KÜRT meselesinde öfkeyle oturup zararla kalkmanın âlemi yok! Ceremesini çok çektik. Durumu görmezden gelip kafamızı devekuşu gibi kuma gömmenin ise hiç faydası yok!
Şunu demek istiyorum: Ne on üç evladımızın önceki gün Silvan’da katledilmesiyle yaşanan acı, ne de yine aynı gün Diyarbakır’da “demokratik özerklik” ilân edilmesiyle doğan psikoz, Kürt sorununa ilişkin nesnel gerçeği en soğukkanlı biçimde saptamamızı asla engellememelidir. Fakat tabii ki durumun farkındayım. Gerek son travmaların tazeliği, gerekse zihni tabuların yerleşikliği konuya böylesine mesafeli bir açıdan yaklaşmamızı bilhassa zor kılıyor. Lâkin gerçekler inatçıdır ve onlara direnmek de acıları ancak daha çok derinleştirecektir. * * * EN önce hiç evelemeden ve hiç gevelemeden yukarıdaki inatçı gerçeğin adını koyalım: Kürtler “ulus” olmak yolundadır! Ok yaydan çıkmıştır ve artık bunun önü alınamaz. Ancak dikkat, “ulus?devlet” değil “ulus” dedim ki, açıklayayım. * * * MODERN millet kavramının ilk ve hâlâ en önemli teorisyeni olan Ernest Renan, TC kurucuları tarafından da benimsenmiş olan o çok ünlü “Ulus Nedir” risalesinde şu tanıma yer verir: “Ulus, varlığı her gün yenilenen bir plebisittir.” Renan burada “plebisit” derken millet ortaklığının sürekli tescilini kasteder. Sonra da ekler: “Ulusun özü bütün unsurların hem pek çok ortak noktaya sahip olmasında, hem de pek çok şeyi unutmuş olmasında yatar. Unutmamışların da o bazı şeyleri unutması gerekir”. Şimdi yukarıdaki kitabî teoriyi seksen sekiz yıllık siyasî Türkiye pratiğine tercüme edelim. * * * ŞU kesin, o her gün yenilenen plebisitte yani ulusun sürekli “onayı”nda başarı kazanamadık. Çünkü hedeflediğimiz millet bünyesindeki “bazı unsurlar bazı şeyleri unutmadılar”. Buradaki “bazı unsurlar” deyimiyle hem en yoğun etnik azınlığı oluşturan, hem coğrafi yekparelik arz eden, hem de devlet sınırlarının ötesinde kavmî bir bütün olan Kürtleri kastediyorum. Hayır, hiçbir ulus-devlet sütten çıkmış ak kaşık olmadığı ve zaten Renan’ın “tavsiyesi” de risalede durduğu için bu yazıda günah çıkartacak değilim. Fakat Kürtlere Kürtlüklerini asla unutturamadık ki işte bunun için önceki gün Silvan’da onüç evlâdımızı yitirdik ve yine bunun için Diyarbakır’da “demokratik özerklik” ilânını işittik. Peki, çıkartılacak sonuç ve ders nedir? * * * ŞUDUR: Henüz gerçekleşmediyse de Kürtler artık “kendisi için ulus” olmak yolundadır. Nitekim her millet gibi ilkin kurucu efsane aranmıştır. “Mem-û Zin” bu işlevi görmüştür. Sonra Norveçlilerin, Arnavutların hatta Almanların daha önce yaptığı gibi şive ve lehçelerin ortalamasında bir “ortak dil” üretilmeye başlanmıştır. Semboller, kahramanlar, kodlar yaratılmıştır. En önemlisi ise iradi biçimde “biz ulusuz” diye ortaya çıkan “öncüler” organizmaya dönüşmüştür. O “ulus” mitosu etrafında da ciddi bir kitleyi peşinden sürükler konuma ulaşmıştır. Tüm bunlar çok klasiktir ve “millet” oluşum süreçlerinin bütün unsurlarını içermektedir. * * * İMDİİ, tekrar gerçekler inatçıdır ve Kürtlerin “ulus”a dönüşmekte olduğu artık bir vakıadır. Fakat başta dediğim gibi, “ulus”a dönüşmek illâ ayrı bir “ulus-devlet” olmak, kurmak, hatta istemek anlamına gelmez ki bu çetrefil ve nüanslı konuyu bir başka yazıya bırakıyorum. Zaten yukarıdaki dönüşüm olgusunu dürüstçe saptamak bile şu an için yeter, çünkü Türkiye Cumhuriyeti “ulus-devleti”nin bölünmesini önleyecek yegâne “emniyet tedbiri” gerçekçiliktir!