23 Nisan 2008
CHP Kurultayı önemli bir dönemde gerçekleşiyor.Hani bir söz vardır, "Bir gün var, bin güne bedel, bin gün var, bir güne bedel değil". İşte bugün; her biri bin güne bedel günlerden...
Ekonomik kriz, sanayide durgunluk, siftahsız dükkan kapatan esnaf, piyasalarda sessizlik, türban sorunu, AKP’nin kapatılma davası...
CHP Kurultayı bu hafta sonu... Ve işte bu krizli günlerde yapılmakta...
Kurultay’ın mesajları, kadroları, hedefleri ve sorumlulukları da büyük önem taşımakta...
Ege’nin de gözü kulağı bu Kurultay’da.
Kimler CHP yönetiminde söz sahibi olacak?
Kimler hangi projeleri sunacak?
Türkiye için ne umutlar dağıtılacak?
Nasıl bir CHP Kurultayı?
Bir kere... CHP Kurultayı’ndan birlik ve beraberlik mesajı çıkmalıdır.
Bu kritik günlerin temel kavramı güvendir.
Toplum olarak güven arayışı içindeyiz. Kurultay bütün yurttaşlara güven vermelidir. CHP seçmeni olsun olmasın, bütün yurttaşlara güven vermelidir. Kurultay’dan güven çıkmalıdır.
Toplumun umuda ihtiyacı var. CHP Kurultayı güvenin ve umudun kurultayı olmalıdır.
Sonra... CHP Kurultayı sevgi ve dayanışma kurultayı olmalıdır.
Güvensizlik ve umutsuzluğun yanında yalnızlık, kimsesizlik, çaresizlik ve sevgisizlik de çok derinlere işlemiş toplumsal gerçeklerdir.
Halkın bir bölümü yalnız ve çaresiz. Tutunma ve dayanışma ihtiyacı insanlarımızı bazen tarikatların kucağına atıyor, suç ortamlarına itiyor. CHP Kurultayı’ndan bir dost eli uzanmalı halkımıza. Sevgi ve dayanışma eli... Gerçek, güvenilir bir dost eli... Çareler ve çözümler söylenmeli bu kurultayda. Eleştirili ağırlıklı değil, çözüm ağırlıklı bir kurultay halkımızca özlenmektedir.
Dini siyaset ve ticaret aracı olarak kullananlarla ciddi mücadele yapılmalıdır.
Bunun için de ciddi ekonomik programlar, geleceğe yönelik planlar, gençler ve kadınlarla katılımcı bir anlayış.
Dine ve gerçek İslam’a olan saygı bu kurultayda daha açık ve anlaşılır bir ifadeyle belirtilmelidir. Dincilere karşı onların maskelerini düşürecek yeni bir söylem ortaya konmalıdır.
Bu kurultayın başarısı, doğru kararları, 11 ay sonraki yerel yönetim seçimlerini de etkileyecektir. Nasıl bir anlayış, nasıl bir mantık, nasıl bir yol haritası olması gerekir?
Unutulmamalıdır ki; Türkiye’de çağdaş belediyeciliği sosyal demokratlar kurmuş ve geliştirmiştir.
Yoksulluğun, kimsesizliğin, sömürü ve ezikliğin kol gezdiği kentlerde sosyal belediyecilik temelinde yeni belediyecilik anlayışı geliştirilmelidir.
Yeni dönemde de sosyal demokrat ilkelerle yönetileceği düşünülen İzmir’de de halkla bütünleşen, çağdaş ve katılımcı bir yerel yönetim anlayışı devam etmelidir.
Sosyal belediyeciliğin temel kavramları kentsel dayanışma, kentsel eğitim ve kentsel demokrasidir. Sosyal dayanışmayı doğuran var eden iki temel kaynak dayanışma ve eğitim kavramlarıdır.
Dayanışma birilerinin sadaka anlayışı değildir. Belediyelerin halka verdiği, aslında halkın halka verdiğidir.
Vatandaşın vatandaşa yardımı köleleştirme ve sömürü aracı olmaktan çıkarılmalıdır.
