Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne başvurarak Türk askeri varlığının işgalci konumda olduğunu ve çıkarılması yönünde karar alınmasını talep etti.
Dün de belirttiğimiz gibi Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri varlığı yeni değil. Başika’daki eğitim kampının dışında da Bağdat ve Erbil yönetimlerinin bilgisi dahilinde PKK’ya karşı değişik yerlerde daha çok istihbarat amaçlı küçük askeri unsurlar yıllardır bulunuyor.
Bu gerçek Bağdat hükümeti tarafından yıllardır bilinmesine karşın Musul’a operasyonun yaklaştığı günlerde Bağdat ve ABD’nin tepki vermesi düşündürücüdür.
“Söyleyene değil söyletene bakın” diye bir söz vardır. Bağdat’ın gösterdiği tepkiye de böyle bakmak gerekir. Bağdat’ın değil, Bağdat’ı kimin konuşturduğu daha önemli. Konuşturanın ABD olduğuna kuşku yok.
Önce Bağdat’tan ses geldi; Irak merkezi yönetimi Başika’da Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) varlığı nedeniyle Türkiye’yi “işgalci” ilan etti.
Bu açıklamanın mürekkebi kurumadan Irak’taki ABD kuvvetlerinden bir albay da aynı yönde bir demeç verip, TSK varlığını koalisyon dışında ve “illegal” diye niteledi.
Daha herhangi bir operasyon başlamamışken ABD’nin ve Bağdat’ın bu aceleci tepkilerini neye bağlamak gerekir?
Bunun gerekçesinin tarihi bir “korku” olduğu anlaşılıyor.
Hedef önce Dabık’ı sonra da El Bab’ı kontrol altına almak.
Cerablus’tan çekilen DEAŞ güçlerinin Dabık ve El Bab’a savunma hatları kurdukları ve güçlerini bu iki yerleşim birimine yığdıkları biliniyor.
TSK’nın desteğindeki ÖSO Dabık’ta Cerablus’ta olduğu kadar hızlı ilerleyemiyor.
Askeri uzmanlar bunun nedenini şöyle açıkladılar:
15 Temmuz’un bedeli ağır olsa da en büyük kazanımı bence budur.
O gece ortaya çıkan gerçek, büyük Atatürk’ün kurduğu ve “En büyük eserim” diyerek gençliğe emanet ettiği Türkiye için çizdiği rotanın ve gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyi hedefinin Türk milleti tarafından çoktan benimsendiğidir.
Halk, askeri vesayete de demokrasiyi ve laikliği yıkarak kurulacak çağdışı din devletine, imamlar rejimine de karşı çıkmış, hayatı pahasına demokratik-laik rejim tercihini ortaya koymuş, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve hatta aşmak için yoluna devam etmesini istemiştir.
Siyaset kurumuna düşen, bu yolda atılabilecek bütün adımları atmasıdır.
Prof. Dr. Şarlak gibi, eski GATA komutanlarından emekli Korgeneral Hayri Güner de görüşlerini iletti. Güner’den aldığım mektubu çok uzun olduğu için özetleyerek sunuyorum:
BİRİNCİ KADEME
“TSK sağlık sisteminin birinci kademesi kıta tabipleri tarafından yerine getirilir. Bu tabipler koruyucu ve tedavi edici tedavi yanında kışlanın gıda kontrol müfrezelerinin olmadığı yerlerde hijyen şartlarının kontrolü, rehberlik ve danışmanlık hizmetinin tıbbi desteği ve 2004 yılında Sağlık Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan protokole uygun olarak Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması eğitiminde eğitici rolü vardır. Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması konusunda bakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı arasındaki protokolün imzacıları dönemin Sağlık Bakanı adına müsteşarı olan ve halen AK Parti milletvekili olan Sayın Necdet Ünvar, Genelkurmay Başkanlığı adına şahsımdır. Bu protokol taraflarca Ankara Mamak 4’üncü Kolordu Komutanlığı kışlasında basın mensuplarının huzurunda imzalanmıştır.
GATA öğretim üyeleri ve bazı emekli generallerin GATA’nın yeniden eski statüsüne kavuşturulmasına yönelik önerilerine Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın verdiği yanıtı dün yansıtmıştım. GATA’nın uzun süre komutanlığını yapan Prof. Dr. Ömer Şarlak da bir mektup göndererek görüşlerini iletti. Prof. Dr. Şarlak’ın mektubunu aynen sunuyorum:
“Yüz on sekiz yıldan beri devletimiz, milletimiz, TSK ve insanlığa kesintisiz ve eksiksiz sağlık ve eğitimi ve hizmetleri sunan, Silahlı Kuvvetlerimizin sağlık alanında tek danışma organı olan Gülhane Askeri Tıp Akademimiz, maalesef Sağlık Bakanlığı’na devredilerek, sadece bir sivil eğitim ve araştırma hastanesine dönüştürülmüştür.
