30 Ağustos 2005
AMERİKAN Şirketler Derneği (American Business Forum in Turkey-2004 yılının Ocak ayında kurulmuş.Henüz çiçeği burnunda bir dernek olmasına rağmen önemli bir projeye girişmiş.Projenin bir ucunda İstanbul var.Diğer ucunda ise New York.Mutlaka duymuşsunuzdur.İstanbul ile New York sıkça birbirleriyle karşılaştırılır.İki şehrin enerjileri benzeşir.Geçen sabah buluştuğum, Amerikan Şirketler Derneği Başkanı Halim Neyzi ve genç ekibinin iki şehir için geliştirdikleri projenin adı ‘İstanbul-New York İş Ortaklığı Projesi’...Beş yıllık projenin esası İstanbul ile New York arasında belediyeler, ticaret odaları, sivil toplum örgütleri, özel sektör işbirliğini güçlendirmek.Projenin üçüncü ya da dördüncü yılında İstanbul ile New York’un kardeş şehir ilan edilmeleri ihtimali var.‘İstanbul-New York İş Ortaklığı Projesi’nin New York ayağından Süeda Sönmez sorumlu.Sönmez 25 yıldır Manhattan’lı.New York iş dünyasını yakından tanıyor.Birkaç günlüğüne İstanbul’a gelen Süeda Sönmez, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a projeyi anlatmış.Önümüzdeki günlerde Topbaş New York yolcusu.Manhattan Ticaret Odası’nın 11 Eylül günü Manhattan’da düzenlediği festivale katılacak.Festival dolayısıyla Amerikan Şirketler Derneği’nin Türk-Amerikan Ticaret ve Sanayi Odası ile birlikte bir organizasyonu var.‘Türkiye Sizi Ağırlıyor’ adındaki organizasyonda küçük çaplı bir ‘Kapalıçarşı’ düzenlemesi yapılacak.New York’ta yaşayan genç Türk sanatçılarının, tasarımcılarının eserlerine yer verilecekBu organizasyon yukarıda sözünü ettiğim projenin turizme yönelik boyutu sayılabilir.Yine önümüzdeki aylarda finans boyutuyla ilgili bir faaliyet var.New York’lu gayrimenkul yatırım fon yöneticilerine yönelik bir toplantı.Toplantıda İstanbul’daki gayrimenkul fırsatları anlatılacak.İstanbul-New York yakınlaşması yakından izlenmesi gereken önemli bir gelişme. Rixos, Donald Trump ile ortak mıDÜN şöyle bir e-posta geldi:‘Rixos Otel İnşaatı, Sembol İnşaat Çalışanları Mağdur’...Aynı e-posta uzun bir gazeteci listesine gönderilmiş.Gönderenler, Belek’teki Rixos Oteli’nin inşaatında çalışan teknik personel.İddia şu: 8 ay boyunca günde 8 saat yerine 16 saat çalışan teknik personele hak ettiği ücret ödenmemiş.Yani 8 saat alacakları var.Otelin açılışının üzerinden 2 ay geçmiş olmasına rağmen, Rixos otellerinin kurucusu Fettah Tamince’nin ortağı olduğu Sembol İnşaat parayı ödemiyormuş.Gerekçe ise şirkette para olmadığı.E-posta’yı gönderenler özetle diyor ki:‘Bu otel Sayın Fettah Tamince’nin tabiriyle dünyanın sayılı lüks otelleri arasında. 150 milyon dolarlık yatırım yapılmış, günlük oda ücreti 400 ila 1000 dolar arasında. Ama hak ettiğimiz para bugüne kadar ödenmedi’...İddia doğru mu bilemem...Ama internette dolaşan e-posta böyle.Bu arada, son günlerde turizm yatırımları ve ihaleler nedeniyle adını sıkça duyduğumuz Fettah Tamince’nin ta ABD’ye kadar uzandığını öğrendim.Hatta Amerikalı ünlü işadamı, ‘gayrimenkul kralı’ Donald Trump ile Florida’da ortak. Nasıl mı?Türkiye’de birçok işte ortaklık yaptığı, Türk vatandaşı Kazakistanlı işadamı Tevfik Arif aracılığıyla.Tevfik Arif uzun süredir ABD’de yaşıyor.ABD’deki şirketinin adı Bayrock.Bayrock Grubu, Donald Trump ve Roy Stillman adındaki üçüncü bir yatırımcı ile birlikte geçen ay Florida’da, Fort Lauderdale’de ‘condominium-otel’ inşaatına başlamış.‘Trump International Hotel ve Kule’nin inşaatı 2007 yılında tamamlanacak.Güney Florida’nın en lüks ‘condominium-otel’inde fiyatlar 500 bin dolar ile 3 milyon dolar arasında.İşin bizi ilgilendiren kısmı, Fettah Tamince’nin de Tevfik Arif ile birlikte Fort Lauderdale’deki lüks inşaata ortak olması. Her şey iyi güzel de...Türkiye’de en fazla konuşulan ihalelere giren, Florida’da emlak piyasasının efsanevi ismi Trump ile ortaklık yapan birinin işçilerinin sosyal haklarını gözardı etmesi mümkün mü?
