Bizim eski statüko zaptiyeleri de işte aynen öyle ki Allah sonlarını hayır eylesin!
NİTEKİM seçim öncesi kendi öznel arzularını nesnel gerçeklermiş gibi yutturmaya çalışmış olan bir bölüm kalem ve ekran erbabı AK Parti zaferine yine kulp takmaya çalışıyor.
Binbir dereden su getirip, sütunlarda ve antenlerde yeni tevil yolları arıyorlar.
Hadi, “Balyoz”cu generalden “Ergenekon”cu Maocuya ve “Oda”cı istihbaratçıdan “laptop”çu tetikçiye, yeri göğü inleterek “Cumhuriyet Güçbirliği” yaftasıyla sandığa giden ve dehşet bozguna uğrayarak ağzının payını alan “ultra ulusalcı” şebekeyi kenara bırakalım.
Onların rezillik derecesini, iktidar partisinin başarısını Nazilerle kıyaslamak raddesine vardırmasını uğradıkları korkunç hezimetin kuyruk acısına yoralım ve gülüp geçelim.
PEKİ ya ötekiler? Yani aynı “ulusalcılık”ın kısmen daha az ultra kesitinden başlayıp “beyaz Türk” vehimli cenaha uzanan eski statüko bloğu yeni durumu nasıl açıklıyor?
Özet olarak formüle edersek şöyle bir züğürt tesellisine başvuruyor:
“Kürtçe Anayasa’ya girerse karnınız mı doyacak?”
HAYIR, doymayacak! Hatta aksine, azınlık da olsa bazı Kürtlerin hedeflediği gibi ülke etnik bir federasyona dönüştüğü takdirde Güneydoğu’daki mideler daha da zil çalacak.
Çünkü bu tür idari yapılanmalarda çok kez yaşanan olgu Türkiye’de de tekrarlanacak.
Cebinden çıkarttığı vergilerle o bölgeyi finanse Batı kesimler “mızıkçılık” yapacak.
Ulus-devletin merkezi paylaşım mekanizması dumura uğrayacağından meselâ bir Ege, meselâ bir Trakya, meselâ bir İstanbul giderek “zengin bencilliği” refleksiyle hareket edecek.
Yani oralar da İtalya’nın Padanya’sı, İspanya’nın Katalunya’sı, Belçika’nın Flamanya’sı veya Yunanistan’ın Girit’i gibi dâhili gelirlerin harice götürülmesine rest çekecek.
Ayıkla pirincin taşını, Kürtler Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olacak.
Hayır hayır, bu çocuk aftoslu bir kazanın kurbanı olarak metazori peydahlanmamıştır.
Sözlü, nişanlı ve nikâhlı bir izdivaç ertesinde gayet meşru bir doğum gerçekleşmiştir.
Lâkin bebeğin ceninden sakat olduğu bilinse bile ebeveynler kürtaja yanaşmamıştır.
Zira Kürt Solu’nun anası Urfa acısı salçaya bulanmış Marksist–Leninist totalitarizmdir.
Babası ise aynı komünist totalitarizmi bir de milliyetçi, laikçi ve şoven bir Jakobo-Kemalizmle “zenginleştirmiş” (!) Türk Solu’dur!
Yani valide hanım ne denli meymenetsizse, peder bey ondan da beter ucubedir.
Eh, Allah çocuğun sonunu hayır eyleye!
Ancak dikkat, buradaki hercümerç kelimesini kısmen olumlu anlamda kullandım.
Nasıl olur?
Kılıçdaroğlu liderliğindeki parti Haberal’lar, Balbay’lar, Akşin’ler gibi demokrasi kültürüne sonsuz uzak isimleri aday göstermişken sözcüğün olumluluk içermesi mümkün mü?
MÜMKÜN, çünkü yelpaze sırf onlarla sınırlı kalmıyor.
İlk aklıma gelenleri sayarsam liste aynı zamanda Osman Korutürk, Nur Serter, Sezgin Tanrıkulu veya Faruk Loloğlu gibi, illâ ortak fikir paylaşmasak bile o demokrasi kültürüne biat ettikleri kuşku götürmeyen saygın ve sivil şahsiyetleri de barındırıyor.
Öte yandan, velev ki kürsüde ciddi potlar kırmış ve polemik çıtasını gereksiz yere yukarı çekmiş olsun, altı oklu partinin yeni önderi nispeten de yine yeni bir dil kullanıyor. Eski ve köhne belagati arada bir tekrarlasa dahi modernist veçhe Kemal Kılıçdaroğlu’nda daha ağır basıyor. Baykal ve müritlerinin demagojik teranesine mesafeli duruyor.
