18 Ocak 2011
AKARYAKIT fiyatları Haziran seçimleri öncesi Hükümetin başını ağrıtacak gibi gözüküyor. Petrol Üreten Ülkeler Teşkilatı (OPEC) yetkilileri 100 dolarlık fiyatın normal olduğunu son günlerde daha sık söylemeye başladılar. Ancak önümüzdeki döneme ilişkin petrol fiyatındaki teknik analiz tahminlerinin 110 dolara kadar çıktığını söyleyelim. Yani OPEC yetkilileri birkaç ay sonra “110 dolar normal” demeye de başlayabilirler.
110 dolar olur mu bilmiyorum ama dünya petrol fiyatlarının artık 100 dolar civarında seyredeceğini, en azından 95 doların altına artık inmeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İçeride akaryakıt fiyatlarını belirleyen ana unsurlardan biri dünya petrol fiyatları iken diğerinin kur seviyesi olduğunu biliyoruz. Yani kurlar yukarıda oluşursa, bir başka deyişle TL değer kaybederse akaryakıt fiyatlarının pompadaki satış fiyatı da o kadar yüksek olur.
Merkez Bankası’nın yılın sonunda aldığı tedbirlerin amacı, sıcak para akışını frenlemek, dolayısıyla kurların biraz yukarı çıkmasını sağlamak idi. Son günlerde Merkez Bankası kurların aşırı çıktığını görünce korktu ve bu kez faiz indirmeyeceğim mesajı vermeye başladı. Bence Merkez Bankası artık kurlara bakarak karar veriyor. Ancak son dönemdeki kur artışının Merkez Bankası ne kadar “faiz indirmem” dese de artık fazlaca aşağı gelmesi beklenmiyor.
Dolayısıyla dünya petrol fiyatları da, kurlar da yukarı doğru biri ivmelenme içinde. Bu gelişmelerin içeriye yansıması, bir başka deyişle akaryakıt fiyatlarının artması da kaçınılmaz. Daha önceki zamda Hükümet yetkilileri, “benzin 4 lira olmadı ki” deyip bayi ve toptancıların payının yüksek olduğunu söylediler ve bu paylardan kısıntı yaptılar. Ancak kur ve dünya petrol fiyatları artmaya devam etti ve benzin buna rağmen 4 TL’yi geçen hafta aştı.
Bence seçime doğru akaryakıt fiyatları daha da artabilir. İşte o noktada Başbakanın devreye girmesi kaçınılmaz olabilir…
VERGİNİN SAVUNULACAK YANI YOK
Dünya petrol fiyatları yükselse de, kurlar yükselse de akaryakıt fiyatlarının belirli bir noktada dengeye gelmesi, yine de mümkün. Çünkü akaryakıt fiyatları üzerindeki vergi yükü çok yüksek ve oranlarla oynanarak fiyat artışları tutulabilir.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2002 yılında alınan 100 liralık akaryakıtın 70 lira 30 kuruşunun devlete geldiğini bugün ise bunun 65 liranın altına düştüğünü kaydederek, akaryakıtta vergi indimi çalışması yapmadıklarını söylemiş.
Bence Bakan “bu çalışmayı yapmadıkları” ibaresini kullanarak, ileride Başbakanın “indirim talimatı” verebileceği gerçeğini de göz önünde bulundurmuş.
Yanı sıra, vergi oranlarının büyük oranda artırıldığı dönem 2000-2001 dönemiydi ve artırım nedeni yaşanan ekonomik krizdi. Kriz ve deprem yükü bittikten sonra bu oranın indirilmesi planlanıyordu. Mevcut Hükümet bunu indirmedi, şimdi çıkıp oransal kıyaslama ile yük oranının düştüğünü iddia ediyor. Maliye Bakanı Şimşek bir yandan da dolaysız vergileri artıramadıkları için bu tür vergilerin yüksek olduğunu kabul etmiş. 2001 krizinden çıkarken alınan bu tedbirlerin meyvesini hala yedikleri bilinirken, 8 yıllık küresel ve ulusal büyüme döneminden sonra bile vergi yükü inmedi, kayıtdışıyla mücadele sadece sözde bırakıldı. 8 yıldır yapmadıkları gibi, dolaylı vergilerin toplam gelir içindeki payı daha da artırıldı.
Şimşek, dolaysız vergileri artıracaklarını ama bunu denetimlerle yapacaklarını söylemiş. Bağımsız bir otorite olmadan, denetimlerle nasıl vergi artırdıklarını gördük, öyle değil mi?
Özetle; 8 yıl geçmiş, kriz döneminde alınan vergi tedbirleri sürekli hale getirilmiş, akaryakıt fiyatları almış başını gidiyor, dünya rekoru kıran akaryakıttaki vergi oranları düşürülmüyor...