Şu anda yaşayan en yaşlı, emekli Gülhane Askeri Tıp Akademisi Komutanı olarak bu mektubu yazmayı bu milli ve askeri mabede, şahsımın ve insanlığın borçları nedeniyle bir görev ve vefa borcu olarak görüyorum.
Gülhane, kuruluşundan başlayarak Trablusgarp, Balkan, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı ve yaklaşık 40 yıldır süren PKK kalkışmasında, yüksek seviyede askeri hekimlik ve harp cerrahisi hizmetlerine kesintisiz ve eksiksiz sunmuş, bu bakımdan devletimiz ve milletimize borçlarını ödemeye çalışmış şanlı bir kuruluştur.
GATA’dan emekli Prof. Dr. Ali Şehirlioğlu’nun askeri sağlık hizmetleri, harp cerrahisi, askeri psikiyatri gibi özellik arz eden sağlık alanlarındaki kaygılarını paylaşmıştım. Dr. Şehirlioğlu, GATA’nın ‘mutlak ihtiyaç’ niteliğinde olduğunu vurgulamıştı. Dr. Şehirlioğlu ve bazı GATA öğretim üyeleri, eski sisteme dönülmesi ve askeri sağlık zincirinin yeniden işlemeye başlaması gerektiğini belirtmişlerdi. Yeni sistemde askeri doktor mezun edilmeyeceği için bu mesleğin tarihe karışmasından duydukları endişeleri dile getirmişlerdi. Büyük veya küçük orduya sahip bütün NATO ülkelerinde askeri sağlık sistemi ve askeri hastaneler bulunduğuna işaret etmişlerdi.
SARGI YERİ
GATA öğretim üyelerinin bu görüşlerine, TSK’da muharip sınıfta hizmet vermiş emekli generallerden de destek geldi. Örneğin Alman Silahlı Kuvvetleri’nde eğitim görmüş ve meslektaşı Dirk W. Oetting’in ‘Motivasyon Muharebe Değeri; Askerin Savaştaki Davranış Tarzları’ kitabını Türkçeye kazandırmış olan emekli Tümgeneral Erol Uğur da askeri sağlık sisteminin muhabere sahasında manga seviyesinde ‘sargı yeri’den başladığını belirten bir ileti gönderdi. Uğur, iletide söz konusu kitaptan alıntıyla şu bilgiyi paylaşmış:
“Konuya bir muharip subay gözüyle bakılınca, sıhhiye hizmetinin askerlerin motivasyonu, dolayısıyla birliklerin muharebe değerleri için hayati konu olduğu görülür. Oetting’in kitabında bu konu şöyle yer alır: Yaralanma veya hastalanma halinde iyi bir tıbbi bakım göreceğine inanç, birliklerin muharebe moralleri için çok önemlidir. Kuşatma altında iken yaralandığımızda yeterli sıhhi destek gelmeyeceği şayiası kadar hiçbir şey insanı ümitsizliğe düşürmez; bu çok moral bozucudur. Tersine, modern tıbbın bugün sahip olduğu olanaklar ve bilgilerle, yaralanma durumunda, hemen geri bölgeye sevk edilip tedavi altına alınma beklentisi artmıştır.”
Son günlerde Güneydoğu’da terörle mücadele veya terör saldırısı nedeniyle yaralanan askerlerin sivil hastanelere sevk edilmeleri ve sivil sevk zincirinin ağır işlemesi nedeniyle büyük illerdeki hastanelere intikallerin yol açtığı tedavi gecikmeleri şikâyet konusu ediliyor.
ASKERİ DOKTORLAR AYRILIYOR
Hava Kuvvetleri’ndeki pilotların ayrılmaları gibi askeri doktorlar arasında da ayrılanların sayısı giderek artıyor. Askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na bağlanmasından önce, FETÖ örgütlenmesinin yarattığı baskı ve başka nedenlerle GATA’dan ayrılan öğretim üyesi sayısı 100’e yakın. 15 Temmuz’dan sonra FETÖ bağı nedeniyle ihraç edilen GATA öğretim üyesi sayısı 60, uzman doktor sayısı ise 40 civarında. Ayrıca askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na devrinden sonra kendi isteğiyle ayrılan 40 civarında askeri doktor var. Toplam olarak 240 civarında öğretim üyesi ve uzman doktor sisteminden ayrılmış durumda.
KOMUTANA BİLGİ