Bu anlamda kurulacak bir kentsel dayanışma kurumu, kentliler arasında dayanışmayı, saygı, dostluk, kardeşlik, eşitlik ve insan onuru temelinde yürüten bir yapı olmalıdır. Bu kentsel dayanışma kurumu belediye ve kent halkıyla birlikte oluşturulmalıdır.
CHP Lideri Deniz Baykal’ın kurultay konuşması çok önem kazanmaktadır. Türkiye gerçeğini en iyi bilen liderlerden biri konumundaki Baykal, bu Kurultay’dan alacağı güçle hiç kuşku yok ki yeni bir süreci başlatacaktır.
Bu süreci ben "Önce yerel yönetimlerde başarı, ardından genel seçimlerde iktidar alternatifi" olma olarak değerlendiriyorum.
Kiminle konuşsam görüyorum ki; İzmir halkı da konuya böyle bakıyor.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2008
Ciddi sorunlardan biri; "küçük düşünmek".Yani... Vizyon eksikliği. Türkiye’nin sancılarının başında geliyor. Tabii ki, İzmir’in de... Büyük düşünüp okyanusta boğulmak yerine derede çırpınmak!
İleri hedeflere koşmak yerine hep azla yetinmek!
Neden?
Bunun bir yarar sağlamadığı ortada.
Son EXPO kaybında "küçük düşünmek" zarar vermedi mi bize?
Vizyon eksikliği!
Bu bakış açısı ile geleceğe umutla koşmak mümkün değil.
Bir süreden beri tüm değerlendirmelerimde "İzmir’de bir başkent" söylemini kullanıyorum.
İzmir; turizmin, sağlık turizminin başkenti.
Hatta, şöyle söylüyorum:
"Ankara; devletin başkenti. Bürokrasinin, hükümetin. İstanbul ise; finansın başkenti. Ekonominin, borsanın, bankacılığın... Hatta sigortacılığın..."
Peki İzmir neyin Başkenti?
Görmemiz ve vurgulamamız gereken; İzmir’in gücü ve önemi.
İzmir çağdaşlığın başkenti. Türkiye için bir renk. Özgürlük, güzellik.
Onunla birlikte fuarcılığın başkenti.
Ve elbette turizmin başkenti İzmir.
Güzel sahil şeridi, dünyada ünü yayılan rüzgarı, pırıl pırıl denizi ve yat turizmi için ideal, hala keşfedilmemiş ve kirletilmemiş koyları ile güzel İzmir.
Urla, Çeşme, Foça, Dikili, Seferihisar, Gümüldür, Özdere...
Her biri birbirinden farklı güzelliklere ve özelliklere sahip şirin beldeler, ilçeler...
Dünyanın birçok ülkesinden turistlere yıllardır ev sahipliği.
Sağlık turizminin, jeotermal turizmin başkenti İzmir.
Böyle bir zenginlik nerede var.
Gerçekten de öyle. İşte, 3 bin yıl önce modern tıbbın doğduğu topraklar. Ve bu topraklardan dünyaya yayılacak bir sağlık, sevgi rüzgarı.
Fuarcılığın başkenti İzmir. İlk Uluslararası Fuarı gerçekleştirmenin gururu ile... KKTC gibi eğitim ve öğretimin başkenti İzmir. Dünya çapında ünlü öğretim üyelerinin akın ettiği, bilimin başkenti bir İzmir.
Evet, bu söylemim tuttu.
Beyinlere nakşedildi.
Bunun mutluluğunu yaşıyorum.
Bakıyorum; sağda solda herkes İzmir’den artık "başkent" olarak söz ediyor.
Ne güzel bunu görmek.
Ne güzel herkesi bu noktaya çekmek.
Büyük düşünme anlamında bir kapı aralamak...
Geçen gün Ege basınının duayeni Erkin Ağabeyimiz (Usman) da yazdı... Mutlu oldum.
Şöyle demiş Erkin Ağabey:
"Bu konunun fikir babası Hakan Tartan. Çok da doğru bir yaklaşım. İzmir kabuklarını kıracaksa, atılım gerçekleştirecekse bunun için biçilmiş bir kaftan; sağlık turizmi hedefi. Öyle ya; dünyada trend uzun ve sağlıklı yaşam. Bunun için de sayısız avantajları var İzmir’in. Anlaşılan o ki; Hakan Tartan’ın bu konuda planları var."
