23 Mart 2007
OPET Yönetim Kurulu Üyesi Nurten Öztürk karşımda kalın dosyasıyla oturuyor.<br><br>Öztürk’ü hepimiz "Temiz Tuvalet" kampanyasından tanıyoruz. Bugün karayollarındaki birçok benzin istasyonunda, duraklama yerlerinde "Temiz Tuvalet"ler buluyorsak kuşkunuz olmasın bu büyük oranla onun sayesinde.
Kalın dosyasında ise başka bir şey var.
Gelibolu Yarımadası’nda Eceabat ve altı köyün bir mimar ekibinin desteğiyle baştan aşağıya yenilenmesi, köylülerin eğitilmesi.
"Nereden çıktı bu fikir" diyecek oluyorum.
"Gelibolu Yarımadası’ndaki Milli Park’ı ziyaret ederken yol üzerindeki köylerin yoksulluğu beni çok etkiledi. Harekete geçmeye karar verdim."
Nurten Öztürk hem kendisi harekete geçmiş, hem tüm yarımadayı harekete geçirmiş.
Gösterdiği fotoğraflar köylerin bir önceki ve şimdiki durumlarını gösteriyor.
Aradaki fark inanılmaz.
Tarihi dokuyu korumak şartıyla meydanlar düzenlenmiş, evler elden geçirilmiş, satıcıların tezgahları yenilenmiş, parklar, müzeler baştan düzenlenmiş.
Kilitbahir Köyü’nde harap durumdaki bir karakol binası Kültür ve Sanat Merkezi’ne dönüşmüş.
Baktım fotoğraflardan birinde Kültür ve Sanat Merkezi’nde iki ayrı sergi var.
Altı köye "sihirli bir değnek" değmiş gibi.
Köyler değişir, oralarda yaşayan insanlar değişmez mi?
"Köylülere pansiyonculuk, el sanatları, İngilizce öğretmek için kurslar açtık."
Bu yıl 18 Mart kutlamaları sırasında da gördük.
Çanakkale, Gelibolu Yarımadası insanların akın akın ziyaret ettikleri yerler.
Bu yıl beklenen yerli, yabancı turist sayısı 5 milyonun üzerinde Öztürk’ün aktardığına göre.
Anzak Günü için kalkıp Avustralya, Yeni Zelanda’dan gelenlerin çoğu yeterince otel olmadığı için küçük pansiyonlarda konaklıyor.
Dolayısıyla pansiyonculuğun teşvik edilmesi, köylülerin yabancı lisan öğrenmeleri şart.
Nurten Öztürk, ekibiyle şöyle bir yol bulmuş:
Her köyde 5 kadın ve 5 erkekten oluşan komiteler oluşturmuş.
İşte bu komiteler köyün ihtiyaçlarını saptıyor.
Ayrıca nelerin yapıldığını rapor halinde sunuyor.
Köyler arasında "hangisi yapılanları en iyi koruyor" diye bir yarışma da açılmış.
Gördüğüm kadarıyla Nurten Öztürk ve ekibi bölgeyi hareketlendirme konusunda oldukça yaratıcı.
ODTÜ’den öğrenciler köylere davet edilmiş, Turizm Yüksek Okulu öğrencileri köylerdeki lokantalarda, pansiyonlarda staja çağırılmış.
Eşi Fikret Öztürk ile birlikte Opet’i kurduktan sonra yüzde 50’sini beş yıl kadar önce Koç Grubu’na satmış olan Nurten Öztürk’ün "Tarihe Saygı" Projesi’ne 3 yıllık bir süre için ayırdığı para 5 milyon dolar.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymamış.
5 milyon dolar bir yılda bitmiş.
Nurten Öztürk’ün önüne koyduğu hedef Gelibolu Yarımadası’nda 12 köy.
Dolayısıyla belli ki, "Tarihe Saygı" Projesi 5 milyon doların üzerine çıkacak.
KAGİDER’in bir misyonu daha var
ÖNCEKİ gece, KAGİDER’in (Türkiye Kadın Girişimciler Derneği) yeni başkanı, başkan yardımcıları ve yönetim kurulu üyeleriyle bir araya geldik.
KAGİDER’i kurduktan sonra 4.5 yıl gibi bir sürede başarılı bir noktaya getiren Meltem Kurtsan’ın yerine bayrağı devralan Gülseren Onanç, Ticketturk’un sahiplerinden.
Onanç’ın yardımcıları Suzan Sabancı Dinçer ile Aydan Baktır.
4.5 yılda üye sayısı 150’ye ulaşan KAGİDER’in bundan sonra çizgisi nasıl olacak?
Bunun ipuçlarını Gülseren Onanç’ın yaptığı kısa konuşmadan çıkartmak mümkün.
Yola kadın girişimciliğini geliştirmek, ekonomik ve sosyal hayatta kadının konumunu güçlendirmek için çıkan KAGİDER bundan böyle "kadın-erkek eşitliği"için ağırlığını daha fazla koyacak.
"Kadının gelişmesini isteyen her birey, her kurum bizim yol arkadaşımız" diyen Onanç, kadın-erkek fırsat eşitliğini hükümetten, muhalefet partilerinden daha fazla talep edeceklerini söylüyor.
Zira KAMER Başkanı Nebahat Akkoç’un da dediği gibi "eşitsizliğin, şiddetin olduğu yerde kadınlar için girişimcilik zor".
KAGİDER’in bundan sonra mücadelesi hem kadın girişimcilerin sayısını artırmak, hem kadın-erkek eşitliği için.
