13 Ocak 2004: ABD, PKK ve ona bağlı tüm oluşumları terör örgütü listesine dahil etti.
“Sessiz kalanlar, sesi yeteri kadar gür çıkmayanlar, taziye mesajıyla yetinip, topraklarında listelerine aldıkları terör örgütü mensuplarına ev sahipliği yapanlar... Yalandan açıklamalarla terör örgütünü kınayanlar, kınarken NATO müttefiki bir devleti adeta yalan söylemekle suçlayanlar, örgütle sahada müttefik olanlar, silah yardımı yapanlar, koruyanlar, kollayanlar...”
Avrupa Birliği ülkeleri bundan 20 yıl önce, ABD ise 17 yıl önce PKK ve ona bağlı tüm oluşumları terör örgütü listelerine dahil ettiler. Dahil ettiler de ne oldu? Gerçekte Türkiye’nin lehine somut hiçbir şey olmadı. O yüzden de Türkiye, yıllardır terör örgütüyle mücadelesini onca müttefikine rağmen tek başına yürütüyor. Bırakın mücadelede Türkiye’nin yanında olmayı, terör örgütüyle sahada adeta müttefiklik ilişkisi geliştiren Amerika Birleşik Devletleri’nin son açıklamasından sonra, Antony Blinken’ın ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturmadan hemen önce Türkiye için kullanmış olduğu “sözde müttefik” ifadesini, artık ABD yönetimine aynen iade etmek gerekiyor.
AÇIKLAMADAKİ SON CÜMLE
Öncelikle, Pençe Kartal-2 harekâtında şehit olan üç askerimizle, terör örgütü PKK tarafından kaçırılan ve öldürülen 13 vatandaşımıza Allah’tan rahmet ve ailelerine başsağlığı diliyorum. Bu acı olayın hemen ardından ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price “ABD, Türk vatandaşlarının Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde öldürülmesinden üzüntü duyuyor. NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız ve son çatışmada hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diliyoruz. Türk vatandaşlarının, terör örgütü PKK’nın elinde öldüğü haberleri doğruysa, bu eylemi en güçlü şekilde kınıyoruz” açıklamasını yaptı.
Sözde müttefikimiz bu açıklamayı hiç yapmasa daha iyi olurdu. En azından yeni yönetim kendini bu kadar açık etmemiş olurdu. Sizden ricam, açıklamanın son cümlesini bir kez daha okumanız: “Türk vatandaşlarının terör örgütü PKK’nın elinde öldüğü haberleri doğruysa, bu eylemi en güçlü şekilde kınıyoruz”...
Biden yönetiminin, NATO müttefiki Türkiye’nin yaptığı açıklamalarla ilgili kuşkusu mu var?
ABD, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti yetkililerini yalan söylemekle mi itham ediyor?
Suriye’de Türkiye’nin oluşturduğu güvenli bölgeye yönelik terör örgütü YPG/PKK saldırıları Beyaz Saray yönetimindeki değişiklikten sonra arttı.
Son dönemde artan saldırıların hedefi, Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekâtları ile sağlanan istikrar ve düzen.
ABD’nin saldırıları engellemediğini söyleyip, kınarken terör örgütünün adını zikretmediğine de dikkati çekelim.
Diğer yandan, YPG’nin mevcut pozisyonunda büyük emeği olan isimler Brad McGurk ve Lloyd Austin sahaya çok daha güçlü pozisyonlarda döndüler. Biri Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü, diğeri ise ABD Savunma Bakanı. Bu isimlerin YPG’yi cesaretlendirdiğine şüphe yok. Bu isimlerle birlikte yeni ABD yönetiminin “YPG’yi PKK’dan ayırıp Suriyeli bir örgüt yapma” arayışında olduğuna da şüphe yok.