İzmir’de de bir şeyler değişiyor mu?
Ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2008
"Kaçan balık büyük olurmuş". Ne kadar doğru. İş işten geçtikten sonra yakınma... Hayıflanma... Bol sohbet... Neye yarar? Bir şeyi değiştirir mi? Konuşması gerekenler keşke daha önce konuşsaydı... Bakanları motive etseydi... Başbakan Erdoğan’ın İzmir’e gelmesini sağlayabilseydi...
Dışişleri gidişat konusunda Devlet’i ve Cumhurbaşkanı Gül’ü daha doğru bilgilendirseydi...
EXPO’nun bir başı olabilseydi...
Herkes bir ucundan çekiştirip "rant" peşinde koşmasaydı...
Keşke... Keşke...
Bunlar hálá konuşuluyor.
Ben farklı bir pencere aralayacağım.
Evet, EXPO kaçtı, ama bunu yeni bir şans olarak değerlendirebiliriz.
Yani... EXPO sırasında BIE bünyesinde yarattığımız sempati ve gücü İzmir ve Türkiye lehine kullanabiliriz... Nasıl mı?
Şöyle: Bir kere önümüzde Zaragoza EXPO’su var.
Haziran ayındaki bu EXPO’da güçlü temsil edilmeliyiz. Yeniden kulis çalışması yapmalıyız.
Yani... "Ben hálá varım. Milano galip çıktı, ama benim hakkımdı. Mücadeleye devam" mesajı vermeliyiz.
Bu kez daha katılımcı... Paylaşımcı...
Sivil toplumla, kadın ve gençlerle elele...
Sonra... İzmir Tayland’ın düzenlediği türden bir "Özel Statülü EXPO" için kulis yapmalı.
Örneğin; "Herkes için sağlık" teması ile... Temamızın geçerliliği ve gücü ortada.
Niye bunu bir Özel Statülü EXPO için kullanmayalım?
Örneğin; iki yıl sonra...
2010’da ya da 2011’de...
Bunun hazırlıkları daha sonra başvurusunu yapacağımız 2017 EXPO’su için de, 2020 ya da 2025 büyük EXPO’su içinde ciddi bir altyapı olur. Ayrıca... Küçük EXPO düzenlenir, ama hazırlığı büyük EXPO gibi yaparsınız, yani büyük düşünürsünüz, başarı katlanır.
Amaca başka bir yolla ulaşılır.
İzmir hak ettiği gelişmeyi yakalar, Türkiye ciddi bir katma değer yaratır.
Dedim ya; bu işler için "büyük düşünmek" gerek.
Vizyon sahibi olmak.
Olaya böyle bakınca öyle pencereler aralanır ki...
Yoksa... Her kapanan yüzünüze bir kapı olur!
Maalesef...
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2008
İzmir EXPO’yu sevdi; bu net.Aslında EXPO’da İzmir’i sevdi.BIE Başkanı La Fon’un, BIE Genel Sekreteri Loscartales’in yaklaşımlarında, yüzlerindeki gülücüklerde aslında bunu okumak mümkün. Ama... Kaçtı bu EXPO.
"Neden yenisi olmasın" yazıma olumlu tepkiler geldi.
EXPO’yu sevdik derken, buradan yola çıkıyorum.
Evet; belki yakın gelecek hayal...
Yani... 2015 olmadı, ama... Sonrası olabilir.
Yıllar o kadar çabuk geçiyor ki...
İzmir şimdiden yapacağı hazırlıklarla, oluşturacağı kadrolarla bu hayali gerçeğe dönüştürebilir.
Tıpkı Güney Kore gibi...
Ama... Bu süreçte daha akılcı olmalı...
Ve daha evrensel...
Bakın; satır aralarında kalan ayrıntıları sizlerle paylaşmak istiyorum.
İtalya’nın son sunumu... Başarıya götüren yol.
Sadece ekonomik ve ticari anlaşmalar değil yani kazandıran...
Son günün başarısı da etkili... Ağır topları...
İşte Milano’nun son gün kozları ve ayrıntılar:
"Dünyaca ünlü Senegalli müzisyen ve şarkıcı; Youssou N’dour... (Afrika ülkelerine öyle etkili mesaj oldu ki. Duygu yüklü)...