button
Yazının Devamını Oku 
28 Ağustos 2005
Merrill Lynch’in ‘Dünya Servet Raporu’na göre, dünyadaki zenginlerin sayısı giderek artıyor. Yeryüzünün ‘milyarder’ bakımından en zengin olduğu dönemindeyiz. Merak ediyorsanız, tam 8 milyon milyardere sahibiz. Bunların toplam serveti ise 31 milyar dolar. Bu da dünya gelirinin dörtte birine eşit. Yalnız bu zenginler de maalesef aralarında sınıflara ayrılıyorlar. 8 milyondan sadece ve sadece 78 bini ‘ultra-zengin’ sınıfından.
ELİMİN altındaki derginin kapağı hayli iştah kabartıcı: ‘Milyarderlerin gerçek yaşamları’
Sözünü ettiğim dergi Fransız L’Express dergisi, milyarderler ise Batı’nın milyarderleri.
Buradakileri düğünlerde dağıtılan 300 dolarlık davetiyeler, ‘kraliçe taçları’yla filan tanıyoruz nasılsa.
Bakalım Batı’dakiler nasıl yaşıyor?
İlk tespit şu: Kazandıklarıyla 150 metrelik yatlar, şatolar ve tablolar alıyorlar. Yat boyutları bir fikir edinmek isterseniz, Rus milyarder Roman Abramoviç’ın 115 metrelik, Microsoft’un kurucularından Paul Allen’in 126 metrelik, Oracle’ın patronu Larry Ellison’ın 138 metrelik bir yatı olduğunu söyleyebilirim.
Bilinen en haşmetli yat ise Dubai Emiri’ne ait.
‘Project Platinium’ 160 metre.
ŞATONUN YANINDAKİ BAĞ
Yatın yanı sıra zenginliğin diğer bir göstergesi dediğim gibi şatolar.
Ama şimdilerde moda şatonun yanında bir bağ ya da bir ormanın olması. Çünkü bunlar ‘Burjuvazinin Sosyolojisi’ kitabının yazarı Monique Pinçot-Charlot’ya göre zenginlere bir ‘dirhem’ asalet katıyor.
Öyle olunca da zenginler Bordeaux’da içinde bir de şatosu olan bağlara 4,5 milyon Euro’yu gözü kapalı veriyor.
Tablolara gelince, sanat çevrelerinde Londralı yeni bir zenginin, Andy Warhol’un Liz Taylor portresini 12.6 milyon dolara satın aldığı konuşuluyor.
Anladığım kadarıyla, Londralı yeni zengin zeki de...
Parasını ne olduğunu anlamayacağı bir sanat eserine yatırmak yerine tanıdığı Liz Taylor’a yatırmayı tercih etmiş...
İki, üç yıl sonra satmaya kalkıştığında ne olur bilmem.
Bu arada uçakları atlamayalım.
37 milyon dolarlık Falcon’lar, 40 milyon dolarlık Gulfstream’ler şükür zenginlerimizin ayağını yerden kesiyor.
Merrill Lynch’in ‘Dünya Servet Raporu’na göre, dünyadaki zenginlerin sayısı giderek artıyor.
Yeryüzünün ‘milyarder’ bakımından en zengin olduğu dönemindeyiz.
Merak ediyorsanız, tam 8 milyon milyardere sahibiz.
Milyonlarla, milyarlar karışmaya başladığı galiba...
O zaman binlere geçelim.
‘Dünya Servet Raporu’na göre, milyarder (yanlışlık olmasın dolar ve Euro milyarderi) sayısı 2004 yılına göre 600 bin artmış.