Bu arayış ve politikanın hızlandığını da söyleyebiliriz. SDG’nin sözde komutanı Mazlum Abdi, “PKK ile kardeşiz ama örgütsel bir bağ yok” açıklamasını yaptı. Tabii bu arada Biden yönetiminden Suriye’de daha etkin rol almasını beklediklerini söyledi.
Ne tesadüf ki ABD’nin eski Kürt diyalogları temsilcisi William Roebuck da aynı konuda konuştu ve “ABD, SDG’yi PKK’nın bir parçası olarak görmüyor fakat DEAŞ ile mücadelenin bir parçası olarak görüyor” dedi.
ABD’nin Ankara büyükelçisi Satterfiel da terör örgütüne yönelik desteğin devam edeceğini gazetecilere açık açık söyledi ve “ABD’nin politikası değişmedi. DEAŞ’ın kuzeydoğu Suriye’de oluşturduğu tehditle, tıpkı bölgenin başka yerlerinde de bu tehdidi ele almak üzere çalıştığımız gibi mücadele etmeye devam ediyoruz. Bu mücadelede, kuzeydoğu Suriye’de, SDF ile çalışmaya devam ediyoruz” dedi.
Madde madde son günlerde yaşananlar böyle. Gelelim sonuca... YPG ve PKK’nın gerçekte ayrıştırılması imkânsız. ABD ve SDG, ‘mış gibi’ yaparak belli ki sorunu çözmeye çalışacak. Ancak Ankara’nın bakış açısı değişmedi, hassasiyetleri de belli, olası gelişmelere karşı hazırlıkları da sürüyor. Bir süredir Irak’ın kuzeyi ile kuzeydoğu Suriye arasındaki lojistik geçişler bakımından stratejik bir nokta olan Sincar’daki PKK ve PKK’ya yakın olduğu bilinen unsurlardan rahatsız olan Ankara özel bir hazırlık içinde. Amaç Suriye’de PYD/YPG etkisinin kırılması ve o bölgeden Kuzey Irak’a aktarılan kaynak akışının kesilmesi. Bununla birlikte son gelişmeler, Sincar dışında da bazı tedbirlerin alınmasını ve hazıklık yapılmasını zorunlu kılıyor. Önümüzdeki süreçte gelişmelere göre, Türkiye’nin Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı harekâtları kapsamındaki bölgelerde istikrar ve düzeni sağlamak, artan saldırıları önlemek için yeni adımlar atması kimse için sürpriz olmayacaktır.
Erdoğan’ın açıklamalarının ardından siyaset hareketlendi. Siyasi partilerin açıklamaları AK Parti tarafından titizlikle takip ediliyor, bakış açıları ile ilgili bir analiz çıkarılıyor. En geç bir-iki hafta içinde çalışmaların yürütülmesi için görevlendirme yapılması bekleniyor. Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğum, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin oluşturulmasında da kritik bir görev üstlenen bir kaynağımın çizdiği genel çerçeve şöyle:
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden geri adım yok. Anayasa sistemle uyumlu hale getirilecek.
Üniter yapı korunacak, yetki devri yok.
İlk üç madde korunacak. Yeniden yazım olsa bile esaslara ilişkin taviz verilmeyecek.
Kaynağım, cumhurbaşkanı seçilmek için aranan 50+1 düzenlemesinden de vazgeçilmeyeceğini söyledi. Son dönemde özellikle Saadet Partisi tarafından dile getirilen, “Cumhurbaşkanı genel başkan olmasın” görüşünü de sordum. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde ve başkanlık sisteminde cumhurbaşkanının siyasi katılım hakkının kaldırılamayacağını belirten kaynağım, “Genel başkan ya da üye olabilir. Bunlardan hangisinin olacağına ise siyasi dinamikler ve toplumsal ihtiyaçlar çerçevesinde karar verilir” dedi.
