Eyüp Can

Dink cinayetinde sahte belge iddiası

9 Şubat 2010
HRANT Dink cinayeti üzerinden tam 3 yıl geçti. Katil neredeyse ilk günden belli, Ogün Samast. Görünür planda azmettireni de biliyoruz, Yasin Hayal.

Hatta bir muhbirimiz de var, Erhan Tuncel.

Hani şu cinayetten çok önce defalarca Trabzon Emniyeti’ne “McDonald’s bombacısı Yasin Hayal, Agos Gazetesi’nin önünde Hrant Dink’i vurdurtacak” diye bilgi veren Yardımcı İstihbarat Elemanı.

Peki, ama ‘gerçek azmettiriciler’ nerede?

* * *

Yazının Devamını Oku

Cemaati kürsüde kilise için bağış yapmaya çağıran imam

7 Şubat 2010
FİKİR bana ait değil. <br><br>Bir haftadır Bodrum Aya Nikola Kilisesi’nin yeniden inşasıyla ilgili yazımdan dolayı mesaj bombardımanına tutuldum.

Öncelikle şunu söyleyeyim, bir kişi bile “Bize ne Rum kilisesinden” demiyor.
En fazla “Lütfen yıkılan tarihi camilerimizi de yazın” diyen var.
Malatya, Sivas, Kayseri ve Adana’dan onlarca ‘yıkılmış kilise hikâyesi’ dinledim.
Yetkililerden ses yok fakat toplum inanılmaz duyarlı.
* * *
Mesela Mukaddes Çuha, “Biz Avrupa’da camiler açarken memleketimizdeki kiliseleri yok ediyoruz. Ben inançlı bir insan olarak bu durumdan utanıyorum” demiş.
İsmail Güner üşenmemiş hemen karşı kıyıya, Kos Adası’na geçmiş, Hürriyet okurlarıyla paylaşmam için adada bulunan cami ve şadırvanın fotoğraflarını çekmiş.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’a misafirhanesini açan sendikacı

6 Şubat 2010
AK Parti’nin kuruluş çalışmalarının temeli 2001 yılında Ankara’da nerede atıldı biliyor musunuz?

“Top secret” değil ama bu bilginin bugüne dair çok manidar bir anlamı var...

Bu yüzden gelin hatırlayalım.

Mustafa Kumlu’nun genel başkanı olduğu Tes-İş Sendikası’nın Konya Yolu üzerindeki misafirhanesinde.

* * * 

Şöyle bir o günlere geri dönün.


Yazının Devamını Oku

Gandi Mustafa yerli Walesa’ya karşı

5 Şubat 2010
ŞEMSİ Denizer’i hatırlıyor musunuz?

Hani şu 1990’ların başında “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” sloganıyla Turgut Özal’a kafa tutup maden işçilerini Zonguldak’tan Ankara’ya yürüten medyatik sendika başkanını...

Nasıl unutabiliriz ki...

Denizer “bıçkın delikanlı” tavırları, medyatik şovları ve “çalkantılı” hayatıyla 1990’lı yıllarda Türk sendikacılığına damgasını vurdu.


Öyle ki bir anda “yerli Walesa” ilan edildi.


