16 Temmuz 2002
<B>K.CEYLAN <br><br>SÜREKLİ </B>mide rahatsızlığı çektiğinizden ve bir ara dışkınızın siyahlaştığından bahsediyorsunuz. Eğer dışkınız koyu renk değil de katran gibi siyah çıktıysa, bu durumda bir sindirim sistemi kanamasından söz edilebilir. Mide şikáyetleri de olduğuna göre bu kanamanın mideden kaynaklanma ihtimali daha yüksek. Yapılan tetkiklerde midenizde mikrop bulunduğu belirlenmiş. Midenizde ya da onikiparmak bağırsağınızda ülser bulunup bulunmadığından söz etmiyorsunuz. Ancak kanama olduğuna göre bir ülser bulunma ihtimali yüksek.
Siz esas olarak bu mikroplardan korkmuşsunuz. Ancak bu denli korkmanız için bir neden yok. Helicobacter Pylori adı verilen bu mikrop çoğu insanın midesinde, ona bir zarar vermeden yaşıyor. Yapılan bir çalışmaya göre Türk halkında mikrop taşıyanların oranı, bazı bölgelerde yüzde 90'lara varıyor. Gelişmiş ülkelerde bu oran %50'ler civarında. Mikrop taşıyan herkes hasta değil. Eğer bir insanın midesinde ülser gibi bir hastalığı varsa ve yapılan tetkiklerde bu mikrop bulunuyorsa, sadece ülser tedavisinin yetmeyeceği düşünülmeli. Uygulanan tedavi ile ülser kapansa bile, bir süre sonra tekrarlayabilir. Sık sık tekrarlayan ülserler ve sürekli tahrişin, kansere kadar varabilecek ciddi sorunlara yol açabileceğinden korkulur. Bu nedenle uygun antibiyotiklerle mikrobun da ortadan kaldırılması için tedavi uygulanmalıdır.
Size de uygulanan sistem bu, endişelenmeden tedaviyi sürdürün.
Kemikler 30 yaşına kadar güçlenir
S.ÖZKAN
24 yaşında bir genç kız, kemiklerinin çok ince olduğunun farkındaysa, yapılacak şey derhal kemikleri güçlendirme çabalarına girmek olmalı. Bunun için öncelikle bol kalsiyum almak gerekiyor. Kalsiyumu doğal yoldan almak için süt ve süt ürünleri (peynir, yoğurt gibi) bol miktarda tüketilmeli. Ayrıca düzenli olarak spor da yapmak gerekiyor. Bu önlemlerle 30 yaşına kadar ne kadar kemik kütlesi kazanırsanız sizin için kazançtır. O yaştan itibaren kemiklerinizin sürekli zayıflayacağını ve bu kaybın menopoz sonrası hızlanacağını unutmayın. İleri yaşlarda osteoporoz ve buna bağlı kemik kırığı, boy kısalması, ağrılar gibi tablolarla karşılaşmak istemiyorsanız, 30 yaşına kadar yoğun bir çaba harcamalısınız.
Yazının Devamını Oku 15 Temmuz 2002
48 yaşındayım. 8 ay kadar önce laparoskopi yöntemiyle safra kesemi aldırttım. Ameliyattan sonra gaz şikáyetlerim arttı. Ameliyat sonrası iştahım açıldı. Çok yemenin bir zararı olur mu? Safra kesesinin yokluğu diğer organlara zarar verir mi? Safra kesesinin görevini hangi organ yerine getiriyor?
M.CEMİL/ İSTANBUL
Öncelikle safra ve safra kesesi hakkında bilgi vermek istiyorum.
