BLUE jean kumaşıyla kaplı buzdolapları, çingene pembesi fırınlar, Mini Cooper kırmızısı bulaşık makineleri, fıstık yeşili çamaşır makinelerinin etkisiyle geçtiğimiz yıl 20 milyon adetlik üretim rakamına beyaz eşya markaları şimdi de sektöre haute couture (terzi usulü, ısmarlama) sistemini taşıdılar. Tüketicilerin taleplerini göz önüne alarak yiyeceklerin uzun süre tazeliğini koruyabildiği multilof, fullfresh, iyonizer ve mavi ışık gibi birçok farklı teknolojiyi buzdolaplarıyla bütünleştiren firmalar, kişiye özel akıllı çözümlerle de pazar paylarını artırmaya çalışıyor.
Sektöre yön veren özellikler
Kokuları birbirine karıştırmayan, yiyecekleri daha uzun süre taze tutan, hareket algılayarak ışığını kendi kendine yakıp, söndüren, kullanılmayan rafları devre dışı bırakıp, tasarruf sağlayan, kablosuz internet bağlantısı ile sosyal ağlardan yemek tariflerini indirip, fotoğrafların paylaşılabilmesini sağlayan, sanal mağazalara sipariş verilmesine imkan tanıyan, aile bireylerine sesli mesaj bırakan, istenilen saat ve günde uyarıda bulunan bu akıllı ürünler, artık beyaz eşya sektörüne yön veriyor. Teknolojide yaşanan gelişmeleri anında ürünlerine adapte eden firmalar, artık anında müşterinin ihtiyacı ve kullanımına uygun hale dönüşebilen fonksiyonel ürünler de geliştiriyor. Bu ürünlerde kapak yükseklikleri puzzle gibi isteğe göre ayarlanıp, yaylı raf sistemleriyle de buzdolaplarının iç bölmeleri müşterinin talebi doğrultusunda dizayn edilebiliyor.
Çin’e satıyorlar
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere Rusya ve Çin’in de aralarında bulunduğu 100’den fazla ülkeye 14 milyon adet beyaz eşya ürünü ihraç eden Türk firmaları, geçtiğimiz yıl tarihinde ilk kez toplam 20 milyon 106 bin 418 adet üretim gerçekleştirmeyi başardı. Türkiye’de yılda 2 milyon adet buzdolabı, 1.8 milyon çamaşır makinesi, 1.5 milyon bulaşık makinesi ve 850 bin adet de fırın satışı gerçekleştiren beyaz eşyacılar, 90’lı yıllarda 2 milyon adet olan yurt içi satışlarını da 6.5 milyon adede çıkartmayı başardı. 2011’de Türkiye’de 6 milyar TL’lik beyaz eşya satıldı.
Pazarı 6 firma paylaşıyor
Arkadaşımız Seda Akdemir’in yaptığı araştırmaya göre 20’ye yakın firmanın rekabet ettiği pazarda 6 büyük firma pazarı paylaşıyor. 4 milyon kişiye istihdam sağlayan sektörde yerli sermayeli olarak Arçelik ve Vestel, yabancı sermayeli olarak da Alman BSH (Bosch-Siemens), İtalyan Indesit ve Candy şirketleri rekabet ediyor.
Yiyeceklere iyonizerli koruma
Akıllı telefonlar ve tablet bilgisayarların yaygınlaşmasıyla hızla yaygınlaşan online oyun pazarında, oyun oynama yaşının 5’e gerilemesi, okul öncesi çocukları yeni hedef kitle konumuna getirdi. Bunda da 20 milyon online oyun meraklısından 11 milyon 400 bininin internet üzerinden oynadıkları oyunlar için para ödemesi, etkili oldu.
Online oyun yaşının okul öncesi çocuklara hızla kayması, yerli, yabancı oyun geliştirici firmaların yeni taktikleri devreye sokmasına yol açıyor. ‘Ücretsiz’ diye bilgisayar, cep telefonu ve tabletlere indirilen oyunlarda avantaj sağlamak için ek satın alınan silah, zırh, eşya, ev gibi araçların her birine, 1 lira ile 20 lira arasında ücretler yansıtılıyor.