Bakalım Başbakan bu gidişe, hem de bir seçim öncesinde, ne kadar dayanacak?
Yazının Devamını Oku 
17 Ocak 2011
TÜTÜN ve Alkollü İçkiler Düzenleme Kurumu’nun aldığı alkol satışlarına ilişkin son karar bir süredir tartışılıyor. Açıklanan yönetmeliği kimisi zorunlu bir düzenleme olarak görüyor, kimisi bazı kurallar gerekli iken bazıları yersiz diyor, kimisi ise tümüyle reddediyor.
Hangi açıdan bakarsanız bakın, bazı iktidar yanlılarının zorlama bir savunma ile “İktidarın kararı değil bağımsız kurulun kararı” demelerine rağmen, yönetmeliğe hakim olan hava ideolojik bir hava. Yani gerekli olan düzenlemeler bile bu genel ideolojik havanın, bir siyasi karakterin kaygılarıyla hazırlanmış.
Gelinen noktaya baktığımda, bir kez daha bağımsız kurumların kuruluş amaçlarına ne kadar ters bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Halbuki Tütün ve Alkollü içkiler piyasasını düzenleyecek bu kurum dahil, tüm bağımsız kurumlar, başka bir amaçla, bir anlayışla gündeme gelmiş, hayata geçirilmeye çalışılmıştı.
Aslında bu kurumlara bağımsız kurumlar diyoruz ama asıl işi regülasyon olan, ilgili piyasayı düzenleme ve denetleme kurumlarıdır.
Sermaye Piyasası Kurulu, Rekabet Kurumu örnekleri de göz önüne alınarak, 2000 yılındaki büyük ekonomik dönüşüm sırasında, özellikle da bankacılık ile ilgili ihtiyaçlar nedeniyle gündeme gelmiş, çağdaş bir mekanizma amaçlanmıştı.
Bir başka deyişle küresel ekonomiye entegre olan Türkiye ekonomisinin çağdaş kurallar ve düzenlemeye olan ihtiyacı ve entegrasyonun bir gereği idi. Küresel ekonomideki genel ve sektörler bazındaki entegrasyonu düzenleyen kurumlardı. Çağdaş dünyada vatandaş ve tüketici birlikte ele alınır olmuş, tüketicinin “en iyi malı en ucuza satın alması” için, rekabeti de düzenleyecek biçimde; sektörlere yön vermek ve uluslararası entegrasyonunun da katkısıyla sonunda tüketiciye yarayacak bir düzenleme ihtiyacı idi...
Bir başka açıdan bakıldığında, “ekonomik düzenlemelerin oy kaygısıyla hareket eden politikacıların iki dudağı arasına bırakılmaması, böylece istikrarın sağlanması ve sonuçta yine vatandaşın kazanması” için oluşturulan kurumlardı.
KURUMLAR YENİDEN OLUŞTURULMALI
2000 ve 2001 yılındaki bu düzenleme kurumlarına ilişkin yapılması planlananlar mevcut bürokrasinin büyük direnciyle karşılaşmış ama küresel ekonomiye entegre olan ve kendini yeniden yapılandıran ekonominin kalıcı istikrarı için şart olduğuna karar verilip, üçlü koalisyon hükümeti tarafından bile kabul görmüştü.
Mevcut iktidar önceleri bu bağımsız kurumları “iktidarımı zayıflatıyor” diye reddetmiş ama IMF başta olmak üzere, uluslararası tepkisinden korktuğu için kaldıramamıştı. Bunun üzerine iktidar, diğer alanlarda olduğu gibi, düzenleyici ve denetleyici kurumları da siyasi otoritesine boyun eğecek bir yapıya getirdi.
Sadece tütün ve alkollü içkiler ile ilgili kurum değil, şu anda adına “bağımsız” denilen tüm düzenleme ve denetleme kurumları siyasi otoritenin emri altında. Sadece adı geçen kurul değil diğer kurumların yönetimlerine de bakın; iktidar partisinden milletvekili adayı ya da aday adayı olmuş kişiler, iktidar partisi milletvekili ve bakanlarının yakınları, iktidar partisi yönetimindekiler ile daha önce birlikte çalışmış kişilerin ağırlıkta olduğunu görürsünüz. Yani “teknik yönü önde olması” gereken bu kurumlar birer siyasi organ haline geldi. Bir bakana bağlı değil “ilgili” kılındılar ama o Bakana, Başbakana bağlı çalışıyor, parti organları ile yakın ilişki içinde kararlar alıyorlar. Bağımsız kurumlar tümüyle amaçlarından uzaklaştı. İleride bu kurumların hangi kararı, kime yarayacak biçimde, kimin isteğiyle aldıkları da ortaya çıkacak.
