23 Temmuz 2008
Yolculuğumuz boyunca dikkatimi çeken şeylerden biri, tren etkinliklerine katılan çocukların çoğunun hem trenle (ki sağolasın TCDD), hem insan hakları kavramıyla ilk kez karşılaşıyor olması. Gözleri vagonları üzgün üzgün değil, merak kıvılcımları saçarak dolaşan çocuklardan çok sık duyuyoruz o sevinç cümlesini: "İlk kez trene biniyorum yaaa." Kimi kentlerdeki çocukların bir kısmı içinse tren, gördükleri ama ulaşamadıkları, uzaktan hiç durmadan geçen ve geçerken "taşlanan bir makine." Laf aramızda, bugüne kadar dört camımızı kırdılar. Niyesini biz de hep merak ettik; çok yıllar önceden gelen bir gelenek.
Çok yıllar önceden tren, ekmek demek, mektup demek, ilaç demek... Tek bir vagonun uzak köşelere tıngır mıngır gelip un, şeker, yağ sattığı efsane gibi anlatılıyor zaman zaman trende.
Bazı vagonlar ise "eğitim" taşımış yıllarca, bazıları "sağlık." Yani aile hekimliğinin 40 yıl önceki versiyonu. "Ne demek canım tren, komünist işi" mealinde bir cümle kurmuşluğu olan eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın sonradan treni çok sevdiği de anlatılanlar arasında.
Şimdi yemek, eğitim, mektup taşıyan tek vagonlar yok, sayıları çoğaldı, modernleşti, trenler "ekspres" oldu. Şimdi demiryolları çok daha fazla yere ulaşıyor. Artık un, şeker, yağ değil, tiyatro taşınıyor, iletişim taşınıyor, yine eğitim taşınıyor. Çocuklar da giderek daha çok binecekler trene; TCDD’nin planları bu yönde.
Biz de ilk trenin bundan tam 83 yıl önce geldiği Kırıkkale’ye dün sabah erken saatlerde ulaştık. Bir beklenmedik kalabalık da burada vardı. Sevindirici bir şekilde önemli bir kısmını kadınların oluşturduğu yerel yöneticiler, sapsarı tişörtleriyle TEMA gönüllüleri, Çocuk Esirgeme Kurumu çocukları, anneler, babalar... Bir de, sabah yedide babaannesini uyandırıp "Kalk tren geldi, gidelim" diyen minik... Birkaç gün önce düşüp dişlerini kıran ve Tiyatromuzun Cin’i Özdemir Çiftçioğlu’ndan diş isteyen 2.5 yaşındaki Melike...
Kırıkkale’nin Ankara’ya bağlı bir ilçe olarak kuruluşu, demiryolunun gelişiyle, 1925’te gerçekleşmiş. Diyorlar ki ilk binası dün bizim durağımız olan istasyon binasıymış. Kırıkkale silah ve mühimmat sanayii’nin merkezi olarak tanınıyor ancak istasyonun dün büründüğü renkler, bunu pek çaktırmıyor. Ayrıca genç üniversitesiyle giderek bir öğrenci şehri olmaya hazırlanıyor Kırıkkale. Ancak insan hakları eğitimlerine çok ilgi göstermiyorlar. Af Örgütü’nün bir "sticker sepeti" var: Rengarenk stickerlerden birini seçiyor, kaderinize çıkan insan hakkını belirgin bir yerinize yapıştırarak geziyorsunuz. Af Örgütü gönüllülerinden Evren, "Herkes din seçme, değiştirme özgürlüğüne sahiptir" stickerını çeken çocukların yazılı şeyden hoşlanmayıp kaçıştıklarını anlatıyor. Büyükler de farklı değil; aile içi şiddet ve insan hakları eğitimlerine katılma saati geldiğinde hepsinin önemli işleri çıkıveriyor.
Bulutsuzluk Özlemi, önceki gün Kayseri Garı önünde, aynı saatlerde konser veren Serdar Ortaç’a karşı aslanlar gibi söyledi şarkılarını. İnsan haklarına dair mesajlarıyla birlikte. Sonra da trenimizi ziyaret ettiler. Sohbet uzayınca trenin kalkışı biraz gecikti. Neredeyse bizimle Kırıkkale’ye geliyorlardı.