İhmalden kaynaklanıyor
Bu da, özellikle cep telefonları ve tablet bilgisayarlarda yer alan “uygulama içi satın al” seçeneğinin evebeylerin kapatmayı ihmal etmesinden kaynaklanıyor. Bu seçenek açık olduğu sürece, çocukların oyun sırasında satın aldıkları her ekstra içerik, ya cep telefonu faturalarına yansıtılıyor ya da kredi kartından otomatik olarak çekiliyor. Bunun farkına varıldığında da iş işten geçmiş oluyor. Aileler, yüzlerce lirayı bulan kabarık faturaları ödemek zorunda kalıyor.
200 milyon dolar ödeniyor
Arkadaşımız Seda Akdemir’in yapmış olduğu araştırmaya göre, bu tür oyunların başında da Smurfs’ Village (şirinler), Zombi Rock, Wolfteam, Cengiz Han, Son Silah, Rakion , Mstor geliyor. Online oyunlarda geleneksel oyuncu profilinin değişmesi, daha önce potansiyel oyuncu olarak kabul edilmeyen ve oyun firmalarının hedef kitlesini oluşturmayan okul öncesi çocukları pazarın merkezine çekmeyi başardı. Tüm bunların sonucunda da 20 milyon online oyun meraklısının bulunduğu Türkiye’de, sadece oyunlara ödenen yıllık bedel de 200 milyon dolara ulaştı.
Mağduriyet doğalmış
Türkiye Dijital Oyunlar Federasyonu’nun Başkanı Mevlüt Dinç, 200 milyon dolarlık bir pazarda, mağduriyetlerin yaşanmasını doğal karşılıyor. Aynı zamanda Türk Telekom’un oyun şirketi Sobee’nin de Genel Müdürü olan Dinç, “Milyonlarca insanın tükettiği bu pazarda, bazı mağduriyetler olabiliyor. Oyunlar genelde ücretsiz. Ancak ücretli içerikler de var. Kullanıcılarımız farkında olmadan bazen bu içerikleri de satın alabiliyor. Ücretli oyunlarda satın alınan içeriklerin fiyatlarının oyundan oyuna eşyadan eşyaya değişiyor. 1 liradan 20 liraya kadar çıkabiliyor. Mağduriyetler genelde ‘ücretlendirmeden haberim yoktu’ şeklinde. Ancak virüsten tutun da biri beni rahatsız etti, bana küfür edildiye kadar birçok şikayet oluyor. Bunların yaşanmamasını istiyoruz ama doğal şeyler. Sanal ortamda bu sorunların yaşanmaması için oyun şirketlerinin ve oyun geliştiricilerinin sorumlu davranması gerekiyor” dedi.
AVRUPA ülkeleri arasında teknolojiye en hızlı ayak uyduran ülke konumuna gelen Türkiye’de, 13 milyon adetle yıllık hacmi 5 milyar liraya ulaşan cep telefonu pazarında artık akıllı telefonların (smartphone) borusu ötüyor. Son dönemlerde geliştirdiği Android işletim sistemli Galaxy serisi cep telefonlarıyla pazar payını yüzde 30.2’ye çıkartmayı başaran Samsung, akıllı telefonların ardından şimdi de toplam pazarda da Nokia’nın saltanatına son verdi. Yıllardır pazar liderliğini elinde bulunduran Nokia’yı Iphone 4S serisi telefonlarla ön plana çıkan Apple da zorlamaya başladı. 2010 yılında yüzde 7.5 oranında pazar payı bulunan Samsung, geçtiğimiz yıl piyasaya sürdüğü Galaxy serisi cep telefonlarıyla satışlarını yüzde 310’a varan oranda artırmayı başardı. Satışlarda gösterdiği bu başarıyı, 2012 yılında piyasaya sürdüğü Galaxy S-III modeliyle daha da artıran Samsung, geçtiğimiz mart ayında Türkiye’de en fazla satılan akıllı cep telefonu markası konumuna geldi. Bu konumunu haziran ayında tüm pazara yayan Samsung, elde ettiği bu ünvanı toplam pazara da yaymayı başardı.
Ciroda yüzde 15 artış
Samsung, LG ve Türkiye pazarına ağırlıklı olarak operatör markalı ürünleriyle yer alan Huawei gibi markaların ürünlerinde kullandığı Android ile iPhone’da kullanılan IOS işletim sistemli akıllı telefonların payı, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hızla artıyor. Ürünlerinde hâlâ Symbian işletim sistemi kullanan markaların payı ise hızla düşüyor.
