Bir baba ve yanında küçük oğlu, üzerinde 2022 yazan balonlardan almak için baloncunun başında durmuşlar. Çocuk kırmızı beyaz balonlara kilitlenmiş, başka bir şey görmüyor gözleri. Sevinç içinde. Balonun ipini eline dolayınca mutluluktan ayakları yerden kesilecek belli. Baba da çocuğunu mutlu etmek istiyor ama hep bir beden büyük alınan eşya gibi bir sonraki yılbaşını da çıkarsın istiyor o balonla. “Bunların 2023’ü var mı kardeşim! Seneye de kullanabilsin” diye soruyor.
Bu yılbaşında da pek çok baba çocuğuna 2023 yazan balonları mutlaka alacak, 2024’ü yok mu bunun diye sormayı ihmal etmeden. Ama bizim bu alışverişten, bu diyalogdan haberimiz olmayacak.
Çünkü bize bunları çizerek anlatan Latif’i kaybettik bu yıl. Çok büyük bir acı bıraktı içimizde, yeri asla doldurulamayacak kocaman bir boşluk.
Ama eminim ki neşemizi kaybetmemizi istemezdi Lato. Çizgilerinde hiç karamsarlık yoktu. En karamsar zamanlarımızda bile yaptığı tek kelimelik bir espri bir anda her şeyi değiştirdi.
Tam da böyle anlarda olduğu gibi belki de, geçen yılbaşı verdi bu yılın üzerinde 2023 yazan balon siparişini. Yine mutlu olalım, o küçük çocuk gibi balonlar ayağımızı yerden kessin istedi.
Beyazıt’taki Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde filizlenen bir şair kuşağının dergileriyle, kitaplarıyla, şiir tartışmalarıyla, dönem atmosferinde geçen hikâyesini anlatıyor.
Kitabın sonunda Orhan Pamuk’a benzetilmesiyle ilgili yaşadıklarına yer vermiş Metin Celal.
Her biri ‘Ben Orhan Pamuk değilim!’ cümlesiyle biten ikna çabalarının ilkini Tayvan’da yaşamış. Taipei Şiir Festivali için Tayvan’a gittiğinde ülkenin kurucusu Çan Key Şek’in anıtmezarını da ziyaret etmişler ve görkemli merdivenlerden inerken 10-15 kişilik bir Türk turist grubuyla karşılaşmışlar. Grubun uzaktan el sallamasını, seslenmelerini önce üzerine alınmamış ama bir kişi yanına gelip ‘Sizinle bir fotoğraf çektirebilir miyiz Orhan Bey?’ diye sorduğunda anlaşılmış durum. Kendisini Orhan Pamuk’a benzetmişler.
Hayat hikâyesi bilinmezlerle doluydu. En bilinenleri 1937’de İstanbul’da doğduğu, babasının eski senatör ve 1969 seçimlerinde Adalet Bakanlığı yapan Hidayet Aydıner olduğu, anne tarafından beşinci cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın akrabası olduğuydu. Genç yaşta Fransa’ya gitmiş, ardından Amerika’ya geçmiş bir istihbarat elemanıydı kimisine göre. Bar fedailiğinden garsonluğa, galeri yöneticiliğinden tiyatroculuğa, dublörlükten mezarcılığa, boyacılığa kadar pek çok iş yaptı. 1970’ten sonra Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Amerikan vatandaşlığına da geçmediği için hayatının sonuna kadar bir ‘haymatlos’ (vatansız) olarak yaşadı.
Türkiye’de kitaplarını yayınlayarak tanınmasını sağlayan sanatçı Bedri Baykam olmuştu. Uzaktan hısımdı ikisi.
‘Ayrılık Acısı’, ‘Goldberg Paşa’, ‘Sweetmilk Üçlemesi’, ‘Erje Ayden Efsanesi’, ‘İkinci Caddenin Çılgın Yeşili’, ‘Matador’ ve ‘Hauptbahnhof’dan Bir Trene Bindim’ adlı kitapları farklı yayınevleri tarafından çevrilerek Türkçe yayımlanmıştı.
Herhangi bir sosyal güvencesi de olmadığı için hayatının son dönemlerini zorluklar içinde geçirdi. Bu dönemde ona yardım elini uzatan, kitaplarının tutkunu ve dostu, yazar Selçuk Altun oldu.
Erje Ayden ölmeden evvel bütün arşivini Selçuk Altun’a teslim etmişti. İşte o arşivin içinden yayınlanmamış bir romanı çıktı: ‘Üsküdar’daki Teyzemiz.’
Kitap şimdi İdil Karacadağ çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlandı.
Hayatı bilinmezlerle dolu yazarın ironik bir biçimde en otobiyografik romanı bu. O kadar kendisi ki, kahramanının adı bile soyadının tersten okunuşu.
