29 Ocak 2010
SANAYİ Bakanı Nihat Ergün Bakanlar Kurulu’na çok önemli bir tasarı sundu.
Alışveriş Merkezleri ve Büyük Mağazalar Tasarısı.
Maksat son yıllarda mantar gibi yayılan alışveriş merkezlerine “çekidüzen” vermek.
Bence Sanayi Bakanlığı geç bile kaldı.
Çünkü 220’nin üzerinde alışveriş merkezi olan Türkiye’de bakanlık “kahraman bakkal süpermarkete karşı” yaklaşımına saplanıp biraz daha vakit kaybederse tasarı fiilen işlemez hale gelecek.
Yazının Devamını Oku 27 Ocak 2010
ORİJİNALİ 500 TL, çakması 60. <br><br>Vatanı Avustralya.
Sudan çıkan sörfçüler ayaklarını hızla ısıtsın diye üretilmiş.
Merinos koyun yünü ve kuzu derisi sayesinde hem sıcaktan hem de soğuktan koruyor.
30 derece sıcakta ayağı serin, eksi 10 derecede sıcak tutuyor.
Fakat esas şöhretini Hollywood yıldızlarının olur olmaz yerde bu botları giymesinden alıyor.
Yazının Devamını Oku 26 Ocak 2010
Kadir Topbaş’ın cinliğiHAFTA sonu yoğun kar yağışına rağmen söz verdiğim bir toplantı için kar lastikli cipimle yola çıktım. <br><br>Fakat şoförüm ısrarla kendi arabasındaki zinciri de vermek istedi. “Ne gerek var” dedim...
“Yolda çevirme olursa bunu gösterin yoksa ceza keserler” dedi.
“Dalga mı geçiyorsun?” demeye kalmadan kutuyu arka koltuğun üzerine koydu.
* * *
Yolda gerçekten de trafik polisleri arabamı durdurdu.
İlk soru: “Beyefendi neden zincir takmadınız?”
“Gerek olmadığı için.”
“Ama beyefendi zincir takmak zorunlu.”
“Dalga mı geçiyorsunuz? Araba 4x4, üzerinde kar lastiği var...”
* * *
Allah’tan kibar adam, n’apsın ona verilen görevi yapıyor.
Saçma olduğunu bile bile...
İstanbul Valisi çıkıyor “Zincir zorunlu” diyor, belediye başkanı ‘kar lastiği’ öneriyor.
E tabii hem vatandaşın, hem de memurun kafası karışıyor.
Kışın çok çetin geçtiği Boston’da 2 yıl öğrenci olarak yaşadım.
1 metrenin üzerinde kar gördüm ama bir tek zincir görmedim. Çünkü zincir iptidai bir çözümdür, hem asfalta hem de arabaya zarar verir.
Oysa kar lastiği hem sizi, hem aracınızı, hem de yolları korur.
Ama buradan uyarmış olayım eğer arabanızda zincir yoksa kar lastiği İstanbul’da sizi ceza yemekten korumaz. Allah’tan şoför beni dinlemeyip arka koltuğa zincir kutusunu koymuş, o sayede ceza yemekten kurtuldum.
* * *
Dün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile dondurucu soğukta İstanbul’da alınan tedbirleri konuşmak için buluştum.
Topbaş’ın zincir konusunda tavrı net: “Esas olan kar lastiği, zincir gereksiz...”
Ben benzer bir açıklamayı İstanbul Valisi Muammer Güler’den de bekliyorum.
Gelelim dondurucu soğuk ve kar yağışına.
Hatırlayın 2006’da İstanbul’da bir gün kar yağmış ve hayat felç olmuştu.
Peki nasıl oldu da bu kez - 6 derecelik soğuğa ve günlerce süren kar yağışına rağmen hayat normal akışında devam ediyor?
* * *
Cevap basit: “Bir musibet bin nasihatten evladır.”
Topbaş göreve geldiği gün bu konuda çalışmaya başlamış.
Fakat karşısına “Efendim yılda iki günlük kar yağışı için ciddi yatırım yapmaya değmez” argümanı çıkmış.
2006’da altyapı ve ekipman yetersizliğinden dolayı yaşananları görünce o gün bu iş için özel bir ekip kurup Moskova dahil bu konuda tecrübesi olan şehirlere
göndermiş.