Yazının Devamını Oku 22 Temmuz 2008
Mehter Takımı’ndan marş dışında bir şey dinlemek çok güzel. Mesela "Tren gelir hoş gelir" ya da "Gesi bağları." Hatta ve hatta "Samanyolu." Kayseri Tren Garı’nda dün öyle oldu. Sivil trenimiz, sivil bir şekilde, bir tren ve Kayseri türküsüyle karşılandı. Hürriyet Hakkımızdır/Tren Özgürlüktür projemizin ilk plaketini, Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’nin elinden aldık. Zengin Kayseri, bizi gerçekten zengin bir kalabalıkla ağırladı, teşekkür ederiz. Dün yine "Aile içi Şiddete Son" seminerinde Kayseri Emniyeti’nin bu konuda epeyce ilerlemiş olduğunu görüp sevindik; aynı şeyi Kayserili sivil toplum kuruluşları da bizim sayemizde öğrenince sevincimiz ikiye katlandı. Akbank Çocuk Tiyatrosu gösterisi yine iyiydi. Ancak, Uluslararası Af Örgütü Yetiştirme Yurdu’ndan gelen gençlerle iletişim kurmakta biraz zorlandı; çünkü oldukça umutsuzlardı, "Niye anlatıyorsunuz ki bunları, biz böyle şeylere inanmayız, neler yaşadık" bakışlarıyla bakıyorlardı, buna üzüldük. Bunun bir uyarı olarak kabul edilmesini dileriz.
Yani trenimiz giderek etkisi büyüyen gündemiyle yoluna devam ediyordu ki... Yeni bir konuğumuz geldi: Erman Toroğlu. İşte o andan itibaren her şey değişti.
Herkes toplandı
Bir kere gardaki tüm demiryolcular, salon vagonda Toroğlu’nun etrafına toplanıverdi ve birden inanılmaz bir futbol muhabbeti başladı. Sanırsınız vagonda Maraton programı yapılıyor; bir Şansal Büyüka eksik. Elbette "erkeklerin futbol konuşma hakkı"nı teslim ederek bir süre bu duruma izin verdim, hatta TCDD 2. Bölge Müdürü ve aynı zamanda Ankara Demirspor Yönetim Kurulu Üyesi Erol Arıkan’ın, Türkiye genelindeki 40 küsür Demirspor’un kalkınmasıyla ilgili Toroğlu’na sorduğu sorular ve istediği yardımlarla ilgilendim. Sonra "Beyler" diye kesmek zorunda kaldım, trenin gündemini hatırlatmasam, sabaha kadar konuşurlardı.
Demiryolcular, Toroğlu’nun gelişine o kadar sevinmişlerdi ki, oyuncu ve insan hakları eğitmeni Derya Durmaz’ın gar bekleme salonunda yaptığı "İnsan Hakları Sohbeti"ne de onun hatırına katıldılar. Ancak Erman Toroğlu bu, bilirsiniz, toplantının 15. dakikasından itibaren insan hakları sohbeti, bir başka çeşit Maraton’a dönüştü, çünkü Toroğlu görüşlerini, bildiğiniz gibi, Maraton’daki gibi dile getiriyordu.
Bakış farklılığı
Öncelikle kadınların, kadınları "kadın", erkeklerinse "bayan" olarak nitelediği bir toplantıydı. İlk bakış farklılığı orada ortaya çıktı. Katılımcı erkeklerin çoğunluğu, Toroğlu gibi düşünüp, onun gibi davranınca, ortalık biraz karıştı diyebilirim. Ne demek Toroğlu gibi düşünüp davranmak derseniz, Derya Durmaz’ın deyimiyle "düşünceyi kışkırtma taktiği uygulamak." Ama yüzyıllardır değişmeyen bir şey yine oradaydı: Erkekler kadınlara "öğretiyordu." Mesela biz kadınlar dün Kayseri Garı’nda öğrendik ki, erkeğin kadını dövmemesi eşyanın tabiatına aykırıdır. "Kadınlar maçlarda erkeklerden daha kötü küfürler eder!", "Bizim en büyük hatamız, sürekli doğurmaktır", "Biz böyle oldukça, aramızda böyle konuşuruz işte", "Hem kaç kere dayak yiyebiliriz ki, niye bu kadar büyütüyoruz?", "Kalkıp karakola gitsek, bakalım kocamız bizi daha çok döver mi, karakola gitmeyi akıl edemiyoruz." İşte bu minvalde uzayan, bildik Maraton sohbetleri.
Tabii ki karşılarında sivil toplum örgütlerinde kadın çalışmaları yapan kadınlar olduğu için oldukça tepki aldı Toroğlu ve yandaşları. Cevap hemen geldi: "İşte... Dayağı bu yüzden hak ediyorsunuz."
Biz bir insan hakları treniyiz; ifade özgürlüğünden yanayız. Ama Toroğlu’nun Hürriyet’ten geldiğini bilmesem, toplantıyı ve Hürriyet Hakkımızdır projesini sabote etmek için rakip kuruluştan geldiğini düşünecektim neredeyse. Toplantıyı neredeyse gözleri yaşlı terk eden katılımcı bir kadının dediği gibi, "İnsanın bazen canı yanıyor. İstanbul’dan gelmiş, toplumun tanıdığı, eğitimli insanlar bunlar. Onlar böyle olursa, eğitimsizlere biz neyi nasıl anlatacağız?"
