7 Şubat 2011
YILLARDIR yüklü sermaye girişlerine sahne olan, bu sayede yüksek büyüme rakamlarına ulaşan gelişmekte olan ülkelerden artık kaçış başladı mı?
Son dönemde piyasalar yoğun olarak bu sorunun yanıtını bulmaya çalışıyor. Yılbaşından bu yana bir trend değişikliği olduğu, Mısır olaylarından sonra bunun hızlandığı ortada. Bu eğilim artık kalıcı mı, bilinmeyen ise bu...
Sadece geçen yıl gelişmekte olan piyasalara para girişinin 95 milyar dolar olduğu kabul ediliyor. Buna karşılık sadece geçen hafta gelişmekte olan ülkelerden geri çekilen para ise 7 milyar doları aştı...
Piyasa oyuncuları “bu yeni trendin kalıcı olduğunu söylemek için henüz erken” olduğu görüşündeler. Yani bu eğilimin sürüp sürmeyeceği şimdilik belirsiz.
Gelişmekte olan piyasalarda fiyatların epeyce yükseldiği yani kâr açısından doyma noktasına ulaştığı, ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde canlanma işaretlerinin artmaya başladığı, geri çekişilin nedenleri arasında sayılıyor. Buna karşılık hala Avrupa başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde sıkıntının bittiğini söylemek için ise henüz erken.
Yazının Devamını Oku 
3 Şubat 2011
ANTALYA turizm merkezi olarak ülkeye döviz kazandırıyor, tarım ürünü ihracatı 500 milyon doları aşmış, tarımın önemli bölgelerinden biri olmuş ama birçok ekonomik ve kültürel sorunu da birlikte taşımaya devam ediyor. Antalya Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Çetin Osman Budak’ın deyimiyle Antalya’da kent kültürü oluşmamış, oluşturulamıyor...
Budak, işte bu nedenle, bir işadamı olarak yadırgandığı ama, Antalya ekonomisine katkıda bulunmak için öncelikli amaçlarından birini kent kültürü oluşturulması olarak saptadıklarını, kültür ve sanat hayatının canlandırılması için ciddi olarak çalıştıklarını söylüyor. Oda’nın şehir merkezindeki eski binasını sanat ve kültür merkezi olarak tasarlamaya başladıklarını, bu konuda İstanbul Modern başta olmak üzere çeşitli sanat ve kültür merkezleriyle temaslara girdiklerini kaydediyor. Ulusal ve uluslar arası sergilerin, sanat etkinliklerinin, konserlerin İstanbul’dan sonra Antalya’ya da bir süre uğraması, bu etkinliklerin yapılabileceği merkezlerin oluşmasının önemine dikkat çekiyor.
Bu, hem Antalya’nın işadamları ve halkının ihtiyacı, hem de bu yolla şehirde ekonomiyi canlandırmanın bir yolu olarak görülüyor.
Antalya’daki turistik tesislerin şehre katkılarının çok sınırlı olduğunu, “her şey dahil” tatil köyüne giren turistlerin şehre hiç uğramadıklarını, turistlerin şehre katkı yapmaları için çeşitli yöntemler üzerinde çalıştıklarını, yöntemlerden birinin de yine sanat ve kültür hayatını canlandırmak olduğunu söylüyor.
Yabancı turistlerin yanı sıra şehre yaz aylarında, yazlıklar kanalıyla 400 bin kişinin daha eklendiğini, tüm bu ihtiyaçları gidermek için bütçeden Belediyeye verilen payların yetmediğini belirtirken, yaşadıkları tüm bu sorunların ise ulusal bazda anlatamadıklarından yakınıyor, biraz da bize, medyaya çatıyor.
Örneğin tüm dünyadan 1500 takımın Antalya’ya geldiğini bunlar için otellerde 120 çim saha bulunduğunu ama bir turnuva yapacak stadın bile bulunmadığına dikkat çeken Çetin Osman Budak, Antalya’nın kendisini, sorunlarını anlatamadığını belirtirken, bunun için tüm şehrin katkısıyla Turizm Tanıtım A.Ş.’yi kurulma aşamasına getirdiklerini ifade ediyor.