Karaciğerde üretilen safra, karaciğer içindeki safra kanalcıklarıyla toplanır ve koledok adı verilen bir ana kanalla birleşerek onikiparmak bağırsağına dökülür. Karaciğerde sürekli olarak üretilen safra sürekli olarak bağırsağa dökülür. Safranın temel görevi yağlı yiyeceklerin sindirilmesine yardımcı olmaktır. Safra ana kanalı olan koledok üzerinden ayrı bir kanal ayrılır, bunun sonunda safra kesesi vardır. Safranın fazlası safra kesesinde yoğunlaştırılarak biriktirilir. Özellikle yağlı yemek yenildiğinde daha kolay sindirebilmek için kese kasılarak bir miktar yoğun safrayı bağırsağa boşaltır. Safra kesesi iltihap veya taş gibi bir nedenle sorunlu hale gelmişse, ameliyatla alınır. Kesenin alınması safra akışını durdurmadığı için bir sorun yaratmaz. Ancak yukarıdaki tariflerden de anlaşılacağı gibi, çok yağlı, yumurtalı, kızartma gibi yiyeceklerde ek safraya ihtiyaç olacağı ve kese alındığında bu karşılanamayacağı için bir miktar sindirim güçlüğü olacaktır. Sizde, ameliyattan sonra iştah artışı olması, sorunlu safra kesesi nedeniyle aksayan sindirimin normale dönmesine bağlıdır. Kese sorunlu olduğu zaman mide ve bağırsak gibi, sindirim sisteminin diğer organları da sağlıklı çalışamaz.
Ameliyat sonrasında gaz şikáyetlerinizin neden arttığını, yukarıdaki tariflerden sonra anladığınızı sanıyorum. Kese olmadığı için fazla ve özellikle yağlı yemek yenildiği zaman sindirim güçlüğü olmakta. Oysa siz iştahınız açıldığı için çok yemek yemektesiniz. Bu kadar yemeği rahat sindiremediğiniz için de gaz şikáyetiniz ortaya çıkıyor. Size tavsiyem yemek miktarını normale indirmeniz ve özellikle yağlı yiyeceklerden uzak durmanız. Hele yiyecekleri iyi çiğnerseniz bu şikáyetlerinizin ortadan kalktığını göreceksiniz.
Yazının Devamını Oku 12 Temmuz 2002
BEN zaman zaman bayılıyorum. Bununla ilgili olarak bir doktora gittim, bana bilgisayarlı tetkik ve beyin elektrosu yapıldı. Bilgisayarlı tomografide bir şey bulunmadı ama beyin elektrosu sonrası epilepsi teşhisi koydular. Bu epilepsi hastalığı nedir? Beynimde bir şey olsa bilgisayarlı tomografide çıkmaz mıydı?
T.YILDIZ/ANKARA
TIP dilinde epilepsi olarak adlandırılan hastalık, halk arasında sara diye bilinmektedir. Daha önce de birkaç kez ayrıntılı olarak ele aldığım epilepsi hastalığı, beynin bazı hücrelerinin zedelenmesi sonucu, bir anlamda elektrik kaçaklarına yol açmasıyla ortaya çıkan istemsiz hareketlerdir. Yapılan bilgisayarlı tomografide bir bozukluk bulunamaması, epilepsiye neden olan zedelenmiş hücrelere herhangi bir girişimde bulunulamayacağını gösteriyor. Bu durumda sizin yapacağınız tek şey, devamlı olarak ilaç kullanmaktır. Bir nöroloji uzmanının denetiminde olmanız gerekiyor. Nöbetlerinizi durduracak ilaç cinsi ve dozu, bazı denemelerden sonra bulunabilir.
Acaba fıtık mıyım?
BENİM kasıklarımda, testislerimde bir şişlik var. Ağrı da oluyor. Acaba sizce bu fıtık mıdır? Ya da testisimde başka bir şey olabilir mi? Ne yapmamı önerirsiniz?
M.TOPRAK/ADIYAMAN
TESTİSİNİZDE şişlik yaratan olayın ne olduğunu, mektubunuzdaki tariflere bakarak teşhis etmek olanaksız. Kasık fıtığı olabileceği gibi, testisin tabakalarından birine ait kistik olaylar ya da iltihap da olabilir. Bunun teşhisi için bir üroloji uzmanının muayenesi gerekiyor. Ancak teşhis ne olursa olsun, burada devam eden bir olay olduğu için bu, testisin sperm üretme yeteneğini olumsuz yönde etkiler. Eğer olay iltihaplı ise diğer testisinizi de etkileyerek sizi kısır bırakabilir. Bu nedenle sizin daha fazla beklemeden bu olayın kesin tedavi olanaklarını araştırmanız gerekiyor. Tedavide ameliyat da gerekli olabilir.