Not: İşin bir üzücü yanı da yolculuğumuz boyunca insan haklarının güzel güzel tartışıldığı bu sohbetlere hiç ilgi göstermeyen habercilerin birdenbire oraya doluşmasıydı. Evet, insan hakları sıkıcı, hakların ihlali ise "seksi" haber.
Hürriyet Treni etkinlikleri kapsamında Kayseri’ye gelen Hürriyet Gazetesi Spor yazarı Erman Toroğlu’na TCDD çalışanları, "Televizyonda yan hakemler için ’Trenci gibi bayrak sallıyorsun’ diyorsunuz. Bu sözlere alınıyoruz" dediler. Toroğlu ise, "Haklısınız ama, ben bunu deyim olarak söylüyorum. Alınmanıza gerek yok. Üstelik demiryolcuların reklamını yapıyorum" yanıtını verdi.
Yazının Devamını Oku 21 Temmuz 2008
Niğde Tren İstasyonu, kuruldu kurulalı böyle bir şey görmedi.
Önceki akşam saat 21.30 sularında girdiğimiz istasyon, az sonra bir açık hava diskosuna dönüştü. İstasyon yönetimi etkinlikler için ses sistemi hazırlayıp, bir de "oynak" türkülerden oluşan CD’yi koyunca, dans partisi başladı. Hürriyet Treni’ni, ya da belki de hasbelkader kendi trenlerini beklemekte olan halk, önce bir şaşırdı, sonra hepsi tek tek kendini "pist"e atarak eğlenceli Tren İnsanları’na karıştı. Velhasıl, Diyarbakır’dan İzmir’e, Ankara’dan Urfa’ya pek çok kentin türküsü ve halay çekenlerin, göbek atanların çığlıkları istasyonda ilk kez yankılandı.
Diyeceğim, "Hürriyet Hakkımızdır/Tren Özgürlüktür" treni, istasyonların sadece ayrılıkların, gözyaşı bol asker uğurlamalarının, gurbete gidişlerin değil, kavuşmanın, eğlencenin de mekanı olabileceğini gösterdi. Ertesi gün hepimiz, tiyatromuz, atölye çalışmalarımız, sergi ve seminerlerimizle Niğdeliler için hazırdık. İnsan Hakları trenimizi, vali yardımcısı, emniyet müdürü ve il müdürleriyle birlikte eski belediye başkanı, MHP Niğde Milletvekili Mümin İnan da ziyaret etti.
Daha önce de söyledim, her şehir bizi olumlu anlamda şaşırtmaya devam ediyor. Paleolitik çağdan bu yana çok nadide eserleri barındıran ve 2003 yılında Avrupa’nın en iyi 15’i arasına giren müzesi, yeraltı şehirleri, kuş kayası mezarları, dağcıların gözbebeği Aladağlar ve Bolkar Dağları’yla Niğde de öyle. Niğde Emniyeti’nin de aile içi şiddetle ilgili çalışmaları olduğunu, belediyenin bir kadın sığınma evi açmaya hazırladığını duymak bizi çok sevindirdi. Niğde’nin bu konuda bir gururu da var: "Gençleri şiddete yönelten nedenler" konulu liselerarası yarışmada Niğde Anadolu Öğretmen Lisesi 10. sınıf öğrencisi Nida Mucuk, Türkiye üçüncülüğünü almış.
Ama haklı sitemleri olanlar da var: Niğdeli çevreciler, Niğde’nin, daha doğrusu tüm Anadolu’nun sorunlarının ulusal medyada yer bulamamasından şikayetçi. Çuvaldızı kendilerine de batırıyor, yerel basının da çevre, insan hakları, aile içi şiddet gibi konularda "haber" değeri görmediğini söylüyorlar. Bunu 20 şehirdir ben de gözlüyorum; yerel basın validen üç cümle, belediye başkanı çiçek verirken bir fotoğrafla, yani sadece protokolle ilgilenip, trenin yapmak istedikleriyle, hak hukuk tartışmalarıyla pek ilgilenmiyor. Sanırım bu konuda, her iki tarafın da düşünmesi gereken noktalar var.
214 genç kızı okutmaya katkıda bulunur musunuz
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Niğde Şube Başkanı Suna Özmen de trendeydi. Çok acil bir sorundan söz etti. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında ilköğretim son sınıf öğrencisi 214 kıza burs vermişler. Bu yıl hepsi liseye devam etmek istiyor. Ancak köylerde yaşayan ve bugüne kadar YİBO’larda (Yatılı İlköğretim Bölge Okulu) kalan bu kızların, lise eğitimleri boyunca Niğde’de kalabilecekleri bir yurt yok. Özmen bu konuda çok kapıyı aşındırmış ancak bir sonuca ulaşamamış. Çok az bir süre kaldı okulların açılmasına. Diyor ki, "Biz üç ayda yurt yapabiliyoruz, yeter ki sponsorumuz olsun."
