Yaşamımda övücü, iltifat edici çok sözle karşılaştım... Ama itiraf edeyim, hiç biri beni bir doğasever uzak yol kaptanın yazdıkları kadar etkilemedi. Havası, suyu, toprakları ve 300 gün güneş alan eşsiz doğasıyla Allah’ın özene bezene yarattığı ülkemi yıllarca yazı yazan ben bile bu kadar güzel anlatamadım. Ve R. Cüneyd Tapan’ın yazısını sizlerle paylaşmaya karar verdim. Yazıyı lütfen sonuna kadar okuyun ve iyi mi, yoksa kötü mü, kararınızı bildirin. Bu çağrıma, Aliağa’da çevreyi kirleten fabrikası olanlar ve termik santral kurmak isteyenler de dahil olsun lütfen.
***
Sayın Irmak, merhaba,
Seçiminiz ne anlamlı Mavi-Yeşil, üstelik soy isminiz Irmak, dilerim yaşamınız da sürer ırmaklar gibi berrak... Çalışmalarınız için size minnettarız.
Ne güzel iki renk. Bir su gezegeni olan dünyamızın asal ve çoğul renkleri. Sadece bu renkler bile var oluşumuzun nedeni. Ama ne çelişki ki, hakim canlı adeta renk körü. Göremiyor yakın zamanını, hatta önünü.
Ben bir doğa severim, uzak yol kaptanıyım denizler, okyanuslar gezerim. Dürbünüm bana bazen yunusları, martıları bazen de ölü balinaları gösterir. Bazen uçan balıklar çarpar bedenime, bazen dinlenmek için konan ismini hiç bilemediğim kuşları görürüm güvertede. O zaman hep sorarım kendime, bu kırılgan dünyada insanoğlunun yeri nerede?
Okyanuslarda o sakin gecelerde sınırsız yıldızları hatta galaksileri görürüm. Zira evrenin büyüklüğü, dünyanın tüm hücresel gerçeği beni aciz kılar, yerimi, haddimi bilir, şükrederim, havayı, suyu, toprağı küstahça tüketeceğime, onu kollayıp korumakla övünürüm.
Dünyayı dolaşıyorum, Anadolu gibi müstesna bir toprak parçası arıyorum. Nafile bunca yıldır bulamıyorum. Çünkü, yedi kat kazılsa da nice uygarlıklar fışkırdığını biliyorum. O halde soruyorum, bugün burada bu coğrafya da yaşayan bu halk, bu popülasyon, bu topluluk, farkında mı muhteşem bir hazinenin üstünde yaşadığının. Ne gezer. Geçmişte bir köşe yazarı, örneğin; İstanbul için “İstanbul, İstanbul olalı bu kadar zulüm görmedi, bu kadar aşağılanmadı, sokaklarına bu kadar tükürülmedi, bu kadar kirletilmedi” demişti. Bu gerçeği İstanbul için söylemişti. Oysa topraklarımızın tümü için bu söylem ne kadar da yakışıyor. İnsanımız adeta bunu ispatlamak için yarışıyor.
Bu sözü ben söylüyorum.
Çevre müdürleri, bilim adamları çok kibar, onlar Aliağa için, “hassas bölge” diyor.
Yüzbin kişi itiraz edebilir, “hastalıklı bölge” yakıştırmasına.
Demir-çelik sanayicileri, gemi sökümcüleri ve de pik dökümcüleri.
Hatta termik santral kurmak isteyen dev holding...
***
2008 yılının Şubat ayında Aliağa’da bir bilimsel toplantı vardı.
“Doğal yolla pırlanta yetiştirdik ilgilenir misiniz?” dedi.
“Nasıl yani” sözümüze, “Telefonda anlatmakla olmaz gelin görün, birlikte hasat yapalım” cevabı verdi.
“Olur” dedik ve otobüsüne binip Urla’ya gittik.
Şehrin gürültüsünden, trafik düğümünden kaçıp İTOKENT’e sığınan ve kendini doğaya adayan Nevzat Keçecioğlu’na konuk olduk.
Elmasından ayvasına, armudundan cevizine, üzümünden narına, incirinden muzuna kadar çeşitli meyvelerin olduğu bahçede oturup 40 yıldır taş yığınları arasına sıkışan ruhumuzu da yeşilliklere salıp sohbet ettik.
Nevzat Keçecioğlu üniversiteyi bitirmesine rağmen, baharatçılığı seçmiş ve yıllarca ticaret yapıp çocuklarını okuttuktan ve iyi iş sahibi olduklarını gördükten sonra kendini emekliliğe ayırmış bir ağabeyimiz.
Keçecioğlu, “İyi ki, gelmişim Urla’ya. Buranın rüzgarı oksijeni bir başka. Yeniden doğdum ve sağlığımı korudum. Şimdi İzmir’e inince gürültüden, arap saçına dönmüş trafikten bunalıyorum. Ticareti de iyi ki bırakmışım. Ne verilen söz tutuluyor. Ne de kesilen çekler ödeniyor. Birçok arkadaşım bozulan ticari ahlak nedeniyle sağlığını kaybetti” dedi ve bizi evinin yanındaki ağaçların yanına götürdü.
İZSU’nun devasa makinesi gelip kanalları temizliyor. Ama sonuç alınamıyor. Sisteme dökülen kostikler, kimyasallar boruları parçalıyor. Bu kez de yeniden döşenen atık su boruları nedeniyle fatura kabarıyor.
Geçen gün İzmir Ticaret Odası’nın sokağından geçerken gördüm. Aynı sıkıntı orada da vardı ve kanalizasyon sistemini kırıp yeniden yaptılar.
Peki bu milli israfın çözümü yok mu?