Yazının Devamını Oku 
20 Mart 2007
UNUTULMAZ bir film idi Otel Ruanda.<br><br>Ruanda’da bir milyondan fazla kişinin ölümüyle sonuçlanan Hutu’larla Tutsi’ler arasındaki savaşta Tutsi mültecileri korumaya çalışan bir otel müdürünün hikayesiydi film. Gerçek bir yaşam öyküsünden aktarılmıştı.
Filmde Otel Ruanda diye geçen otel bugün başkent Kigali’de yerinde duruyor.
Tüm kapılarında ise Türkiye’den Ruanda’ya ihraç edilen Kale Kilit var.
Kale Kilit’in ihraç edildiği 85 ülkenin altmışa yakın çoğunu gezip görmüş olan Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Sedat Özgür Kigali’de bu meşhur otelde kalmış.
Otelin kapılarına takılmış olan kilitleri bizzat görmüş.
Türkiye gerçekten ilginç bir ülke.
Özgür ailesinin Sivas’ın Divriği Köyü’nde başlayan ve ta Afrika’da Ruanda’ya kadar uzanan başarı öyküsüne başka bir ülkede rastlamak güç.
Kale Kilit, Kale Kapı gibi markaları bünyesinde barındıran Kale Endüstri Holding’in kurucusu Sadık Özgür.
Sivas’ta çocuk yaşlarda çobanlık yaparken gözü sık sık Divriği Kale’sine takılırmış.
Kaleye bakarken geleceğe yönelik büyük hayaller kuruyor mu bilinmez ama yıllar sonra İstanbul’da oluşturduğu markaya "Kale" adını takıyor.
54 yıl önce karyola boruları üreterek iş hayatına atılan Sadık Özgür bugün cirosu 200 milyon dolar olan grubun başında.
Oğlu Sedat Özgür ile kızları Sefa Çizer ve Sema Gürün de grubun yönetiminde.
KİLİDİN ROLLS ROYCE’U
Kale Kapı’nın hırsızlara karşı en caydırıcı kapı olduğunu kendi deneyimimden biliyorum.
Geçen yıl bizim apartmana musallat olan hırsız aynı katı paylaştığımız komşuya girmeyi başarmış, benim kapıyı kurcalama zahmetine bile girmemişti.
Komşum plazma televizyonunu hırsıza kaptırdıktan sonra benim gibi Kale Kapı takıp rahatladı.
Sedat Özgür, kapıda olduğu kadar kilitte de iddialı olduklarını söylüyor.
"Mütevazı değiliz. Kale kilitlerin Rolls Royce’dur" diyor.
Bir kilidin göbeğini 100 bin testten geçiriyorlarmış.
Bilmiyordum öğrendim.
Kilitin göbeği, en kaliteli saatlerin pimlerini yapan makinelerde yapılıyormuş.
Kilit deyip geçmemek gerek.
Geçenlerde bazı gazetelerde gözüme ilişti.
Kale Kilit’i Çinliler taklit etmiş.
Sahte kilitlere Sedat Özgür’de çeşitli ülkelerde rastlamış.
"Uganda’da, Kampala’da hırdavatçılar çarşısında gezerken bizim kilit gözüme çarptı. Dubai’den gelmiş. Araştırınca gördük ki sahte. Bizim markayla, Çin malı sahte kilitler Libya, Dubai, Ukrayna, İran gibi ülkelerde satılıyor"...
Çin ile nasıl başa çıkılır?
Kale Endüstri Grubu çareyi Şanghay’da bir ofis açmakta buluyor.
Sedat Özgür, "Şanghay’daki ofisimizde aracılığıyla sahte Kale Kilit üreten firmaların yakasına yapışıyoruz. Çinli avukat tuttuk. Dedektif gibi çalışıyor. Elinde taklit işler yapan şirketlerin listesi var. Müşteri gibi bunlara sipariş verip yakalıyoruz" diyor.
Çin, Dünya Ticaret Örgütü’ne girdikten sonra sahte mal yapanlara daha çok baskı yapmaya başlamış.
Grubun yıllık ihracat artışının yüzde 30 olduğunu düşünürsek Çin ile bir süre daha uğraşmak zorunda kalacağı anlaşılıyor.
Dedim ya Türkiye ilginç bir ülke.
70 yıl önce köyünde çobanlık yapan vizyonu geniş birinin ürettiği mallar bugün Afrika’dan Güney Amerika’ya dünyanın dört bir yanında.
Üstelik Çin tarafından taklit ediliyor.
78 bin çocuğun sağlıklı dişlere kavuşması için
GEÇENLERDE Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ile birlikteydik.
İlginç bir projeden söz etti.
Kadıköy ilçesi dahilindeki 80 okuldan, 78 bin öğrenciyi "ücretsiz" diş taramasından geçirmek 10 kişilik ekip oluşturulmuş.
Çocukların çürük dişlerini tedavi etmek için bir sağlık merkezi açılmış.
İçerenköy’deki "Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği"nde çocuklar ayrıca diş sağlığını korumak için eğitim alacak.
Bu modeli İsviçre’de görüp uygulamaya koyan Selami Öztürk, kendilerine gelen bazı çocukların hayatlarında ilk kez "diş fırçası" gördüklerini anlatıyor.
Doğrudur.
Kimi zaman da aynı ailenin 7-8 ferdine tek diş fırçası düşüyormuş.
Bu durumda çürük olmaması mucize.
Kimi ailelerin uzak diye göndermedikleri polikliniğe tedavi görecek çocuklar belediyenin araçları ile taşınıyor.
Yazının Devamını Oku 
18 Mart 2007
Fransız aydınlara göre, Segolene Royal cumhurbaşkanlığı seçiminde umutların adayı. Daha demokratik, katılımcı, etik, yeşil, halkıyla, işçileriyle, mahalleleriyle barışık Avrupalı bir Fransa’nın umudu Segolene Royal. Kulağa ne hoş geliyor değil mi?