Şimdi diyorum ki, kızların okutulmaması söz konusu olduğunda, mangalda kül bırakmayacak çok kişi var Türkiye’de. Ama bu kızların okutulmama problemi yok; aileleri de okusunlar istiyor. Tek ihtiyaçları, okurken güvenle kalabilecekleri bir yer için para. İzin verin Hürriyet Hakkımızdır Treni bu anlamlı görev için bir elçi olsun, bu yazıyı okuyan sorumluluk duygusuna ve maddi güce sahip kişiler, kurumlar, Suna Hanım’ı arasın. (ÇYDD Niğde Şubesi, 0388 232 82 91-0505 474 35 01-nigde@cydd.org)
Daha sonra bize de 214 ve daha sonra çok kızı okutacak yurt binasının açılış haberini yapmak düşsün. Bekliyoruz.
BUGÜN KAYSERİ’DEYİZ
10.00 Aile İçi Şiddete Son Semineri
10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları
13. 30 İnsan hakları sohbeti
11.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu "Masal Masal İçinde" oyunu
Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri
BULUTSUZLUK ÖZLEMİ KONSERİ, SAAT 21.00’DE TREN GARI ÖNÜNDE
Yazının Devamını Oku 20 Temmuz 2008
Bu treni çok seviyorum; ne kadar bildiğimizi sansak da Türkiye, bizi her gün başka bir şehrinde şaşırtıyor. Olumlu anlamda bir şaşırma bu. Altı milyon ağacıyla elmanın, bisküvi markalarının büyük çoğunluğunun fabrikalarıyla bisküvinin, Yunus Emre ve Mevlana’nın şehri Karaman’da hepimiz 15 yaşındaki Samet Bal’la tanıştığımız için çok memnunuz. Bifa Lisesi ikinci sınıf öğrencisi olan Samet, Karaman’ın 23 çocuk hakları temsilcisinden biri. Kendisinden daha küçük dört beş arkadaşıyla girdi salon vagondan içeri. Uluslararası Af Örgütü’nün "Gazete Atölyesi" için benimle röportaj yapmak istediğini söyledi. Bu atölyede, çocuklar kendi haklarıyla ilgili olarak istasyon alanında buldukları büyüklerle röportaj yapıyor, sonra oturup kendi gazetelerini hazırlıyorlar.
11 şehirle yarışıyor
Gazete Atölyesi, "Hürriyet Hakkımızdır/Tren Özgürlüktür" projesindeki yolculuğumuz kapsamında ilk kez Karaman’da gerçekleşti; çünkü çalışmaya uygun zemin bu şehirde vardı. Karaman Valiliği bir süredir, UNICEF’le birlikte "Çocuk Dostu Şehir" projesi yürütüyordu.
Projede 11 şehirle yarışma halindeymiş Karaman, çocuk hakları konusunda bilinç yaratmak, çocuklara daha "adil" bir yaşam sunmak için çalışıyorlar. 2010’da sonuçlar açıklanacakmış ve Karaman dereceye gireceğinden emin.
Biz tren insanları olarak en çok "Çocuk Hakları Kartelası"na bayıldık. Rengarenk kartelanın her bir sayfasında bir çocuk hakkı yer alıyor. Komite üyesi çocukların çoğu tatilde olduğu için az sayıda gelebilmişler. Samet bir dahaki yıl daha kalabalık olacakları konusunda söz verdi bize.
18’imde emekliyim
Röportajımızı bitirdikten sonra sohbet etmeye başladık Samet ve arkadaşlarıyla. "Aranızda görev değişimi yapıyor musunuz?" sorusuna Samet, "Yapmaz olur muyuz, ben 18’imde emekli olacağım" diye cevap verdi, bizi güldürdü.
11 yaşındaki Ahmet, "Sence hak nedir?" denilince hiç düşünmeden şöyle bir cümle kurdu: "Çocukların da büyükler gibi muamele görmesi."
Kübra’ya gelince, en ciddi haliyle "Açık konuşacağım" diye başladı konuşmaya. Bazı annelerden çok şikáyetçi Kübra: "Kendileri istedikleri gibi günlere gidiyorlar, ama kızı çocuk hakları etkinliğine gitmek isteyince göndermiyorlar. Biz ne yaptık, tabii ki ’bizim de haklarımız var’ diyerek izni kopardık."