TARIMDA ÖLÇEK EKONOMİSİ
Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Çetin Osman Budak, tarımın merkezi olduklarını ama “ölçek ekonomisi” olmadığı için verimli çalışılamadığını belirtirken, seracılığın odağı olduklarını ama küçük, modern olmayan seralar nedeniyle ciddi sorunlar yaşandığını söylüyor. Geçen yıl domates fiyatlarındaki krizi hatırlatan Budak, yine havalar ısınmaya başladığında zararlıların ortaya çıkabileceğini mart-nisan geldiğinde domates fiyatlarının yeniden artabileceğini söylüyor. Modern tarıma geçilmesi, bunun için arazi toplulaştırılması yapılması gerektiğini kaydeden Budak, tüm bu sorunların şehir ötesinde ülke ekonomisine de zarar vermesine rağmen, bir türlü planlama yapılamadığından yakınıyor.
Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın davetlisi olarak 100’ü aşkın işadamı ile küresel ve ulusal ekonomiyi tartışma olanağı buldum. Tabi ki Mısır olaylarının nereye varabileceği, bunun Türkiye’ye, kurlara, dünya petrol fiyatlarına etkisi gibi gelişmeleri merak ediyor, aynı zamanda önümüzdeki dönemi görüp, buna göre yönlenmek istiyorlar. Bu nedenle Merkez Bankası’nın uyguladığı yeni para politikasının geleceği ve sonuçları da ister istemez tartışma konusu oluyor.
Kısacası; ekonomiye ilişkin belli bir iyimserlik var ama yine de işadamları önlerini tam olarak görememekten yakınıyorlar...
Yazının Devamını Oku 
1 Şubat 2011
ESKİŞEHİR Ticaret Odası’nın düzenlediği 2008-2009 vergi rekortmenlerine ödül töreni, diğer illerde yapılanlardan farklıydı. Şiir ve opera seslendirmelerinin yanı sıra fark yaratan asıl unsur ise ödüllerini alanların eşleri ile birlikte sahneye çıkıp ödüllerini almasıydı. TOBB Başkanız Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun da dediği gibi “Eskişehir’e de bu yakışırdı”... Eskişehir Ticaret Odası Başkanı Harun Karacan, başarılı işadamlarının arkasında kadınların, eşlerin bulunduğunu belirterek böyle bir uygulamaya gittiklerini söyledi. Eskişehir Sanayi Odası 2, Ticaret odası 7 meclis üyesi ile diğer illerdeki odalara göre kadın sayısı yüksek odalar.
TOBB başkanı Hisarcıklıoğlu ise bu adımı bir ileriye götürdü. Rahmetli işadamı Mehmet Kemal Dedeman’ın “Eğer biz yekinebiliyorsak (övünmek, hava atmak anlamında...) arkamızdaki eşlerimiz sayesinde yekinebiliyoruz” dediğini hatırlatan Hisarcıklıoğlu, “aslında kadınlarımızı kandırıyoruz, arkamızda sen olursan güçlü oluruz diyoruz ama durum farklı“ dedi.
“Bu nasıl destekse; tapu kayıtlarının yüzde 90’ı erkekler üzerine” diyen Hisarcıklıoğlu, erkeklerin kadınlara haksızlık yaptığını kaydederek, “Haksızlık ve adaletsizlik üzerine kurulan her türlü düzen yıkılmaya mahkumdur. Hak ve adaletten sapmadığınız sürece güçlü olur ayakta kalırsınız, unutmayın” dedi...
İşte bu nedenle Türkiye’nin en büyük kadın organizasyonunu kurduklarını kadın girişimci sayısının mutlaka artması gerektiğini ifade eden Hisarcıklıoğlu, Türkiye’nin zenginleşmesi için girişimci sayısının mutlaka artması gerektiğini, kadın girişimcilerin çok daha hızla çoğalması gerektiğini söyledi. Türkiye’deki girişimci sayısının 1 milyon 300 bin ile yetersiz olduğunu hatırlatan TOBB Başkanı, kadın girişimci sayısının ise sadece 70 bin olduğunu kaydetti.
İşadamlarına “Genç kızlarımıza girişimci olmalarını öğütleyin” diyen Hisarcıkloğlu, işsizlik sorununun da ancak böyle aşılacağını söyledi.
Bu arada geçmiş istihdama katkı tartışmalarını atıfta bulunan Hisarcıklıolu, Türkiye’nin yüzde 8.9 büyüdüğünü, 1.1 milyon kişiye istihdam yaratıldığını bunu da özel sektörün yarattığını, işaleminin görevini yaptığının altını çizdi.