Gelinen noktada; mutlaka bu kurumların, özellikle de atama yöntem ve kurallarının gözden geçirilmesi şart. İktidarın uygulamaları, bu kurumların tümüyle siyasete açık hale gelebilme tehlikesini açığa çıkardı. Bu parti ya da başka parti; kesinlikle bu kurumları kullanamamalı. Halkın çıkarı için “bağımsız” olması gereken bu kurumların, yeniden oluşturulması şart.
Yazının Devamını Oku 
13 Ocak 2011
MERKEZ Bankası 20 Ocak’ta yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında yeniden faiz indirme kararı verecek mi? Yerlisi, yabancısı, tüm piyasa oyuncuları bu kararı bekliyor.
Bence soruyu, “Merkez Bankası faiz indirim kararı verebilecek mi?” diye sormak daha doğru olur. Çünkü özellikle kurların son dönemdeki seyri, Merkez Bankası’nı faiz kararı alırken artık çok zorlayacak gibi gözüküyor.
Daha önceleri faiz indirimleri ile kurlar arasındaki ilişki bu kadar güçlü değildi ama son dönemde bu ilişkinin giderek pekiştiği gözleniyor. Yani Merkez Bankası faiz indirim kararı alırken artık kurların ne olacağını da düşünmek zorunda kalacak.
Şurası açık ki; Merkez Bankası faiz indirme kararı verirse, piyasalardaki beklenti doğrultusunda örneğin yarım puanlık daha faiz indirimi yaparsa, kurların bir kademe daha yukarı çıkmasını göze almak zorunda. Tabi ki 20 Ocak’a kadar geçecek sürede kurların izleyeceği seyir, verilecek karar açısından çok önemli olacak. Ancak mevcut seyir, daha doğrusu kurların ulaştığı seviye, Merkez Bankası yönetimini, “bir faiz indirimi daha yapması halinde kurların gelebileceği nokta” konusunda, büyük ihtimalle korkutuyordur. Diyelim ki; Merkez Bankası bir indirim daha yaptı ve dolar kuru 1.70’lerin üzerine çıktı, o zaman makro dengeler ne olacak?
Merkez Bankası bu zor konuma, kendi uyguladığı politikalar nedeniyle geldi...
Çünkü sıcak parayı önlemek için, cari açığı frenlemek için uyguladığı politikaları değiştirdi. Alınan kararların ötesinde en önemli değişiklik verilen mesajd aydı. Daha önce yatırımcılar Merkez Bankası’nın ne yapacağını önceden bilirlerdi, şimdi artık önlerini göremiyorlar. Merkez Bankası açıkladığı yeni politikalar ile bilinçli olarak, özellikle yabancı yatırımcının önünü görmesini engelledi. Sıcak para ile mücadelenin bir yöntemini, belirsizlik yaratmak olarak saptadı ve şimdi bunu uyguluyor.
MERKEZ ARTIK NET MESAJ VEREMEZ
Yabancı sermayenin orta veya uzun vadeli olarak Türkiye’ye gelmesi, bu ortamda çok zor. Ancak seçimden sonra gelmeye başlayabilir.
Kısa vadeli giriş için ise yabancı fonların baktığı en önemli unsurlar; hangi kurdan Türkiye’ye girip, tahminen hangi kurdan geri çıkacakları ile TL bazında alacakları getiridir. Faiz indirimine bağlı getiriler düşüyor, bu caydırıcı bir unsur ama en caydırıcı unsurun kurlardaki belirsizlik olduğu ifade ediliyor.
Başka bir deyişle; yabancı fon Türkiye’ye girerken en yüksek kurdan girmek ister ve bu dönemi bekler. Şu anda kurlar yukarı çıktı ama daha da yukarı çıkıp çıkmayacağı bilinmiyor. Merkez Bankası’nın 20 Ocak’ta faiz indirim kararı alıp almayacağını, dolayısıyla kurların daha da yukarı çıkıp çıkmayacağını bilmiyor uz. Bunun da ötesinde Merkez Bankası’nın daha önce dediği gibi, “sıcak para girişi devam ettiği sürece ek önlemler gelip gelmeyeceğini, gelirse ne tür önlemlerin geleceğini” de kimse bilmiyor, kestiremiyor.
Öyle olunca da yabancı girmek için beklemeyi tercih ediyor, ki bu çok doğal bir tavır.
Dün bir bankacı arkadaşa “Peki, Merkez Bankası kurların geldiği noktadan rahatsız olup, üst seviye konusunda net bir mesaj verirse giriş yeniden başlar mı” diye sordum. Aldığım yanıt; “Merkez Bankası böyle net bir mesaj verirse son dönemde aldığı tüm kararları reddetmis, yeni politika sından geri dönüş yapmış demektir” şeklinde oldu...