BUGÜN NİĞDE’DEYİZ
10.00 Aile İçi Şiddete Son Semineri
10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları
11.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu Masal Masal İçinde oyunu
Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2008
CHP Mersin Milletvekili, avukat, Mersin Barosu eski Başkanı İsa Gök, hem Mersinli bir yörük çocuğu, hem de demiryolcu torunu. Yani insan haklarına da trene de oldukça vakıf. "Çok güzel, anlamlı bir proje yürütüyorsunuz, tebrik ederim" diyerek girdi vagondan içeri. Konuşurken çok güzel bir hikaye anlattı: Küçükken Kur’an eğitimini tamamladıktan sonra "Şimdi de İncil’i, Tevrat’ı öğreneyim" deyip, bunu ona öğretecek doğru kişiyi aramaya çıkar. Sonunda mahallesinin bir köşesinde dişçilik yapan Ojen Amca’yı bulur. Ojen Amca, ona büyük sabırla İncil’i okutur, anlatır. Aradan yıllar geçer, 2002’de Mersin Barosu’na başkan seçilir. Etrafta kimsenin okumadığını, konuşup tartışmadığını fark edince bir konferans salonu arayışına girer. Ama ne Adliye içinde, ne yakınında konferans salonu bulabilir.
Sonra biri der ki, "Ortodoks Kilisesi’nin çok güzel bir salonu var." Hemen kilisenin kapısını çalar, gerçekten de salon çok güzel, yapmak istediği toplantılara uygundur. Ancak, yaşlı kilise yetkilisi, toplantı salonunun dışarı verilmediğini söylemektedir. Israr eder, kabul ettiremez. Peki, sağlık olsun, diyerek ayrılacaktır ki, "Ya şurada köşede bir dişçi vardı, bana İncil okutmuştu, ikinci kattaydı, bilir misiniz?" diye sorar. Karşısındaki yaşlı şaşırır; "Çocuğum senin adın ne?" Karşısındaki Ojen Amca’dan başkası değildir. Kilisenin salonunda uzun süre toplantılarını yapar İsa Gök.
Herkes çalışıyor
Mersin işte böyle bir yer. Mezarlığında Müslümanlar’ın Hıristiyan ve Yahudilerle birlikte yattığı, cenaze namazlarının ayrı dualarla birlikte kılındığı, uluslararası Müzik Festivali’yle adını dünyaya duyuran, "farklı olanlarla bir arada yaşama" konusunda oldukça iyi deneyimleri ve gelenekleri olan bir şehir. Ancak, son yıllarda biraz bocaladı. Özellikle terör bölgelerinden kaçanların göçüyle nüfusu birdenbire dört katına çıktı, zaman zaman Türk-Kürt kamplaşmaları yaratılmaya çalışıldı, neyse ki Mersin bu politikalara fazla prim vermedi. Şimdi yavaş yavaş toparlanıyor.
Hálá iki farklı Mersin var; sahilde Riviera’yı aratmayan bir Mersin ve yaşam tarzı, yukarılarda varoşlar ve ona uygun hayatlar. Ancak sahil kısmı, bir süredir varoşların hayatını iyileştirmek, kent yaşamına entegre etmek için ciddi çalışmalar yapıyor. Kimler var bu sahil kısmında? Valilikten başlayarak tüm kamu kuruluşları, belediye, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası... Herkes işin bir ucundan tutuyor.
Bu arada dünden yarım kalan kısmı aktarayım: Elbette Ani Kingunderwood’un ailesinin evi olan İçel Sanat Kulübü’ne uğradık, sonra Hüseyin Uğur’un, tren tiyatrocuları tarafından "8 yıldızlı pansiyon" olarak nitelediği Club Armada’da günlerdir yediğimiz kebapların üzerine "balıkla cila" çektik. Ertesi gün trende herkes, Hüseyin Uğur’dan efsane gibi bahsediyordu. Özellikle Ani, "Amin Maaluf okuyormuş düşünebiliyor musun, dünyanın onca yerini dolaştım, bir ticaret adamının böyle kitaplar okuduğunu hiç görmedim" diyordu.
Mersin’in aydınlığı
Evet Mersin, geçmişten gelen geleneğiyle birlikte aydın, yaşadığı topluma ilgili insanlarını da koruyor. Onlar da bizi sevgi ve bu tür şeylere açlıkla karşılayıp uğurladılar. Bu yazıyı 66 yaşındaki "Mersin Muhtarı" Lina Nasif’in hikayesiyle kapatayım. Çünkü hem trene, hem Mersin’e uyuyor: 12 yaşındayken arkadaşlarıyla trene biner İstanbul’a Saint Benoit’ya gidermiş. Yataklılarda değil koridorlarda, yerde otururlarmış. Bir gün içlerinden biri bir şiir okumuş hepsine. Biraz ilerde duran şapkalı, gözlüklü bir adam, ’Bu şairle tanışmak ister miydiniz?’ diye sormuş. Hepsi yüzüne bakmışlar, bu nasıl olacak ki, dercesine. "Merhaba, ben Attila İlhan" demiş adam.