İki büyük mimar. Dünyaca ünlü; Amerikalı Daniel Libeskind ve Iraklı Zaha Hadidi. (Milano’nun dönüşümünü sağlayan ve herkesin şapka çıkardığı iki önemli isim)
Surinam kökenli, Milan’da ünlenmiş ünlü futbolcu Seedorf. (En önemli özelliği "Çocuklar için Şampiyonluk" kampanyası başlatarak dünyada açlık ve sefaletin kucağındaki çocuklara yardım eli uzatması. Öyle duygusal anlar ki bunlar. Ve öyle güzel bir dayanışma ki...)
Al Gore; ABD eski Başkan Yardımcısı. Başkan adayı. Hepsinin ötesinde son dönemlerin en parlak çevrecisi. 2007 Nobel Barış Ödülü sahibi. (Öyle bir alkış aldı ki... Öyle sempati topladı ki... "Milano’ya oy istiyorum" derken öyle alkış aldı ki... Müthiş bir karizma...)
Evrensel isimler ve kampanyalar her zaman önemli...
Jacques Attali; uluslararası iktisatçı. (Birçok sosyal projenin yaratıcısı önemli bir isim).
Ve Andrea Bocelli... Dünyanın en güzel sesi belki de... Konserleri aylar önceden dolan bir dev... Ve onun büyülü esi ile yakalanan coşku... (Bocelli öyle bir alkış topladı ki... İnsanlar şarkısını öyle heyecan içinde dinledi ki...)
Peki Türkiye hangi evrensel isimleri sundu?
Bill Clinton olamaz mıydı?
Nelson Mandela? Tony Blair? Bir sürü başka isim...
Belki son koz olarak yine Fazıl Say... Nobel sahibi Orhan Pamuk...
İzmir’de, Ege’de, Türkiye’de tatil yapmış, sevmiş, hoş mesajlar vermiş kişiler. Ünlüler...
Bocelli’ye karşı Hüsnü Şenlendirici...
Al Gore’a karşı diğer isimler olmadı...
Yetmedi...
Evrensellik derken bunu kastediyorum.
Evrensel olma ya da olmama?
Sorun bu!
Vizyon ve büyük düşünmek...
Aslında bize kaybettiren de biraz buydu galiba...
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2008
BİR süreden beri sadece İzmir ve Ege değil, tüm Türkiye EXPO’ya kilitlenmişti. 2015’deki dev organizasyon için elden gelen yapıldı.
Ama olmadı.
İtalya; yani Milano ağır bastı.
Milano Belediye Başkanı Letizia Moratti, son gün, son dakikaya kadar delegelerle görüşmeler yaptı, kararsız oyları kentine çekmeyi başardı.
Biz de ise temel sorun; dağınıklıktı. Yani... Her kafadan bir ses...
Herkes, "EXPO’yu nasıl alırız" değil, "Bu işten nasıl prim yaparım" derdindeydi.
Milano, özellikle gelişmekte olan ülkelere hastane sözüyle puan topladı.
Öyle ya; çarpıcı bir öneri.
"Benim her şeyim hazır. Altyapıya harcanacak parayı gelişmekte olan ülkelerde çocukların ve insanların sağlığı için kullanalım".
Çok etkileyiciydi. Son dakika golü işte budur!
Biz ne yaptık? Seyrettik.
Çevreci ABD’li eski Başkan Yardımcısı Al Gore, Milan’lı ünlü futbolcu Seedorf, dünyaca ünlü tenor Andrea Bocelli ve zarif Belediye Başkanı Moratti, İtalya adına şanstı.
Türkiye’nin sunumu iyiydi.
CHP Lideri Deniz Baykal’ın ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün konuşmaları olumluydu. Ama Türkiye ve İzmir’le ilgili uluslararası bir hava veremedik.
Ya Anayasa Mahkemesi’nin son kararı? Bence etkisi olmadı.
Milano, EXPO’yu bir yıldan beri iyi işlediği ekonomik, siyasi ve diplomatik ilişkilerle kazandı.
Bir hayal noktalandı. EXPO Milano’nun.