Geçenlerde Fransız Nouvel Observateur dergisini karıştırıyordum. Türkiye’de Cumhuriyet Gazetesi’nin "Tehlikenin farkında mısınız" başlığını çağrıştırdığı için şu başlık özellikle dikkatimi çekti: "Çok Geç Kalmadan."
Fransız aydınların imzaya açtıkları bildiri şöyle başlıyor:
"22 Nisan’da artık çok geç olacak. Eylemsiz kalmış olmaktan pişmanlık duyabiliriz. Cumhurbaşkanlığı seçiminin bizsiz, ve bize rağmen yapıldığını fark etmek için çok geç kalmış olacağız"...
Bu sözler Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle internet ortamında dolaşmakta olan çağrıları, uyarıları hatırlatmıyor mu?
Ermeni tasarısı yüzünden sonbahardan beri "limoni" ilişkiler içerisindeki Fransa’da ve Türkiye’de insanlar aynı duygular içerisinde.
İnsanlar benzer kuşkular içersinde kıvranıyor.
"Cumhurbaşkanlığı seçimi ne olacak? Ülkem nereye gidiyor?"
TUZAĞA DÜŞMEYECEĞİZ
Daha önce de yazmıştım.
Fransızlar, bize göre daha şanslı zira hiç olmazsa adaylarını tanıyorlar.
Tanımanın ötesinde, yazılan yüzlerce makaleden, adaylar üzerine yayınlanmış ve adayların bizzat kaleme aldıkları kitaplardan bilmedikleri şey yok gibi.
Ortalama bir Fransız dahi, cumhurbaşkanı adayının hayatını, başarılarını, siyasi hırslarını neredeyse ezbere biliyor.
Yine de yeni cumhurbaşkanının nasıl olacağını sorgulamaktan alamıyor kendini.
Aralarında Michel Piccoli gibi ünlü aktörlerin, Philippe Sollers gibi yazarların olduğu bildiriye dönersek, Sosyalist Parti adayı Segolene Royal’i destek için kaleme alınmış.
Şöyle bir iddiayla başlıyor: "Basının büyük bir bölümünü etkileyen sağın kurduğu tuzağa düşmeyeceğiz. Bu kampanyada her şey solu ve sol seçmenleri umutsuzluğa sürüklemek için ayarlanmış gibi."
KORKULARIN ADAYI
Fransız aydınların talebi açık.
Solun kazanmasını istiyorlar.
Bu yüzden Segolene Royal için sandık başına gidilmesini talep ediyorlar.
Anketlerde önde giden sağcı aday Nicolas Sarkozy’yi finans gücünün, kişisel gücün ve dünyadaki kargaşanın "adayı" olarak tarif ediyorlar.
Ona "korkuların adayı" lakabını takmışlar.
Politikasını, Fransızların korkuları üzerine inşa ettiği için.
Gelecek korkusu, yabancı korkusu gibi kavramları gözünü kırpmadan kullandığı için.
Ayrıca iktidar hırsıyla ve "en güçlü benim" imajıyla yüreklere korku saçtığı için.
Fransız aydınlara göre, Segolene Royal ise tam aksine "umutların adayı."
Kişisel bir iktidarla sınırlı kalmayacak, daha demokratik, katılımcı, etik, "yeşil", halkıyla, işçileriyle, mahalleleriyle barışık Avrupalı bir Fransa’nın umudu Segolene Royal.
Kulağa ne hoş geliyor değil mi?
Keşke Fransız sol aydınların dileği gerçekleşse, hem Avrupa’da ikinci bir kadın başkan görsek, hem bugünkünden farklı bir Fransa.
Yazının Devamını Oku 
16 Mart 2007
AYDA 50 YTL’nin bir insanın hayatını değiştirebileceğini biliyor musunuz?<br><br>Özellikle de yoksul kadınlara yeni ufuklar açtığını. Mikrokredinin mucidi Bangladeşli Muhammed Yunus’un Nobel Barış Ödülü’nü kazanması boşuna değil.
Bangladeş’te parti kurarak politikaya girme hazırlığında olan Yunus’un Türkiye’de izinden giden kişi AKP Diyarbakır Milletvekili Profesör Aziz Akgül.
Akgül’ün mikrokredi’leri şimdiye kadar 4 bin 500 kadına ulaşmış.
Diyarbakır’dan sonra Ankara’da Mamak’ta mikrokredi uygulamasına geçen Akgül bugünlerde keyifli.
Zira HSBC’nin desteğini arkasına almış.
Proje üretme konusunda bir numara olan Akgül bundan böyle "kanatlanabilir".
Akgül ile buluştuğumuz gece masanın etrafında HSCB Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Erelçin ile Toplum Gönüllüleri Vakfı Başkanı İbrahim Betil var.
HSBC’nin hedefi mikrokredi projelerine 2010 yılına kadar 5 milyon dolar vermek.
Banka daha önce Brezilya, Meksika ve Hindistan’da mikrokredi projelerine destek vermiş.
Mikrokredi sistemine desteği nedeniyle Financial Times tarafından "sürdürülebilir kalkınmada" lider kuruluş olarak ödüllendirilmiş.
HSBC 5 milyon doları, kent varoşlarından, kırsal kesimlerden ve genç girişimcilerden gelecek projelere yani eşit 3 paya ayıracak.
Aziz Akgül’ün işaret ettiği önemli bir nokta var.
Mikrokredi gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmak için bir araç.
Belki yoksulları zengileştirmiyor.