Bunların toplam serveti ise 31 milyar dolar.
Bu da dünya gelirinin dörtte birine eşit.
Yalnız bu zenginler de maalesef aralarında sınıflara ayrılıyorlar.
8 milyondan sadece ve sadece 78 bini ‘ultra-zengin’ sınıfından.
İşte bu ‘ultra-zengin’lerin geriye kalan zenginlere faydadan çok zararı söz konusu. Zira lüks tüketim fiyatlarını yukarıya çekiyorlar. Beluga havyarının, ya da Ferrari’nin fiyatının sürekli artmasının tek sorumlusu onlar.
UÇURUM GİTTİKÇE BÜYÜYOR
Peki bu takım nerelerde geziyor? Nerelerde tatil yapıyor?
İspanya’da Marbella, Fas’ta Marakeş ve Karayipler en sevdikleri yerler.
Tabii şimdilik...
Çünkü böyle tatil yerlerinin de modası var.
L’Express dergisinin zenginlerin dünyasını mercek altına aldığı günlerde Birleşmiş Milletler’in raporu yayınlandı.
‘2005 Yılında Dünyada Sosyal Durum: Eşitsizlik Hali’ raporu ne diyor?
Zengin ile yoksul arasında uçurum daha da büyümüş.
Dünyadaki üretimin yüzde 80’i gelişmiş ülkelerde yaşayan 1 milyar insana, yüzde 20’si geri kalan 5 milyara gidiyor.
Nereye kadar...
Ben Kofi Annan olsaydım bu raporu 8 milyon milyardere gönderirdim.
Karayipler’de 150 metrelik yatlarında güneşlenirken okusunlar diye.
Yazının Devamını Oku 
26 Ağustos 2005
<B>TÜRKİYE</B>’deki köy sayısı resmi verilere göre 35 bin 181.<br><br>Başlıkta verdiğim rakamdan üç fazla. Farkın nedenini şöyle açıklayabilirim.
3 köye balık vermek yerine balık tutmak öğretilmiş.
Darısı geriye kalanların başına.
Köylere balık tutmayı öğretme projesinin mimarı OPET Yönetim Kurulu üyesi Nurten Öztürk.
‘Temiz Tuvalet’ kampanyasını Türkiye’nin en ücra köşelerine taşımayı başarmış.
Şimdi ‘Örnek Köy’ projesiyle yine yollarda.
Önceki gün bir öğle yemeğinde Nurten Öztürk ile buluşuyoruz.
Proje ilk kez geçen yıl nisan ayında Mardin’de Dara Köyü’nde başlamış.
Dara Köyü, antik Dara şehrinin hemen yanıbaşında.
Turizm potansiyeli hayli fazla.
Yani köyün turizmle kalkınması mümkün.
‘Örnek Köy’ projesi de zaten bir anlamda bir kalkınma programı.
Dara Köyü’nde işe çeşitli kurslar verilerek başlanmış.
Hijyen, ağaçlandırma, el sanatları kursları gibi.
Köye bir kültür merkezi yapılmış, ilkokula ise bilgisayar atölyesi ve kütüphane.
OPET, köye uğrayan turistlere verilmesi için Dara harabeleriyle ilgili broşürler, CD’ler de dağıtmış.
İkinci ‘Örnek Köy’ Gaziantep yakınlarındaki Yesemek Köyü.
Hitit döneminde heykel atölyelerinin olduğu bir yer.
Yesemek Köyü heykelleriyle bir açık hava müzesi.
Dara Köyü’nde izlenen strateji burada da uygulanmış.
Çeşitli kurslar verilmiş, çevre yeşillenmiş ve köylülere turizmin nasıl bir geçim kaynağı olacağının yolları gösterilmiş.
Nurten Öztürk önemli olanın köy ahalisinin katılımının olduğunu ve bunu büyük ölçüde sağladıklarını anlatıyor.
Üçüncü ‘Örnek Köy’ Nurten Öztürk’ün doğum yeri olan Bolu’daki Pazarköy.
Peki bu köyde mi tarihi bir zenginliğe sahip?
Hayır değil ama doğal bir güzelliği var.
Yani yine turizm ön plana çıkabilir.
Nurten Öztürk, köyleri ziyaret ettiğinde muhtarlara ‘gösterecek, değerlendirebilecek neleriniz var’ diye sorduğunu ve onlardan envanter istediğini anlatıyor.