BU BÜYÜME YETMEZ
Türkiye’nin küresel kriz öncesi üretim seviyesini yakalamış toplam 16 dünya ülkesi arasında 12. ülke olduğunu, yüzde 102 ile kriz öncesi seviyenin üzerine çıkıldığını hatırlatan TOBB Başkanı, “Ancak bu yetmez” dedi. Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girmesi gerektiği yolundaki hedefi önce kendilerinin telafuz ettiğini, şimdi tüm Türkiye’de ortak hedef olmasından memnun olduklarının altını çizen Hisarcıklıoğlu, “Ancak bu hedefe ulaşmak için daha fazla büyümeliyiz. Eğer ilk 10 ülke olacaksak iyi büyüdük ama daha iyi büyümeliyiz” şeklinde konuştu. İşadamlarına “birlik ve beraberlikten bereket doğar” diye çağrı yapan, Eskişehir’in bunu gösterdiğini, zaten beraberlik sağlayan şehirlerin marka şehir hale geldiğini söyleyen Hisarcıklıolu, Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Hukuk muhakemeleri kanunu gibi toplam 3 bin maddelik kanunların çıkarılması için işalemi olarak ortak iktidar ve muhalefeti gezip destek istediklerini bu sayede 2 yılda çıkacak yasanın 1 hafta içinde çıktığını kaydederek, bunun da birlik beraberliğe örnek olduğunu söyledi.
Hisarcıkloğlu, önderlik yaptıkları düzenlemelerin ardından şimdi de vergi denetmenlerinin de hesap verebilmelerini sağlayacak bir düzenleme üzerinde çalıştıklarını, aramalı ithalatının sebeplerini gidermek için mutlaka uğraşmak gerektiğini söyledi. Hisarcıklıoğlu, vergisini zamanında ödeyenlerin ödüllendirilmesi, kamu alımlarında yerli üretime yüzde 15 fiyat avantajı sağlanması uygulamasının devreye girmesi, enerji üzerindeki kamusal yüklerin azaltılması ile sanayicinin ihracat taşımalarına navlun ve akaryakıt desteği sağlamak için çalıştıklarını da söyledi.
Yazının Devamını Oku 
31 Ocak 2011
GEÇEN hafta Davos yolunda ve Davos’ta yetkililerin yaptıkları açıklamalar, son dönemde alınan para politikası tedbirlerinin seçime dönük hesaplar gözetilerek alındığını bir kez daha ortaya koydu. Hep söylediğimiz “bilinçli belirsizlik yaratma” işleminin da bir amaç olduğu ve altında yatan nedenin de hazirandaki seçim olduğu artık resmi ağızlardan doğrulandı. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, alınan önlemler sayesinde kısa vadeli ya da gecelik Merkez Bankası’nda park eden sermayenin vazgeçtiğini, bir kısmının Türkiye’den çıktığını belirtirken kendi hesaplarına göre bunun 6 milyar dolar kadar olduğunu söyledi. Bildiğimiz kadarıyla zaten 2.5 milyar dolarlık kısmı Citibank’a aitti. Demek ki bu bankadan korkuldu…
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da Davos’a giderken yaptığı açıklamada, bu durumu teyit ederek, “Böylece seçim öncesinde Türkiye’ye gelecek, mali piyasalarda balon yaratacak, seçim öncesinde çıkış yaparak balonu patlatmak veya ortalığı toz dumana katabilecek potansiyele sahip çok kısa vadeli sermaye bertaraf edildi” dedi.
Buradan da anlıyoruz ki; yeni parasal politikalar takdim edilirken ortaya konan; sıcak paranın önlenmesi, içtalebin kısılması, finansal istikrar gibi amaçlar aslında birer yan unsur. Asıl amaç belli ki seçim öncesinde hükümeti zor durumda bırakabilecek hareketleri önlemekti. Bir başka deyişle belli ki paranoya ile hareket edilmiş, “Yahudi sermayesi ekonomiyi mahvedecek” gibi komplo teorilerinin etkisinde kalınarak para politikası dizayn edilmiş.
Buradan yola çıkarak şimdi piyasa oyuncuları, seçime göre dizayn edilen para politikasına bundan sonra nasıl bir şekil verilebileceğini, atılacak adımların gerçekten istikrar için mi yoksa sadece seçim için mi olacağını tartışıyor. Belki de bu nedenle Babacan, “Piyasayı uzun süre belirsizlik içinde bırakmamak lazım” diyerek, bu imajı düzeltmeye çalışıyor.
Belki de bundan sonraki parasal adımın ipucunu veriyordur, kim bilir?