İzmir’i sevmek; sadece lafla olmuyor? Atılımlar, gelişimler. En önemlisi değerlerin yükseltilmesi ve dünyaya sunulması.
Artık bunun zamanı. Gücünü bilen, değerini gören ve geliştiren bir İzmir. İzmir kıymetli. İzmir önemli. Çünkü... Başka Ege’nin incisi yok! Başka İzmir yok.
Ankara; devletin başkenti. Bürokrasinin, hükümetin.
İstanbul ise; finansın başkenti. Ekonominin, borsanın, bankacılığın... Hatta sigortacılığın...
Bir süredir tartışmaya açtım:
Ya İzmir? İzmir neyin başkenti? İzmir’de başkent olmayı hak etmiyor mu?
İzmir; çağdaşlığın başkenti. Türkiye için bir renk. Özgürlük, güzellik.
Onunla birlikte fuarcılığın başkenti. Türkiye’nin ilk Enternasyonal Fuarı’nı gerçekleştirmiş ve 77 yaşına getirmiş olmakla şanslı, avantajlı. Ve bu şansı taçlandıracak bir gelişmeydi; EXPO. Olmadı.
İlk kez Müslüman bir ülkenin EXPO’ya ev sahipliği. Kente gelecek yeni yatırımlar. 15 - 16 milyar dolarlık bir yatırım hacmi. Yenilenen limanlar, havaalanları, genişleyen metro, otoyollar, çevre düzenlemeleri, parklar, teknoparklar. Bir sürü güzellik... Ancak akılcı yaklaşımlarla gerçekleşebilecek. Yani belki EXPO olmadan bile.
Yine eğitim ve öğretimin, teknolojik gelişmiş sanayinin, deniz taşımacılığının ve lojistik sektörünün başkenti bir İzmir.
İhracatı artan, stratejik konumu ile herkes için bir buluşma noktası haline gelen İzmir.
Bu sektörlerde sağlanan gelişme, gelecek günler için de umut sinyalleri.
Ve elbette turizmin başkenti İzmir. Bir "uzun yaşam kenti" İzmir. Jeotermal kaynaklarını Türk insanı kadar dünyaya açan ve bununla büyük bir ekonomik zenginlik yaşayan, dünya çapında ün kazanan Ege’nin incisi. Evet; İzmir bu kimliklerle geleceğe koşacak... Fuarcılığın, eğitimin, sağlığın ve uzun yaşamın başkenti olarak. Güzel sahil şeridi, dünyada ünü yayılan rüzgarı, pırıl pırıl denizi ve yat turizmi için ideal, hala keşfedilmemiş ve kirletilmemiş koyları ile güzel bir İzmir.
EXPO Milano’nun.
Bir umut ortadan kalktı. Geçen hafta yazmıştım. 2017’deki Mini EXPO olabilir diye. Şimdi bu konuşuluyor.
Kim bilir, belki...
Yazının Devamını Oku 23 Mart 2008
Dünya Şiir Günü’nü kutladık. <br><br>Şiir; sevgi, barış, dayanışma, paylaşım demek... Şiir; yüreklerdeki heyecan, tenin kokusuna yansıyan özlem, bazen sokaklar, bazen kentler, bazen ülkelerarası hasret demek.
Şiir; özgürlük, geçmişin güzellikleri, aydınlık bir gelecek...
Şiir; her şey demek...
Türkiye’nin birçok yerinde Dünya Şiir Günü ile ilgili kutlamalar yapıldı.
Ege’nin birçok kentinde İzmir’de de...
Şiirin yüreklere saldığı heyecan, beyinlere akıttığı güzellikler, kısa süreli de olsa çiçekler açtırdı dünyamızda.
En güzel, en anlamlı şiirler okundu...
Sevgiler yüreklerden fışkırdı, dillerle binlere, milyonlara ulaştı.
Dünya Şiir Günü geçti, ama bütün hafta şiirle güzelleştik!
Türkiye’nin çalkantılı, olaylarla dolu, yoğun gündeminde şiirle bir yolculuğa ne dersiniz?