Strateji muhtarın yönlendirmesine göre çiziliyor.
‘Temiz Tuvalet’ kampanyasında büyük bir başarıya imza atmış olan Nurten Öztürk’ün ‘Örnek Köy’ projesinde yolu hayli uzun.
Hepimizin desteğine ihtiyacı var.
Unutmayın, köylerin kalkınması demek Türkiye’nin kalkınması demek.
Neden kadın CEO, neden kadın yönetim kurulu üyesi
Nurten Öztürk, OPET Yönetim Kurulu üyesi.
1992 yılında kocası Fikret Öztürk ile birlikte Türkiye’nin ilk akaryakıt şirketi OPET’i kurmuş.
Başarılı bir işkadını.
Ama bununla yetinmemiş hayatını neredeyse ‘bilinçli toplum’ projelerine adamış.
Sürekli proje üretiyor.
Nurten Öztürk, en üst mevkiye gelmiş birinin bir anda çok iş yapabileceğinin iyi örneği.
Hiç kuşkunuz olmasın bunda kadın olmasının önemli payı var.
Erkeklerin alınmasına gerek yok çünkü üst mevkide bir kadının daha verimli olduğu bilimsel bir araştırmanın sonucu.
24 Ağustos tarihli International Herald Tribune Gazetesi’nde Thomas Fuller’in kaleme almış olduğu bir yazı var.
Başlığı şöyle:
‘Yönetim kurulu odalarında kadınlara bir yer’...
Fuller, bir beyin avcısının söylediklerine dayanarak kadın CEO’ların daha başarılı olduklarını yazıyor.
Gelişmiş ülkelerde kadın CEO ve yönetim kurullarına kadın üye trendi giderek yayılıyormuş.
Zira kadınların aynı anda birçok işi yapabildikleri, duygusal zekalarının daha gelişmiş olduğu, egolarını bastırabildikleri kanıtlanmış.
Yazının Devamını Oku 
23 Ağustos 2005
<B>FORMULA 1 </B>keyfimizi yerine getirdi.<br><br>Herkes yarışmanın Türkiye’nin ve özellikle İstanbul’un tanıtımı için müthiş bir fırsat olduğu konusunda hemfikir. İstanbul Park’ta önümüzdeki aylarda başka organizasyonların da olacağı söyleniyor.
Uluslararası Mimarlar Kongresi de başarıydı, Formula 1 de.
İstanbul herkesin dilinde.
Newsweek Dergisi de zaten son sayısında İstanbul’u kapak yapmış.
‘Avrupalı olsun, olmasın İstanbul dünyanın en karizmatik şehirlerinden biri’ diye de eklemiş.
Her şey güzel ama içimde kuşkular var.
Amaç sadece tanıtım mı, yoksa gerçekten İstanbul’u bir ‘dünya şehri’ haline dönüştürmek mi?
Eğer amaç olması gerektiği gibi ikinci şık ise bunun için belli bir strateji, bu stratejiyi izleyecek belli bir ekip gerekmez mi?
Formula 1’i Paris’ten izleyen İtalyan Piemonte Ticaret Odası danışmanlarından Uygar Arıca’nın gönderdiği mail kaygılarımı paylaşıyor.
Arıca soruyor...
‘Bu organizasyonların İstanbul’un tanıtımına faydası olduğu kesin ama nereye kadar... İstanbul’un kalıcı imajı için stratejilerimiz nedir?’
Arıca ile aynı kaygıları paylaşmamızın nedeni var.
İkimiz de temmuz ayı başlarında Torino’daydık.
Torino’yu bir sanayi şehrinden, bir kültür ve teknoloji şehrine dönüştürmek için ne yapılmak istendiğini gördük, duyduk.
Bir şehri dönüştürmek, ona yepyeni ve kalıcı bir imaj yapıştırmak öyle kolay iş değil.
Bunun için 1998 yılında ‘Torino Internazionale’ kurulmuş.
‘Torino Internazionale’ şehrin imajını oluşturup, dünyaya tanıtıyor.
Başında 1966 doğumlu bir ‘ileşitim gurusu’ var: Paolo Verri.
İSTANBUL’A DAVET
Torino gezisi sırasında, konuşma fırsatı bulduğum Verri beni o kadar etkiledi ki kendisini İstanbul’a davet ettim.
Kendisini, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile tanıştırmak istediğimi söyledim.
Peki Paolo Verri neler anlattı?