Arkadaşımız Seda Akdemir’in yaptığı araştırmaya göre, mobil telefon pazarı 2012’nin ilk 6 ayında geçtiğimiz yılın aynı dönemine oranla yüzde 17 daralma yaşadı. Ancak ciro bazında pazar bu yıl, yüzde 15 büyüme gerçekleştirdi. Yeni nesil akıllı telefonların artık Türkiye pazarından adetsel olarak aldığı pay yüzde 40’ı, ciro açısından ise yüzde 70’i buluyor.
Türkler 18 ayda değiştiriyor
Türklerin cep telefonu kullanım süresi ise hızla yenilenen modeller sayesinde 18 aya kadar indi. Bu, Avrupa ülkelerinde 24 ayı aşıyor. Ayrıca, Türkiye’de her 100 cep telefonu kullanıcısından 10’u en son teknoloji ürünü modellere 6 ayda bir terfi ediyor. Akıllı telefonlara yılda ödenen bedel ise 3.5 milyar TL’yi buluyor. Türkiye’de pazar kaybeden markalar arasında Nokia’nın yanı sıra geçtiğimiz yıllara damgasını vuran Blackberry’de yer alıyor. 2012 yılına kötü bir başlangıç yapan Blackberry’nin payı, şu anda yüzde 10’lara kadar gerilemiş durumda. Nokia’nın Türkiye’de yaşadığı hızlı düşüş de devam ediyor.
Dünyada da lider
Tüm dünyada da benzer durum gözleniyor. 2011 yılında akıllı telefon pazarından yüzde 19.1 pay alan Apple’ın iPhone’unu geride bırakıp, liderlik koltuğuna oturan Samsung, bu yılın ilk 3 ayında da zirvedeki yerini korudu. Yılın ilk çeyreğinde 93.5 milyon adet telefon satan Samsung yüzde 25.4 payla pazar liderliğini sürdürdü. Nokia 82.7 milyon adet satış, yüzde 22.5 pazar payıyla ikinci, Apple da 35.1 milyon adet satış ve yüzde 9.5 payla üçüncü sırada yer alıyor. HTC, LG, Sony Ericsson gibi markalar da yeni modelleriyle smart phone (akıllı telefon) pazarında rekabette geri kalmamaya çalışıyor.
Kavurucu sıcaklarda aşırı nem yüzünden uyuma güçlüğü çekenlerin imdadına bu kez, uyku seti üreticileri yetişti. Yıllık hacmi 13 milyar dolara ulaşan ev tekstil pazarından yüzde 5’lik pay alan uyku seti üreticileri, kaz tüyü ve bambu lifli ürünlerin ardından şimdi de Moğalistan’dan ithal ettikleri deve tüylerinden yastık ve yorgan ürettiler. Fiyatların 475 TL’den başladığı deve tüyü uyku setlerine en fazla talep, Rusya ve Ortadoğu ülkelerinden geliyor.
İç piyasanın yanı sıra yurt dışına da pazarlanan deve tüyü yastık ve yorganlar, yatakta vücut ısısını dengeleyip, terlemeyi azaltarak, klima işlevi görüyor. Bu da deve tüylerinin uyku sırasında oluşan ısı ve nem oranını otomatik ayarlayabilme özelliği sayesinde gerçekleşiyor.
Klima işlevi görüyor
Arkadaşımız Seda Akdemir’in araştırmasına göre, sıcak yaz günlerinde sağlıklı ve rahat uyku kavramının büyük önem kazandığı bugünlerde, ürün yelpazelerini sürekli genişleten uyku seti üreticilerinin yeni gözdesi, deve tüyleri oldu. Gündüz emdiği ısıyı gece geri vererek doğal iklimlendirme yapan deve tüyleri, toplam üretiminin üçte birini yurt dışında pazarlayan ev tekstil sektörünün yeni ihracat kalemini oluşturuyor.
Yıllık satış hacmi 650 bin doları bulan yastık ve yorganda, firmaların farklı ihtiyaçlara yönelik yenilikçi ve sağlıklı ürünlere ağırlık vermesi, rekabeti de kızıştırıyor. Yazın serin kışın sıcak tutma özelliği bulunan bu yastık ve yorganlarla, hem yumuşak yapıları hem de antibakteriyel özellikleriyle kesintisiz uyku isteyen tüketiciler hedef alınıyor.