Piyasadaki bir tahmine göre kurlardaki ve faizlerdeki yükseliş, yaratılan belirsizliğe bağlı olarak bir süre daha devam edecek. Bir tahmine göre nisan ayında yeni Merkez Bankası Başkanı’nın seçilmesi bahane edilerek, Merkez Bankası’nın politikaları bu tarihten sonra belirginleştirilecek. Dolayısıyla sıcak para yeniden akmaya başlayıp, seçim öncesinde yeniden güllük gülistanlık bir hava yaratılacak.
BERTARAF EDİLEN BAŞKAN İTİBARLARI
Yabancıların dolar kurunun nereden geri döneceğini bilmek istediklerini kaydeden bir bankacı, “Diyelim ki 1.70’e çıkan dolar kurunun, açıklanacak yeni politika ile artık geri döneceği belli olursa, bu kurdan yabancı sermaye yeniden akın akın Türkiye’ye gelir” dedi. Yani seçimden önce mevcut politika değiştirilip, geçilecek yeni parasal politikalarla mevcut iktidarın daha fazla oy alması sağlanmaya çalışılabilir...
Dolayısıyla son dönemde piyasalarda oynanan oyun; hükümetin oynadığı bir seçim oyunu...
Bu senaryo gerçek olur mu, küresel anlamda yeniden büyük hareketler yaşanırsa bu hesap ne kadar tutar, onu da göreceğiz.
Geçen haftaki açıklamaların bize gösterdiği bir başka unsur da; bence parasal politikaları neredeyse tümüyle hükümetin dizayn ettiği idi. Zaten Ali Babacan hiç çekinmeden Merkez Bankası politikalarını kendi politikası gibi anlattı ve anlatmaya da devam ediyor. Bir anlamda “Aktörler başka gibiymiş gözükse de, bu oyun benim oyunum” diyor...
Öyle bir duruma geldik ki; bankacısı da, politikacısı da, akademisyeni de, gazetecisi de “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı” kavramını unuttu. Mevcut istikrarlı ekonomide bağımsız Merkez Bankası’nın ne kadar büyük katkısı olduğu unutuldu. Başka zaman olsa Babacan’ın bu demeçleri ortalığı birbirine katardı...
İki ay sonra görevi bırakacak Başkan Durmuş Yılmaz’ın biriktirdiği itibar da, gelecek başkanın, neye göre seçileceği belli olduğu için, gelişiyle getireceği itibar da bu tabloyla bertaraf edilmiş oldu. Şimdi sözü edilmese de, bu itibar kaybının faturasını ekonomi öder.
Bu dönemin Merkez Bankası başkanları, maalesef “bağımsızlık” tarihine geçecek.
Yazının Devamını Oku 
27 Ocak 2011
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, seçim barajının inmesine yine karşı çıkmış ve düşük baraj ve koalisyonun ekonomik dengeleri altüst edeceğini, bedelinin ağır olacağını söylemiş. İşine gelen değişimleri, kıra döke yapmaktan çekinmeyen siyasi iktidar, yüzde 10 baraj gündeme geldiğinde, böyle bir baraj ile demokratik bir seçimin olamayacağını bile bile, karşı çıkıyor. Nedeni açık; eğer baraj düşerse, 3 partiden daha fazla parti TBMM’ye girecek, dolayısıyla kendi çoğunluk iktidarı tehlikeye girecek.
Baraj konusunda halkı ikna etmenin yolunu da “Baraj düşerse tek başına iktidar olmaz koalisyona mecbur kalırız” demekte buluyor. Halkı, özellikle ekonomi çevrelerini geçmiş koalisyon dönemleri ile korkutuyor. Sadece Başbakan değil bakanları da koalisyon korkusu ile oyların kendi partilerinde birleşmesini zorlayıp, bunu bir seçim kozu yapacak gibiler.
Başbakan ve bakanları son 8 yılda tek başına iktidar oldukları için ekonominin iyi gittiğini, ülkenin büyüdüğünü, kişi başına milli gelirin arttığını belirterek, koalisyon olursa bunların olamayacağını da söylemeye çalışıyorlar.
Size çok açık bir kanımı belirteyim; eğer son 8 yılda koalisyonlar ile ülke idare ediliyor olsaydı, ekonomide fazla bir şey değişmez di. Tek başına iktidarın bu konuda fazla etkisi olmadığını, ileri ya da geri birkaç puanın dışında, büyümede değişiklik olmayacağını iddia ediyorum. Tabi ki bu benim iddiam, başka iddialarda da bulunulabilir.