Torino’nun ‘gri, kasvetli sanayi şehri’ imajından kurtulmak için önce şehrin ‘yaşama şeklini’ değiştirmeye karar verdiğini anlattı.
Yıllarca araba fabrikalarından, atölyelerden başka şey görmemiş insanları sanatla, kültürle barıştırmak pek kolay olmamış.
Torino’da kültür sektöründe çalışanların sayısı 1980’li yılların sonunda 5 bin.
Şimdi ise 25 bin.
Sanat festivalleri, kitap fuarları derken şehir şimdi Avrupa’nın kültür merkezleri arasında.
Torino dediğim gibi teknolojide de iddialı.
Sanayi şehri olduğu için zaten altyapı mevcut.
Avrupa’nın ilk ‘hidrojen’ kullanacak merkezlerinden biri olma çabasında.
2006 yılında ağırlayacağı Kış Olimpiyatları için çalışmalar var.
Olimpik Köy’de hidrojen enerjisi kullanılacak.
Verri’ye göre, şehir böyle bir değişimden geçerken çehresi de değişmiş.
Merkezi başka bir yere kaydırılmış.
‘Ama’ diyor Verri, ‘Torinoluların değişimi anlamaları, mutlu olmaları için de çalıştık’.
Slogan şöyle: ‘Torino daima hareket halinde’...
Şehrin ‘imaj maker’larından biri olan Verri, imaj için Barcelona’nın ve Londra’nın ‘imaj maker’ları ile birlikte çalıştıklarını söylüyor.
Elbet şehirlerin de birbirlerinden öğrenecekleri vardır..
Şimdi söyleyin...
Verri’yi İstanbul’a ısrarla davet ederken haksız mıyım?
Formula 1’ciler en fazla Atatürk kitabı almışlar
FORMULA 1’i Toyota’nın davetlisi olarak Paddock Club’tan izlemek iyiydi, hoştu ama şu güneş olmasaydı...
Güler Sabancı’ya şemsiye açtıran güneşten ara sıra kaçmak üzere Paddock Club’ta attığım turlar faydalı oldu.
Kendimi VIP Turizm’in çadırında buldum.
Yıllardan beri Türkiye’nin tanıtımı için uğraşan Yasemin Pirinçcioğlu yine kısacık bir zaman diliminde bir mucize gerçekleştirmeyi başarmış.
Osmanlı kaftanlarıyla, padişah portreleriyle, Kütahya çinileriyle, sanat kitaplarıyla çadırı küçük çaplı bir müzeye dönüştürmeyi başarmış.
VIP’in çadırını ziyaret edenlerin en çok nelerle ilgilendiklerini, neler satın aldıklarını sordum.
En fazla Andrew Mango’nun Atatürk kitabını satın almışlar.
Yazının Devamını Oku 
21 Ağustos 2005
Sevdalandık elbet Macahel’e. Ama Karadeniz’in dağlık yollarında sevdalandığımız biri daha oldu. Karadeniz türküleri söyleyen Hülya Polat ve de özellikle ‘Ula Nuri’ türküsü: Sen kahvede durursun/Hep ben mi çalışacağum?/Uşakların zirziri,/Kaynananın dirdiri./Ula Nuri.../Daha gelme bu eve,/Yürü hayırsız yürü,/Bıraktın gittin beni/Uşaklar sürü sürü.... TEMA Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Gökyiğit’in peşine takıldık Macahel’e gidiyoruz. Macahel neresi?
Kuzeydoğu Karadeniz’de, Gürcistan sınırında, Karçal Dağları ile Kaçkar Dağları arasında bir vadi.
Üç tarafı dağlarla çevrili.
Kışın kar yolları kapattı mı, Macahel’deki altı köyün sakinleri vadide hapis.
Hasta varsa, karlı yolları aşmak dert.
Kimi zaman 2,5 saat uzaklıktaki en yakın merkez Borçka’ya hasta taşımak için 150 kişi birden yollara düşüyor.
Ama yazın, kar derdi olmayınca vadi tam bir cennet.
Yeşiliyle, çam ormanlarıyla, Karadeniz’e özgü kırsal mimarisiyle, şelaleleriyle. Bir hurileri eksik desem...
Bir elinizi atıyorsunuz ağaçların arasında fındık, ahududu, böğürtlen.
Diğerini atıyorsunuz ıhlamur, dağ kekiği.