İlkbahar aylarında develerin boyun bölgesinden elde edilen bu tüyler, Türkiye’de işlenerek yastık ve yorganlara dönüşüyor. Deve tüyü yastık ve yorganları en fazla talep edenler arasında Rusya ve Ortadoğu ülkeleri başı çekiyor. Avrupa ve Amerika’dan da talep gören deve tüylü ürünler, Türkiye’de de raflarda yerini almaya başladı.
Yılda 17 milyon adet deve tüyü uyku seti üretimi gerçekleştiren Maya Tekstil, ürettiği deve tüylü ürünlerin 12 milyon adedini uluslararası pazarlarda planlamayı hedefliyor.
Kumaşları da özel
1.5 milyar dolarlık pazar
Ramazan ayının bu yıl kavurucu yaz sıcaklarına denk gelmesi, yılda 1 milyon adet satış hacmine sahip 1.5 milyar dolarlık klima sektörüne yaradı. 16 saati aşkın oruç tutma süresini rahat ortamlarda geçirmek isteyenler, bir anda klimada talep patlamasına yol açtı. 12 aya varan taksit imkanı ve uygulamaya konulan cazip kampanyalarla oda tipi klimalarda fiyatların 600 liraya kadar çekilmesi, perakende zincirlerinde stokların kısa sürede erimesine, ani oluşan talebe hazırlıksız yakalanan yetkili servislerde de montaj için 4-5 günü bulan bekleme sürelerinın vermesine yol açıyor.
100 evden 12’sinde klima var
Son 10 yılda 7 milyon klimanın satıldığı, 10 milyona yakın klimanın da ev ve işyerlerinde kullanıldığı Türkiye’de artık, her 100 evden 12’sinde klima bulunuyor. Bu da, Türk klima pazarının dünyanın en büyük ilk 10, Avrupa’nın da ilk 3 ülkesinden biri konumuna gelmesini sağlıyor. Fiyatın yanı sıra, enerji tasarrufu ve çevreci ürünleriyle rekabette ön plana çıkmaya çalışan firmalar, artık klimalarını sadece evlere değil, evlerin tüm odalarına sokmayı hedefliyor. Bunda da yeni nesil akıllı klimaların bir ampul kadar enerji tüketmesi, havayı temizlemesi, negatif iyonlarla ortamda bakteri oluşumunu azaltması, sigara kokusu ve toksitleri yok edebilmesi, nemi emip, soğuk buhar üfleyerek doğal ferahlık sağlaması etkili oluyor. Arkadaşımız Mert Temizkan’ın yaptığı araştırmaya göre, Türk iklimlendirme pazarının yüzde 50’sini ev tipi klimalar oluşturuyor. 2010 yılında 722 bin, 2011 yılında da 1 milyon adet split klima satılırken, satışlardaki artış yılda yüzde 20’yi buluyor. Pazara yeni ürünlerin cazip fiyatlarla sunulması, tüketicilerinde estetikli ve tasarruflu ürünlere yönelmesini sağlıyor.
Enerji tasarrufu büyük
Türkiye’de inverter klimalara hızlı bir kayışın yaşandığını söyleyen İklimlendirme Soğutma Klima İmalatçıları Derneği (İSKİD) Yönetim Kurulu Üyesi Sedat Akıska, “Bu klimalar, yazın soğuturken diğerlerine oranla yüzde 50 tasarruf sağlıyor. Ayrıca, kışında elektrikli ısıtıcılara göre yüzde 400 tasarruflu. 2016’dan itibaren satılan tüm klimalar inverter olacak. Şu anda pazardan yüzde 21 pay alan bu tip klimalar sayesinde Türkiye’de yıllık sağlanacak enerji tasarufu, 500 milyon doları buluyor” dedi. İklimlendirme Soğutma Klima İmalatçıları Derneği’nin Split Klima Komisyonu Başkanı Can Topakoğlu’da, “2011 yılında Türkiye’de 1 milyon adet klima satışı gerçekleştirildi. Özellikle A sınıfı ürünlere olan talep ciddi oranda arttı. En çok klima satışı İstanbul, İzmir ve Antalya’da gerçekleşiyor” dedi.