Bu kadar rahat iddia etmemin sebebi ise çok uzun zamandır ekonomiyi izleyen bir gazeteci olarak, artık “yapılması gerekenlerin hükümet kim olursa olsun, kişiler kimler olursa olsun biraz gecikilse bile yapılmak zorunda kalındığı” gerçeği...
Daha geçen hafta, bir çalışma için 2000 yılında koalisyon döneminin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Hikmet Uluğbay’ı evinde ziyaret ettim. Uluğbay ile o dönemleri yeniden konuştuğumuzda, bir kez daha ne kadar zor kararların hangi ağır şartlarda alındığını hatırladım. Size şu kadarını söyleyeyim; o dönem ki kararlar, mevcut çoğunluk ikt idarı döneminde bile alınamazdı. Bu kadar gerekli ama radikal kararlara cesaret edilemezdi...
Ama ne oldu; o zor dönemde koalisyon hükümeti döneminde alınan kararlar nedeniyle, mevcut hükümet hem küresel büyüme dönemine, hem de kriz sürecine, bankacılık başta olmak üzere sağlam bir ekonomi ile girdi.
KOALİSYONUN DEĞERİNİ İŞ ALEMİ ANLADI
Şimdi hükümetin övündüğü istikrarlı ekonomik seyirde, belki de en büyük pay sahibi, geçmiş koalisyon hükümeti idi.
Bunu söylediğimde özellikle Başbakan Yardımcısı Ali Babacan kızıyor, “Sana kalsa biz bir şey yapmadık” diyor. Kendisine de söylediğim gibi; hükümet özellikle de Ali Babacan, o dönem başlatılan ekonomik anlayışı sürdürdüğü için başarı sağladı, gerekenleri yapmaya devam ettiği için istikrar sağlanabildi. Ancak geçmiş iktidarın payı hiç yokmuş gibi davranılıyor. Babacan kendisi de çok iyi biliyor ki; şu anda Merkez Bankası’nın aldığı herkesin kafasını karıştıran kararlara, eğer o seyir tam devam etse, kendisinin de savunduğu yapısal tedbirler yerine getirilse idi, gerek kalmayacaktı. Ayrıca bu yaşadığımız süreci çok daha iyi geçirip, ekonomik büyümeyi daha artırmak da mümkündü.
Kimse unutmasın ki; AB yolunda atılan en radikal adımlar da, “Öcalan’ın idam edilmemesi” de dahil, MHP’nin içinde bulunduğu o koalisyon hükümetince alındı...
Geçen seçim öncesinde de koalisyon dönemlerinden artık korkulmaması gerektiğini söylediğimde, TOBB ve TÜSİAD çevreleri başta olmak üzere, işaleminden tepki almıştım. Daha sonra işa damları, üzerlerinde baskı unsuru haline getirilen keyfi uygulamaları anladıkları zaman, birkaç yıl önce bunu hatırlattığımda “Haklıymışsın demokrasi için koalisyon hükümetleri çok daha yerinde olur, ekonomi ye de birşey olmaz” yanıtını almıştım.
Özetle; baraj inmedikten sonra demokrasi olmaz, baraj indiğinde koalisyon olur demek de artık halkı korkutmamalı. Hatta koalisyon hükümetleri çok daha iyi olabilir...
Yazının Devamını Oku 
25 Ocak 2011
MERKEZ Bankası yönetiminin dün açıkladığı yeni munzam karşılık artırımının faturası 9.8 milyar TL olarak açıklandı. Aralık’ın sonunda yapılıp geçen hafta uygulamaya giren karşılık artışının faturası da 7.6 milyar TL deniyordu ama Merkez Bankası bunun etkisinin biraz daha fazla olacağını söylüyor. Yani 1 ay gibi kısa bir sürede 17.5-18 milyar TL bu yolla bankalardan çekilmiş olacak.
Bankacılar Merkez Bankası’nın aldığı bu önlemlerle tam olarak neyi amaçladığını bilemediklerini, “gerekirse tedbirler devam edecek” dendiğini ama gerekliliğin ölçütünün ne olduğunun anlaşılmadığını, dolayısıyla sürekli bir belirsiz oluşturulduğunu söylüyorlar. Bankacılar daha açık bir politika, kendilerini uyarlayabilecekleri hedefleri görmek istiyorlar, bu verilmiyor.
Bankacılar dünkü artırım kararlarından sonra artık “Yönetimin kredi faizlerinde artışı zorladığına” inandıklarını, eğer kredi faizleri artmazsa, yeni munzam karşılık artışlarının geleceğine ikna olduklarını söylüyorlar.