Hani ‘Bir elim yağda, diğeri balda’ derler ya.... Tam o vaziyet.
İnsanları misafirperver.
Evde ne varsa önünüze yığıyorlar.
TEMA Vakfı’nın Artvinli Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Gökyiğit 10 yıldan beri gittiği, dağlarına tırmandığı Macahel’e sevdalı.
Onunla birlikte oralara giden de sevdalanıp dönüyor.
Biz de sevdalandık elbet Macahel’e.
Ama Karadeniz’in dağlık yollarında sevdalandığımız biri daha oldu.
Karadeniz türkülerini söyleyen Hülya Polat ve de özellikle ‘Ula Nuri’ türküsü.
Aklımda kaldığı kadarıyla sözleri şöyle:
‘Sabah kalkacağum,
Ateşi yakacağum,
İneği sağacağum,
Tarlayı kazacağum,
Mısırı kıracağum,
Fındığı toplayacağum,
Uşaklara bakacağum...
Sen kahvede durursun.
Hep ben mi çalışacağum?
Uşakların zirziri,
Kaynananın dirdiri.
Ula Nuri...
Daha gelme bu eve,
Yürü hayırsız yürü,
Bıraktın gittin beni
Uşaklar sürü sürü....
‘Ula Nuri’ üç günlük Karadeniz yolculuğumuzun parola şarkısı.
Minibüse biner binmez CD konuyor, hep bir ağızdan ‘Ula Nuri’ başlıyor.
Hülya Polat özel hayatında öyle mi bilmem ama şarkılarında sıkı feminist.
Karadenizli kadınların zor hayatını pek güzel anlatıyor.
Gözlerimizle gördük oralarda.
Tarlalarda çalışan kadınlar, evde çocuklarla ilgilenenler, börekleri, baklavaları açanlar yine kadınlar.
Macahel’de TEMA’nın desteğiyle en çok ‘ana arı’ üretmeyi başaran da bir kadın.
Ortalıkta laf üretenler ise ‘Ula Nuri’ler....
Yazının Devamını Oku 
19 Ağustos 2005
<B>TÜRKİYE Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve</B> <B>Doğal Varlıkları Koruma Vakfı TEMA</B>’nın projelerinden biri Karadeniz’de <B>Camili Havzası’</B>nda. Gürcistan sınırındaki havzanın bir diğer adı da Macahel.
Macahel Projesi, TEMA Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Gökyiğit’in gözbebeği.
Zira kendisi o yöreden, Artvin’den.
Gökyiğit’in rehberliğinde hafta sonunda kalabalık bir grupla Macahel’deyiz.
Erdal ve Sevinç İnönü, eski dışişleri bakanlarından Vahit Halefoğlu ve eşi Zehra Halefoğlu, İSO Meclis Başkanı Hüsamettin Kavi gruptaki bazı isimler.
Ekibe daha sonra Artvin Valisi Orhan Kırlı ve Çay-Kur eski Genel Müdürü Nejat Ural eşleriyle katılıyor.
Yolculuk nedeni Camili Köyü’ndeki Bal Festivali.
TEMA’nın Macahel Projesi bir kırsal kalkınma projesi.
Arıcılık ise en önemli ayağı.
Yaklaşık 10 yıldan beri bu bölgeyle ilgilenen TEMA 1998 yılında Macahel Vadisi’nde yaptığı incelemede arı türleri arasında en verimlisi diye bilinen saf ‘Kafkas’ arısına rastlıyor.
Kafkas arısı, vadinin üç tarafının dağlarla çevrili olması ve dışardan başka bir arı kolonisi gelmemiş olması nedeniyle melezleşmemiş.
Saf Kafkas arısının bulunmasından sonra TEMA harekete geçiyor.
Bir yandan arıcılığı teşvik ediyor.
Diğer yandan yöre halkına doğal çiftleşme ile saf Kafkas arısı üretmeyi öğretiyor.
BAL, MISIR VAR, PARA YOK
Macahel Vadisi’ndeki altı köyde yaz aylarında 300, kış aylarında ise 150 aile yaşıyor.
Mısır, fındık yetiştiriyorlar.
Arıcılık da oldukça yaygın.
Uçsuz bucaksız vadiye serpiştirilmiş evlerde yaşayan ailelerin yıllık geliri 1000 dolar civarında.
Macahel belgeselinde izlediğimiz yaşlı, bilge bir köylünün dediği şu:
‘Mısırımız var, fındığımız var, balımız var ama paramız yok.’