Okulun edebiyat öğretmeni, şair Ercan Yılmaz’ın öncülüğünde düzenlenen festivalde öğrenciler sevdikleri roman kahramanlarının kılığına girerek onları canlandırıyorlar.
Okulun önündeki yolda yaptıkları yürüyüşün videosunu çekerek paylaştılar sosyal medya hesaplarından.
En önde Kafka’nın ‘Dönüşüm’ hikâyesinin bir sabah böcek olarak uyanan kahramanı Gregor Samsa var. Hemen yanında elinde baltası ve kanlı kıyafetleriyle ‘Suç ve Ceza’dan çıkıp gelmiş Dostoyevski’nin Raskolnikov’u. Her öğrenci bir roman kahramanına dönüştürmüş kendisini. Bu yıl festivale katılan usta yazar Latife Tekin de öğrencilerin arasındaydı ve onlarla birlikte yürüyordu. Yarattıkları kahramanlarla yürümek bir yazar için eminim çok farklı şeyler ifade ediyordur.
Bu yıl 39’uncusu gerçekleştirilen yarışmanın sergisi geçen aylarda İstanbul’da Tophane-i Amire binasında açılmış ve büyük ilgi görmüştü.
Serginin ikinci durağı Eskişehir’di ve Atatürk Kültür Sanat ve Kongre Merkezi’nde açıldı.
Bu yıl ‘Doğa ve İnsan’ temasıyla düzenlenen yarışmaya 704 sanatçı bin 66 eserle başvurdu. Benim de bulunduğum yarışmanın diğer jüri üyeleri Habip Aydoğdu, Prof. Hayri Esmer, Doç. Dr. Devabil Kara, Prof. Cebrail Ötgün, Prof. Dr. Ferhat Özgür, Prof. Mümtaz Sağlam’dı ve 6 eser ödüle layık görülürken 79 eser de sergilenmeye değer bulunmuştu.
Ödül kazanan ve sergilenmeye değer bulunan eserler küratör Seda Yörüker tarafından ‘Ben, İnsan’, ‘Ah Bach! Ritmi Yakala’, ‘Orada Kimse Var mı?’, ‘Rüya’, ‘Eşyanın Ağırlığı’ ve ‘Zamanın İzi’ olarak altı farklı temaya ayrılmış. Bu da serginin gezilmesini ve eserlerin algılanmasını oldukça kolaylaştırmış.
Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili İdil Yiğitbaşı, “Yarışmamıza katılan pek çok sanatçının bugünün usta sanatçıları arasında yer aldığını görmek ve ülkemizde resim sanatının gelişimini eserlerle izleyebilmek, bizlere gurur veriyor” dedi açılışta yaptığı konuşmada.
Serginin Eskişehir’de 31 Ocak 2023 tarihine kadar açık kalacağını söyleyip sonrasında ise Ankara’da Cer Modern, Mardin’de Sakıp Sabancı Kent Müzesi ve İzmir’de yeni açılacak olan Yaşar Müzesi’nde sanatseverler ile buluşacağı müjdesini verdi.
Genç sanatçılara kendini gösterme ve kanıtlama şansı veren yarışma sergisinin bir öğrenci kenti olan Eskişehir’de açılması anlamlı ve önemliydi.
Çok net bir veri var mıdır bilmem ama genel kanı da kadınların daha çok okuduğu şeklindedir.
Eleştirmen yazar Asuman Kafaoğlu-Büke’nin ‘Tablodaki Kadın’ (Epsilon) adlı çalışması bu görüşü destekliyor.
‘Sanat Tarihinin Kitap Tutkunu Kadınları’ alt başlığıyla yayımlanan kitapta kadınların kitap okurken resmedildiği tabloların hikâyeleri anlatılıyor.
Kadın ve kitap arasında büyülü bir ilişki olduğunu söylüyor Büke:
“Kadınların yüzyıllar boyunca gezmeleri, kendi başlarına maceraya atılmaları, zekâ ve yeteneklerini gösterecek işlerde çalışmaları toplumsal olarak engellendiği içindir ki, dinledikleri ve okudukları hikâyeler onlar için çok önemli olmuştur. Ancak bu şekilde zihinsel yolculuklara çıkabilir, görmedikleri dünya hakkında bilgi edinebilirlerdi. İşte tam da bu yüzden kadın ile kitap arasında çok özel, hatta büyülü bir bağ olduğunu düşünmeden edemem.”Günümüze kalan en eski okuyan kadın resimlerinde, azize ve bilge kadınları kutsal metinleri okurken görürüz. Sanat tarihinin bu şekilde en çok resmedilen figürü de Mecdelli Meryem. Okuma bilmeyen Meryem’in Ortaçağ ve Rönesans ressamları tarafından bu şekilde çizilmesi, Tanrı’nın emrini aldığını ve tövbekâr olduğunu göstermek içindi.
