Bu yıl bahar bir türlü arz-ı-endam etmese de, kuşkonmaz öncülüğü kimseye kaptırmadı ve market raflarında yerini aldı. Almasına aldı da öyle bir fiyata aldı ki, satın almak için ya para saymayı bilmemek ya da hamile olup aşermek gerek.
Geçen gün Yeniköy Makro’da karşıma çıktığında boynundaki yaftada 79.80 lira yazıyordu.
Üşenmedim saydım; demette birinin başı kırık tam on adet kuşkonmaz.
Yan rafta da saksı içinde dalları çiçeğe kesmiş bir orkide, yarı fiyatına.
Orkide dediğimiz nadide ve pahalı bir çiçek değil miydi bir zamanlar?
Kuşkonmaz dediğimiz de hüdai nabit bir sebze?
Ne zaman, hangi arada, tarlada bayırda kendi başına biten bu meret uzak diyarlardan gelen nazlı çiçekten pahalı olup çıktı, anlayan varsa beri gelsin.
Kaç zamandır, görüşelim temennisiyle kapatıyorduk telefonları.
Olmuyordu ama hayatın hay huyu giriyordu araya; iş, güç...
Sonunda Feza hafif kırılgan hafif buyurgan bir edayla; “Tarih koymazsak bu iş olmayacak” dedi ve “Perşembe akşamı saat yedide Arnavutköy’de buluşuyoruz” diye fetva verdi.
“Tamam Arnavutköy’de de, neresinde?” diye soracak oldum, hızlı hızlı “Sur’da” dedi. Bir-iki kelime daha edersek, buluşmayı rafa kaldıracakmışız gibi, telaşla telefonu kapattı.
OYMALI ESKİ EV LOKANTA OLDU
Sur mu? Sur da neresi?
Balık yemek söz konusu olduğunda benden tutucusu bulunmaz. Üç lokanta sayar; Kıyı’yı da ilk sıraya koyarım.
Çölü gören herkes yıldızlardan söz eder. Çöl gecelerini aydınlatan yıldızların, elini uzatsan tutacak gibi olduğundan dem vurur... Gel gör ki elini uzattığında tutacağın yıldız yok Vegas’ta... Şehir o kadar ışıklı ki, başınızı kaldırdığınızda ışıklarının yansımasından başka bir şey görmüyorsunuz gökyüzünde. Yanıp sönen yıldızlarla geçip giden bulutlara aldanmamak gerek. Hepsi insan elinden çıkma. Avlular, sokaklar, meydanlar, otellerin açık alanlarının her biri aslında kapalı mekân ve özenle boyanmış; ama bulutla, ama yıldızla kaplanmış...
Yol yorgunluğuna aldırmadan gittiğimiz sokak gösterisi de bunun bir örneğiydi. Tavanı bir sahne olarak düşünün ve o sahnede bir şov izlediğinizi düşleyin! Her şey ama her şey şovun bir parçası olarak tasarlanmış. Gerçekten de hayali, sahte bir dünya Vegas’ın sunduğu ama insanların koşa koşa ona gitmesinin altında yatan da tam bu.
İskender Dilek de bizlere tam da bu duyguyu yaşatmak için bir program hazırlamış. Çeşme Sheraton Oteli’nin davetlisi olarak Vegas’ta kaldığımız o dört günde bir hayali yaşadık. Treasure Island’da gemilerin battığına, suların yandığına şahit olduk, Le Reve adlı şovda ağzımız o kadar açık kaldı ki, şampanya yudumlamayı unuttuk, Wynn Oteli’nin özel bir salonunda yıldızlı Japon şefin şahane yemeklerini şelalelere bakarak yedik, Bellagio otelin namlı lokantası Olive’de bir yandan Napa Valley’de harika şaraplarımızı içerken bir yandan fıskiye gösterisini izledik, hatta dönüşte upuzun beyaz bir limuzine bindik...
Çeşme Sheraton neden tuttu bizleri Las Vegas’a götürdü diye soracak olursanız, yaz sonunda Vegas’a götüreceği müşterilerine anlatalım diye, derim. İskender Dilek, yani Çeşme’deki Sheraton Oteli’nin sahibi beş yıldan bu yana otelde konaklayan müşterilerine böyle bir fırsat sunuyor. Bu kampanya öyle ilgi görmüş ki, İskender Bey de hedefini büyütmüş. 30 Mayıs’a kadar rezervasyon yapan ve otelde dokuz gece konaklayan müşteriler istedikleri tarihte Lufthansa Havayolları’yla Vegas’a gidip dört gece beş gün geçirebilecek.
Benim diyen turizmcinin altından kalkamayacağı, hesaba kitaba gelmez böyle bir kampanyayı nasıl yaptığı sorusu yola çıktığımda aklımı kurcalıyordu ne yalan... Döndükten sonra anladım: Bazı insanlar, iyiyi bilir, güzeli sever ve paylaşır.
Bu yüzden de canını dişine takar, şapkadan tavşan çıkarır.
HERKES ORADA EVLENMEK İSTİYOR
Meğer Türkiye’de ne çok Las Vegas tutkunu varmış da haberim yokmuş.