Kışın kar nedeniyle ulaşıma kapanan vadide tamamıyla izole bir hayat yaşayan köylülerin bazıları gerçekten zor durumda.
TEMA’nın kırsal kalkınma projesi bir çoğunun hayatını değiştirebilir.
Değiştirmeye başlamış bile.
Şöyle ki, doğal çiftleşme yöntemiyle ‘ana’ arı üretmeye ve daha verimli arıcılık yapmaya istekli köylülere eğitim veriliyor.
TEMA’nın Macahel’deki arıcılık projesinin başında Türkiye’nin en önemli arıcılık uzmanı Ahmet İnci var.
‘Ana’ arıcılık üretimi birkaç yılda katlanmış.
2000 yılında 3 bin ana arı üretilirken, 2004 yılında bu sayı 7 bine ulaşmış.
Vadide üretilen ana arıların adedi 16 dolar.
2004 yılında 23 ailenin ürettikleri arılardan elde ettikleri gelir 105 bin dolar.
Yani yıllık geliri bin dolardan beş bin dolara yükseltmek pekálá mümkün.
Yetkililerin hesaplarına göre 2005 yılında 23 ailenin ana arı üretimi 14 bine ulaşacak.
Üretilen saf Kafkas ana arılar şimdilik iç talebi karşılıyor.
Yurtdışından da talep var ama ihracat daha sonraki aşama.
Bu arada TEMA ana arı ve organik bal üretimi için Avrupa Birliği’nden fon sağlamayı başarmış.
130 bin Euro’luk fonla Macahel Vadisi’ndeki 60 işsiz genç ana arı üretmek için eğitim alacak, 40 arıcı ise organik bal üretimi için teşvik edilecek.
Ana arı üretiminin Camili halkının nasıl hayatını değiştirdiğinin bir örneği Melahat Gülbin.
Dört, beş yıldan beri bu işi yapan Melahat Gülbin, vadiye 2.5 saat uzaklıktaki Borçka ilçesinde bir apartman katı almayı başarmış.
Ancak çarpık yapılaşmadan payını alan o güzelim ilçedeki evine istimlak nedeniyle taşınamıyor.
Bursa’da endüstriyel ağaç tarımı başladı
TEMA ekibiyle yolculuk demek, doğada neler olup bittiğini farkına varmak demek.
Dünyada ve bizde ormanların giderek tahrip olduğunu, çölleşmenin arttığını elbet biliyoruz.
Ama bu sayılarla ortaya konunca işin rengi değişiyor.
Türkiye’da ormanlar giderek azalıyor.
1980 yılında ormanlardan 23 milyon metreküp ürün alınmış.
2004 yılında ise sadece 13 milyon metreküp.
TEMA’nın hesaplarına göre, ormanlarımız bugünkü gibi istismar edildiği takdirde 2020 ile 2025 yılları arasında tükenmeye mahkum.
Bunu önlemek için de her yıl 25 bin hektar ağaç ekilmesi gerek...
Bu miktarda bir ağaç ekimi yok ortada.
TEMA’nın ve Orman Bakanlığı’nın öncülüğünde başlatılan ‘endüstriyel ağaç ekimi’ projesi açığı kapatmak için bir adım.
Projeyi yürüten ENAT yani Endüstriyel Ağaç Tarımı Sanayi ve Ticaret A.Ş.
ENAT, Ali Koç, Feyyaz Berker gibi işadamlarını, Koray, Şahinler, Borusan gibi şirketleri bir araya getiren bir oluşum.
Bursa-Balıkesir yöresinde 250 hektarlık bir alanın ağaçlandırılmasına başlamış.
İyi bir haber.
Yazının Devamını Oku 
16 Ağustos 2005
<B>İŞ DÜNYASININ </B>en renkli kişilerinden biridir <B>Hedef Alliance</B> Yönetim Kurulu Başkanı <B>Ethem Sancak. İstanbul Modern’in en büyük sponsoru olan Ethem Sancak Türkiye’nin sayılı ‘yürüyen kütüphaneleri’nden biridir.
Sanata, tarihe ve en çok da arkeolojiye meraklı.
Öylesine bir merak ki, 14 yaşındaki kızına ‘Arkeoloji okursan mirasımın bir bölümünü senin kazılarına ayırırım’ diyecek kadar.