Ama umutsuzluklarından çekip alıyor.
Topluma "yabancılaşma" duygularını yenmelerini sağlıyor.
"Ben de birşeyler yapabilirim" fikrini aşılıyor.
Mamak’ta örneğin, bir ev kadını aldığı mikrokrediyle bir çamaşır makinesi satın almış.
Oturduğu semtteki lokantaların masa örtülerini yıkayıp ütüleyerek birkaç kuruş kazanmaya başlamış.
Akgül, kimlere kredi verileceğini 5 kişilik ekibiyle bizzat tespit ediyor.
Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın uygulaması değişik.
Üniversiteli gönüllü gençler yoksul mahalleleri gezerek kimlere mikrokredi verileceğini belirliyor.
Kredi bu gençler üzerinden veriliyor.
Zaten vakfın amacı da gençlere sorumluluk almayı öğretmek.
HSBC’nin kredisiyle ilk harekete geçenler Samsun 19 Mayıs öğrencileri.
18 milyon yoksulun olduğu Türkiye’de mikrokredinin giderek yaygınlaştığını görmek sevindirici.
Hırsız kardeşim, gelin size kredi verelim
DEDİĞİM proje üretmede, mikrokredi için çeşitli kaynaklara başvurmakta Aziz Akgül’un üzerine kimseyi tanımıyorum.
Akgül ile bundan önceki karşılaşmamızda, Muhammed Yunus ile birlikte mikrokredinin ilk uygulamacılarından olan Fransız ekonomist, siyaset adamı ve yazar Jacques Attali’den söz etmiştim.
Attali, hatırlayacaksınız mikro finansmanın dünyada yaygınlaşması için 1998 yılında PlaNet Finans’ı kurmuştu.
Aziz Akgül, vakit kaybetmeden Attali ile tanışmış.
Şimdi kár amacı gütmeyen PlaNet ile işbirliğe hazırlığında.
Her neyse, Akgül’ün projelerine dönersek iki tanesi var ki gerçekten ilginç.
Biri hırsızlara, diğeri ise dilencilere mikrokredi vermek.
Akgül, Diyarbakır’da şimdiye kadar 12 dilenciye kredi verdiklerini anlatıyor.
50 YTL’lik krediyle dilencilerin kırtasiyeden mendil, çakmak gibi mal almasını sağlamış.
Dilenciler avuç açacak yerde mallarını satıyor.
Muhamed Yunus aynı yöntemle Bangladeş’te 185 bin dilenciye ulaşmış.
Hırsıza kredinin hikayesi oldukça neşeli.
Aziz Akgül, geçenlerde Diyarbakır’da bir televizyona çıkıp hırsızlara "Hırsız kardeşlerim bırakın bu işi. Bakın kasamızda 3 trilyon (milyon YTL) para var. Gelin kredi verelim" diye seslenmiş.
Tahmin edin ertesi gün ne olmuş?
Hırsızlar para bulacağız diye Akgül’ün ofisine girip kasayı kurcalamışlar.
Akgül yeniden televizyona çıkıp "Boşuna geldiniz. Ofiste para yok. Gelin size kredi verelim, çalışın" diye tekrar onlara seslenmiş.
Şimdi Diyarbakır Emniyeti’yle birlikte mikrokredi vereceği hırsız peşinde Akgül.
Bıyıklı Ümit Boyner yüzde 10 hedefi tutturur mu
YARINDAN itibaren İstanbul sokaklarında bir afiş gözüne çarpacak.
Afişlerde kimi kadınlara kalemle bıyık çezilmiş, kimilerinin boynuna kravat bağlanmış.
Kadınların tümü ünlü.
İşkadını Ümit Boyner, oyuncular Meltem Cumbul ile Lale Mansur, yayıncı/senarist Meral Okay.
Afişte şöyle bir soru var:
"Meclis’e girmek için erkek olmak şart mı?"
Yüzde 4.4 oranına bakılırsa evet.
Türkiye’de Meclis’e ancak bıyıklılar ve kravatlılar giriyor.
Ka-Der’in (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) Boyner, Cumbul, Mansur ve Okay’ın desteğini alarak başlattığı üç aşamalı kampanya bu yılki seçimlerde şeytanın bacağını kırmayı hedefliyor.
10’uncu kuruluş yıldönümünü kutlayan Ka-Der’in hedefi önümüzdeki seçimlerde Meclis’e yüzde 10 oranında kadın sokmak.
Bakalım bıyıklı Ümit Boyner ile bu hedef tutturulacak mı?
Yazının Devamını Oku 
13 Mart 2007
BUGÜNLERDE "tüm yollar Roma’ya çıkar" misali tüm yollar Trabzon’a çıkıyor. Cumartesi günü Uluslararası Nakliyeciler Derneği’nin (UND) yönetim kurulu toplantısı için Trabzon’dayız.
Bizden bir gün önce TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu uğramış.
TEB’in Trabzon Strateji Raporu toplantısı bir gün sonra.
UND Başkanı Çetin Nuhoğlu da Trabzonlu olunca şehre ilgi daha da artıyor haliyle.
Trabzon’un eski parlak günlerini Nuhoğlu’ndan dinliyoruz.
Osmanlı döneminde "Şehzadeler Şehri" Trabzon.
1850’lerde 11 tane konsolosluğun olduğu, transit ticaretin merkezi.
Marsilya’dan, Köstence’den kalkan gemilerin yanaştığı kozmopolit bir liman.
Aynı zamanda Türkiye’nin ilk "opera" binasının inşa edildiği kültürel bir başkent.
Tiyatrolarıyla, zengin konaklarıyla meşhur.