Sıcakta yaşlılar ve kalp hastaları için gerekiyor
Soğutma işlemi sırasında düşürülen her bir derece sıcaklık ayarı, elektrik tüketiminde yaklaşık yüzde 10 oranında artışa neden olabiliyor. Klima kullanımı, özellikle yaşlılara, kalp, tansiyon, şeker ve astım rahatsızlığı olan insanlara tavsiye ediliyor. Klima üfleme yönü ayarlarının yakın mesafeden insan vücuduna doğrudan tesir etmeyecek şekilde yapılması gerekiyor. Yapılan araştırmalarda, 32 derece iç ortam sıcaklığında çalışan bir insanın performansının klimalı bir ortama göre yüzde 50 oranında azaldığı belirleniyor.
SON 5 yılda yüzde 50 büyüyerek, toplam 10 milyar dolarlık hacme ulaşan mücevher sektöründen 1.5 milyar dolarlık pay kapmayı başaran pırlantada, “iki saatte teslimat” imkanı sağlayan online alışveriş bereketi yaşanıyor. Sirius, Zen, Ariş, Atasay, Altınbaş, Assos, Jival, Favori, Koçak ve Asgold gibi mücevher markalarının yanı sıra hazinem.com, erospirlanta.com gibi sanal mağazaların da internet üzerinden satış imkanı tanıması, özel günleri unutan erkeklerin kurtarıcısı oluyor. Düğün, yıldönümleri başta olmak üzere nişan, nikah, doğum günü, anneler ve sevgililer günü hediyesini son dakikaya bırakanlar sayesinde internet üzerinden mücevher satışlarında hızlı artış yaşanıyor. Sanal mağazalar üzerinden gerçekleşen pırlanta satışı da daha şimdiden 20 milyon doları yakalamış durumda. Firmalar, internet üzerinden yapılan pırlanta satışını önümüzdeki 5 yıl içinde 100 milyon dolara ulaştırmayı hedefliyor.
Yarısını erkekler alıyor
Arkadaşımız Seda Akdemir’in yaptığı araştırmaya göre, son iki yılda hızla yaygınlaşan sanal mücevherat mağazalarının sayısı, 20’ye ulaştı. Bu yolla, özel günleri unutan, kutlama alışverişini son dakikaya bırakan erkekleri de yakalamayı başaran sanal mücevherat mağazalarından alışveriş yapanların yarısını, sevdikleri için pırlanta yüzük, kolye ve küpe alan erkek müşteriler oluşturuyor. Ayrıca, sanal mücevherat mağazalarının cirosunun yüzde 80’ini pırlantalı ürünler kapsıyor. Düğün mevsimi olması nedeniyle şu anda en fazla talep edilen ürün, tek taş yüzük oluyor. Bunu düğün setleri, özel tasarım kolye, yüzük küpe ve bilezikler izliyor. Uluslararası yatırım fonu Capital Partners’ın desteğiyle oluşturulan hazinem.com’un CEO’su Sevgi Soysal, hedeflerinin aylık 145 bin dolar olan internet satışlarını 400 bin dolara ulaştırmak olduğunu söylüyor.
250 milyar dolarlık pazar
TÜM mücevher sektörünün dünyadaki yıllık hacmi 250 milyar doları buluyor. Yılda 700 bin adet pırlanta ürün üretimi gerçekleşen Türkiye’de, altın ve gümüşten oluşan pırlanta, elmas, zümrüt, yakut, gibi kıymetli taşlar içeren mücevher sektörünün toplam hacmi de 10 milyar dolara ulaşıyor. Türkiye’de üretilen 1.5 milyar dolarlık pırlantanın yüzde 35’i iç piyasada satılırken, 1 milyar dolara yakın kısmı işlendikten sonra başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, Ortadoğu ülkeleri, Rusya, Amerika ve Japonya’ya ihraç ediliyor. Türkiye’nin dünyanın sayılı ihracatçı ülkeleri arasında yer aldığı pazarda, geçtiğimiz yıl ikiye katlanan fiyatlara rağmen büyüme, hız kesmeden devam ediyor.
Renkli pırlanta yerine yakut zümrüt isteniyor
DÜNYADA son yıllarda özellikle ünlüler arasında renkli pırlanta taşlı modeller ilgi görüyor. Ülkemizde de bunun etkilerini yavaş yavaş görülmeye başlıyor. Ancak Türkiye’de renkli pırlanta yerine yakut, safir, zümrüt gibi diğer değerli taşlarla şekillendirilen modeller daha fazla rağbet görüyor. Ayrıca Türk tüketicisi pırlanta da berraklığa da çok önem veriyor.