BUGÜN KARAMAN GARINDAYIZ
10.00 Aile İçi Şiddete Son Semineri
10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları
11.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu "Masal Masal İçinde" oyunu
Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2008
Bu yolculuk giderek daha eğlenceli bir hal alıyor. Adana bizi Belediye Bandosu’nun çaldığı "Adana’nın Yolları Taştan" türküsüyle karşıladı. Artık ne diyeyim. Adana’dan trenimize Latif’le (Demirci) birlikte konuk olarak katılan Kanat (Atkaya), "Akbank Çocuk Tiyatrosu" ekibiyle hemen kaynaştı. Bu arada kaynaştığı yer de Hasan Kolcuoğlu’nun nefis kebapçı dükkanı oldu ve adının "Masal Masal İçinde"de bir karaktere verilmesini rica etti. Kimse onu kırmadı. Ertesi gün Adana Garı’nda oynanan oyunda "öküz" karakteri, derhal Kanat adını aldı. Oyunda öküzün öldüğü sahneye gelinince, gar duvarları "Kanaaaaat, Kanaaaat" nidalarıyla inlerken, hepimiz gülmekten ve sıcaktan bayılmak üzereydik. Yanlış anlamayın, adını ölümsüzleştirecek bu rolü Kanat kendi seçti.
Akbanklı tiyatrocular hep böyle iyiliksever; oyunculuk aşkı içinde kalmışlara kapılarını her daim açıyorlar. Bir önceki oyunda CNN Türk yönetmeni Göksel Gülensoy ve Mimar Sinan Üniversitesi Fotoğraf Bölümü öğrencisi Ceyda Özcanlı da rol almıştı. Hepimiz oyunun repliklerini ve şarkılarını ezberlemiş durumdayız, normal. Trenimizin en küçük elemanı Ütay Tüzecan, zaten neredeyse kadrolu oyuncu gibi her oyunda oynuyor...
Trenstar geliyor
İçinde çalışan ve yaşayan ekibin sayısının 70-80 arasında değiştiği trenimizde, bir yandan kısa film yarışması düzenleniyor; aşçımız Obez Usta’nın (Hasan Zorlu) en kötü karakteri oynayacağı film, birinci gelecek gibi görünüyor. Bir ara bir köşede birilerinin "Oryantal star ya da Trenstar da düzenlesek mi?" gibi konuşmalar yaptıklarını da duydum ama çalışmaların hangi aşamada olduğunu bilmiyorum henüz.
Evet Hürriyet Treni giderek daha eğlenceli oluyor. Ve içinde kendi hikayelerini taşıyor, bir yandan yenilerini yazıyor.
Bir tren hikáyesi
Kusura bakmayın, Türkiye Ergenekon tartışmalarıyla çalkalanıyor, hepimiz biliyoruz, izliyoruz, ancak yolumuza kendi gündemimizle devam etmek zorundayız.
Dediğim gibi dün herkes bandonun gerçekten çok keyiflendirerek çaldığı "Adana’nın Yolları Taştan" türküsüyle oynarken, bir köşede hem oynayıp hem ağlayan biri vardı: İngiltere’den gelerek bizimle bir "tren insanı" olan ve projenin belgeselini çeken Ani Kingunderwood, babasının memleketinde, babasının sevdiği o türküyü dinlerken hüzünlenmişti.
Adana’da yaşarken evini, memleketini terk etmek zorunda kalan Ermenilerdendi babası, tıpkı üç aylıkken annesinin kucağında bir gemiyle Mersin’den ayrılan annesi gibi... Onların yolu Lübnan’da kesişmiş, evlenmişlerdi.
Ani babasını kaybedeli çok oldu, ama altı yedi ay önce 87 yaşındaki annesi Sirarpi Manukyan’ı doğduğu memlekete getirmeyi başardı. Hürriyet okuyucuları onların hikayesini hatırlar; Sirarpi ve kardeşi Arpine, Mersin sokaklarında babaevlerini aradılar ve buldular.
Biz Mersin’e yola çıktık. Ani kaç gündür, "Hepinizi evimde yemeğe davet ediyorum" deyip duruyor. Evim dediği, bugün İçel Sanat Kulübü’nün hem sanat galerisi hem de restoran gibi işlettiği güzel bir bina.
Diyeceğim, biz akşam Anilerde yemekteyiz...
