ‘Bütün Cinler’ sergisinin açılışına davetliydim. Girne’nin tek sanat galerisi Art Rooms. Oya Silbery’nin yönettiği galerinin 11 yıllık bir geçmişi var ve 70’ten fazla sergiye ev sahipliği yaptı şimdiye kadar.
Turan Aksoy’un, Gabriel Garcia Marquez’in ‘Aşk ve Öbür Cinler’ kitabına atfen ‘Bütün Cinler’ adını koyduğu sergisinde farklı dönemlerde ürettiği, aşk ve cinsellik temalı ‘Aldanış Resimleri’, ‘Kadınlar’, ‘Biblo Resimler’, ‘Işıltılı Şey’, ‘Cinsellikle İlgili Hafızamın Kısa Tarihi’ serilerinden örneklerin yanı sıra bazı 3 boyutlu işleri ve son dönem dijital resimleri yer alıyor. Hayata, zamana, mekânsal değişimlere, aşka, aşkın öteki bedenle kurduğu düşe bakışını ve hesaplaşmalarını görmek mümkün sergideki eserlerinde.
TUTKUNUN HEYKELTIRAŞI
Galeriden çıktığınızda sizi yolun karşısında başka bir sürpriz bekliyor. Büyük bir saat kulesinin de bulunduğu ve adını verdiği The Clock Tower’da bulunan The Arkın Rodin Collection Gallery, dünyaca ünlü Fransız heykeltıraş Auguste Rodin’in 27 eserinin yer aldığı çok özel bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Binanın dış cephesinde bir başka çağdaş sanatçı, İngiliz heykeltıraş Maurice Blik’in yüksek rölyefi karşılıyor.
Arkın Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım Üniversitesi’nin (ARUCAD) kurucusu, işinsanı
1964 yılında Kıbrıs olayları sonrasında İnönü Hükümeti’nin aldığı kararla Yunanistan’a gönderilen Rum kökenli vatandaşlardan biri İvi Stangali. Keskiner’in eşi Alis’in Güzel Sanatlar Akademisi’nden arkadaşıdır. Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nden mezun olmuş, hatta asistanlığını yapmıştır. Bedri Bey’le ilişkileri olduğu dedikodusu bile çıkar bir ara. “Güzel bir Rum kızıydı, Modigliani’nin kadınları gibi, uzun boyunlu, sülün gibi bir kızdı” diye tarif ediyor İvi’yi Keskiner. Çok yakın arkadaş olurlar. Bohem bir yaşamı vardır İvi’nin. Cihangir’de oturur. Akademi hocalarından, ressamlardan, edebiyatçılardan oluşan bir çevrenin içindedir. 1960’lı yılların başında kaderini değiştiren bir ilişki yaşar. Büyük bir gazetenin yazarı olan ünlü gazeteciye âşık olur. Ve ondan çocuğu olsun ister. Ama büyük yazar evli ve çocukludur. Almak istemez böyle bir sorumluluğu.
İvi kararlıdır sevdiği adamdan bir çocuk sahibi olmakta. Hamile kalır ve bütün itirazlara rağmen kendisi gibi güzel bir kız çocuğu getirir dünyaya. Adını Zeynep Maya koyduğu kızını kendi başına büyütecektir.
EVLENDİRECEK BİRİNİ BULAMADIK
Ancak 1964 yılında tehcir piyangosu vuran Rum kökenli vatandaşların arasında onun da adı vardır. Listeden çıkması için formül ararlar. Kızının babasının politikayla da ilişkisi vardır ve çok da güçlüdür. Ama ondan yardım istemez İvi. “Çocuk benim çocuğum, kimsenin değil. Bulabilirsem ben bulurum yolunu. Baktım olmadı, hiç görmediğim, vatanın dedikleri Yunanistan’a giderim” der.
İvi
Listeye Can Yayınları’nı da ekleyen Eminoğlu bunun nedenini şöyle açıklamıştı: Can Yayınları, ‘Türkçe edebiyat’ demiyor ama Elsa Morante’nin ‘Arturo’nun Adası’ kitabının tanıtım kısmında çok daha vahim bir ‘hata’ yapıyor. Elsa Morante’nin İtalyan olduğunu belirtip yazarın okurlarının Türk değil, Türkiyeli olduğunu iddia ediyorlar!”