Peki ne olur? Süreçte göreceğiz ama muhalefet partileri zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne karşı. Yani siyasi partilerin tamamının ana çerçeve üzerinde uzlaşması gerçekçi değil. Bu nedenle siyasette sistem tartışması bitmez. Diğer yandan AK Parti içinde yeni anayasa ihtiyacının toplumsal karşılığının olmadığını, toplumun farklı önceliklerinin bulunduğunu söyleyenler de var.
SDG’nin sözde komutanı Mazlum Kobani, Birleşik Arap Emirlikleri’ne ait El Arabiya’nın El Hadath televizyon kanalına yaptığı açıklamada, “Yeni ABD yönetimi ile SDG arasında ortak bir program hazırlanacak” dedi. Programın ayrıntılarına açıklık getirmedi. Ancak açıklama, yeni yönetim ve görevlendirmelerden beklentilerinin yüksek olduğunu gösteriyor. Bu yüzden sözde komutanın yaptığı açıklama öncesinde yaşananları alt alta koymakta fayda var.
BIDEN’IN GÖREVLENDİRMELERİ
ABD Başkanı Biden’ın Obama döneminden isimleri göreve getireceği tahmin ediliyordu. Dış politikadaki görevlendirmelerinde yolu Ortadoğu’dan geçen isimleri seçti. Seçti ama Türkiye açısından bazılarının sicili kabarık, bazıları ise göreve gelir gelmez rahatsız eden açıklamalar yaptı.
Antony Blinken: Obama döneminde dışişleri bakan yardımcılığı ve ulusal güvenlik danışman yardımcılığı görevlerinde bulundu. Biden’ın kabinesinde bakanlığı açıklanır açıklanmaz, Türkiye’ye yönelik “sözde müttefik” ifadesini kullandı.
Lloyd Austin: 2010-2011 yılları arasında Irak’taki ABD askerlerine komuta etti. ABD Merkez Kuvvet Komutanlığı yaptı. DEAŞ ile mücadele konusunda Suriye’de YPG/PYD/PKK terör örgütünün silahlandırılmasında ve desteklenmesinde etkili oldu. ABD Başkanı Biden’ın savunma bakanı.
Brett McGurk: Onu terör örgütü üyeleriyle samimi pozlarından, bu pozları da sosyal medyasında paylaşmasından hatırlayacaksınız. YPG/PKK’nın silahlandırılması ve desteklenmesi politikasının başını çekenlerden. DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilciliği görevinden istifa etmişti. Biden, McGurk’ü “Ortadoğu ve Kuzey Afrika koordinatörü” olarak atadı. Yani Suriye, Irak, İran, Libya ve Kuzey Afrika’daki çatışma alanları ile ilgilenecek.
DİKKAT ÇEKEN MESAJLAR
Bu görevlendirmeler ışığında, son dönemde dikkat çeken bir açıklama ve bir analizi de alt alta koymak gerekiyor:
YER, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) kontrolündeki Süleymaniye. Tarih, 2 Aralık 2020. Öğretmenler Saray Meydanı’nı dolduruyor. Irak’ın genelinde yaşanan ekonomik darboğaz ve bir türlü ödenmeyen maaşların yarattığı sıkıntı, yaklaşık 2 bin kişinin gösterisinde sloganlara dönüşüyor. Göstericileri dağıtmak için biber gazı kullanılıyor. Ancak KYB ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) merkezlerinin de aralarında bulunduğu parti binaları, taşlanarak basılmak isteniyor. Pire Megrun’daki KDP binasına göstericiler tarafından molotof kokteyli ve havai fişek atılıyor, yangın çıkıyor. Maskeli bazı kişilerce PKK/KCK sloganları atılıyor. Yetkililer, göstericiler arasına PKK/KCK mensuplarının da sızdığını, gösteriler sırasında kullanılan silahların örgüt tarafından temin edildiğini açıklıyor. Gösterilerde toplam 3 kişinin öldüğü ve yaklaşık 30 kişinin yaralandığı duyuruluyor. KYB bölgesinde olaylar sürüyor, Erbil cezaevinde ise mahkûmlar yangın çıkarıyor. Tüm bu olayların ortasında yerel güvenlik güçleri terör örgütü PKK’nın talimatına ulaşıyor: “PKK tarafından örgüt kadrolarına talimat: Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) hükümetine karşı devam eden gösterilerin bir halk ayaklanmasına dönüşmesi halinde, IKBY genelinde ve özellikle Süleymaniye’ye bağlı ilçe ve nahiyelerde protestoları organize edin, stratejik noktaları ele geçirin!”