Bir hastanenin üroloji servisine başvurduğunuz takdirde, önce tetkik yaparak teşhisi kesinleştirme, daha sonra da ameliyat ya da diğer yöntemlerle tedavi olanağı bulursunuz.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2002
<B>DÜNKÜ </B>yazımda koroner damarların tıkanıklığının giderilmesinde kullanılan stentlerden bahsedilmişti. Stentlerin ne olduğunu bilmeyen okurlarım için biraz açıklama yapma ihtiyacı duydum.
Kalbin kendisini besleyen damarları olan koroner damarların daralması halinde tedavi yöntemlerinden biri, koroner damara sönük olarak yerleştirilen özel bir balonun, daralmanın olduğu yerde şişirilmesiyle, burada oluşan pıhtının ezilmesi yöntemidir. Balon anjiyoplasti adı verilen bu yöntemde, pıhtının ya da çevre dokunun elastik olmasına bağlı olarak, daralmanın tekrarlaması riski de bulunmaktadır. Uzmanlar buna karşılık stent adı verilen bir cihaz geliştirdiler. Özel bir metal alaşımıyla, file şeklinde bir borucuk olarak tanımlanabilen stentler, anjiyoplasti balonuna yerleştirilmekte, balonun şişirilmesi sırasında genişleyen stent damar içinde bırakılmaktadır. Bu da elastiklik nedeniyle oluşan yeniden daralmayı önlemektedir.
Ancak bununla da her şey çözüme kavuşmuyor. İçeride yabancı bir maddenin bulunması bazen vücudun tepki göstermesine yol açabiliyor. Burada oluşan doku, damarın yeniden tıkanması sonucunu yaratıyor. Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda, stent konulduktan sonraki 6-8 aylık dönemde damarın yeniden tıkanması oranının yüzde 10-35 civarında olduğu görülmektedir. Bu da yeniden girişimlere yol açmaktadır.
Bu durum üzerine bilim adamları yoğun çalışmalar yapmaya başladılar. Aralarında ışın tedavisinin de yer aldığı çok değişik yöntemler denendi.
Bu çalışmalar sonucu oluşturulan stentlerden biri Cypher adını taşıyor. Bu stent, vücuda konulduktan sonra Sirolimus ya da Rapamune adı verilen bir ilaç salgılamaya başlıyor. Bu ilaç, organ nakilleri sonrası vücudun o organı reddetmesini önlemek amacıyla kullanılıyordu. İlaçlı stent takılan hastaların 2 yıllık takiplerinde, stent yüzeyinde, metalin kanla temasını ve buna bağlı olarak pıhtı oluşmasını engelleyecek derecede ince bir tabaka oluştuğu ancak damarı tıkayacak herhangi bir doku gelişmesi görülmediği belirlendi. Bu da, normal stent takılan hastalarda ortaya çıkabilen yeni müdahalelere tıkanan yeri yeniden açmak ihtiyacını ortadan kaldıran önemli bir gelişim olarak nitelendiriliyor.
Yazının Devamını Oku 10 Temmuz 2002
KALBE takılan stentlerin çok çeşitli olduğunu biliyorum. Bu gibi vücutta kalıcı maddelerin metalurjik, fiziksel, kimyasal ve tıbbi dünya standartlarının da olduğunu tahmin ediyorum. Hastalara bu tip uygulama yapılması hakkında, bilgili ve ilgili olmayan bir bakanın kamu önünde salt parasal yönüyle 2700-2400-450-400 dolar gibi rakamlar vererek konuyu değerlendirmesi doğru mudur? Bu değerlendirmelerin, dünya tıp otoritelerinin kabul ettiği standartlar, bunlara göre yapılmış imalatlar ve fiyatlarla olması gerekmez mi?..