Merkez Bankası, Hükümet önlem almayınca, sıcak paranın ekonomiyi altüst edebileceğini gördü ve inisiyatif alarak bazı riskli kararlar verdi. Artık çok hassas ve becerikli bir yönetim gerektiren bir süreci, hep birlikte yaşıyoruz.
Belki de bu nedenle yabancılar alınan tedbirlere “Hokus pokus önlemler” dediler, kimbilir...
Yazının Devamını Oku 
11 Ocak 2011
DÜN açıklanan Kasım ayı sanayi üretim verileri, beklentilerin biraz üzerinde geldi. Kasım ayında üretim artışı yüzde 9.1 olarak saptandı. Hem bu sanayi üretim rakamları hem de Ocak ayında şimdiye kadar görülen iç satışlar ve krediler, ekonomide ısınmanın devam ettiğini gösteriyor.
Sanayi üretim verilerini değerlendiren iktisatçılar, bu rakamların 2010 yılında yüzde 8’lik büyüme tahminine uygun olduğunu söylediler. Bu rakamların yılın son çeyreğindeki büyümenin yüzde 5.5 civarında gerçekleşeceğini gösterdiği, dolayısıyla ‘yıllık en az yüzde 8 büyümenin garanti’ olduğu ifade ediliyor.
Gerçi piyasalar bu rakamın biraz altında bir rakamın gelmesini bekliyorlardı ama gelen rakam da piyasalar için fazla sürpriz olmadı. Aylık bazda ve mevsimsellikten arındırılarak bakıldığında, sanayi üretiminin Kasım ayında yüzde 1.3 oranında gerilediği görülüyor ama bu Ekim ayındaki çok yüksek gelen büyümenin düzeltmesi olarak yorumlandı. Ayrıca artık baz etkisi yükseldiği için bu tür düşüşlerin yaşanması da doğal olarak karşılanıyor.
Bilgi veren analistler bundan sonra baz etkisi nedeniyle sanayi üretiminde düşüşler görülmesinin doğal olacağını söylediler. Geçen yılın ilk çeyreğinde çok yüksek büyüme rakamları görüldüğü hatırlatılarak, yeni yılın ilk aylarında nominal olarak bile düşüşler görülmesinin sürpriz olmayacağı söyleniyor.
Özet olarak ekonomide ısınma devam ediyor. Otomobil satışlarından örnek veren bazı analistler ‘iç talepteki canlılığın devam ettiğini’ belirtirlerken, asıl kredi büyümesinin devam ettiğinin görüldüğünü, canlılığın en önemli kanıtının kredi hacmindeki artışların devam etmesi olduğunu söylüyorlar.
Yılın son günlerinde alınan tedbirlerin, dolayısıyla kredi hacmini daraltmaya dönük düzenlemelerin, bir süre sonra etkisini göstereceğini kaydeden bankacılar, önce munzam karşılık artışının fiili olarak kaynak maliyetleri üzerindeki yükünün görülmesi gerektiğini, bunun da en erken Ocak ayı sonunda gerçekleşeceğini söylüyorlar.
KURLARDAKİ YÜKSEK SEYİR
Dolayısıyla alınan önlemlerin birkaç ay gecikmeli olarak piyasaya yansıyacağı, ancak Şubat-Mart aylarından sonra kredi faizlerine bu maliyetlerin yansıyabileceği ifade ediliyor.
Ekonomiye etkisinin birkaç ay gecikmeli olarak görülmesi bekleniyor ama alınan önlemlerin kur üzerindeki etkisinin ise hemen başladığı belirtiliyor.
Küresel ekonomide yaşanan gelişmelerin, bu arada Avrupa bankalarının ihraç edecekleri bonoların garanti kapsamından çıkarılmasının belirli bir tedirginlik oluşturduğu ancak kurların yüksek seyretmesinde içeride yaratılan belirsizliğin de önemli etkisinin bulunduğu ifade ediliyor.
Bazı bankacılar Merkez Bankası’nın aldığı tedbirler ve verdiği mesajlarla, bilerek bir belirsizlik yarattığını, kısa vadeli fonlar için bu belirsizliğin caydırıcı rol oynadığı görüşündeler. Artık fonların daha yüksek kurlardan girmeye çalışacaklarını kaydeden bu bankacılar, dolayısıyla Merkez Bankası’nın amaçladığı gibi yeni beklentinin sıcak para akışını da frenleyeceği görüşündeler.
