Üstelik bu ihtimal Türkiye’nin iradesi dışında gerçekleşse dahi yine de mırın, kırın!
BUNLARI söyledim ama Halep oradaysa arşiv buradadır, sivil demokrasiyi ve insan haklarını tek kıstas belleyen bu satırlar yazarı çeyrek asırdır Esad hanedanına lânet yağdırıyor.
Hatta öyle ki, ebedi bir anti-emperyalizm kompleksinden muzdarip olan ve o sıra laikçi-dinci bir karma oluşturan “ulusalcı” koalisyon Baas rejiminin dehşetine tınmadan Suriye tavafına gittiğinde onları ti’ye almış ve bunu hangi vicdana sığınıyorsunuz diye sormuştum.
Dolayısıyla dün olduğu gibi bugün de, pederinin izini süren ve kıyam üstüne kıyam düzenleyen Beşar Esad oligarşisine karşı ancak kin besliyorum ki, kalbim asiler için çarpıyor.
ÖTE yandan o asileri ABD’nin kışkırttığı ve aslında İran’ın hedeflendiği türünden son komplo teorileri de sonsuz komik kaçıyor. Yukarıdaki kompleksin vahameti arşa varıyor.
Eh göz var, izan var! Artı, politik ve sosyolojik gerçeklerin inatçılığı var!
İnsaf, “Arap baharını” Tunus’ta başlatan seyyar satıcıyı da emperyalizm mi yaktı?
Hesapladım, demek ortalama her yedi yıl bir ayda asker sivile karşı süngü takmış.
Bazı Afrika ve Orta Amerika ülkelerinde emsali olabileceği için “dünya şampiyonu” diye büyük konuşmak istemiyorum ama şu kesin, TSK meşum bir rekorda başa güreşiyor.
ÖTE yandan yine öyle bir ordu tahayyül edin ki tam atmış yıldır NATO üyesidir.
Dolayısıyla da genel strateji çiziminden silah standardına veya lojistik eğitimine dek, Batı İttifakı’nda yer alan bütün askeri kuvvetlerle aynı kavram ve yöntemleri paylaşmaktadır.
Oysa buna rağmen, üstelik de muvazzaf konumdaki bazı en üst düzey generalleri bile “Avrasya seçeneği”nden veya “Çin–Rusya alternatifi”nden dem vurabilmektedir.
TSK burada da hiç kuşkusuz, kendi devletinin ta 1945’te yapmış olduğu ve hiç aralıksız sürdürdüğü “esas ve temel tercih”le çelişki dillendiren yegâne ordudur.
SONRA yine şöyle bir ordu tasavvur edin:
İstanbul’a geliş lâfını hiç açmadı. O zaman ben de kinayeli biçimde, “zat-ı âlileri bu yaz Dersaadet’e teşrif buyurmak lütfûnu bahşetmeyecekler mi” diye ağız aradım.
“Belki” dedi ve sevgilisiyle birlikte Norveç’e gideceğini söyledi. Tarih de vermedi.
AFALLADIM. Hem az çok bildiğim bu ülkeden tabiat hariç hiç hazetmediğim, hem de mahdum beyle hasret gideremeyeceğim için pederşahiliğim tuttu. Ahizede biraz çıkıştım.
“Yahu, iklimi soğuk, insanı soğuk, fiyördü soğuk, tatil geçirecek başka yer bulamadınız mı? Ne hacet, oldu olacak bari kutuplara çıkın” gibisinden şeyler söyledim.
Ancak tabii, babasının gençlik ve olgunluk tecrübeleriyle sabittir, yukarıdakilerin aksine Venüs vücutlu ve Viking bedenli dişilerinin hiç mi hiç soğuk olmadığını eklemedim.
Neye yarar? Bizimkisi oraya yavuklu gözetimi altında gideceğine göre ne boşuna iştah kabartmanın, ne de belki müstakbel gelinimin hışmını çekmenin âlemi var.
ÖTE yandan, ortanca oğlum da artık akademiyi bitirdi, ama o hâlâ babasının hakikatli kuzusudur. Yılda iki - üç kez olduğu gibi geçen cuma akşamı yine Yeşilköy’de karşıladık.