Şems gibi şık otellerde öğle yemekleri piyano eşliğinde yeniliyor.
Trabzon’a ilk darbe Rusların bataklığı kurutarak inşa ettikleri Poti Limanı.
Ruslar bu limanı demiryolu ile Tebriz’e bağlamak akıllığını da göstermiş.
İkinci darbeyi Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla yiyor Trabzon.
Transit ticaret merkezi olarak giderek önemini kaybediyor.
1980’li yıllara gelince Trabzon limanında eski günler kadar olmasa da yine bir hareket var.
O yıllarda limandan İran’a bir günde yüzlerce kamyon yola çıkarken, bugün bu sayı 20’lere, 30’lere düşmüş.
İran’ın taşımacılığını karadan denize kaydırması şehre bir darbe daha indiriyor.
Trabzon Limanı’nda eski canlılığından eser yok.
Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu’nun rakamlarına göre işsiz sayısı 30 binin üzerinde.
Hükümetin fındık politikası üreticinin belini bükmüş.
"Genç katillerin şehri" olarak damgalanmak şehri büsbütün umutsuzluğa sürüklemiş.
Global ısınmanın etkisiyle "hamsi" bile bu yıl Trabzon kıyılarına daha az uğrar olmuş.
Trabzon’da peşpeşe düzenlenen toplantılar biraz da "dayanışma ruhu"yla yapılıyor.
Peki Trabzon nasıl kurtulur?
Karadeniz kıyısındaki bu güzel liman şehri geleceğe nasıl umutla bakabilir?
UND’nin Trabzon Sanayi ve Ticaret Odası’ndaki toplantısında işte bunlar konuşuluyor.
Şehrin sermaye birikimi yok.
Akla gelen ilk öneri Trabzonlu zengin işadamlarının buraya yatırım yapmaları.
Çeşitli politikalarla limanın kapasitesi artırılabilir.
Çetin Nuhoğlu, Trabzon’un "transit avantajının" değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Trabzon transit merkezi olarak eski parlak günlerine kavuşabilir.
Nuhoğlu’nun önerisi, Trabzon’un demiryolu ile Erzurum’a, oradan "İpek Demiryolu" diye bilinen Kars-Tiflis-Baku tren hattına bağlanması.
Böylelikle, Trabzon, Orta Asya’ya, Çin’e kadar açılabilir.
Belediye Başkanı’nın "Karadeniz gibi bahtı kara" dediği bu şehrin kaderi değişebilir.
Trabzon’u tanımak için Serander Yayınları
SERANDER Trabzonluların direkler üzerine inşa ettikleri bir nevi ambar.
Fareler dadanmasın diye göl evleri gibi direklerin üzerinde.
Serander aynı zamanda Trabzon ile ilgili kitaplar yayınlayan yayınevinin adı.
Çetin Nuhoğlu gibi şehrin tarihine ve kültürüne düşkün işadamlarının destekleği yayınevine araştırma kitaplarına ağırlık veriyor.
"Trabzon Tarihi", "18. Yüzyılda Trabzon’da Ticaret", "20. yüzyıl başlarında Trabzon’da yaşam" gibi kitaplar birer hazine.
Trabzon’a yolunuz düşerse mutlaka Serander Yayınevi’ne uğrayın.
Brezilya modeli uyar mı
TRABZON’da ilk futbol kulübü 1910 yılında kurulmuş. Nuhoğlu’nun deyişiyle bu şehir "futbolcu üreten" bir fabrika gibi.
Trabzon Lisesi’nin dünya futbol şampiyonasında başarıları tarihe geçmiş.
Trabzonspor taraflarının gözünde başarısız olsa da şehir futbol ile özdeşleşmiş.
UND toplantısında fikir jimnastiği yapanlar Trabzon’un, ligde iddialı olmaktan ziyade futbolcu yetiştirmeye ağırlık vermesi gerektiği görüşünde.
"Trabzon her yıl 100 futbolcu yetiştirebilir" diyenler çoğunlukta.
Aynen Brezilya gibi.
Bugün Türkiye’nin birinci liginde oynayan 126 Brezilyalı futbolcu var.
Türkiye liglerinde oynayan Trabzonlu futbolcuların sayısı ise 300 kadar.
Brezilya dünyanın her yerine futbolcu ihraç ediyor.
Neden Trabzon da aynısını yapmasın?
İstanbul trafiği TIR ve kamyonlardan kurtuluyor
UND Başkanı Çetin Nuhoğlu İstanbul trafiğiyle ilgili müjdeyi Trabzon’da veriyor.
2008 sonu itibariyle hayata geçecek projeye göre, İstanbul trafiği hepimizin (ve özellikle benim) korkulu rüyası kamyon ve TIR’lardan kurtuluyor.
Nuhoğlu’nun aktardığına göre, bir süreden beri UND, TOBB ve İstanbul Büyükşehir Metropoliten Planlama’nın üzerinde ortak çalıştıkları bir proje var.
Proje ilk kez lojistiği ön plana çıkartıyor.
Metropoliten Planlama’dan 15 kişi 2 yıldan beri İstanbul’un mal taşıma hareketlerini gözlemleyip istatistiki bilgi çıkarıyorlar.
Hangi fırından kaç kamyon ekmek çıkıyor?
Hangi TIR gümrüğe giriyor?
Herşey belli.
Bu istatistiki bilgiler doğrultusunda İstanbul’un iki yakasında iki büyük lojistik merkez kurulması için çalışmalar başlatılmış.
Lojistik merkezlerin biri Hadımköy’de, diğeri Anadolu yakasında Tuzla’da.