Kurlar bankacıların beklediği gibi yüksek seviyelerini korursa o zaman bu durumun makro ekonomiye etkileri de görülmeye başlanacak. Örneğin yüksek kurlar, enflasyonist etki yaratabileceği gibi, vergi indirimi yapılamayacağına göre, akaryakıt fiyatlarında yeni ve yüksek oranlı zamlar anlamına da gelebilir. Bu, seçim öncesi Hükümetin, özellikle Başbakanın hiç istemeyeceği bir durum
Ekonomideki denge giderek hassaslaşıyor, bakalım ne olacak?
Yazının Devamını Oku 
10 Ocak 2011
GEÇTİĞİMİZ hafta sonunda döviz fiyatları yükselmeye başlayınca, küçük de olsa bir tedirginlik oluştu. Belli ki bu yıl, bir bankacı arkadaşımın deyimiyle, piyasalar “iki ileri bir geri” yani mehter yürüyüşü gidecek. Bu iniş çıkışlara herkesin alışması gerekecek. Kurlardaki artışın nedeni konusunda çeşitli yorumlar yapılıyor. Bizde Merkez Bankası’nın faizleri yeniden indireceği beklentisinin, kısa vadeli yabancı sermaye açısından caydırıcı olmaya başladığı bile söylendi.
Ancak bankacılardan öğrendiğim kadarıyla son günlerde kurlarda görülen artışların içerideki gelişmelerle pek bir ilgisi bulunmuyor. Sorun Avrupa’daki bankaların olası kaynak sıkıntısı nedeniyle baş göstermiş durumda. Bir bankacı, Avrupa Parlamentosuna sunulan ve tüm birlik üyesi ülkelerde tek bir yardım ve kurtarma sistemi kurulmasını öngören taslağın banka bonolarına ilişkin büyük bir tedirginliğe yol açtığını, bu nedenle bir çıkış yaşandığını söyledi.
Avrupa’da kurulmaya çalışılan kurtarma sisteminde, banka bonoları için garanti verilmeyeceği öngörülüyormuş. Avrupa’da bizden farklı olarak banka bonoları, mevduat kadar olmasa da, bankalar için çok büyük bir kaynak kalemi. Dolayısıyla Avrupa otoritesi, “bankayı kurtarırım ama banka bonosu alanı kurtarmam” deyince, banka bonolarına olan cazibe ciddi biçimde azalmaya başlamış. Daha geçen hafta birkaç Avrupa bankası bono satmak için piyasaya çıktığında hem gerekli talebi görememiş hem de fiyatlar epeyce yükselmiş. Öyle ya; garantisi olmayan kağıdın riski de, dolayısıyla faizi de yükselecek...
Gerçi bu yasanın önümüzdeki Haziran ayında Avrupa Parlamentosunda oylanması bekleniyor ama tedirginlik şimdilik başlamış gözüküyor.
Bu durum geçen hafta başlayan kurlardaki yükselişin önümüzdeki hafta da sürebileceğini ama bir haberle yeniden ortalığın durulabileceğini de gösteriyor.
O nedenle bankacı arkadaşım bu iniş çıkışlara alışmak gerektiğini söylüyor. Kendisine “Sizin için iyi o zaman; bu yıl da bu iniş çıkışlardan kâr edeceksiniz demektir” dediğimde ise “Orası öyle volatilite her zaman kâr potansiyeli taşır. Ancak aynı zamanda büyük zararlar da edilebilir. Yani piyasanın beklediğimiz gibi iniş çıkışlı olacağı bu süreçler, kimi ciddi kâr elde ederken, diğerinin zarar yazabileceği dönemlerdir” şeklinde konuştu.
KARARLARIN ETKİSİ HENÜZ GÖRÜLMEDİ
Kurların yükselmesinde döviz çıkışının olmasından çok, döviz girişlerinin durmasının etken olduğu söyleniyor. Bankacılar yılbaşından hemen sonra yüklü girişler başladığını, geçen hafta sonunda bir çıkış yaşanmadığına ancak girişin durduğunu söylüyorlar.
Uluslararası yatırımcıların Avrupa banka bonolarına yaptıkları yatırımları gözden geçireceklerini bunun doğal olduğunu kaydeden bankacılar, Türkiye ekonomisinin ise yüklü girişlere alıştığını, çıkış olmasa bile girişler azaldığında da kurlarda beklentilerin dışında fiyat hareketleri görüldüğünü hatırlattılar.
Bu durum bence ekonominin döviz girişlerine bağımlı hale geldiğinin de bir kanıtı gibi. Elbette ekonomi yönetiminin amaçladıklarından biri de girişlerin frenlenmesi. Ancak geçen haftaki durum, ekonomi yönetiminin aldığı kararlarla değil, küresel ekonomideki gelişmeler nedeniyle oluşan bir durum.