LAHUR TALABANİ’DEN PKK’YA: ‘BİZ BÖYLE Mİ KONUŞMUŞTUK?’
PKK terör örgütünün yukarıdaki mesajı, yani “Halk ayaklanması olursa stratejik noktaları ele geçirin” talimatı, deyim yerindeyse ortalığı karıştırıyor. Edinilen bilgilere göre, o talimatın ardından KYB Eşbaşkanı Lahur Talabani, PKK/KCK yönetimine mesaj gönderir. Birazdan detaylarını okuyacağınız o mesaj, Lahur Talabani ile terör örgütü arasındaki ilişkiyi de gözler önüne sermektedir. Celal Talabani’nin yeğeni, KYB Eşbaşkanı Lahur Talabani, örgüte “KYB’nin lojistik, askeri, barınma, tedavi, silah, sorumlu ve kadroların geçişi gibi birçok konuda yardımcı olduğunu” hatırlatır. Buna karşın, örgütün IKBY hükümetine karşı düzenlenen gösterilere katılıp birçok yerde KYB bürolarına saldırdığını belirterek, “Biz böyle mi konuştuk, anlaşmamız bu muydu, yaptığınız ayıptır” der. Süleymaniye Havaalanı’nın da örgüt yüzünden kapandığını söyleyerek serzenişte bulunur.
KYB’nin geçmişten bu yana PKK desteği bilinmektedir. Ancak yine de Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığı sürerken ve bölge tarafından çok iyi bilinirken, Lahur Talabani’nin “Biz böyle mi konuşmuştuk?” sözünün arkasında yatan KYB-PKK anlaşmasının detayları nelerdir?
TERÖR ÖRGÜTÜNe YARDIM EV SAHİBİNİ VURDU
Son dönemde Türkiye’den Irak merkezi hükümetine yapılan ziyaretlerde terörle mücadele başlığı altında bu çarpık ilişki de masaya konmuştur diye düşünüyorum. Şimdi gelelim mesele ile ilgili Ankara’da yapılan tespitlere:
Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde yürüttüğü operasyonların ardından terör örgütü sıkıştı. Bu nedenle de dağdan inerek Süleymaniye’ye yerleşti.
Süleymaniye’deki olaylar 10 güne yakın sürede bastırıldı. Yaralılar, ölenler oldu. Gizli aktör PKK idi. PKK’nın o bölgede bu kadar güçlü olmasında ve pervasız davranışlarının arkasında
Muhalefet partilerinin bazıları, “Sistem yürümüyor, güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş parlamenter sistem getirilmeli” görüşünü savunuyor. Cumhur ittifakından ise “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden dönüş yok” yanıtı veriliyor. Ancak muhalefet, kamuoyuna Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yerine önerdikleri güçlendirilmiş, iyileştirilmiş parlamenter sistemi açıklamaya hazırlanıyor. Kısacası, bu yıl da belli ki sistem tartışması bir süre daha sürecek.
ASİLTÜRK ZİYARETİ
Tüm bu tartışmaların ortasında ise yıla MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi evinde ziyaret ederek başlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çok kritik bir manevra ile çok dikkat çeken bir ziyaret daha yaptı... Oğuzhan Asiltürk’ü de evinde ziyaret etti. AK Parti kulislerinde yapılan tespitler şöyle:
Ziyaret çok önemliydi.