Dolayısıyla kısa süre içinde bankaların bu maliyetleri artık kredi faiz oranlarına yansıtmaları bekleniyor. Bir büyük banka yöneticisi kredi faizlerindeki artışların bu hafta bile başlayabileceğini söyledi. Bu önlemlerin ardından bankaların hem kredi hem de mevduat faizlerini artırmasının artık kaçınılmaz olduğunu belirten aynı bankacı, mevduat faizlerinde ise Şubat ayından itibaren artışların görülebileceğini söyledi.
Kendisine “özkaynağı güçlü bankalar bir süre tolere edebilir” dediğimde ise artık kamudan önemli paralar kazanma döneminin bittiğini bu nedenle karlılığa bakmak zorunda olduklarını, bu nedenle faizlerin artacağını söyledi.
Geçen hafta sonu itibariyle eski munzam karşılık kararıyla yaklaşık 8 milyar TL’nin geri çekildiğini, bunun yerine piyasaya verilip verilmediği sorduğumda ise bankacılar Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemleri (APİ) ile para vermekten kaçındığını söylediler. Yani “Merkez Bankası bir yandan munzam karşılık artırırken öte yandan piyasadaki parayı APİ kanalıyla da kısarak, bankaların kredi faizlerini artırmaları için her türlü baskıyı yapıyor” diyebiliriz.
“Peki Merkez Bankası kredi faizlerinin ne kadar artacağını, arttığı zaman nasıl bir ortam olacağını biliyor, hesaplıyor mu?” diye sorduğumda bankacılardan olumlu bir yanıt alamadım. Daha çok “bakacak herhalde” yanıtı veriyorlar.
BANKALAR KISACAK KAMU VERECEK TALEP NASIL KISILACAK?
Bankacıların Merkez Bankası’nın politikalarına olan güvenlerinin azaldığını kesin olarak söyleyebiliriz. Böyle bir politikanın şimdiye kadar denenmediğini, daha dün Macaristan’ın faiz artışına gittiğini hatırlatan bankacılar, “kesinlikle deneme-yanılma ile bir yol alınmaya çalışılıyor” kanısındalar.
Merkez Bankası’nın bankalar kanalıyla piyasadan para çekerek, ekonominin soğutulmasını amaçladığını, açıkca söylenmese de bu amacın anlaşıldığını kaydeden bir bankacı, “sadece parasal politika ile sıcak para akışı da, cari açık da azaltılamaz, içtalep de sadece bununla kısılamaz” yorumunu yaptı.
Seçime gidilirken kamunun harcamalarının artmasının kaçınılmaz olduğu, önümüzdeki 2 ayda destekleme alımı kanalıyla 5 milyar TL’nin üzerinde piyasaya para verileceğini hatırlarsak, zaten durum kendiliğinden ortaya çıkar. Yani kamu kendi seçim harcaması yaparken özel sektöre harcatmayacak, içtalep bununla kısılacak. Hükümet kendi alamadığı siyasi kararları Merkez Bankası’na aldırıyor, faturayı bankalara çıkarıyor. Tabi ki bu fatura sonunda reel sektöre, kredi kullananlara çıkacak. O zaman ne olacak?
Yazının Devamını Oku 
24 Ocak 2011
İZMİR Kalkınma Ajansı (İZKA) nın davetlisi olarak iki gün boyunca İzmir’de yapılanları, yapılması planlananları izleme imkanı buldum. Her şeyden önce şunu söylemeliyim ki; bu kentte yapılanlar ulusal medya olarak yeterince izlenmiyor. Zaten bu nedenle böyle bir organizasyona ihtiyaç duyulmuş ve bence başarılı bir organizasyon oldu.
İZKA sayıları 26’yı bulan kalkınma ajansları içinde ilk kurulan ve en başarılı olanlarından biri. Şimdiye kadar tarım ve kırsal kalkınma mali destek programı ile turizm ve çevre programı kapsamında toplam 56.6 milyar liralık mali kaynak kullandırılmış. Desteklenen projelerin vergi dahil ekonomiye katkıları ise şimdiden büyük boyutlara ulaşmış. İşte bu başarısı nedeniyle İzmir Kentsel Pazarlama Stratejik Planlama görevi de bu kuruma verilmiş.
Yıllardır ekonomiyi izleyen bir gazeteci olarak İzmirlilerin birlikte hareket etmelerinin ne kadar zor olduğunu, birlik olamadıkları için önemli ekonomik fırsatları kaçırdıklarını yakından biliyorum. Aslında bu durumu İzmirli işadamları ve yöneticilerin kendileri de hep kabul etmiştir. İşte İZKA’nın böyle bir boşluğu doldurup, ortak hareket etmeyi özendirmesi, kamu ve özel sektörü bir araya getirip sinerji üretmesi, belki de bir çok şeyden önemli olacak..