Can Yayınları Yönetim Kurulu Başkanı Can Öz dün sosyal medya hesabı Twitter üzerinden bir açıklama yaparak bu iddiaya cevap verdi. Yayınevinin kitaplarında politik olarak Türkiyeli değil Türk, Türkçe edebiyat değil Türk edebiyatı dendiğini söyledi, sözü edilen kitabın yeni baskısı yapılmadığı için ifadenin öyle kaldığının altını çizdi.
Öz tartışmanın gerilime dönüşmesinin edebiyatçıların özgür tartışma ortamına zarar verdiğini belirterek şunları yazdı: “Öncelikle Can Yayınları’nda kitaplarda (yayınevinin kaleme aldığı yerlerde) Türkiyeli denmez, Türk denir. Türkçe edebiyat denmez, Türk edebiyatı denir; bu geleneksel olarak böyledir, yayınevinin de politika kararıdır. Sosyal medyada paylaşılan ‘Türkiyeli’ kullanımı, 2007 senesinde ilk ve tek baskısını yapmış, tekrar baskı olmadığı için düzeltilememiş bir kitabın arka kapak yazısındandır. O tarihlerde çıkmış böyle başka örnekler de var. Bu kitaplar tekrar baskı yaptıkça düzeltiliyor, yapmazsa da düzeltilemiyor. Web sitesinde de ‘Kimse kızmasın’ diye kitabın aslındaki metni değiştirmiyoruz doğal olarak. Bu konuda okurların tepki gösterme hakkına saygı duymakla birlikte, belki masum bir iki soruyla başlayan sürecin, çılgın kalabalıkların tam istediği cevabı almaması halinde tartışmaya, diskura asla yer bırakmayacak bir gerilime dönüşmesini de son derece tehlikeli, yayıncılık ve yazarlık ortamı için sakıncalı buluyorum. Pekâlâ bir yayıncı Türkiyeli demeyi tercih ediyor olabilir, siz de boykot edebilirsiniz, veya tam tersi. Ancak bu gerilimin ortasında iyice tedirgin ettiğiniz, haklı olmaktan çok kalabalık ve öfkeli olduğunuz için sindirdiğiniz yer yayıncılık değil, edebiyatçıların özgür tartışma ortamıdır. Okurları tenzih ediyorum, ancak edebiyat dünyasından olup da bu yangına körükle giden dostlarımızı esefle kınıyorum. Saygılarımla.”
Aleyna Tilki’nin o fotoğrafları tam da sanatçının yazdığına bir örnek oldu.
Kimisi mezar taşının yanında kısa şortla fotoğraf çektirilir mi diyerek kutsiyet ihlaline tepki göstermiş, kimisi de bir sanat eserine böyle mi yaklaşılır bilgiçliği taslamıştı. Kısaca Aleyna Tilki her kesimden fırça yemişti.
O açılış gecesiyle ilgili okuduğum haberlerden biri davete katılanların pek çoğu gibi Aleyna Tilki’nin de bir diğer sanatçı Ali Elmacı’nın eserinin önünde bol bol fotoğraf çektirdiğiydi. Elmacı’nın çalışması o gecenin en çok ilgi gösterilen eserlerinden biri olmuştu.
‘BENİ KENDİNDEN FAZLA SEV’
Ali Elmacı’nın eserlerine gösterilen ilgi o geceyle sınırlı değil tabii. Son dönemin öne çıkan sanatçılarından Elmacı. Figüratif tuval resimleriyle günümüzün hedonist dünyasına eleştirel bir bakış getiriyor.
Sanatçının yeni sergisi ‘Dudaklarımı Öp Kalbimi Hançerle’ 14 Ocak tarihinde Pilevneli Galeri Dolapdere’de açılacak. Serginin duyurusu galerinin sosyal medya hesaplarından yapılıyor bir süredir. Ancak burada gösterilenler tuvaller değil, sanki onların canlandırılmış hali gibi duran kısa videolar.