İtalyanları tahtından ettiler
TOPLAM 400 bin kanser ve 400 bin de alzheimer hastasının bulunduğu Türkiye’de, evde bakım ve sağlık hizmetleri sektöründe, yaz sezonuna girilmesiyle birlikte patlama yaşanıyor. Evinde yatalak hastası ve bakıma muhtaç yakını bulunanların tatil planları sayesinde, yıllık pazar hacmi 50 milyon dolara ulaşan sektörde, yeni doğan bebekten yatalak hastaya, doktor gözetiminden hastane sonrası tevadiye kadar geniş bir yelpazede hizmet sunuluyor. Faaliyet gösteren ruhsatlı firma sayısının 25’e ulaştığı sektörde, ruhsatsızlarla birlikte 350 firma rekabet ediyor. Pazarda günlük, haftalık ve aylık bakım hizmeti de veriliyor.
Ücretler değişiyor
Bu da, evlerinde bakıma muhtaç yakını bulunanlara da tatil yapabilme imkanı sağlıyor. Her hasta için farklı bakım planları hazırlayan firmalarda, ücretlendirme de değişiklikler gösteriyor. Bir ay süreyle haftada bir gün eve eğitim amacıyla gelen hemşirenin maliyeti 300 TL olurken, hipertansiyonu ya da diyabeti olan bir hastanın 2 ayda bir gerçekleştirilen kontrollerinin bedeli de 600 ila 700 TL arasında değişiyor. Hizmetler içerisinde genellikle evde hemşire, evde bakım destek elemanı, evde doktor, evde tıbbi cihaz ve fizyoterapi yoğun olarak talep ediliyor. Bunlara ek olarak, evde laboratuvar ve röntgen hizmetleri de verilebiliyor. Fizik tedavi, rehabilitasyon, psikolog ve diyetisyen temininin yanı sıra medikal cihaz kiralama, ultrason, ambulans hizmeti, EKG gibi birçok hizmeti hastanın ayağına götüren firmalar, anne-baba eğitimi ve bebek bakımı da sağlıyor. Firmalar tatile gitmek isteyen ancak hastasını ya da bakıma muhtaç yakınını yalnız bırakamayan ailelerin de çözüm noktası oluyor.
Kişiye özel program
Hastanın ev ortamının hizmet için uygun olup olmadığı değerlendiriliyor ve gerekli koşulların oluşturulması sağlanıyor. Kişiye özel hizmet planı kapsamında; hastanın bağımlılık derecesi, bakım için gerekli tıbbi ekipman ve malzeme hazırlanıyor. Ardından da sağlık personeli seçimi yapılıyor. Hizmet sürecinde hastanın ve yakınlarının önerileri ve istekleri de dikkate alınıyor. Her hastanın bakım planı hastaya özel planlandığından ücretlendirme de hastadan hastaya değişiklik gösteriyor.
Çocuklarla 1.5 milyon
Arkadaşımız Seda Akdemir’in yaptığı araştırmaya göre, aralarında Senior Asist, Eczacıbaşı, Sevgice, Emcare ve Life Evde Bakım’ında da bulunduğu 25 firma, Türkiye’de ruhsatlı olarak evde bakım ve sağlık hizmeti veriyor. Ayrıca, sektörde ruhsatsız ve izinsiz çalışan şirketlerin sayısı da 350’yi buluyor. Türkiye’de olduğu gibi dünyada da hızla büyüyen pazarın tüm sağlık harcamaları içindeki payı da yüzde 7.8’e ulaşmış durumda. Türkiye’de evde bakım hizmetlerinden yararlanan kişi sayısı çocuklarla birlikte 1.5 milyona ulaşıyor. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı ise 2012 yılında toplam 150 bin yaşlı hastanın evlerinde bakımını gerçekleştirmeyi hedefliyor.
Dünyada evde bakım hizmetleri
ARALARINDA gıda sektörünün lider markalarının da bulunduğu 1000’den fazla üyesi olan Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu’nun (TGDF), 29 adet gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş Organizmaların (GDO) ithalatı için, Biyogüvenlik Kurulu’na başvuruda bulunması, uluslararası çevre örgütü Greenpeace’ı harekete geçirdi. TGDF’nin gıda amaçlı GDO ithalatıyla ilgili başvurusunu geri çektirmek için Türkiye genelinde “Yemezler” sloganıyla yeni bir kampanya başlatan Greenpeace Mediterranean’ın iletişim sorumlusu Deniz Sözüdoğru, “Federasyonun başvurusu kabul edilirse, çikolatadan dondurmaya, margarinden tatlıya kadar soframızdaki tüm yiyecek ve içeceklerde GDO’nun yer almasına olanak sağlanacak” uyarısında bulundu.