Nazım Hikmet’ten: (Dünyayı verelim çocuklara) Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne / Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar / Oynasınlar türkü söyleyerek yıldızların arasında / Dünyayı çocuklara verelim / Bir günlükte olsa öğrensin dünya arkadaşlığı / Çocuklar dünyayı alacak elimizden / Ölümsüz ağaçlar dikecekler.
Cemal Süreya’dan: (Bir kış) Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
Atilla İlhan’dan: (Sen benim hiçbir şeyimsin) Sen benim hiçbir şeyimsin / Yabancı bir şarkı gibi yarım / Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak / Hiç kimse misin bilmem ki nesin / Uykumun arasında çağırdığım / Çocukluk sesimle ağlayarak / Sen benim hiçbir şeyimsin.
Can Yücel’den: (Gitmek) Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim / Gittiğim olmadı hiç / Ama olsun... İstemek de güzel.
Friedrich Nietzsche’den: (Neyi yaşamak istiyorsan onu yaşa) Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım / Öyle çok değerliymiş ki zaman / Hep acele etmem bundan, anladım.
Metin Altıok’tan: (Evde yoklar) Durmadan avuçlarım terliyor / İnildiyor ardımdan / Girdiğim çıktığım kapılar / Trenim gecikmeli, yüreğim bungun / Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar / Ne zaman bir dosta gitsem / Evde yoklar.
Refik Durbaş’tan: (Karşılık) Sana özgü bir hayat idi / Yaşadım ve yaşadığım / Bana özgü bir ölüm şimdi hasretinde hayatım.
Özdemir Asaf’tan: (Bekle dedi) Bekle dedi gitti / Ben beklemedim, o da gelmedi / Ölüm gibi bir şey oldu / Ama kimse ölmedi.
Charles Baudelaire’den: (Yabancı) En çok kimi seviyorsun garip yabancı? / Anneni mi, babanı mı, kardeşlerini mi? / Ne annem var, ne babam, ne de kardeşlerim. / Vatanını mı? / Nerde olduğunu bile bilmiyorum. / Yoksa parayı mı? / Nefret ederim ondan. / O halde neyi seversin esrarlı yabancı? / Bulutları severim. / Karşıdan gelen ve karşılara giden bulutları.
Murathan Mungan’dan: (Gemici ıslığı) Deniz karanlık / Kimsesiz gece / Bir tek ıslıkla aydınlanıyor / Seferini unutmuş tekne / Bir tek ıslık / İnsanı nereye kadar götürürse.
Ataol Behramoğlu’ndan: (Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var) Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var / Yaşadın mı büyük yaşayacaksın / Irmaklara göklere evrene karışırcasına / Çünkü ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır / Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana...
Bir de naçizane bendenizden: (Ben artık yokum!) Ben artık yokum / Öldüm / Beni sen öldürdün / Yürekteki pırıltı / Tende parlayan ateş / Yalnızlıklarında dost eli / Dertlerde, sıkıntılarda ulu bir dağ! / Yok / Ben artık yokum / Öldüm / Beni sen öldürdün...
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2008
İnsanları yaşarken anma fikri ne güzel! En büyük mutluluğu yaşatmak.
Yüreklerde solan çiçeklerde yeni filizler büyütmek.
Yoksa... İnsan ölüp gittikten sonra anmalar, toplantılar...
Elbette güzel, ama...
Öteki... Yani... Yaşarken anma gibisi yok...
O kesin.
Bir süreden beri Türkiye Futbol Adamları Derneği İzmir Şubesi’nin gerçekleştirdiği "vefa toplantıları" vefanın sadece İstanbul’da bir semt olmadığını göstermesi açısından önemli.
İnsanların yüreklerinde yarattığı hoş esinti için anlamlı...
İnsanın insana değer verdiğini göstermesi açısından altın gibi...
Ve yaratılan tablo... Yaşı ilerlemiş, Türkiye sevdasına gönül vermiş, geçmişlerinde birçok kalıcı eserler bırakmış insanların "yeniden doğması".
Türkiye’nin yoğun gündemi arasında; Bahri Vreskala, Sami Akşehir, Engin Kurt, Ersin Akbaylar, Eren Gevgeli, Faik Köksal, M. Ali Okumuş, Ercüment Alp, Coşkun Süer, Bülent Özçalışkan, Erim Yıkgeç, Emin Özmen, Yücel Çağatay, Rüştü Aksoy, Ramazan Altındiş, Birol Doğan, Erdinç Özer ve Leyla Öztürk’ün yarattığı güzellikleri yeterince konuşamadık.