Yazının Devamını Oku

Pozisyon kalemşorlarına karşı iki ilke aydını

3 Şubat 2010
İKİSİ de Star Gazetesi yazarı. <br><br>Hani şu patronajı ve yayın politikası AK Parti Hükümeti’ne ‘yakın’ olduğu için ‘yandaş’ olmakla suçlanan gazete. Yazarlardan biri hukuk profesörü, diğeri eski Yargıtay Başkanı.
Önceki gün baktım iki ayrı gazeteye Taraf ve Vatan, aynı gün iki ayrı röportaj vermişler.
Ne yalan söyleyeyim ‘keyifle’ okudum.
* * *
Kimse kusura bakmasın ama Türk medyası giderek ‘pozisyon aydınlarının’ bolca racon kestiği bir mecraya dönüşüyor.
Ortalık sürekli kendi tribününe oynayan, ilkeleri değil pozisyonu için kalem oynatan ‘kesin inançlı kalemşorlardan’ geçilmiyor.
Taraf olmayanlara bertaraf olma kapısı gösteriliyor.
* * *
İşte böyle bir ortamda Star Gazetesi yazarı Sami Selçuk ve Mustafa Erdoğan kalkıyor AK Parti ile ilgili çok sert ama alabildiğine ilkesel eleştiri yapıyor.
Ben keyiflenmeyeyim de kim keyiflensin.
İmkânım olsa size iki söyleşinin tamamını aktarırdım.
Çünkü Türk siyasetini ikiye bölen en önemli iki konuyu eskilerin tabiriyle ‘efradına cami ağyarına mani’ bir kuşatıcılıkla yorumlamışlar.
* * *
Bakın mesela ‘sivil diktatörlük’ tartışmasına Sami Selçuk nasıl yaklaşmış.
“Türkiye’de bu Anayasa olduğu sürece rejim her türlü diktatörlüğe açıktır. Çünkü yasama organının varlık nedeni, yürütmeyi denetlemektir. Denetleyebiliyor mu? Hayır. Bitti. Eğer çoğunluk partisinin genel başkanı iyi niyetli değilse, diktatörlüğe gidebilir... Bu Anayasa’da buna hiçbir engel yok.”
Devam ediyor...
“AK Parti diktaya gider deniyor, elbette gider! Her parti gider.
Çünkü önleri açık... Bu AK Parti değil daha sonra gelecek bir parti ve geçmişteki partiler de olabilir. Çoğunluğu elde ettiklerinde Özal’a, Demirel’e kim karşı çıkabiliyordu? Türkiye’de milletvekilleri halkın değil genel başkanın vekilidir. Çünkü o gösteriyor halk seçiyor. Şimdi deniyor ki milletvekilleri HSYK’ya üye seçecek, kimse kendisini kandırmasın, genel başkan kimi isterse, o seçilecek!”
Fakat aynı Sami Selçuk ilkesel olduğu için şunları da söylüyor.
“Böyle bir Anayasa ile yönetilmekten azap duyuyorum. Türkiye böyle bir anayasaya müstahak değil. Mesela birileri çıkıyor ‘Bu partiyle, bu çoğunlukla anayasa değiştirilmez’ diyor. Bunların hiçbir hukuki temeli yok.”
* * *
Şimdi gelelim Kürt açılımı konusunda çok ağır eleştiriler yapan Mustafa Erdoğan’a.
“AKP askeri vesayet sorununda olduğu gibi Kürt meselesinde de bocalıyor. Çünkü bakış açısı yanlış. AKP Kürt açılımıyla Kürtleri AKP’lileştirmeyi kastediyor. Kürtlere bazı rahatlamalar sağlayıp onları AKP kanalıyla sisteme entegre etmeye çalışıyor. Açılım bir aldatmaca. Büyük ölçekli toplumlarda kimlik sorunu kardeşlikle çözülmez. Başbakan hatalarını söyleyeni yanında istemiyor.”
Ama bakın aynı Mustafa Erdoğan şunları da söylüyor.
“Bu eleştirileri yaparken AKP’ye de haksızlık yapmak istemem, çünkü AKP bu ülkede demokratikleşme için en çok çaba harcayan siyasi parti ama AKP dahil Türkiye’de hiçbir parti demokrasiyi kendi başına bir değer olarak görmüyor...”
Ne dersiniz medyadaki onca pozisyon kalemşorunun arasında bu iki ilke aydınının zihin açıcı analizi sizi de keyiflendirmedi mi?
Cevabınız hayırsa sizden ricam sürekli ‘açık deniz-açık toplum’ diyen, kategorik karşıtlığı reddeden, taraf olmadan önce tarafları dinlemeyi seçen bu köşeyle zihin konforunuzu bozmayın.
Yazının Devamını Oku

İki resim arasındaki tek benzerlik

2 Şubat 2010
Hani bulmacalarda sorulur ya...<br><br>‘İki resim arasındaki sekiz farkı bulun’ diye.

Benim sizden ricam...

Şu iki resme dikkatlice bakın ve lütfen herhangi bir benzerlik var mı söyleyin.

* * *

Fazla yormayayım sizi çünkü iki resim arasında hiçbir benzerlik yok.

Yazının Devamını Oku

Mehmet Bey siz hiç işinizi kaybettiniz mi?