Aydınlanma çağıyla birlikte okumanın erdem olarak görülmesi, roman türünün çıkmasıyla da zevke dönüşmesi ressamların ilgisini çekti. Rembrandt’tan Van Gogh’a, Monet’den Pablo Picasso’ya, Matisse’e, Munch’ten Manet’ye, Osman Hamdi’den İbrahim Çallı’ya pek çok sanatçının tuvalinde kendine yer buldu kitap okuyan kadınlar.
Yerden duvara çıkan dokumalar sınıf farkının en belirgin göstergesi olmuş. Avrupa aristokrasisinin en büyük simgesi haline gelmiş. Zamanla temsil ettiği değerler farklılaşmış. İnançlarını, dileklerini, hayal ettikleri dünyaları, gelenek göreneklerini, kutsallarını işleyip asmış duvarlarına insanlar. Çağdaş sanatın malzemesi haline gelmiş. Kısaca mağara duvarındaki o ilkel hayvan çizimiyle başlayan süreç binlerce yılın içinden geçerek günümüze ulaşmış.
Duvar halısının başlangıcından günümüze kadar geçirdiği değişimi, temsil evrimini örnekleriyle gösteren bir sergi açıldı Mardin’deki Sakıp Sabancı Kent Müzesi Dilek Sabancı Galerisi’nde. Adı ‘Duvarlar ve Ötesi’.
Mağara resimlerinden başlayan yerleşik yaşama geçişle birlikte duvarları süsleme içgüdüsünün, fresk ve mozaik gibi çeşitli mimari bezemelerin yanı sıra, tekstilin en eski formlarından biri olan duvar dokumalarının tarihsel süreçteki gelişimini anlatan ‘Duvarlar ve Ötesi’ sergisi, farklı koleksiyonlardan 110’dan fazla duvar halısını bir araya getiriyor.
Serginin Mardin’de açılmasının ayrı bir anlamı var aslında. Dar sokaklarda girdiğiniz herhangi bir kahvehanenin ya dükkânın taş duvarlarında karşınıza çıkıyor aslanların, ceylanların ya da dini figürlerin işlendiği duvar halıları ya da dokumalar.
Duvar halıları bölgede halen yaygın olarak kullanılıyor ve hayatın içinde temsiliyet anlamında büyük önemi var.
Duvarındaki o halının geçmişinden günümüze gelene kadar geçirdiği evrimi, zanaattan sanata nasıl dönüştüğünü görebiliyor çünkü sergide insan.
Sergi 30 Nisan 2023 tarihine kadar açık.
Sonra Nejat Eczacıbaşı’nın konuşması giriyor araya. “Cumhuriyet’imize 50’nci yıl armağanı olarak sunulan İstanbul Festivali uzun bir çalışma ve çaba sonucunda gerçekleşebildi. İlk İstanbul Festivali’nin Cumhuriyet’imizin 50’nci yılında yapılması, güzel sanatlara büyük önem veren Atatürk’ün ruhunu şad edecektir. Dileğimiz bu tür gösterilerin ülkemizin kültürüne giderek daha çok hizmet etmesi; umudumuz, gelecek yönetici ve kuşakların bu başlangıcı büyük başarılara ulaştırmalarıdır” diyor. Arkasından siyah beyazdan renkliye, 50 yıldır yapılan festivallerden görüntüler akıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 50’nci yılı için Selçuk Metin’in hazırladığı filmi izliyoruz.
Sophia Loren’den Gerard Depardieu’ya, Catherine Deneuve’den John Malkovich’e, Leyla Gencer’den Nick Cave’e, sinema, müzik, caz ve tiyatro festivallerine katılmış dünyaca ünlü yerli ve yabancı pek çok yıldız sanatçı.
Nejat Bey’in umudunun, hayalinin nasıl gerçekleştiğine tanıklık ediyoruz önceki akşam Kuruçeşme Divan’da. Bin kişiyi aşkın İKSV’li var salonda. 1972 yılından beri vakfın çalışmalarına destek veren sponsorlar, sanatçılar, kamu ve kültür kurumları temsilcileri, basın mensupları ve İKSV çalışanları...
Amcası Şakir Eczacıbaşı’dan aldığı bayrağı başarıyla ileriye taşıyan İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, “Çalışmalarımızla doğrudan veya dolaylı olarak milyonlarca kişiye ulaştık. Elli yıldır yollarımızın kesiştiği herkesin hayatında olumlu bir etki yaratmak için çalıştık” diyerek destek veren kurumlara teşekkür etti.
İKSV Genel Müdürü Görgün Taner de “Sanat, toplumların ve kültürlerin birbirini daha iyi tanıması ve anlaması için çok önemli bir araç. Eleştirel düşünceyi besliyor, estetik duygusunu geliştiriyor, hayatı güzelleştiriyor... İşte biz de elli yıldır, hep birlikte, bunun için çalışıyoruz” diyerek vakfın hayatımızdaki yerini özetledi.