Vefanın güzelliğini dillendiremedik.
Oysa bizi biz yapan değerler bunlar.
Bize güç katan...
"İnsanlar Yaşarken de Anılmalıdır" törenlerinde kimler geldi kimler geçti 8 yıl boyunca:
"Mazhar Zorlu, Selçuk Yaşar, Tahir Türetken, Prof. Dr. Necati Akgün, Cavit Ölçer, Zeki Çırpıcı, Bülent Esel, Lemi Yerli, Doğan Emültay, Nevzat Güzelırmak, Ali Barçın, Muzaffer Sarvan, Çetin Gürel, Şevket Özçelik, Vecdi Gönül, Yusuf Ziya Göksu, Kutlu Aktaş, Erdenay Oflas, Prof. Dr. Oğuz Manas, Hanri Benazus, Esin Özgener, Rasih Öztürk, İbrahim Koç, Erol Kaynak, Şakir Kuruş, Erol Baş, Kazım Yıldız, Fevzi Zemzem, Suphi Alpayım, Hilmi Özyarar, Avni Yelkenbiçer, Erdoğan Sungur, Gürkan Ertaç, Osman Gencer, Mehmet Atalay, Aziz Kocaoğlu, Mahmut Özgener, Sabri Sadıklar, Sabri Sarıyer, Hayrettin Yorgancıoğlu, Prof. Dr. Orhan Cura, Av. Nuri Nencan, Süleyman Özçalışkan, Ali Rıza Şenol, Erkan Velioğlu, Adnan Kıraklı, Akın Barhan, Gürcan Berk, Müşfik Talas, Hüsnü Özdemiroğlu, Ünal Tümin, Aydın Sevgel."
Ve son toplantıda anılan, değerli Türkiye ve spor sevdalıları:
"İsmet Sezgin, İhsan Alyanak, Muzaffer Tunçağ, Orhan Daut, Coşkun Süer, Seyit Mehmet Özkan, Gür Özbelge, Yaşar Ürek, Mustafa Denizli, Kazım Admış, Arif Dökel, Doğan Akı, Yavuz Tunç, Ekrem Yenci, İlhan Özkan, Oğuz Özden, Cengiz Kayalar, Ertan Öznur, Hikmet Orhunbilge, Ayhan Elmastaşoğlu, Argun Akmoral, Erkin Usman, Bülent Ulukan, Tayyar Özdemir, Okan Yüksel, Prof. Dr. Ahmet Ertat, Dr. Şaban Acarbay, Doç.Dr. Levent Köstem, Op.Dr. Bülent Zeren, Sancar Maruflu, Orhan Adalı."
TÜRFAD İzmir Şube Başkanı Bahri Vreskala’nın ödül için değerli Spor ve Devlet Adamı İsmet Sezgin’i davet ederken gözlerindeki ışıltıyı, yeni vefat eden Efsane Başkan İhsan Alyanak’ın torununun vefa nedeniyle duyduğu mutluluğu ses tonundaki heyecanda yakalamak...
Bazen sıkıntılarla boğuştuğumuz yaşam yolculuğunda "küçük mutluluklar" değil mi bunlar?
Bizi ayrı bir dünyaya götüren...
Keşke bu vefayı yaşamın her alanına taşıyabilsek...
Keşke yakıp yıkma yerine; dostluk, sevgi, paylaşım ve dayanışma rüzgarları estirebilsek...
Keşke yüreklerimizdeki sevgi çiçeklerini çoğaltabilsek...
Keşke...
İşte bu girişimler güzel günler için de umut...
Yaşatanlara binlerce teşekkür...
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2008
Milano’nun lobideki ustalığı malum. Geçen gün ünlü La Scala ile sükse yaptılar. Pariste delegeleri ağırladılar.
25 Mart’ta yeni sürprizleri var. Şov, moda, müzik.
Sonra Cumhurbaşkanları delegelerle birebir görüşmeler yapacak.
Son dakika hamleleri. Plan böyle.