Elbette var.
***
Çözüm biyolojik yöntem.
Son günlerde televizyonda sık sık seyrettiğimiz bir reklam var. Ne deniliyor reklamda?
Ben demiyorum bunu İzmir’in ileri gelenleri söylüyor.
Gökdelenler yükselecek, plazalar yapılacak, önünde de yat limanı oluşturulacak.
Bayraklı Belediye Başkanı Hasan Karabağ, geçenlerde bir TV programında Bayraklı sahiline konulan koltuğa oturmuş yatırımcıları bölgeye çağırıyordu. Başkan Karabağ hizmetlerini anlatırken yapıların çoğunun gecekondu olduğunu, ama temizlik hizmetinin zengin fakir mahalle ayrımı yapılmadan sürdürüldüğünü söylüyordu. “Bravo başkan” dedim, oturduğum sandalyeden kalkıp alkışladım Karabağ’ı.
“Çevre düzeni ve temizlik medeniyet ölçüsüdür, kültür meselesidir” bunu da söyle Başkan Karabağ... diye mırıldandım kendi kendime. Ve İzmir’in ilk kurulduğu yeri bugüne kadar gezmeyişime hayıflanarak, ilk fırsatta adım adım Bayraklı turu yapmaya karar verdim, Başkan Karabağ’ı izlerken.
* * *
Lakin benim Bayraklı turu yapmayı planladığım şu günlerde, bir fotoğraf ve şikayet mektubu geldi.
İnanamadım fotoğrafı görünce... Tekrar tekrar baktım ve araştırdım. Maalesef doğruydu.
Amaç, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir dünya için kamuoyunun dikkatini çekmek.
Gidip gördünüz mü hiç nasıl dikkat çekildiğini?
Eğer gitmediyseniz, lütfen kapanmadan görün ‘çevre’ temalı fuarı.
Etrafa saçılan pet şişelerden, bardaklardan, kağıtlardan, yollar üzerinde satılan plastik oyuncaklardan, ne idüğü belirsiz boyalarla renklendirilmiş balonlardan, sokak ortasında toz bulutu içinde açıkta satılan yiyeceklerden nasibinizi alın...
Ve ‘çevre’ temalı fuar nasıl yapılırmış, görün ve de biraz da ibret alın...
* * *
Dün akşam fuardaydım.
Çarpık yapılaşma aldı götürdü hepsini. 30-40 yılda eskimiş resimlerde ve de hafızalarda kaldı İzmir’in unutulmaz tatları...
* * *
Bandırma’nın da Mamun Bahçeleri’nin ayşekadın fasulyesi, domatesi, biberi, patlıcanı vardı, kentlilerin kapış kapış aldığı... Sebzelerinin yanında, üzüm bağları da dillere destandı Mamun’un... 1970’lerin başında çok önemli tarım merkeziydi, Bandırma’nın sayfiye yeriydi, eski adıyla Mamun, yeni adıyla Çalışkanlar Köyü...
Sonra... Sonra, “Soda fabrikası kurulacak. Gençleriniz iş sahibi ve de sigortalı olacak” diye toplandı üç-beş kuruşa arazilerin tamamı. Ama kazın ayağı öyle değildi... Soda fabrikası bir sabah sülfürik asit fabrikasına dönüşüverdi. Fabrika bacasından çıkan kükürtdioksit gazları, köyün üzerine asit yağmurları yağdırmaya başladı. Sülfürik asit üretimi için hammadde olarak piritin seçilmiş olmasıyla da katı atık olarak son derece ince granüllü, en ufak rüzgarda kilometrelerce uzağa uçuşabilen demiroksit tozlarını ortaya çıkardı. Sert poyraz esen günlerde, insanlar asit yağmuruyla birlikte, demiroksit tozu sağanaklarına maruz kaldı, ciğerler zehirli gazlarla birlikte demiroksit (pas) tozuyla doldu. 1975’lerde başlayan göçle köy boşalmaya başladı... Şimdilerde köy başkalaştı ve birçok insan akciğer rahatsızlığına yakalandı... Sebzeleri dillere destan Mamun Bahçeleri yok olup, demiroksit tozlarıyla adeta kan ağlamaya başladı.
Çevreciler, Çalışkanlar Köyü’nün hazin öyküsünü, “İbrahim Bey, ne olur bunu bütün Türkiye’ye duyurunuz” diye telefon etmeye, mail göndermeye başladı. Bu iletiler bizi çok etkilediği için birkaç yazıdır Kütahya Şaphane’de yerleşim yerlerinin yanı başında kurulmak istenen sülfürik asit fabrikasına karşı bir avuç insanın feryatlarına yer veriyoruz.
Yetkililere çevrenin korunması için çağrı yapıyoruz.
Çevresel etki değerleri iyi hesaplanmadan kurulacak fabrikaların bu memlekete yarardan çok zarar vereceğinin endişesini taşıyoruz. Oluşabilecek asit yağmurlarının Gediz’e karışıp, temizlemek için proje yaptığımız İzmir Körfezi’ne ulaşmasından korkuyoruz.
Geleceğimizi yok etmeyin
Bahar göz kırptı mı kapıdan, Çeşme’ye çekip gideceksin.
Gömleğin düğmelerini açıp rüzgarla dans edeceksin.
Yaz gelince de ipek gibi kumlara uzanıp yazın tadını çıkaracaksın
İyot kokusunu ciğerlerini doldurup, sabaha kadar yakamozları seyredeceksin.
ve Çeşme’de arınıp hayata taptaze döneceksin“
... desek, Bodrum aşığı Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir kızar mıydı acaba bize?
İzmir’in tatil cenneti Çeşme son yıllarda aldı başını gidiyor.