Sonuç ortada.
Bir saatlik kar yağışında felç olan İstanbul üç gündür vızır vızır işliyor. Yöntem belli.
1- Ekipman-araç sayısı 100’den 750’ye çıkmış.
2- Tuz yerine daha etkili solüsyonlara ağırlık verilmiş.
3- Yeraltına döşenen fiber optik altyapı sayesinde artık rastgele tuz ya da solüsyon dökülmüyormuş. Her bölgenin soğukluğu merkezden tespit edilip donma
sınırına gelen yollara nokta atışla müdahale ediliyormuş.
* * *
Üç gündür bu sayede ana arterler hatta ara yollar bile kar ve buzlanmadan korunmuş.
Dahası var Topbaş İstanbul’un etrafındaki köyler için bir de ‘cinlik’ düşünmüş.
150’ye yakın köye kış başında belediye bütçesinden aldığı kar temizleme aparatını dağıtmış. Her köyün muhtarına traktörlerin önüne takarak yolları açabilecekleri bu aparatı zimmetlemiş. Yaz başında bakımını yaptırıp kış başlamadan yeniden teslim ediyormuş.
Böylece bu yıl köylerde bile yollar kapanmamış.
Topbaş kendisine ait bu ‘cin fikri’ özellikle kışların çok çetin geçtiği illerin belediye başkanlarına şiddetle tavsiye ediyor.
“Belediyenin ayıracağı çok cüzi bir bütçeyle (tanesi 10 bin TL’den daha düşük) köy yollarının kapanmasına son verebiliriz.”
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2010
BENİM çocukluk kahramanım Red Kit’ti, kızım Zelda’nın ki Mickey Mouse. <br><br>O 4 yaşında ben 40 yolunda. Şimdi ortak bir kahramanımız var.
Prenses Mononoke.
Köyüne saldıran nefret şeytanını öldürürken, kolunu öfke ve nefrete kaptıran prens ve onu yabani bir aşkla iyileştiren prensesin hikâyesi.
Batı ile Doğu’nun, insanla doğanın, Şeytanla Tanrı’nın uyum ve uyumsuzluk mücadelesi.
* * *
Hürriyet Cumartesi, sinema eleştirmenleri, animatörler, seslendirme sanatçıları ve annelerden oluşan seçkin bir jüriye ‘Tüm zamanların en iyi 10 çizgi filmini’ seçtirmiş.
Sonuç şöyle:
1- Buz Devri / 2- Ruhların Kaçışı
3- Wall E / 4- Oyuncak Hikâyesi
5- İnanılmaz Aile / 6- Yukarı Bak
7- Ratatuy /8- Kayıp Balık Nemo
9- Fantasia / 10- Shrek
* * *
Listede benim çocukluk klasiklerim pek yok fakat dikkat ettim ‘en iyi 10 çizgi filmin’ 10’unu da izlemişim.
E tabii kızım sayesinde...
Kayıp Balık Nemo ve Oyuncak Hikâyesi’ni kaç kez izlediğimi inanın ben bile hatırlamıyorum.
En son Avatar’a gitmek istedik fakat yaş sınırından dolayı Zelda izleyemedi.
Epey ağladıktan sonra “Babacım sen gidebilirsin” diyerek beni yalnız gönderdi.
* * *
O gün ona bir söz verdim.
“Sana hayatının en güzel çizgi filmini izleteceğim.”
“Adı ne?”
“Prenses Mononoke.”
Tekrar etmek istedi zorlandı, “Tamam” diyerek gülümsedi.
* * *
Avatar üç boyutlu teknolojinin çok iyi kullanıldığı etkileyici bir Hollywood filmi. Hint mistisizmine yaslanmış görsel bir şölen.
Fakat hem yorucu hem de klişelerle bezeli.
Sinema teknolojisi açısından bir milat, hikâyesi ise çok bayat...
Hollywood iyi ile kötü arasındaki ezeli ve ebedi mücadeleyi çoğu zaman kartonlaşmaktan kurtaramıyor.
Kızımın çizgi film versiyonundan aşina olduğu ‘Aptal Avatar’ bunun en son örneği.
* * *
Oysa dün kızımla izlediğimiz Prenses Mononoke tam anlamıyla bir başyapıt.
İyi ile kötünün eşsiz mücadelesi.