Elmacı
Türkiye’nin önde gelen müzayede evlerinden Artam Antik A.Ş., yıl içinde düzenlediği 11 müzayedede Türk çağdaş ve modern sanatının ustalarına ait yapıtları yeni koleksiyonlara kazandırdı. 2022’nin en yüksek fiyatlı eseri Ömer Uluç’a ait oldu. Sanatçının, ustalık dönemine ait görkemli yapıtı ‘Bir İskemle / Bir Kuş / Büyük Çıplak / Kırmızı Figür / Bir Yaratık’, 7 milyon 845 bin TL’ye satıldı. Ömer Uluç’un 1992’deki Berlin ve Lahey ile 1994’teki AKM sergilerinde yer alan tuvali, mart ayındaki 371. Müzayede’de satışa sunulmuştu.
Yılın en yüksek rakamlı ikinci eseri ise Burhan Doğançay’a ait. Sanatçının Guggenheim Müzesi’nin koleksiyonunda yer alan ‘Up Wind’ başlıklı işiyle aynı seriye ait 1973 tarihli ‘Ship of Fools’u Artam’ın 372. müzayedesinde koleksiyonerlerin büyük ilgisiyle karşılandı. Eser 5 milyon 400 bin TL’ye satıldı.
Ömer Uluç’un yanı sıra beş eserin 5 milyon TL’yi aştığı en değerli 10 yapıt sıralamasında Burhan Doğançay’ın üç eseri yer alırken; Erol Akyavaş, Osman Hamdi Bey, Neşet Günal ve Nejad Melih Devrim satışları da 2022 yılının rekorları olarak yansıdı.
TÜRKİYE’NİN EN PAHALI İLK 10 ESERİ
1 - Ömer Uluç, ‘Bir İskemle / Bir Kuş / Büyük Çıplak / Kırmızı Figür / Bir Yaratık’ (1990)- 7 milyon 845 bin TL
2 -
Herkesin dilindedir bu aşk şiiri ama kimse bilmez Lavinia’nın gerçekte kim olduğunu. Bilenler de ortak bir sır saklar gibidir. Onunla ilgili söylenen sözler, yazılan cümleler hep yarım bırakılmıştır.
İşte o yarım kalmış cümleleri tamamlayarak bu sırrı çözmeyi ancak bir matematik profesörü başarabilirdi. Hem de şifreleme üzerine çalışan bir profesör. Aynı zamanda bir koleksiyoner ve araştırmacı olan yazar Haluk Oral, Lavinia’nın kim olduğunu 2008’de yayımlanan ‘Şiir Hikâyeleri’ kitabında açıklamış, pek çok okur da Mevhibe Beyat adını ilk kez burada duymuştu.
Lavinia, yani Mevhibe Meziyet Beyat, 2 Mayıs 1925’te İstanbul’da doğmuş, Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonra Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsü’nde uzun yıllar resim öğretmenliği ve stilistlik yapmıştı. Lale Belkıs öğrencilerinden biriydi. Sanat ortamının içindeydi hep. Adalet Cimcoz ona Marilyn Monroe’ya benzediği için Marlin adını takmıştı, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Rita Hayworth benzerliği nedeniyle Gilda’sıydı.
Mevhibe Beyat, Özdemir Asaf’ın kendisine beslediği platonik aşkla ‘Lavinia’ olarak edebiyatımıza girdi. Bir diğer platonik aşkı ise kendisine hikâyelerinde ‘Hisya’ diyen Oktay Akbal’dı. Fakat Lavinia’nın ilk aşkı Akademi’den hocası, ünlü ressam Edip Hakkı Köseoğlu’ydu. İkincisi ise ünlü gazeteci ve yazar İlhan Selçuk.
Aşkları ölene kadar sürse de evlilikleri kısa olur Mevhibe Beyat ve İlhan Selçuk’un. 17 Eylül 1956’da evlenir, 25 Şubat 1958’de de ayrılırlar. Beyat, sonraki evliliğini ise o sıralar kendisinden yaşça küçük ve henüz amatör bir oyuncu olan Öztürk Serengil ile yapar. Bu evlilik de fazla sürmez. Mevhibe Beyat üçüncü ve son evliliğini ise fotoğraf sanatçısı ve kameraman Muhlis Hasa ile yapar.