Ancak... İç çekişmeler... Siyasi belirsizlik...
EXPO yolculuğunda Onlar’a bir parça darbe vurdu... Bu kesin.
Nitekim İtalyan gazete ve dergilerinde bu yönde yorumlar var:
"İzmir daha avantajlı. Son bir gayret. Almak için daha çok çaba..." türünde...
İzmir ise kararlı yürüyüşüne devam ediyor. Geçen hafta Fazıl Say’ın konserinden sonra ki izlenimleri kulağımla işittim:
"Harikaydı. Büyük keyif aldık. Türkiye’nin kültür ve sanattaki gelişmişliği bizi etkiledi"...
Son virajda hükümetin ağırlığı önem kazanıyor.
Yani... Özellikle ekonomik ve ticari ilişkilerle ilgili olarak "yapılacaklar"...
Bu işin "gereği"...
Sonuçta ortada en az 15 milyar dolarlık bir yatırım, yılda 15-16 milyon turistle yaşanan sirkülasyon, yaratılan katma değer var.
Yani... Önemli bir ekonomik açılım...
Bu çerçevede de ülkeler karar verirken elbette kendileri açısından "en verimli" olacak ülke yönünde tercih koyuyor.
İşte bu noktada eğer Türk hükümeti "aktif ve etkin" olursa diyecek bir şey yok...
Yani... EXPO çantada...
Yoksa... Son dakika hamlelerinde İtalya etkin olursa...
Vay ki vay...
Bir yandan son kulis atakları... Bir yandan devlet düzeyindeki girişimler...
Ve Türkiye’nin kültür sanat çıkartması da devam ediyor.
Fazıl Say’dan sonra yeni etkinlik: Anadolu Ateşi. Mustafa Erdoğan’ın dans, renk, uyum ve müziği birleştirdiği harika bir yapım.
Defalarca seyrettim, her seferinde ayrı bir keyif.
Bu kez Paris’te Palais de Congres’de "Anadolu Ateşi"... Aslında "İzmir ateşi"...
Çünkü... Dostum Mustafa Erdoğan; Anadolu Ateşi’ni EXPO’nun sağlık teması ile İzmir’in güzellikleri ile öyle uyumlamış ki... Harikaydı...
Delegeler, Büyükelçiler, salondaki konuklar ayakta alkışladı.
Büyük bir keyif... Büyük bir mutluluk...
Tüm söylenenlerin, konuşmaların ötesinde kültürün, sanatın ateşi ile büyüyen güzellikler... Filizlenen yeni umutlar... Ve dillerde şu sözcükler: "İzmir EXPO’yu hak ediyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin EXPO’da yeniden yüreklenmesi, heyecan kazanması için tercihler Türkiye’den yana konmalı. Yoksa EXPO’ların geleceğine de gölge düşebilir. Öyle ya, Polonya, Fas... Kaybeden ülkeler... Bu kez zaten her şeyi hazır, EXPO’ya alışık bir Milano mu? Yoksa heyecanı, açılımları ile EXPO’ya da farklı bir boyut getirecek İzmir mi?".
Evet, bunlar her yerde konuşuluyor.
Ama... Yine de son sözü delegeler söyleyecek.
Yani... 140 ülkenin temsilcileri...
O güne kadar da gözler biz de...
Çok çalışmalı, özellikle ekonomik açılımları netleştirmeliyiz...
Şunun şurasında aydınlığa ne kaldı. 16 gün. 16 güncük!...
ESİN AĞABEY UNUTULUR MU?
Mazhar Zorlu, Haşmet Uslu, Zeki Özkul, İhsan Alyanak, Ahmet Piriştina gibi unutulmaz bir isim...
İzmir’in beyefendisi, ağabeyi. Ege Tütün İhracatçıları Birliği’nin kurucusu, Başkanı. Altay’ın unutulmaz önderi. Genç yaşına büyük başarılar sığdıran, güzel insan Mahmut Özgener’in sevgili babası. 71. doğum gününde aramızdan ayrılan ağabeyimiz, Esin Özgener.
İzmir, iş alemi, spor dünyası, Altay, Esin Ağabey’i unutmayacak.
Nur içinde yatsın.
Yazının Devamını Oku