Nefretin gözünü karartmaması için sürekli kendisi ile savaşmak zorunda kalan bir savaşçının hikâyesi.
Hayao Miyazaki Japon animasyon sinemasının dünyaya en büyük hediyesi.
Adını ilk Dağlar Kızı Heidi ile duyurmuştu.
Her ne kadar çizgi film yapsa da o aslında büyüklere masallar anlatan bir büyücü.
Fakat onun birbirinden güzel derinlikli filmlerini çocuklar da seviyor.
Öyle ki kızımla artık Miyazaki’nin 10 yaş üstü filmlerini bile birlikte izler olduk.
Red Kit ile Mickey Mouse arasında ortak kahramanlar bulduk.
* * *
Türkiye her geçen gün daha fazla kutuplaşıyor.
Herkesin kendi iyisi ve ötekisi var.
Hiç kimse kendi içinde kabaran öfke ve nefret dalgasına kulak vermek istemiyor.
Oysa şeytan dışarıda değil, içimizde.
Eğer bir an olsun içinizdeki bu fısıltıya kulak vermek isterseniz size tavsiyem alın çocuğunuzu da yanınıza bir hafta sonu Miyazaki filmi izleyin.
Mümkünse Prenses Mononoke DVD’si ile başlayın.
Emin olun hem kendinize hem de bugünün ‘kendisiyle savaşan Türkiye’sine bambaşka gözlerle bakacaksınız.
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2010
YİNE Araf’ta kaldım. <br><br>Adım ne ‘Gözaltına alınması istenen 36 gazeteci’ arasında ne de ‘Faydalanılacak 137 gazeteci’ arasında.
Tuhaf bir duygu bu...
Ama ben ‘İki cami arasında beynamaz’ olmaya alışığım.
Peki ya alışık olmayanlar?
2003 yılında Balyoz isimli bir darbe planladığı iddia edilen Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan tarafından ‘tutuklanacak’ ya da ‘faydalanılacak’ gazeteciler olarak fişlenenler...
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2010
KATLİAM, savaş, iç savaş, darbe, kuraklık, kasırga ve son olarak 200 bin insanın ölümüyle sonuçlanan deprem felaketi.
Durun, daha bitmedi.
Foreign Policy son 50 yılda Haiti’de yaşananları dikkate alarak ‘en şanssız ulus’ başlığını kullanmış.
Keşke 50 yılla sınırlı olsa.
* * *
Yazının Devamını Oku 19 Ocak 2010
PAZAR günü akşam saatlerinde eğitim sektöründen bir arkadaşımla buluşacaktım.<br><br>“Nerede buluşalım” diye sordu, hiç tereddüt etmeden “İstinye Park” dedim.
İstinye Park benim favori alışveriş merkezim.
Sadece benim mi 3.5 yaşındaki kızım ve karımın da.
İstanbul’daki alışveriş merkezlerinin, onlar kendilerine AVM diyor, ziyaretçi sayısından ciro-kâr dengesine bakıyorum, İstinye Park İstanbulluların da ‘ilk tercihi’ olarak görünüyor.
* * *
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2010
RÜYAMDA görsem inanmazdım, ama gerçekmiş. <br><br>Flamenkonun beşiği olarak bilinen İspanya artık önderliği başka bir ülkeye kaptırmış. Evet, Madrid’de hâlâ ‘Kumkapı misali’ turistik flamenko mekânları var, Endülüs her akşam ‘zil, şal ve raks’ diye inliyor ve fakat aşkın, acının ve öfkenin tutkulu dansı artık İspanya’dan çok Japonya’da icrayı sanat eyliyor.
* * *
Dedim ya ‘inanması zor’ ama şu anda Japonya’da İspanya’dan daha fazla flamenko okulu varmış.
Sayı 500’ün üzerinde.
Japonlar turistik flamenko ilgisini resmen ithalata dönüştürmüşler.
Tıpkı Toyota’nın başlangıçta Ford’u taklit edip sonra tahtından indirmesi gibi.
* * *
Meğer Endülüs’ün flamenko ustaları uzun bir zamandır uluslararası festivaller düzenleyen, arka arkaya okullar açan Japonya’yı mesken tutmuş.
Japonlar flamenko için deliriyormuş.