Meselâ falanca veya filancaya kanınız mı kaynadı, o da kabullendiği takdirde al takke ver külah ahbap olursunuz
Yani tercih hem sizin, hem de muhatabınızın açısından özgür ve özneldir.
OYSA husumet ilişkisinde durum tersine dönüşür. Seçim hürriyetiniz yoktur.
Eğer birisi sizi hasım, rakip veya düşman bellediyse yukarıdaki tercihi yapamazsınız.
“Hayır, sen git başkası gelsin” demek şansına ve lüksüne sahip değilsinizdir.
Artık karar ve iradenizin ötesinde bir gerçeklik doğmuştur ve dolayısıyla da kavgaysa kavga, münakaşaysa münakaşa, sulhsa sulh, şimdi onu muhatap almak zorunluluğu vardır.
Ve hiç şüphesiz bireyler için geçerlilik taşıyan bu kural devletler için de geçerlidir!
İMDİİ, hepimiz biliyor ve yaşıyoruz ki “Kürt Milli Hareketi” diye genelleştirebileceğimiz akım, olgu, örgüt her neyse, işte bu hareket Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en azından kurucu ideolojisini hasım addediyor.
Altı oklu kuruma ve Dersimli öndere saygısızlık olur falan diye değil!
Aksine, bu parti için bu benzetmeyi kullanmak Arthur Rimbaud’a haksızlık olur.
Yani o “Sarhoş Gemi” başlıklı muhteşem şiiriyle manzum edebiyatta çığır açmış olan evrensel Fransız’ı taşra politikacılığıyla özdeşleştirmek olur ki, ne haddime!
Peki, bu takdirde aynı Kılıçdaroğlu yönetimindeki aynı CHP neye benzetilebilir?
MADEM denizcilik terimiyle başladım bu takdirde şimdi de “deli pusula” diyeyim.
Çünkü aslında o pusulanın hiç “delirmemesi” ve hep kuzeyi göstermesi gerekir.
Oysa zaten mihrak olan kutuplar bir yana, örneğin Avustralya açığında ve Antil Denizi’nde, artı bulutların çok elektrik yüklendiği tropik fırtınalarda manyetik cazibe bozulur.
İlki Mehmet Ali Birand, diğeri ise Hasan Cemal’dir!
Oysa tevellüt hanesindeki yaş farklarımız öyle aman aman bir rakama ulaşmaz.
Kaldı ki, kanlarımız hemen kaynaştı, çok kısa süre içinde hem Mehmet Ali Abi, hem de Hasan Abi’yle enseye tokat derece yakın bir dostluk kurmak bahtiyarlığına eriştim.
Fakat hiçbir zaman o “abi” sıfatından vazgeçmedim ve geçemem!
Ama aslında eksiktir. Zira sözcüğün içerdiği nüans başka hiçbir dilde mevcut değildir.
Çünkü karşı devrimin ve anti–aydınlanmanın dev filozofu von Herder tarafından üretilmiş olan deyim Goethe lisanında “ulus”tan “soydaş”a uzanan bir yelpazeyle donanır.
Geri planda mutlaka bir kan bağı ve etnik sülâle çağrışımı vardır. Yani ırkiyat kokar.
Mesela önüne farklı sıfat eklenerek ezelden beri Sibirya bozkırına yerleşmiş Tötonlara da “volk” denir. Oysa Reich yerlisi fakat Slav asıllı Sorab azınlık için aynı ifade kullanılmaz.
Dolayısıyla da terim son derece tehlikelidir. Cımbızla tutmak gerekir.
Fakat buna rağmen o “volk” rahim romantik şiirin dâhisi Hölderlin’den senfonik müziğin üstadı Wagner’e ulaşan süreçte muazzam bir Cermen intelligentsia doğurmuştur.
Zaten akıl yerine ruhiyatı öne çıkartan ve Nietsche’nin “üstün insan” teorisine kayan şu pek meşhur “sturm und drang”, yani “fırtına ve tutku” akımı da “volk” hissiyata uzanır.
BUNA karşılık, yine aynı kökenden türemiş olan “völkisch” deyimi tümden lânetlidir.