Dolayısıyla da başta dediğim gibi yukarıdaki ikilemler hercümerç bir görüntü sunuyor.
Artı, aynı ün 2’nci Napoleon istibdadına karşı verdiği mücadeleyle de sınırlı kalmaz.
Fransız edibin uçkur düşüklüğü de ayyuka çıkmıştı ki Paris’e çok skandal yaşattı.
TAMAM, tabii ki elini sallasa ellisi ve şatolusu, saraylısı, malikânelisi ama üstat yine de öyle aristokrat baroneslere, asilzade leydilere, şıkıdım burjuvalara rağbet etmezdi.
Keyfinin kâhyası değilsiniz ya, varsa yoksa hizmetçi! Bilhassa da otel hizmetçileri!
Seksenini devirene dek sürdürdüğü “pansiyon maceraları”nı “Defter”ine teker teker not eder ve kadınların korse arasına sıkıştırdığı “bahşişleri” de kuruşu kuruşuna hesaplardı.
Söz konusu “Defter” benim kitaplığımda da duruyor, size bir örnek aktarayım:
“Magda! Eti budu gayet dolgun Flaman kızı! Rubens üryanlarına taş çıkartır. Waterloo muharebesini ben kazandım. 5 frank, 50 santim.”
Fakat ne zaman ki birey mahremiyetine tecavüz eden şu kaset komplosu ortaya çıktı, o andan itibaren altı oklu parti liderini tavizsiz sahiplenmekte zerre kadar tereddüde düşmedim.
Zaten tersini de tahayyül dahi edemezdim.
EDEMEZDİM, çünkü velev ki hasım addedelim, her hangi bir kamusal şahsiyetin şu veya bu “zaaf”ından (!) yararlanmaya kalkışmak ahlâki değerlere ihanet anlamına gelir.
Zira o ahlâk riyakâr ve sahtekâr bir bel altı zaptiyeliği değildir. Bambaşka bir şeydir.
Tam tersine ve de bilhassa, gerçek ve dürüst “a-h-l-â-k” bu tür bel altı zaptiyelerine karşı özel hayatın kutsallığını ve dokunulmazlığını sonuna kadar savunmaktır.
Hele hele söz konusu zaaflar politik amaçla ve üstelik yasal suç oluşturan kumpaslar vasıtasıyla ortalığa saçılıyorsa, bunlara prim vermek gayr-ı ahlâkiliğin en zirve noktasıdır!
Önyargıların aksine ahlâk uçkurda değil, o uçkurun mahremiyetine saygıdadır!
İMDİİ, madem fikirleriyle hiç bağdaşmasam dahi dün altı oklu kurum liderini o rezilâne komploya karşı tavizsiz sahiplenmiştim, bugün de aynısını yapmakla yükümlüyüm.
Kabul, vücuttaki metastaz tedavi edilmedi. Kimyoterapi daha uzun müddet sürecek.
Fakat en azından zehirli hücre salan o kanserli ura cerrah neşteri vurulmuş oldu.
Usame bin Ladin’in Amerikan kuvvetleri tarafından infaz edilmesini kastediyorum!
* * *
“İNFAZ” kelimesini bilhassa kullandım. Zira “El Kaide” lideri tabii ki infaz edildi!
“Eğer tedhişçiler direnmeseydi Ladin’i canlı ele geçirmek istiyorduk” yönündeki Pentagon açıklaması bıyık altından tebessümle karşılamak gerekiyor.
İfadenin sahibi Charles de Gaulle’dir ve bundan tam elli yıl önce ağzından çıkmıştır.
Çünkü Cezayir’in bağımsızlığını reddeden dört general 20 Nisan 1961 gecesi Kuzey Afrika kolonisinde darbe yapmıştı. Savaş nedeniyle de tüm Fransız ordusu Mağribi sahadaydı.
Dolayısıyla Paris üzerine atlayacak paraşütçülerin Meclis’i basması an meselesiydi.
Ama o Paris’teki lider mostralık değildir. Nazilere bile tek başına direnmiş de Gaulle’dür ki 21 Nisan sabahı üniformayı çektiği gibi ekran önüne çıktı ve yukarıdaki talimatı verdi.
Palyaço apoletliler de kırksekiz saate yelken mayna ettiler ve divan-ı harbi boyladılar.
* * *
BU fiyasko aslında o sıra yeni gerçekleşen “transistor devrimi”nden kaynaklandı.