Bu arada EXPO- 2015 için oluşturulan birlik, her ne kadar bu girişimden sonuç alınamasa da sinerji yaratmış ve şimdi hedef EXPO-2020 olmuş. Ancak bu amaç hayata geçirilmese bile bundan sonra ortak hareket etmenin sürmesi bekleniyor.
Kentsel Pazarlama Stratejik Planı kapsamında her şeyden önce izmir’in tanıtılması ve marka şehir olması hedefleniyor. Bunun için uluslararası önemli şirketlerin de görev aldığı anket ve çalışmalar yapılmış. Çıkarılan plan doğrultusunda üç temel amaç belirlenmiş. Bunlardan biri “İzmir’e gelen turist sayısını ve gelirlerini artırmak” diğeri “İzmir’in yaşam standartını yükseltmek”, üçüncüsü ise “İzmir’e gelen yatırım miktarını artırmak”. Bu kapsamda plan yatırımcı ağları oluşturulmasından, anıtsal yapılar inşa edilmesine, uluslar arası etkinliklere ev sahipliği yapılmasından yenilikçi kent mobilyaları kullanılmasına kadar 170 civarında farklı proje önerisini içinde barındırıyor.
BELEDİYE EPEY YOL ALMIŞ
Özetle; İzmir artık birlikte hareket etmeye, kaybettiği heyecanı yeniden kazanmaya başlamış ve İZKA bu ivmelenmede önemli bir rol oynuyor. İzmirlilerin dediği gibi “devlet adamı” kişiliğiyle öne çıkan İZKA Yönetim Kurulu Başkanı Vali Cahit Kıraç’ın ve Genel Sekreter Dr. Ergüder Can’ın çabaları önemli rol oynamış. Uzun uzun sohbet imkanı bulduğumuz, önemli projeleri birlikte gezdiğimiz Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun ise kendine güveni arttıkça, işadamı kimliğini de öne çıkararak, hem çağdaş hem işlevsel projeleri birbiri ardına hayata geçirdiğine şahit olduk. Projeleri kadar, gezdiğimiz her yerde çocuklardan yaşlılara herkesin gösterdiği büyük sevgi, mütevazı ve saygın bir lider haline geldiğinin kanıtı gibiydi. İzmir’in Diyarbakır ile karşılaştırılmasını, karşı bir kutup merkezi gibi gösterilmesini, “iktidar partisinin bir oyunu” olarak görüyor ve kesinlikle bu algıyı haksız buluyor. Herkesi kavramaya çalıştıklarını yaşadığı örneklerle anlatıyor, “İzmir hoşgörü kentidir” diyor. Gerçekten de varoşları da kapsayacak biçimde hayata geçirdiği projeleri dinledikçe, Kocaoğlu’nun partisine örnek projeler gerçekleştirdiğine şahit oluyoruz.
Kocaoğlu ile birlikte Yeni Modern Konser salonunu, şehrin ortasında bir simge haline getirmeyi, Kale’ye kadar genişletmeyi planladığı Angora’nın kazı çalışmalarını, Türkiye’de gördüğüm en büyük ve çağdaş hayvanat bahçesini barındıran Doğal yaşam merkezini, doğa harikası olup önemli yatırımların yapıldığı İzmir Kuş cennetini birlikte gezdik. Kocaoğlu, bununla birlikte yeni liman ve yerleşme planlarını, metronun iktidarın engellemelerine rağmen kısa sürede tümüyle bitirilmesine ilişkin planlarını, ayrıntılarıyla anlattı.
Kentsel pazarlama planı için yapılan çalışmalarda İzmir’de ikamet edenlerin yüzde 83’ünün burada yaşamaktan mutlu olduğu, Türkiye’deki fikir liderlerinin yüzde 72’sinin İzmir’de yaşıyor olmayı dilediği ortaya çıkmış. Boşuna değil...
Yazının Devamını Oku 
20 Ocak 2011
PİYASALAR, bugün yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından faiz indirim kararı çıkmayacağını tahmin ediyor. Yani Merkez Bankası’nın bugün faizi mevcut seviyesinde tutma kararı vermesi bekleniyor. Bugün yapılacak açıklamanın bir özelliği de ilk kez açıklamanın öğlen saatlerinde yapılacak olması. Daha önce piyasalar kapandıktan sonra yapılan açıklama, artık öğlen saatlerinde yapılacak. Yani alınan kararın piyasalardaki etkisini yarın öğleden sonra görmüş olacağız.