Hadımköy’de yapılması planlanan merkez, hem yeni yapılacak otoyola (Hadımköy-Kınalı), hem TEM otoyuluna demiryoluna yakın.
Halkalı gümrüğünün de buraya taşınması planlanıyor.
Tuzla’da ise benzer bir merkez Sabiha Gökçen Havalimanı’na yakın.
Depolar ve ambarlar da şehir dışına çıkartılacak.
Dolayısıyla, 4 bin TIR ile 8 bin kamyon artık şehrin göbeğine girmeyecek.
İstanbul trafiği için bir süre daha dişimizi sıkacağız.
Yazının Devamını Oku 
11 Mart 2007
Timur Kerim İncedayı, İtalya’da yaşayan ünlü Türk ressamı. Ama Türkiye’yle bağını koparmış değil. Yaz aylarını Bodrum’da, Yalıkavak’taki evinde geçiriyor. Türkiye’nin kültürel mirasından Bizans’tan, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan besleniyor. İncedayı’nın son sergisi "Kerem’in Yokluğunda" İstanbul’da açıldı. Timur Kerim İncedayı, İtalya’da yaşayan ünlü Türk ressamı.
Bu ülkede yaşayıp kendini kanıtlamayı başarmış Ferzan Özpetek ve Şükran Moral gibi yıllar önce Roma’ya yerleşmiş.
Ama yine onlar gibi asla Türkiye’yle bağını koparmış değil.
Dünya tatlısı karısı Isabela’yla Türkçe konuşuyor.
Yaz aylarını Bodrum’da, Yalıkavak’taki evinde geçiriyor.
Türkiye’nin kültürel mirasından Bizans’tan, Selçuklu’dan, Osmanlı’dan besleniyor.
İncedayı’nın son sergisi "Kerem’in Yokluğunda", İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda açıldı.
İlk kez kapılarını bir resim sergisine açan Çırağan Sarayı’nın alt katındaki sergiyi Timur Kerim İncedayı ve karısı Isabela ile birlikte gezdik.
İncedayı çifti, 2004 yılının ekim ayında 24 yaşındaki oğulları Kerem’i kaybetmiş.
"Kerem’in Yokluğunda" Sergisi, oğlunu vakitsiz kaybeden bir babanın fırçasından çıkan tablolar.
"Kerem’ı kaybettikten sonra yaşamak ve onu yaşatmak için tek alternatifim sanattı. Sanatıma konsantre olmak zorundaydım..."
Yalıkavak’ta bir öğle yemeğinde karşılaştığı işadamı, Panda dondurmalarının sahibi Vedat Bahar’ın sergi sponsorluğunu üstlenme sözü zor günlerinde İncedayı’ya güç vermiş.
İki buçuk yıl durmaksızın çalışıp "Kerem’in Yokluğunda" sergisine hazırlanmış.
ÖLÜMLE HAYAT ARASINDA
İncedayı’nın bu sergisindeki çoğu tablolarda Kerem var.
Kimi zaman antik bir sütuna oturmuş Romalı bir savaşçı, kimi zaman kayalıkların üzerinde uzaklara bakan biri.
Resimlerden birinde Kerem fil üstünde.
Sanatçının bilinçaltını kim doğru okuyabilir?
Acaba fil reenkarnasyona inanan Hindistan’ın simgesi olarak mı orada?
"Kerem’in bize yukarıdan baktığına inanıyorum. Bizi izliyor, bizi asla bırakmadı."
İncedayı’nın bu tablolarında gerçekten ölümle hayat arasında gidip gelmeler seziyorsunuz.
"Öyle mi" diye sorduğumda araya Isabela İncedayı giriyor.
Çünkü tabloların ressamları tarafından yorumlanmasına karşı.
16. yüzyılda yaşamış ünlü Venedikli ressam Veronese’nin sözlerine atıfta bulunarak "Sanatçı, elleriyle fırçasıyla konuşur. Yorumu tablosunu seyredenler yapar" diyor.
Yıllarca İtalyan televizyonu için belgesel filmler çekmiş Isabela’nın da oğlunun resimlerinden, eşyalarından kendi deyişiyle "kırıntılardan" bir araya getirdiği küçük belgesel film de sergi salonunda gösteriliyor.
Isabela yıllar önce yine İtalyan televizyonu için 18 bölümlük bir Türkiye belgeseli çekmiş.
TRT ile ortak bir çalışmanın ürünü olan belgesel Türkiye’de hiç gösterilmemiş.
GERÇEK BİR HAZİNE
Timur Kerim İncedayı dünya çapında bir sanatçı.
Tabloları, Brezilya’dan Türkiye’ye sayısız koleksiyoner tarafından satın alınıyor.
"Bir Türk olarak İtalya’da kendinizi kabul ettirmek zor olmadı mı?" diye sorduğumda "Sanatın kendisini kabul ettirmesi gerek. Bu işin milliyetle filan alákası yok. Ortaya koyduğun gerçekten sanatsa, kişiselse insanlar kabul ediyor" cevabını veriyor.
Türkiye’de resim sanatına giderek daha fazla önem verilmesinden memnun: "20 yılda önemli koleksiyonerler ortaya çıktı. Zenginleştikçe zevkler rafineleşiyor. Bu son derece sevindirici ama sanata sponsorluk da önemli. Bu alanın gelişmesi gerek" diyor.
Peki genç Türk ressamlarına tavsiyesi?
"Türkiye Bizans, Selçuk, Osmanlı mirasıyla gerçek bir hazine. Bundan yararlanmasını bilsinler."
Yazının Devamını Oku 
9 Mart 2007
TÜRKİYE’de kadınların derdi sadece ekonomik ve siyasi hayattan dışlanma, namus cinayetleri gibi şeyler değil. Fazla konuşmadığımız meseleler de kadınlarımızın hayatlarını karartıyor.