Öyle ki Japonya hükümeti bu konuda ciddi altyapı ve eğitim yatırımı başlatmış.
Ve sıkı durun tüm bu yatırımlar meyvesini vermeye başlamış.
Çok yakında dünyanın en iyi flamenko dansçısı, gitaristi, şarkıcısı Japonya’dan çıkarsa hiç şaşırmayın.
* * *
İtiraf ediyorum ‘yanık tenli’ flamenkocuların yerini ‘çekik gözlü’ Japonların alması ilk başta bende ciddi bir yabancılaşma efekti yarattı.
Fakat ‘flamenkonun Japonya’da yeniden doğuşunu’ Madrid’de görüp araştırınca önyargım yerini saygıya bıraktı.
Evet ilk bakışta Japonya ve flamenko ‘oksimoron’ yani asla yan yana gelmeyecek bir ikili gibi duruyor.
Ne yalan söyleyeyim Çingene, Arap ve Latin kültürünün karışımı olan, kıvrak ve hayli yüksek ritimli flamenkonun bir gün Japonya gibi ritimsizlikten ritim çıkarmış alabildiğine stilize bir kültürde bu kadar çok karşılık bulabileceğine asla ihtimal vermezdim.
Zaten konunun uzmanları bile Japonların flamenko aşkını tam olarak anlamış değil.
Ama olmuş, kapitalizmin nimetlerinden sonuna kadar yararlanan Japonlar teknolojiden sonra bir coğrafya ve kültüre ait olduğunu zannettiğimiz dans ve müziği bile önce Güney İspanya’dan Uzak Asya’ya taşımış sonra da kendisine mal etmiş.
* * *
Son bir haftadır Fransa’da Türkiye’yi de ilgilendiren çok önemli bir tartışma var.
Sendika ve halk öfkeli.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy çıldırmış durumda çünkü Fransız devletinin % 15 hisse sahibi olduğu Renault geçen hafta yeni modeli Clio 4’ü Fransa yerine Türkiye’de üretebileceğini açıkladı.
Ve kıyamet koptu.
Almanya’nın geçen yıl üretim üssünü daha ucuz ülkelere taşıyacağını açıklayan Nokia’ya verdiği ‘karavan kapitalizmi’ tepkisinin bir benzerini Fransa Renault’ya verdi.
* * *
Ben bu satırları yazarken Sarkozy ile Renault CEO’su Carlos Ghosn’un kritik görüşmesi tamamlanmamıştı.
Açıkçası benim açımdan bu toplantıdan çıkacak sonuç çok önemli değil.
Sarkozy en fazla sendikaların baskısını hafifletmek için Renault CEO’sundan üretim üssünü daha rekabetçi olduğu için Bursa’ya taşıma işini zamana yaymasını isteyecek.
Ne kadar kızsa, Fransa’nın sembolü gibi gördüğü Renault’yu ‘karavan kapitalizmi’ yapmakla suçlasa da akıntıya kürek çekemez.
Çünkü artık globalleşen dünyada bırakın malların, sanayinin, hizmet sektörünün serbest dolaşımını bir kültüre ve coğrafyaya ait olduğunu zannettiğimiz flamenko bile kıtalararası seyahat ediyor.
Sırtını ‘rekabet gücü’ gibi sihirli bir duvara dayayan ‘karavan kapitalizmi’ her türlü suçlamaya rağmen Japon flamenkosu eşliğinde Sarkozy ve onun gibi düşünenlere meydan okuyor.
* * *
Henüz ‘yaratıcı kapitalizm’ aşamasına geçememiş olsa da ‘karavan kapitalizmi’ devletçi ekonomileri temelinden sarstı.
Şu aşamada Türkiye gibi ülkelerin lehine olan bu durum bir gün bizim de aleyhimize işleyecek.
Hatırlayın daha geçen yıl birçok Türk şirketi daha ucuz bulduğu için tekstil fabrikalarını Mısır’a taşımıştı.
Ölümü uzatmak çare değil, ya hastalıklı sektörleri rekabetçi bir anlayışla yeniden üreteceğiz ya da bugün sevinç çığlıkları ile karşıladığımız ‘karavan kapitalizmi’ne yarın bizler teslim olacağız.
Tıpkı aşk, acı ve öfkenin müziği flamenko gibi...
Yazının Devamını Oku