Efsanedeki kaya sanki hepimizin yüreğinin üstüne oturmuş, bizi eziyor, içimizi dağlıyordu…"
İstanbul-Amsterdam seferini yapan Boeing 737-800 tipi uçağın Schiphol Havaalanı'na 1500 metre kala düştüğünü haber aldığım an Cem Kozlu'nun zihnime kazılı bu satırları geldi aklıma.
Hemen Kozlu'nun iki yıl önce tek nefeste okuduğum Bulutların Üzerine Tırmanırken adlı kitabının "Semalardaki Tuzaklar" başlıklı onuncu bölümünü açtım.
Evet oradaydı.
Erdoğan özetle;
1- Gelir İdaresi'nin özerk kuruma dönüştürülmesi
2- Mükelleflere "nereden buldun" sorgulaması yapılması talepleri
3- Yerel yönetimlerin gelirini artıran yasal düzenlemenin iptali beklentisi karşılanamaz demiş.
Fakat ben bugün sizlere iş dünyasının değil bir vergi denetmeninin isyanını aktarmak istiyorum. Çünkü DYH’ye kesilen her türlü objektiviteden uzak aşırı yoruma dayalı vergi cezasıyla birlikte neredeyse tüm Gelir İdaresi çalışanları, özellikle de denetim elemanları büyük zan altında kaldı.
Dün sabah saatlerinde DYH’nin basın bilgilendirme toplantısına katıldım.
Hem DYH CEO’su Mehmet Ali Yalçındağ, hem de CFO Soner Gedik haksızlığa uğramış olmanın verdiği haklı kırgınlığa rağmen, alabildiğine özenli bir dil kullandılar.
Siyasi yorumu kamuoyunun takdirine bırakıp her konuda alabildiğine detaylı teknik bilgi verdiler.
En teknik, en karmaşık, en çetin soruları hiçbir açık kapı bırakmadan tek tek cevapladılar.
Bunun üzerine aldı beni bir merak.
Madem hisse devrinin 26 Aralık değil, 2 Ocak’ta gerçekleştiği gün gibi aşikâr…
Yer Muğla Sanayi ve Ticaret Odası'nın yeni hizmet binası.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu gayet soğukkanlı bir biçimde şu çarpıcı tespiti yapıyor:
"Ben Ankara'da vergi rekortmeni olarak ödül alan bir iş adamıyım. Benim gibi bütün ödül alan insanların aklında şu iki soru var:
1- Ben vergimi veriyorum acaba herkes veriyor mu?
2- Ben vergimi veriyorum ama bu kaynaklar yerinde harcanıyor mu?
Verdiğimiz verginin nereye harcandığını sorabiliyor musunuz?
Soramazsınız!
Sormaya kalktığınız an
Oysa gerilmeye gerek yok.
Referans'ta geçen hafta manşete taşıdığımız "Kabinedeki 63 bakan çocuğunun iş dünyasındaki son durumu" başlıklı titiz haberden sonra bugün de "Çeşitli ülkelerdeki milletvekilleri ve yakınları hakkında uygulanan etik kuralları" yayımlıyoruz.
Böylece Türkiye'deki tartışmaya uluslararası bir perspektiften katkı yapmayı umuyoruz. Çünkü "siyaset-ticaret ilişkisi ve sınırları" sadece Türkiye'nin sorunu değil.
Dünyanın hiçbir yerinde "Başbakan ya da bakan çocukları ticaret yapamaz" diye bir kural yok. Fakat siyasetçi yakınlarının ticaret yapmalarına ilişkin çok temel kurallar var.
Doğrusu ben skandalı ortaya çıkaran arkadaşlarım adına tebrikleri almaktan memnun olmakla birlikte yapay bir tevazua girmeden bir şeyin altını çizmekte fayda görüyorum.
İlk günden itibaren uzmanlaşmaya önem veren bir gazetenin çalışanları olarak biz sadece görevimizi yaptık.
Ertuğrul Bey birçok açıdan Türk basınında eşine az rastlanır yetenekte bir yönetici. Beni en çok etkileyen ise onun özellikle gazetecilik konusunda gösterdiği komplekssizliği.
Yeter ki bir yerde gazetecilik adına "iyi bir iş" görsün, hemen atlar üzerine.
Türkiye'de ekonomiyle ilgilenen herkesin bu hikâyeyi, hem kurumsal itibar hem de ekonomi gazeteciliğinin yani uzmanlaşmanın önemini daha iyi kavramak adına dikkatle okuması gerekiyor.
Piyasaların merakla beklediği haber sabah saatlerinde ajanslara düştü.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) kaynaklı habere göre 2008 yılı aralık ayı sanayi üretimi yüzde 11,9 düşmüştü.
Sabah yazı işleri toplantımızda piyasaların merakla beklediği bu rakamı sektörel kırımlarına da bakarak enine boyuna tartışmaya başladık.
Hatta AK Parti hükümetinin "içi boş yeni bir propaganda malzemesi" daha diyecek oluyorsunuz.
Ama durun, benim gibi hemen peşin hükümlü davranıp yargılamadan önce çarşamba akşamı Dolmabahçe Sarayı'nda Başbakan Yardımcısı
Nazım Ekren'in gazetelerin genel yayın yönetmenlerine anlattıklarına kulak verin.
Çünkü Nazım Ekren bildiğiniz propagandist bakanlardan değil.