BUGÜN MERSİN’DEYİZ
10.00 Aile İçi Şiddete Son
10.00 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü atölye çalışmaları
11.00 Akbank Çocuk Tiyatrosu "Masal Masal İçinde" oyunu
Gün boyu Hürriyet Hakkımızdır ve Demiryolu sergileri
21.00 Barış Meydanı’nda Aydilge konseri
Yazının Devamını Oku 17 Temmuz 2008
1996’da Adana’dan ayrılarak il olan, yerfıstığının anavatanı, 26 kaleli, 37 yaylalı, nemli sıcaklı Osmaniye’ye önceki akşam vardık. Küçük istasyonun arkasında tüm mülki erkán ve halk tarafından mehter marşlarıyla karşılandık. Osmaniyeliler etkinliklerimize öyle hazırdılar ki sabahı beklemeden başlamak istiyorlardı neredeyse.
Sabah da şehrin tüm ileri gelenleri ve yüzlerce çocuk istasyondaydı. Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun oyununa ilgi en yüksek düzeyde Osmaniye’de gerçekleşti galiba. Bu tren ve aslında tüm Türkiye için Osmaniye’nin önemli farkını söyleyeyim: İlk defa bir Vali, Osmaniye Valisi Zübeyir Kemelek, aile içi şiddetle ilgili toplantımıza bizzat katılmak istediğini bildirdi. Ve katıldı da.
Sadece kendisi değil, Emniyet Müdürü Halil Yılmaz, tüm il müdürleri, Belediye Başkan Yardımcısı, hep birlikte Kampanya Koordinatörümüz Neşe Hacısalihoğlu’nun sunumunu dikkatle izledi. Gerçi içlerinde sadece tek bir kadın vardı ama olsun, aile içi şiddet tüm toplumun, yani erkeklerin de sorunu değil miydi?
Silah değil kalem
Sabah biz sergi şovalelerimizi dizerken, Osmaniye Emniyet Müdürlüğü de bir köşede gayretle kendi standını açıyordu. İki yıldır "bireysel silahlanma" ile ilgili çok güzel bir proje yürütüyorlar: "Silahlar Kalem Olsun!" Emniyet Müdürü Yılmaz, sevindiğinde de, üzüldüğünde de, efkarlandığında da insanların silaha sarılmasını engellemeye çalıştıklarını anlatıyor. Ruhsatsız silah sayısının 8.7 milyon olduğunu söyleyince hepimiz küçük dilimizi yutacak hale geliyoruz. 2005 yılında 16 bine yakın silah, suçta kullanılmış ve 7 binin üzerinde mağduriyet sözkonusu.
Bu projenin doğmasına neden olan ise şimdi üniversiteli olan Osmaniyeli bir lise öğrencisi. Hasan Polat, bir tüfeği 6 çizimle mutasyona uğratarak kalem haline dönüştürdüğü resmiyle ilham vermiş onlara. Osmaniye Emniyeti, bu konuda farkındalık yaratmak için, Türkiye’nin her yerinde seminerler düzenliyor, stand açıyor, konferanslar veriyor, kampanyayı anlatan objeler dağıtıyor. Bu alanda önemli çalışmalar yürüten Umut Vakfı’ndan da bir ödülleri var. Ayrıntılı bilgi isteyenler www.osmaniye.pol.tr’ye başvurabilir.
"Ceza yeme, fıstık ye."
Ben bu slogana bayıldım. Osmaniye Emniyeti’nin trafik cezalarını önlemek için yürüttüğü projenin sloganı. Yaptıkları denetimlerde, ceza kesilmesine gerek olmayan sürücülere, özel ambalajında fıstık hediye ediyorlar. Biz de ceza kesilmesi gerekmeyen "iyi işler" yapan vatandaşlar olduğumuz için bize de hediye ettiler.
Projeyi paylaşmak
Ama Emniyet Müdürlüğü’nün özellikle bizim ilgimizi çeken bir çalışması daha var. Biz tüm şehirler gibi Osmaniye’ye de "Aile İçi Şiddete Son" broşürlerimizle geldik. Onlara takdim ederken, onlar da bize kendi broşürlerini takdim ettiler. Yıllardır anlatmaya çalıştığımız şeyleri anlatıyorlar bu broşürde: Aile içi şiddet nedeniyle polise başvurulduğunda yapılacak işlemler... Nerelere başvurulabileceği... "Haklarınız var, yasalar sizden yana" uyarıları... Türk Ceza Kanunu ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun, kadınlara neler getiriyor... Aile içi şiddet nedir; sadece fiziksel saldırıdan mı oluşur, yoksa ekonomik, sözel, duygusal, psikolojik, cinsel türleri de var mıdır...
Bütün bunları anlatırken bizim 0212 656 96 96 numaralı Acil Yardım Hattı’mızın görsel malzemesini ve sloganını kullanmışlar ama olsun. Biz paylaşıma açığız ve bu hepimizin problemi.
BUGÜN ADANA’DAYIZ
10.30 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü’nün çocuklarla atölye çalışmaları.
13.30 İnsan Hakları üzerine sohbet.