Meselá miras.
Şanlıurfalı bir kadın okurumun, "miras" meselesiyle ilgili mektubunu, hiçbir kelimesini değiştirmeden dikkatinize sunmak istiyorum:
"Kadınların nasıl sömürüldüğünü anlatmak istiyorum. Belki bu yazdığımı dikkate bile almayacaksınız.
Urfa’nın Siverek ilçesindeki geleneksel zihniyet yapısından kaynaklanan konuyu anlatmaya çalışacağım.
Temel zihniyet kadına babasından, anasından veya dedesinden kalan mirası vermemek.
Düşünün ki otuzdan fazla köy arazisi ve şehir malları olan bir babanın mirasından ancak erkek çocukların hak sahipleri olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Yedi göbek torunun torununa yetecek bir servetten asla kız kardeşler yararlanamıyor.
Erkek olarak hak sahibi olduklarını ayan beyan belirtiyorlar.
Kadın buna itiraz etmek dursun asla sesini bile çıkartamıyor.
Kadın manevi olarak öyle bastırılmış ki durumundan mutlu görünmeye çalışıyor, yaralandığını sezdirmiyor. Tapu dairesine yalnız gidip işlem yaptıramıyor.
Babasından kalan çok sayıda malın neler olduğunu öğrenemiyor. Yazılı olarak dilekçeyle başvurduğunda yanıt almıyor. Paranın gücü tapu memurlarını da etkiliyor.
Bu konuda haksızlığa uğramış binlerce kadınımız var. Aynı anne, babadan doğan, erkek kardeşleriyle aynı haklara sahip olmaları gereken bu kadınlar günümüz dünyasında böyle bir muameleye maruz kalıyorlar.
Kadınlarımızdan baskı ve dayatmalarla vekalet alıp, bir kuruş ödeme yapmadan malları üzerlerine geçiriyorlar.
Geçimini zor sağlayan, miras hakkından mahrum bırakılan bu kadınların sesi olun lüften."
Urfalı okuyucumun "belki dikkate almazsınız" dediği mektup son derece önemli.
Kadının temel haklarından birinin nasıl çiğnendiğinin belgesi çünkü.
Kadın sorunu sadece Çubukçu’nun meselesi mi
DÜNKÜ gazetelerde yer alan fotoğrafı gördünüz.
Kadın ve Aileden sorumlu Bakan Nimet Çubukçu boş koltukların ortasında yalnızdı.
Bildiğiniz gibi, CHP milletvekili Gülsün Bilgehan’ın girişimiyle önceki gün Meclis’te bir özel "kadın" oturumu düzenledi. Oturuma kabinedeki erkek bakanlardan hiçbiri katılmadı.
Merak ediyorum.
Türkiye’de kadınların karşı karşıya olduğu sorunlar bu erkek bakanlarımızın çalışma alanlarına girmiyor mu?
Örneğin miras ile ilgili sorun Adalet Bakanı Cemil Çiçek’i ilgilendirmiyor mu?
Namus cinayetleri de yine Çiçek’in ilgi alanına dahil değil mi?
Türkiye’de yaklaşık 16 milyon erkek çalışma hayatında iken, kadın çalışan sayısı bunun ancak üçte biri. Tüm araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek var:
AKP iktidarında kadın istihdamı gerilemiş.
TİSK’ten TGSD’ye kadar sayısız kurum kadınların iş gücüne katılımının teşvik edilmesinin bir devlet politikası olması konusunda hem fikir.
Kadınlarımızın ekonomik hayatta varlık göstermemelerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu kayıtsız kalabilir mi?
O halde neden yoktu Meclis’teki "kadın" oturumunda?
Son yılların başarılı kampanyalarına rağmen Türkiye’deki kadınların yüzde 15’i okuma yazma bilmiyor. Güneydoğu’da ise yetişkin her iki kadından biri okuma yazma bilmiyor.
Kadınlarımızın sadece yüzde 6’sı üniversite mezunu.
Bu durumda, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in meclisteki "kadın" oturumuna kayıtsız kalma gibi bir lüksü olabilir mi?
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2005’te hazırladığı "Cinsiyet Uçurumu" raporundan aklımda kalmış.
Türkiye "anne ölümleri"nin en yüksek olduğu ülkelerin başında geliyor. 100 bin doğum üzerinde 70’i ölümle sonuçlanıyor.
Ürdün’de bu sayı 41, İsveç’te ise 2.
Bebek ölümlerinde de ön sıralardayız. Her bin bebekten 35’i ölüyor Türkiye’de.
Anne ve bebek ölümleri Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın ilgi alanı değil mi?
"Kadın" oturumunda o da yoktu.
Bakanlarımızın "kadın" oturumunu "boykot" etmelerinin nedeni diyorum acaba oturumun, aynı zamanda Avrupa Konseyi "Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği" Komisyonu Başkanı olan CHP’li milletvekili Gülsün Bilgehan tarafından düzenlenmiş olması mı?
Yoksa kadın meselesi bakanlarımızı hiç mi ilgilendirmiyor?
Yazının Devamını Oku 
6 Mart 2007
8 Mart Kadın Günü’yle ilgili faaliyetlerin ilki İtalya’nın Milano şehrinde.<br><br>Milano’da, "Akdeniz, Ortadoğu ve Körfez kadın girişimcilere" yönelik toplantının ev sahipliğini yakından tanığımız bir isim yapıyor: Emma Bonino. İki yıl boyunca Avrupa Parlamentosu üyesi olarak "AB Türkiye Bağımsız Komisyonu"na dahil olan Bonino artık Romano Prodi Hükümeti’nin bakanı.