Firmalardan destek bekliyor
1000’den fazla gıda kuruluşunu bünyesinde topladığına dikkat çeken Sözüdoğru, 2004 yılında oluşturdukları “GDO’ya Hayır Platformu”yla genetiği değiştirilmiş organizmaların Türkiye’de kullanımına karşı, mücadele ettiklerini söyledi. TGDF’nin üyelik koşulları arasında “kaliteli, güvenilir, sağlıklı ve besleyici gıda üretimi yapmak, uluslararası standartları oluşturmak ve uygulamak zorunluluğu” bulunduğuna da değinen Sözüdoğru, “Federasyon, bu başvuruyla belirlediği üyelik koşullarıyla da çelişkiye düşüyor. Sağlığımızı doğrudan etkileyecek bu uygulamaya karşı çıkarak, hep birlikte kurtulabiliriz. Gıda sektöründe bilinen lider markalar, GDO’ların soframıza gelmesini engelleyebilir” dedi.
Bu doğrultuda TGDF’de söz sahibi olan ve sektörü etkileyen şirketlerin yöneticilerine mektup gönderilmesini de kapsayan kampanyayı devreye soktuklarına değinen Sözüdoğru, “Bu kuruluşlardan TGDF’nin başvurusunu geri çekmesi için baskı yapmalarını istiyoruz. Başvuru geri çekilene kadar de ‘Yemezler’ demeye devam edeceğiz” dedi.
Sofrada GDO istenmiyor
Greenpeace Mediterranean’ın genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) Türkiye’de gıda amaçlı kullanımına karşı başlattığı kampanya çerçevesinde bir de araştırma yaptırdı. “Türkiye’de GDO farkındalığı”nı belirlemek amacıyla yaptırılan araştırmada, Türk tüketicilerinin GDO’lara bakışı, tercihi, endişeleri, bakanlıktan talepleri, beklentileri ve GDO başvurusunda bulunan firma ve markalara karşı tutumlarının ne olacağını, bilim insanlarının sözlerine ne kadar güvenildiğini belirlemeyi amaçlıyor. Greenpeace’in ‘Gezici Araştırma’ şirketine yaptırdığı bu araştırma, 42 il ve 194 ilçede 2 bin 430’u kadın toplam 4 bin 860 kişiyle yüz yüze görüşülerek gerçekleştirildi. Anket sonuçlarına göre, Türkiye’de her 100 kişiden 82.3’ü GDO’nun ne olduğunu çok iyi biliyor ve GDO’yu asla sofralarında istemiyor. Ayrıca, GDO’nun ister hayvan yemi olarak, isterse insan gıdası olarak olsun, ülkeye dahi girmesine kesinlikle izin verilmemesi gerektiğini düşünüyor.
Markaya GDO zararı
GDO’yu doğrudan gıdalarda kullanmak için ithal etmek isteyen firmalara karşı tüketicilerin tutumunu da belirlemeyi amaçlayan araştırma, bu konuda da çok çarpıcı sonuçlar ortaya koyuyor. Araştırmaya katılanların yüzde 83’ü GDO’lu olduğunu bildikleri bir ürünü asla satın almayacaklarını ifade ediyor. Hatta bir firmanın, bir ürününün GDO’lu olması, o firmaya ya da markaya olan güveni de ciddi şekilde sarsacağını gösteriyor. Araştırmaya katılanlar, bu durumda o firmanın diğer ürünlerini de almayacağını beyan ediyor. Bunların oranı da yüzde 60’ları buluyor. Bırakın GDO’lu ürün üretmeyi, bir markanın GDO ithalat izni almasını bile o markaya olan güvenin yok olacağını gösteriyor. Araştırma, şu anda yaptığı GDO başvurusu değerlendirme aşamasında olan ve Türkiye’nin önde gelen gıda firmalarını bünyesinde barındıran Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu için de ciddi bir uyarı niteliği taşıyor.