Ekonomi yönetiminin aldığı kararların, daha doğrusu Merkez Bankası’nın aldığı munzam karşılık artırım kararlarının etkisi ise henüz görülmüyor. Hesap cetvellerine yazıldı ama munzam karşılık artışının bankalar üzerindeki yükü, fiili olarak 21 Ocak’tan sonra piyasadan bu paranın çekilmesiyle birlikte ortaya çıkmaya başlayacak.
Yani alınan kararların mevduata da, kredilere de yansıması, ancak şubat ayından itibaren, o da küçük küçük dozlarda, görülmeye başlayacak.
Yazının Devamını Oku 
6 Ocak 2011
DÜN Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün tarafından açıklanan “Türkiye Sanayi Stratejisi”nin genel olarak olumlu karşılandığını görüyoruz. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türk İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanları da bu yönde açıklamalar yapmışlar. Daha doğrusu, iki başkanın da bu strateji belgesinin “iyi bir başlangıç” olmasını temenni ettiklerini görüyoruz. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, artık sadece fabrika kurmanın yetmediğini, mevcut enerji ve kaynakların daha fazla katma değer için harcanması gerektiğini söylemiş.
Son yıllarda sanayinin, küresel ekonomiye hızla entegre olduğunu, ancak, bu entegrasyon belli bir stratejiden yoksun gerçekleştiği için, cari açığın hızla arttığını hatırlatan Hisarcıklıoğlu, 2010 yılının ilk 10 ayında sanayi yüzde 13 büyürken, enerji hariç ara malı ithalatındaki artışın yüzde 34’e ulaşmasını üretimdeki çarpıklığa bir örnek olarak göstermiş.
“Küreselleşme sizi kendisine uydurduğunda, bir nevi küreselleşme sürecine teslim olduğunuzda, böyle oluyor” diyen Hisarcıklıoğlu, sanayide artan ithalat bağımlılığının nedeninin, sanayici veya müteşebbis değil, eski yatırım teşvik sistemi olduğunun altını çizmiş.
Güney Kore’deki sanayileşme stratejisini başarılı örnek olarak gösteren TOBB Başkanı, “40 yıl önce ikimiz de ABD’nin kişi başına milli gelirinin yüzde 20’si düzeyindeydik. Bugün biz yüzde 25’deyiz. Kore ise yüzde 60 oldu. Bize 40 yılda 2 tur bindirdiler” demiş.
Hükümetten, tüm kamu kurumları ile birlikte, sanayi stratejisini, ülke gündeminde ön plana çıkarmasını, yapısal dönüşüm ve reform sürecinin ana unsuru yapmasını talep ettiklerini kaydeden Hisarcıklıoğlu, “Buna paralel olarak, vergi reformunu, eğitim reformunu, yargı reformunu, kamu yönetimi reformunu, firmalarımızın sağlıklı büyümelerini mümkün kılacak şekilde tasarlamalıyız” şeklinde konuşmuş.
STRATEJİ BELGESİ YETMİYOR
TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner de açıklanan sanayi strateji belgesini, geçmiş dönemlerdeki net katkısı belirsiz, teşvik ağırlıklı sanayi politikalarından uzaklaşan ve rekabetçi bir düzenin oluşturulması yönünde olumlu bir adım olarak değerlendirdiklerini kaydetmiş.
Türkiye’nin de önümüzdeki dönemde makroekonomik dengeleri gözetmek koşuluyla yüksek büyüme hedefinden taviz vermemesi gerektiğinin altını çizen Boyner, “Başarılı bir sanayi politikası eğitim ve teknolojiyi de kapsayan bu koşulları sağlayarak tüm sektörlerimizde üretkenliği ve verimliliği artıracak bir politika demeti anlamına geliyor” dedi.
Özel sektör yıllardır bu yapısal tedbirlerin yerine getirilmesi gerektiğini söylüyor ama 2007 yılından bu yana bu konuda somut hiçbir adım atılmış değil.
Son dönemde aşırı boyutlara varan cari açığın da etkisiyle, özellikle aramalı ithalatı ile ilgili tartışmalar da yoğunlaştı ama dün açıklanan belgede bu boyut eksik gibiydi.
Yanısıra, özel sektörün yapısal tedbir taleplerinin yine girilen ve uzun sürecek seçimler süreci nedeniyle, yine hayata geçemeye ceği endişesi taşıdığını da iyi biliyorum.
Umarım yeni belge bu konuda atılacak adımların ilkini oluşturur ama...
Hisarcıklıoğlu, yapısal tedbirlerle, cari açıkla, ithalatla ilgili benzer konuşmaları yıllardır yapıyor. Daha geçen gün ithalattaki büyük artışa dikkat çeken Hisarcıklıoğlu’na, TOBB yönetimindeyken aynı şeyleri söyleyen Bakan Zafer Çağlayan’ın şiddetle karşı çıktığını gördüm. Hatta “TOBB üyelerine söylesin ithalat yapmasınlar o zaman” bile demiş.