31 Ocak 2010
SİZ hiç işinizi kaybettiniz mi?Ben bir kez kaybettim.Cemal Süreya’nın diliyle ‘kör oldum’. * * *
1990’lı yılların başı, okulu yeni bitirmişim, bir televizyon kanalında muhabirlik yapıyorum.
Az para, bol keyif.
Ama olmadı.
Birlikte çalıştığım rahmetli Ömer Lütfi Mete, “Eyüpçüm yönetim küçülmemizi istiyor senden memnunuz ama maalesef yollarımızı ayırmamız gerekiyor” dedi.
O kadar zarif bir adamdı ki, konuşurken işten atılmış olduğumu bile anlamadım.
Sonrasında uzun süre ‘lal’ oldum.
* * *
İşten atılma karşısında herkesin tepkisi bir olmuyor.
Kimi hissizleşiyor, kimileri duygu patlaması yaşıyor.
Uzmanlara göre en tehlikelisi bu ikisi arasında yaşanan keskin gelgit.
Gururun incinmesi, işe yaramama duygusu, aile ve çevrenin gözünde değersiz hissetme ve onulmaz bir çaresizlik...
* * *
Şu sıralar vizyonda George Clooney’nin oynadığı ‘Up in the Air’ adlı bir film var.
Oyunculuk ve iyi bir roman uyarlaması olması bir yana Türkiye’de ‘Aklı Havada’ adıyla gösterime giren filmin bence en önemli yanı ‘zamanın ruhunu’ yakalaması.
Öyle ki ilk bakışta belgesel tadında naiflikle-gerçekçilik arasıda gidip gelen sıradan bir film gibi görünüyor.
Oysa hem tema hem de karakterler tam da bugünün Amerika’sını anlatıyor.
Aslında daha fazlasını...
* * *
Clooney’nin canlandırdığı Ryan Bingham neredeyse bütün iş yaşamı bir şehirden diğerine iş seyahatleriyle geçen bir ‘işten çıkarma uzmanı’.
Yanlış duymadınız Amerika’daki yaygın tabiriyle ‘corporate downsizing expert’.
Küçülmek isteyen şirketler özellikle toplu işten çıkarmalarda sürecin hem hukuki hem de psikolojik yönünü iyi yönetebilmek için bu tür uzmanlardan yardım alırlar.
Çünkü söz konusu olan kapitalizmin keskin çarklarına rağmen insandır.
İşte Ryan küresel ekonomik krizin şiddetli hissedildiği Amerika’da arka arkaya kapanan ya da küçülmek zorunda kalan şirketlere işten çıkarmalar konusunda yardım eden, dahası bu işi çok başarılı yapan bir uzman.
Ama bir sorunu var.
Gerçekçi sahneleriyle işten atma ve atılma resmi geçidine dönen filmin kahramanının çalıştığı şirket de masrafları kısmak için küçülme kararı alır.
Yani ava giden avlanır.
* * *
Özelleştirme mağduru Tekel işçileri bir aydır Ankara’da onurlu bir direniş sergiliyor.
Sendikanın popülist ve politik yaklaşımlarına, özelleştirme sürecinde hükümetin yaptığı yanlışlara bu noktadan sonra girmeyi gereksiz buluyorum.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yerinde müdahalesiyle bu sorunun haftaya çözülmesini umut ediyorum.
Ve buradan hafta içi “Bizim hükümetimizin varsa bir hatası özelleştirme sonrasında açıkta kalan Tekel işçilerine merhametli davranmasından kaynaklanıyor” diye açıklama yapan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e sesleniyorum.
* * *
Mehmet Bey istihdam ve işten çıkarma bugün tüm dünyanın sorunu.
Siz hükümet olarak elinizden geleni yaptığınızı düşünüyor olabilirsiniz.
Ama unutmayın işini kaybeden siz değilsiniz.
Tekel işçileri ‘merhamet’ dilenmiyor.
‘Haklı ya da haksız’ hakkını arıyor.
Siz yıllarca yurtdışında çalıştınız.
Eminim birçok bakan arkadaşınız ‘corporate downsizing expert’ kavramını duymamıştır, ama sizin iyi bilmeniz gerekir.
Amerika ya da Türkiye söz konusu işsizlikse fark etmiyor.
Zamanın ruhu ‘Aklı Havada’ olmayı gerektiriyor.
İster sinema salonunda isterse Tekel eylemcilerinin yanında.
* * *
Siz hiç işinizi kaybettiniz mi?
Ben bir kez kaybettim...
Yazının Devamını Oku

Darbeci paşa ile Vakit yazarını buluşturan zihniyet

30 Ocak 2010
BALYOZ Güvenlik Harekât Planı’nın en infial uyandıran kısmı neydi?

Hani şu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u bile haklı olarak çileden çıkaran, masaya yumruğunu vurarak “Lanetliyorum” demek zorunda bırakan kısmı...

Bir; “Darbe için elverişli koşulları oluşturmak maksadıyla İstanbul Fatih ve Beyazıt camilerinde tedhiş faaliyeti icra edilecektir.”


İki; “Mümkünse bir uçağımızın Yunan Hava Kuvvetleri tarafından düşürülmesi sağlanacak, bu gerçekleşmezse özel filo personelinden bir pilotun kolundaki uçağa atış yapmak sureti ile kendi uçağımızın düşürülmesi sağlanacaktır.”

* * *


Yazının Devamını Oku