Dış Ticaret ve AB Politikaları Bakanı olarak kabinede.
Bonino bildiğiniz gibi aynı zamanda sıkı bir feminist.
Dolayısıyla, Akdeniz, Ortadoğu ve Körfez bölgesinin girişimci kadınlarını Milano’da bir araya getirmek fikri ondan çıkmış.
Kadın girişimci sayısının bol olduğu Milano’nun bir özelliği daha var.
Belediye Başkanı da bir kadın: Letizia Moratti.
Milano ayrıca Avrupa Birliği’nin, Akdeniz çanağıyla ilgili politikasında bir "laboratuar" niteliği taşıyor,
AB fonlarıyla, Akdeniz çanağındaki ülkelerle ticari ilişkilerin kurulması, göçmenlerin entegrasyonunda bu şehir önemli bir yer tutuyor.
Bonino, Milano’da yukarı adlarını saydığım bölgelerden 350’ye yakın kadın girişimciyi bir araya getirmeyi başarırken, Türkiye’den de KAGİDER’i davet ediyor.
KAGİDER Başkanı Meltem Kurtsan başkanlığındaki 20’den fazla kadın girişimci Milano’da.
KAGİDER’in İtalya çıkarması, Türk kadın girişimcilerin, Akdeniz, Ortadoğu ve Körfez ülkelerinden gelenlerle kaynaşmaları için önemli bir fırsat..
Gazeteci olarak da bu bölgelerden gelen kadın girişimcilerin Avrupalı meslektaşlarından farksız olduğunu görmek ilginç .
Suudi Arabistanlı, Kuveytli, Katarlı, Mısırlı iş kadınları son derece modern giyimli ve birkaç yabancı lisan konuşuyor.
Bir gözlem aktarmak gerekirse, kadın olan Cidde Ticaret Odası’nın başkanı dahil ezici bir çoğunlukla başları açık.
Ayaküstü sohbette baş örtüsü meselesini konuşuyoruz.
Suudi Arabistanlı ve Kuveytli kadın girişimcilerin ortak saptaması bizi şaşırtıyor:
"Osmanlı’dan önce bizde kadınlar örtünmezdi"Ö
Doğrusu bu saptamanın doğru olup olmadığını bilemiyorum.
Araştırmacılar gerçeği ortaya koyabilir belki.
TOPLANTININ SÜRPRİZ İSMİ
Milano buluşmasının dün sabah ki açılış oturumun sürpriz ismi Başbakan Romano Prodi.
Hafta sonunda güvenoyu almış olan Prodi’nin siyasi gündemin sıkışlığına rağmen soluğu Milano’da alması kadın girişimciler fazlasıyla mutlu ediyor.
İtalya Başbakanının bu jesti kadının ekonomiye katkısına önem verdiği şeklinde değerlendiriliyor.
Biz Türkiye’de kadının siyasi ve ekonomik hayata katkısından şikayetçiyiz.
Romano Prodi de aynı şekilde.
İtalya Başbakanı, İtalya’da kadın istihdamının Avrupa ortalamasının altında olmasından üzüntü duyduğunu söylüyor.
Telaffuz ettiği rakama göre, İtalya’da kadınların ekonomik hayata katılımı Avrupa ortalamasının yüzde 15 altında.
Ancak İtalya’nın zengin kuzeyiyle daha yoksul güneyi arasında da büyük uçurum var.
Kuzeyde kadınlar iş sahibi, güneyde ise kadınlar evde.
Bu arada Prodi’nin bir mesajı da Akdeniz bölgesine yönelik.
Akdeniz çanağının kadınların da katkısıyla bir barış denizine dönüşmesi hayalinden söz ediyor.
Bunun için Akdeniz ülkelerinin katkısıyla ortak bir "Akdeniz Üniversitesi" kurulması gerektiğini söylüyor.
Akdeniz’in iki yakasını yakınlaştırmak için gençlere ortak bir eğitim fena fikir değil doğrusu.
KAGİDER bir gün Brüksel’de, diğer gün Nevşehir’de
BU ayın 17’sinde Genel Kurul’a hazırlanmakta olan KAGİDER’in gündemi 8 Mart haftası nedeniyle oldukça yoğun.
Milano’ya gelen KAGİDER üyelerinin bir kısmı yarın Brüksel’de.
Avrupa Parlamentosu’nda, TÜSİAD ile ortak hazırlanan toplantıda "AB sürecinin kadına yansıması" tartışılacak.
Toplantının açılış konuşmasını ise geçtiğimiz günlerde Avrupa Parlamentosu’na Türkiye’de kadının durumuyla ilgili ikinci raporunu sunan Hollandalı parlamenter Emine Bozkurt yapacak.
KAGİDER Başkanı Meltem Kurtsan, 8 Mart günü Kadından sorumlu devlet bakanı Nimet Çubukcu’nun davetlisi olarak Nevşehir’deki kadın panelinin konuşmacısı.
"Toplumsal yaşamda kadın" meselesinin ele alınacağı panele Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın da katılması bekleniyor.
Bakalım, Başbakan Erdoğan, Prodi’nin izinden gidip kadın toplantısının açılışını yapacak mı?
KAGİDER’in yine kadın haftasıyla ilgili bir başka faaliyeti de Mersin’de Türkiye Basketbol Federasyonu il birlikte.
Kadın basketbolcuların karşılaşmasından sonra Mersin Hilton Oteli’nde yapılacak müzayedenin geliri ise "Kadın Fonu"na aktarılacak.
Yazının Devamını Oku 