‘Yüzme bilmem, vakit buldukça arkeolojik alanları gezerim.’
Öyle diyor Ethem Sancak.
30 yıldan beri Türkiye’nin hemen hemen her yerini gezmiş.
Kimsenin bilmediği ören yerlerini biliyor.
Ethem Sancak üç, dört yıldan beri Siirt’te Türbehöyük’te Ege Üniversitesi’nin sürdürdüğü kazıların sponsoru.
‘Güney Mezopotamya’da Asur varlığıyla ilgili birçok eser var. Ama ilk kez Kuzey Mezopotamya yani Siirt ve civarında Asur varlığını tespit ettik’ diyor.
Türbehöyük kazılarında yaklaşık 4 bin yıllık bir Asur tableti bulunmuş.
Urartu medeniyetini yıkan, Hititlerle savaşan Asurlular tarihte önemli bir yere sahip.
Türkiye’de günün birinde Asurlular, Hititler gibi konuşulacaksa bunda Ethem Sancak’ın önemli payı olacak.
Ancak ne yazık ki, Türbehöyük kazıları Ilısu Barajı nedeniyle fazla süremeyecek.
Peki Ethem Sancak’ın arkeoloji sponsorluğu sona mı erecek?
Elbette hayır...
İşadamının yeni gözbebeği Siirt’ten uzakta, Ege kıyılarında.
Kaz Dağı’nın güney eteklerindeki Antandros antik şehri bu.
MÖ 8. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen eski bir tersane şehri.
Antandros ile Ethem Sancak’ı buluşturan ise bendeniz.
SPONSOR ÖNCE AKBANK’TI
Bu güzel buluşma hikayesini dilerseniz en başından anlatayım.
Sanırım iki yıl önceydi. Yazlarını Altınoluk’ta geçiren, Gazete İşverenleri Sendikası eski genel sekreteri Remzi Erkürem elinde bir dosya ile ziyaretime geldi.
İlk kez 1989 yılında kazılan Antandros’a destek arayışındaydı.
Akbank birkaç yıl üst üste kazıları desteklemiş, sonra çekilmişti.
Antandros sahipsizdi.
Sponsor bulunmadığı takdirde Ege Üniversitesi’nin sürdürdüğü kazılar duracaktı.
‘Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği’ni kuran Remzi Erkürem sesini bir yere duyuramıyordu.
80 yaşını devirmiş birinin antik şehri kurtarma gayretini, heyecanını görseniz.
Onu en iyi anlayacak kişi belki de Ethem Sancak’tı.
Gerçekten yanılmamışım.
Antandros’tan söz edince Ethem Sancak’ın gözleri parladı resmen.
Hemen ilgilendi.
Bu yazdan itibaren antik şehrin sponsoru artık o.
Sancak, Antandros ile ilgili son gelişmeleri aktarmak için geçen cuma günü gazeteye ziyaretime geldi.
Yanında yakın dostu ve 21 bin eczacıya dağıtılan Hedef Sağlık Dergisi’nin
Genel Yayın Müdürü Cengizhan Güngör.
Güngör Antandros’tan yeni dönmüş.
‘Oraya giderken biraz endişeliydim ama şimdi fikrim değişti. Antandros yeni bir Efes olabilir’ diyor.
Kazılardan gösterdiği fotoğraflarda yeni ortaya çıkartılan bir Roma villasının müthiş mozaik zemini görülüyor.
Türkiye’nin en itibarlı sağlık dergilerinden biri olan Hedef Sağlık’ın önümüzdeki ay kapağı Antandros.
Ethem Sancak mutlu.
Ben mutlu.
Bahçesaray kız yurduna öğrenci garantisi
ETHEM Sancak sanat, arkeoloji sponsorluğunun yanısıra sağlık ve eğitime de önemli ölçüde destek verenlerden.
En son Van’ın Bahçesaray ilçesine yüz kişilik bir kız yurdu yapmayı vaat etmiş.
Bahçesaray kız yurduyla ilgili ilginç bir anekdot da aktarıyor.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, kız yurduna 100 öğrenci bulunamayacağını iddia etmiş.
Bunun üzerine Bahçesaray Belediye Başkanı Naci Orhon ‘Mutlaka yeterli sayıda kız öğrenci bulacağım. 99 tane bulursam 100’e tamamlamak için gerekirse eşimi kız yurduna gönderirim’ demiş.
Yazının Devamını Oku 