Piyasalarda iki hafta öncesine kadar, bu ayki toplantıdan da yine faiz indirim kararı çıkması yönünde yoğun bir beklenti vardı. Bu beklentiyi yaratan Merkez Bankası Başkan Durmuş Yılmaz, yaklaşık iki hafta önce yeni bir açıklama yaparak, bu kez piyasalardaki beklentinin değişmesini sağladı.
Dolayısıyla şu andaki fiyatlar içinde Merkez Bankası’nın faiz indirimi yapmayacağı beklentisi var. Eğer bugün indirim kararı çıkarsa sürpriz olacak ve piyasadaki seviyeler değişebilecek. Ancak beklendiği gibi faiz aynı seviyesinde tutulursa fazla bir değişiklik olmayacak.
Piyasadaki oyuncular, “Eğer indirim niyeti olsaydı, Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, bu yönde bir açıklamayı daha önce yapmış olurdu” diyorlar...
Peki, beklenmiyor ama faiz indirimi yapılırsa ne olur?
O zaman faiz oranlarının aşağı geldiğini, buna karşılık kurların yukarı doğru gittiğini görürüz. İşte bu sonuçların doğacağını artık herkes biliyor...
Bu nedenle de piyasa oyuncuları, Merkez Bankası’nın artık daha çok kur seviyesine göre karar almaya başladığı görüşündeler. Merkez Bankası’nın daha önce aldığı kararlarda da kurları gözettiğini ama hep “böyle bir hedefi olmadığını” söylediğini hatırlatan bankacılar, “Geçmişte ki davranışlara bakarak kurların kararda ihmale edilebilir bir faktör olduğunu söyleyebilirdik. Ancak bir süredir finansal istikrar adı altında Merkez Bankası neredeyse her şeyden fazla kur seviyesini gözeterek karar alıyor” yorumunu yapıyorlar.
1.50-1.60 BANDI...
Piyasada oluşan genel yargının, “Merkez Bankası kuru 1.50-1.60 bandında istiyor” yönünde olduğunu söylemeliyiz. Geçen ay faiz indirimi beklentisi yaratıldığında kurun düşük olduğunu ancak sıcak para girişinin durmasıyla kurlar yükselince bu kez faiz indirmeye ceğim mesajı verildiğini hatırlatan bankacılar, buradan yola çıkarak böyle bir bant hedeflendiğini söylüyorlar. Bu arada böyle bir bantı hedeflemenin Merkez Bankası’nın özerk kararı olduğu konusunda ciddi şüpheler var. Başka bir deyişle, “Merkez Bankası’nın Hükümetin istediği doğrultuda bu bantı savunduğunu” söyleyen lerin sayısı bir hayli fazla.
Merkez Bankası’nın aldığı kararlarla sıcak para girişini frenlediği bir gerçek ve piyasalar bu amaca ulaşıldığını kabul ediyor. Kredilerde frenleme amacına ise henüz ulaşılmış değil. Bu hafta sonu munzam karşılık artışı nedeniyle çekilecek 7.5 milyar TL’ye göre, piyasa kendini uyarlamış bulunuyor. Piyasalar bu çekilen paranın Merkez Bankası fonlamasıyla yeniden verileceği, dolayısıyla piyasadaki para miktarının fazla değişmeyeceği görüşünde.
Yani sıfır faizle verdikleri 7.5 milyar TL’yi, yüzde 6.5 ile Merkez Bankası’ndan alacaklar ve belli bir maliyet artışı olacak. Ancak rekabet nedeniyle bu maliyet artışı henüz kredilere yansımış değil. Büyük ihtimalle birkaç ay farkla, sınırlı olarak kredilere yansı yacak...
Özetle; sıcak para girişi ve kredileri frenlemek için hakim kılınan belirsizlik ortamı, bir başka deyişle “ne yapılacağı belli olmayan ortam”, aynı zamanda büyük riskler içeriyor. Örneğin 1.35’e çıkan pariteyle, bir ay önce olsaydı dolar kuru 1.40’lara inebilirdi, şimdi 1.53 gibi. Bunun nedeni sıcak para girişinin azalması. Peki, sıcak para tümüyle durursa ne olacak?
Özetle; bir seçim ortamında çok riskli bir parasal politikayla yol alıyoruz...
Yazının Devamını Oku 