Bir yandan Sanayi Stratejisi açıklıyorsunuz, öte yandan bunları söyleyen bir bakana sahipsiniz. Bakanlar olaya böyle yaklaşırsa, Sanayi Strateji Belgesi açıklamanın yarattığı olumlu havayı, en baştan silmeye başlayacağınız bir gerçek...
Yazının Devamını Oku 
4 Ocak 2011
DÜN açıklanan enflasyon rakamları piyasa beklentilerinin altında kaldı. Yani maaşlarına enflasyon farkı almayı bekleyen memurlar için kötü haber olurken, piyasalar açısından olumlu bir sürpriz yaşandı. Buna rağmen piyasaların enflasyonun geleceği konusunda çok da umutlu olmadığı görülüyor. 2010 yılının enflasyon açısından iyi geçtiğini, hedefler çerçevesinde kalındığını, iki ay sonra yıllık enflasyonun baz etkisi nedeniyle yüzde 4 civarına düşebileceğini kaydeden bankacılar, ancak 2011 yılı dahil orta vade için enflasyon konusunda pek umutlu olmadıklarını kaydediyorlar.
Petrol başta olmak üzere, dünyada emtia fiyatlarının yükselmeye devam ettiğini hatırlatan analistler, bunun içeriye yansımasının kaçınılmaz olduğunu ifade ediyorlar. İç talebin de canlı olduğunu hatırlatan aynı analistler, dolayısıyla fiyatların önümüzdeki dönemde artmasını kaçınılmaz görüyorlar.
Tüketici fiyatları bazında (TÜFE) geçtiğimiz Aralık ayında yüzde 0.3 düşerken piyasalarda yüzde 0.25’lik artış beklentisi vardı. Bu verilerle birlikte TÜFE bazında yıllık enflasyon ise yüzde 6.4’e düştü. Böylece Merkez Bankası 2010 sonu hedefini tutturmuş oldu.
Enflasyonun beklentilerin altında gelmesinin ana nedeni, geçen ay olduğu gibi, Aralık ayında da gıda enflasyonunun düşük gelmesi idi. Analistler, gıda fiyatlarındaki aşırı artış sonucu son iki aydır düzeltme yaşandığını belirtirlerken, belki bir-iki ay daha bu seyrin devam edebileceğini ama daha sonra yeniden fiyatların yukarı çıkmasının kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlar.
Aralık ayında çekirdek fiyat göstergelerinde ve mevsimsel düzeltilmiş verilerde bir miktar yükseliş olduğu da göze çarpıyor. Henüz bir talep baskısından bahsetmek için erken olduğu yorumunu yapan analistler, çekirdek göstergelerde yükselişin sürmesi durumunda bu konunun da gündeme gelebileceği görüşündeler.
ZORLAŞAN FAİZ KARARI
Enflasyon rakamlarıyla birlikte Merkez Bankası’nın, 20 Ocak’ta yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında alabileceği faiz kararı da yeniden tartışılmaya başladı. Bu konuda analistler arasında görüş ayrılığı bulunduğunu söylemek gerek.
Bazı analistler, “Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın geçen ayki indirim kararından sonra bunun bir faiz indirim süreci olmadığının özellikle altını çizdiğini” belirtirlerken, Merkez’in bu süreçte yeni faiz indirimi istemediği izlenimini aldıklarını söylediler.
Buna karşılık aynı analistler, bu kararın Merkez Bankası yönetimine kalıp kalmayacağını ise tartışmalı görüyorlar. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın son demeçlerinin “Artık tek başına Başkan karar almıyor” demesinin, alınan kararlarda siyasi iradenin ağırlığının arttığını ortaya koyduğunu, dolayısıyla Merkez Bankası yönetimini de zor durumda bıraktığını söylüyorlar.
Dolayısıyla Merkez Bankası’nın faiz indirimine devam etmek istemediğini düşünen bazı analistler bile, Merkez Bankası’nın buna rağmen, içlerine sindirmeden, faiz indirim kararı verebileceğini söylemekten geri durmuyorlar.
Buna karşılık bazı analistler ise bu enflasyon verilerinden sonra yeni faiz indiriminin doğal olduğu görüşündeler.
Faiz kararı henüz belirsiz gözükse de, Babacan’ın da açıkladığı gibi, munzam karşılık artışlarının devam etmesi ise kaçınılmaz görülüyor.