14.30 Akbank Çocuk Tiyatrosu "Masal Masal İçinde" oyunu.
16.00 Aile İçi Şiddete Son Eğitimi
Gün Boyu: "Birinci Sayfalardan Hürriyet Hakkımızdır" ve "Demiryolu" sergileri.
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2008
"Hürriyet Hakkımızdır, Tren Özgürlüktür" treni, Moğollar’la Gaziantepliler’e nostalji yaşattı; "Aile İçi Şiddete Son Kampanyası"yla Gaziantepli kadınları Gaziantepli kadın örgütleriyle tanıştırdı; Uluslararası Af Örgütü atölyeleriyle çocukların küçük kafalarını, "Farklı ama eşit olmak" konusunda aydınlattı. Ve "şiddetsiz, hakaretsiz protesto"nun da bir hak olduğunu gösterdi. Sondan başlayayım: Bir süredir Genç Siviller denilen grup peşimizde. Aslında Hürriyet Treni’nin nasıl ilgi çektiğini fark eder etmez internet üzerinden hakaretlerle başladılar işe. Başladıklarındaki söylemleri trenin Nazi kampına doğru gitmesinden Öküz Tren benzetmesi gibi "yaratıcı" saçmalıklara kadar çok fazla ölçüsüz şiddet ve hakaret içeriyordu. Sonra biraz toparlandılar: Dillerini daha makul bir hale getirerek bazı garlarda basın açıklaması yaptılar.
Buyursunlar yapsınlar; çünkü bu tren bir insan hakları treni ve protesto da, kendilerinin de açıklamalarında belirttiği gibi bir insan hakkı.
Bu trenin, başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere tüm insanlara, haklarıyla ilgili yararlı şeyler götürmeye çalıştığı gerçeğiyle, yani yapılan iyi şeyle hiç ilgilenmeyip, oturdukları yerden treni kullanarak kendi propagandalarının peşindeler ama olsun.
Benim onlarla ilgili, dün Gaziantep’te en çok dikkatimi çeken şu oldu: Geldiler, her yerde okudukları açıklamayı okudular ve sonra da "Hadi trende bir hatıra fotoğrafı çektirelim" dediler!
Anlaşılmayan ve anlaşılmayacak bir şey daha vardı: Pankartlardan birinde "Hürriyet Ekspresinde İnsan Hakları Cinayeti" yazıyordu. Tren insanları şaşkın şaşkın birbirine soruyordu, "Kim ne cinayeti işlemiş bizim güzel trenimizde?" Ama Akbank Çocuk Tiyatrosu’ndan Hayrettin Arslan biraz öfkeliydi: "Biz ahkám kesmiyoruz, karış karış toprağı çiğneyerek geliyoruz."
Şimdi güzel haberler: Önceki akşam Gaziantep Garı’nda yine bando, davul zurna ve folklor ekibinin coşkusuyla karşılandık. Az sonra da Gar Meydanı’nda Moğollar konseri başladı. Trenin merdivenlerinden konser izlemek çok hoştu. Konserden sonra trenin restoranında ünlü Gaziantep kebapları ve baklavalarıyla keyif yaptığımız Moğollar ekibi de bu tür organizasyonların daha sık olması konusunda bizimle hemfikirdi.
Dün öğle saatlerinde "Aile İçi Şiddete Son Kampanyası"nın koordinatörü Neşe Hacısalihoğlu gülerek geldi yanıma: "Eğitimimiz Gaziantepli kadınlarla kadın örgütlerini buluşturdu. Birbirlerinden haberleri yokmuş, herkes karşılıklı kartlaştı. Bundan sonra birlikte çalışacaklar. Çok sevindim" diyordu.
Uluslararası Af Örgütü eğitmeni Ela Esra Günad da çok mutluydu: "Yaa çocuklar harikaydı. Hem çok farklı hem de nasıl eşit olduğumuz konusunda çok güzel sonuçlara vardık."
Biz protestocularımıza rağmen, Gaziantep’ten de iyi bir şeyler yapmanın mutluluğuyla ayrılıyor, Osmaniye’ye doğru yola çıkıyoruz. Ahkám kesmeyip ama iş yaparak karış karış çiğneyeceğimiz daha çok toprak var.
BUGÜN OSMANİYE GARINDAYIZ
10.30 ve 13.30 Uluslararası Af Örgütü’nün çocuklarla atölye çalışmaları.
13.30 İnsan Hakları üzerine sohbet.
14.30 Akbank Çocuk Tiyatrosu "Masal Masal İçinde" oyunu.
16.00 Aile İçi Şiddete Son Eğitimi
Gün Boyu: "Birinci Sayfalardan Hürriyet Hakkımızdır" ve "Demiryolu" sergileri.
Yazının Devamını Oku