AK Parti, cumhur ittifakını genişletmek istiyor.
Saadet Partisi’nin tabanında da CHP ve HDP ile aynı safta yer almaktan kaynaklanan ciddi rahatsızlık var.
Saadet Partisi açısından da cumhur ittifakına katılmak bir fırsat. Hem kan kaybetmemek, hem de aynı dili konuştuğu diğer partiler (DEVA Partisi, Gelecek Partisi) arasında kaybolmaması için.
Saadet Partisi’nin muhalif kanadı da konuya objektif yaklaşabilirse siyaset sahnesinde başka bir fotoğraf ortaya çıkabilir.
Ancak yemin töreninden hemen önce, Antony Blinken’ın dışişleri bakanı adayı olarak ABD Senatosu önünde yaptığı açıklama nereye konulacak? Önce Türkiye’yi de yakından ilgilendiren diğer mesajlarıyla birlikte, politikalarda beklentilere bakalım.
ABD, Çin’e güçlü bir konumda karşı çıkacak.
NATO güçlendirilecek, NATO ittifakı Rusya etrafındaki çemberi daraltacak.
Ortadoğu politikalarında değişiklik bekleniyor, ikili ilişkilerin sertleşebileceği mesajları veriliyor.
Rusya’ya yönelik yukarıdaki net bakış açısına, Blinken’ın yine Senato Dış İlişkiler Paneli’nde Türkiye’nin S-400 almasından sonra stratejik ortak olarak nasıl görüldüğü ile ilgili olarak yaptığı açıklamaları ekleyelim:
Stratejik, sözde stratejik ortağımızın stratejik rekabet içinde olduğumuz Rusya ile aynı çizgide olması kabul edilemez.
Türkiye bir müttefik ama birçok açıdan müttefik gibi davranmıyor.
Bu bizim için büyük bir sınav, durumun farkındayız.
Yapılan saldırıları kınıyorum. Bu saldırıların önüne geçilmesi tabii ki güvenlik güçlerinin de yargının da görevi. Yargı bu saldırıların önünde arkasında kim var, bunları açığa çıkarmalı. Ancak siyasete de medyaya da görev düşüyor. Tüm siyasi partiler;
Toplumu kutuplaştırmaktan, konsolide etmek adı altında germekten, biz-siz ayrımı yapmaktan artık vazgeçmeli.
Siyasetin doğası gereği rekabet, tartışma vardır. Ancak hem dünya genelinden örneklerde, hem de kendi ülkemizde zor zamanlardan geçildiğini, toplumların sorunlarının arttığını, psikolojilerinin zorlandığını kabul ederek, her zamankinden daha dikkatli ve hassas olmakta fayda var.
Dünya ve Türkiye’nin içinden geçtiği zor dönemi göz önünde bulundurarak ötekileştirme yerine birleştirme, kavga yerine birliktelik ön plana çıkarılmalı.
Şiddetin bir yöntem olarak kullanılması tüm siyaset tarafından açık bir biçimde kınanmalı.
Siyaset birliktelik sergilerse, sergileyebilirse topluma yansıması olumlu olur. Keşke tüm tartışmalar, kavgalar, kısır siyasi çekişmeler, günlük siyasi hesaplar bir kenara bırakılıp hiç değilse bir kere liderler bir masanın etrafında buluşsa, buluşabilse.
Son bir not: Gazeteciler siyasetin ve siyasi partilerin fanatik destekçilerinin hoşlarına gitsin diye haber yapmaz, yapmamalı. Yazı yazmaz, yazmamalı. Lütfen gazetecileri istemeden de olsa hedef gösterebilecek bir üslup kullanılmasın. Siyasi partilerin trolleri, fanatik destekçileri sosyal medyadan gazetecileri linç etmesinler.
GEÇMİŞ OLSUN DİLEKLERİNİ İLETTİ, ‘GEREKLİ TALİMATLARI VERDİM’ DEDİ