Bu yıl ekonomiyi yönetmek her yıldan daha zor olacak gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 
3 Ocak 2011
BU yıl da en çok konuşacağımız ekonomik konuların başında sıcak para gelecek. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, yeni yıla ilişkin açıklamasında Merkez Bankası’nın bu ay içinde yine sıcak paraya karşı yeni önlemler alacağını söylemiş. Sıcak paraya karşı Hükümet bir şey yapmadığı için, belli ki yine bu konudaki umudunu sadece Merkez Bankası’na bağlamış durumda. “Bağımsız” Merkez Bankası’nın alacağı kararları bir Bakan açıklıyor. Alınacak önlemler ise belli; yine munzam karşılıklar artırılıp belki vadeye göre biraz daha çeşitlendirilip, bankaların sıcak parayla temin ettikleri kaynaklar sınırlanacak. Böyle olunca da bankaların kredi vermeleri frenlenmeye çalışılacak.
İyi de, tüm bunlar sıcak para girişine değil, sıcak paranın yaratacağı etkiye karşı alınan önlemler. Doğrudan sıcak paraya önlem, yine yok.
Hükümet “önlem alanları gördük, sıcak parayı zaten önleyemiyorsunuz” diyerek önlem almamasına gerekçe gösterdi, belli ki bundan sonra da bu gerekçeye sığınacak.
Bari sıcak paranın bol olduğu şu yaşadığımız dönemde, zaten gecikilmiş alınması gereken yapısal tedbirleri alıp, ileriye dönük olarak avantaj kazanalım öyle değil mi? Örneğin yıllardır konuştuğumuz “aramalı ithalatına karşı içeride üretimin yolu açalım, bunun için planlama yapalım da cari açığın sürekli tehlikeli hale gelmesini önleyelim” değil mi?
Ama yok... Böyle bir şey konuşulmuyor bile...
Babacan, dolaylı verginin yüksek olduğunu ama buna mecbur olduklarını, zaman içinde doğrudan vergiyi artırmak gerektiğini söylemiş. Ancak bunun için bir şey yapılıyor mu derseniz; hiçbir şey yapılmıyor. Yıllardır, sadece yakınılıyor...
Halbuki sıcak paranın bol olduğu dönemlerde, bu tür yapısal tedbirlerin uygulamaya konup, ileriye dönük daha yüksek ve kalıcı bir büyümenin temellerinin atılması lazımdı. 2007 yılından bu yana, neredeyse hiçbir yapısal tedbir alınmadı. IMF gitti, böyle oldu.
Yani sürekli hazırdan yiyor, başkasının parasıyla büyüyoruz. Hem de bu paraya yüksek bedeller ödeyerek. Adam bir gün parasını geri çekip gitmeye karar verecek, buz para varken önlem almadığımız için, bu kez küçülmeye başlayacağız.
YAPISALLARI UNUTALIM
Babacan’ın söylemlerinden de ortaya çıktığı gibi; tümüyle dünya piyasalarına, buralardan gelecek sıcak paraya bağlı bir büyüme içindeyiz. Yapılan sadece bu sıcak paranın etkilerini biraz nötralize etmeye çalışmak. O da, bu paranın çıkışta başımıza büyük iş açacağı görüldüğü için, yani zevahiri kurtarmak için yapılan şeyler.
Bence kimse 2011 yılında sıcak paranın etkilerine karşı alınacak küçük önlemler dışında fazla bir şey beklemesin. Yapısal tedbir filan alınacağı yok.
Bırakın 2011’i, bu gidişle uzun süre gereken yapısallara dokunulmayacak bile...
Çünkü 2012 yılında da Cumhurbaşkanlığı seçimleri var.
Bu yıl ortasına kadar seçimlerin etkisiyle, Merkez Bankası’nın aldığı bu önlemlerin dışında bir önlem alınmayacak. Çünkü Hükümet seçime giderken bir yandan da bu sıcak paranın getirdiği bolluk görüntüsünü kullanmak istiyor. O nedenle rutin zam ve vergiler dışında yılın ortasına kadar bir şey yapmayacağı gibi, ücretleri, taban fiyatları da biraz yüksek tutmaya çalışacak. Bu arada 2011 yılı bütçesinde yazılı olan ödeneklerin çok büyük kısmı da ilk yarıda kullanılıp, seçime giderken bolluk havası pompalanmaya devam edecek.
Ancak seçimden sonra belli ki; yapılmayan, bekletilen zamlar yapılacak, vergiler belki artırılacak, yeniden bütçenin toparlanmasına çalışılacak.
Yani yılın iki yarısında iki ayrı ekonomik politika görebiliriz.
Tabi ki tüm bu tahminler dışarıdaki havanın mevcut seyrini koruyacağı varsayımına dayanıyor. Avrupa’daki kriz derinleşir, ABD’de faiz artırımı erken başlar, sıcak para çıkışı öne alınırsa, o zaman işler değişir.
Yazının Devamını Oku 