GECE
Ay büyürken uyuyamam
Eylül mehtabının tadını çıkarmak isteyenler için ışıkları vaktinden önce söndürülmüş kalenin burcuna asılı dolunaya bakarken aklıma çok sevdiğim bir kitap adı düşüyor: ‘Ay Büyürken Uyuyamam’...
Necati Cumalı’nın hangi uykusuz gecede mehtaba bakarken kitabı için bulduğu bu şahane adı tekrar ediyorum usul usul...
Ay... Büyürken... Uyuyamam...
“Peki küçülürken uyuyabilir miydin usta” diye soruyorum içimden.
Gözümün önünde kıpırtısız uzanan gümüş deniz bir anda ürperiyor.
Göz açıp kapayana kadar geçip gitti koca yaz.Hazret bu yıl gelmekte geciktiğinden mi, bendeniz ucundan yetiştiğimden mi neden bilmem, geçen yazlara oranla daha kısa sürdü gibi geliyor bu yaz.
“Havalar serinlemedi, güneş desen yakıcı, bittiğini de nereden çıkardın” diyecek olursanız, günler kısalmaya yüz tuttu ya, ufukta tek tük de olsa kara bulutlar belirmeye başladı ya, yaz bitmiştir benim için...
Bu da eşittir elde var hüzün.
Bir arkadaşım, aklımdan geçenleri bilirmiş gibi “Kim demiş, Eylül ‘hüzün’ demek diye” yazmış yolladığı mektupta.
“Gelecek baharların habercisidir Eylül” demiş, “pek severim” diye eklemiş.
Onun gibi Eylül sevdalısı çok insan tanırım.
Benim gibi güz korkağı çok insan tanıdığım gibi. Uzatmaları oynayan... Şimdiden gelecek yazların hayalini kuran...
Roma’da kaldığım dört gün sadece düğün şenlikleriyle geçmedi elbette. Her gidişimde yüzüme şapşal bir gülümseme yerleşmesine neden olan şehri de fırsat buldukça turladım.
Yılın bu mevsiminde turist kaynıyor Roma. Sadece tarihi eserler değil, turist yığılmasından nasibini alanlar: Dondurmacı dükkanlarının önü, kahvelerin terasları, lokantaların bahçeleri ve otellerin manzaralı köşeleri de istilaya uğramış. Yapılacak en akıllı işin,
rehber güzergahının dışına çıkarak Zaha Hadid imzalı Çağdaş Sanatlar Müzesi MAXXI’ye gitmek olduğunu düşünüyorum. Müzedir serindir, sanattır iyi gelir. Günlerden pazar, hava 40 derece ve vakit siesta saati.
Piazza Poppolo’dan kalkan tramvaya binip Olimpiyat köyünün olduğu yerde ineceğim. Sonrası şansa kalmış. Olur da yolda birine rastlarsam, müzenin yerini sorarım. Olmadı yana şaşıla, dolaşa kaybola bulurum. “Tramvay biletleri gazete bayilerinde satılıyor”, diyor kem küm İtalyancamla elindeki bileti nereden aldığını sorduğum başka bir tramvay bekleyeni...
Ahlaya poflaya gösterdiği yere gidiyorum ki, kapı duvar. Otele dönecek halim olmadığına göre, tek yol kaçak binmek. Gençlik günlerimde tek bilet almadan yıl geçirdiğim ve bir kez bile enselenmediğim Paris Metrosu’ndaki şans perimin yanımda olmasını dileyerek ilk tramvaya atlıyorum.
KİBİRLİ MİMARIN ESERİ
Haritada işaretli yığınla binadan ara ki müzenin adını bulasın. Oysa şehrin bu yeni gözdesinin tanıtımı her yerde. Tramvayda ense kökünden başlayan dövmesine bakıp, olsa olsa benim gibi müzeye gidiyordur dediğim genç bir adama işaret diliyle karışık İtalyancamla hangi durakta inmem gerektiğini soruyor ve ‘beni izleyin’ anlamında el hareketi yapmasıyla rahatlıyorum. Son durakta indiğimizde dövmeli solumda kalan sokağı gösteriyor ve dövmeyle müzenin ilişkisi olmadığını kanıtlarcasına, başka yere gidiyor. Buraya kadar geldik ya, buna da şükür! Mille Grazie!