Rumuz: STENT/İSTANBUL
YUKARIDA özetlediğim mektubunuzda haklı yönler çok. Ancak konunun tek bir yanıtı yok. Çünkü bu konudaki tarafların hepsi haklı. Bu biraz Nasreddin Hoca fıkrası gibi oldu ama maalesef sonuç bu. Şimdi bir örnek vermek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama, piyasada çok değişik marka otomobiller var. Bunların bazıları birkaç milyar liraya satılırken aralarında trilyonluk fiyatla satılanları da var. Herkes bütçesine, ihtiyacına göre tercih hakkını kullanıyor. Şimdi ülkemizde sosyal güvenlik sisteminin neredeyse çökme noktasına gelmiş olduğu dikkate alınınca, ilgili bakanlığın harcamaları azaltma yolunda önlem alması kaçınılmaz oluyor.
Stentler de tüm tıbbi cihazlar gibi farklı ülkelerde, farklı teknolojiler tarafından üretilmekte. Tabii ki ilgili ülke bununla ilgili incelemeler yaparak ruhsat veriyor. İthal edecek ülkeler de yetkililere inceleterek ithal izni veriyor.
Fiyatların üzerinde know-how olarak adlandırılabilecek araştırma, geliştirme ve keşif ile ilgili masraflar da eklendiği için her ürünün fiyatı farklı olabiliyor.
Hekimin kullanacağı malzemenin, teknolojisine güvendiği ülkenin ürünü olması ya da denediği malzeme olmasını tercih etmesi çok doğal. Hastaların da en iyi malzeme olmasını istemesi çok doğal. Buna karşılık parayı ödeyenin, en ucuzunu arama hakkı da doğal. Ülkemizde özellikle devlete tıbbi cihaz ve malzeme satışındaki uygunsuzlukları da sık sık duyuyoruz. İşte böyle olunca çare, en uygun ürünü seçmek oluyor. Sosyal güvenlik sistemi tarafından bedeli ödenecek olan malzemede, konunun uzmanlarından oluşturulmuş kurulların karar vermesi gerekiyor. Böylece hastanın güvenliğinden taviz vermeden, en uygun ürünü seçmek mümkün olabilecek.
Aslında bu konu her türlü tetkik ve tedaviyi de kapsamalı. Oluşturulacak algoritmalar sayesinde teşhise ulaşmada ve tedavide belirli yollar izlenir. Böylece hekimler şaibe altında kalmaktan kurtulacağı gibi, sistem de harcamaların sağlıklılığını denetleme olanağına kavuşur.
Bunlar gerçekleşmediği sürece bu tartışmalar sürer gider.
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2002
SİZE çoktandır süren ve beni rahatsız eden sorunumu açmak istyorum. Her zaman başım ağrıyor ve bu ağrılar da mideme yansıyor, bulantı yapıyor. Maalesef hiçbir hap fayda etmiyor. Başım sık sık ağrımakta ama eğer ağrılar hafif ise mutlaka birkaç saat içinde çoğalmakta. Hangi ilacı kullanmamı önerirsiniz? Belki bilmenizde yarar var; 19 yaşında bir bayanım, hiç sigara ve içki kullanmıyorum. Size şimdiden çok teşekkür ederim.
Meltem KAYA/ALMANYA
BAŞ ağrılarının birçok nedeni ve tipi olabiliyor. Başka sorunların seyri sırasında ortaya çıkanlar olabildiği gibi, başka soruna bağlı olmayan ve tıp dilinde primer denilen baş ağrıları da var.
Baş ağrılarının en sık rastlananı, gerilim tipi baş ağrılarıdır. Yapılan araştırmalar, toplumun % 75'inden fazlasının zaman zaman bu türde baş ağrısı yaşadığını ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da toplanan baş ağrısı konulu uluslararası katılımlı kongrede konuşan Londra Imperial Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve Avrupa Başağrısı Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Timothy Steiner, ataklar halinde gelen gerilim tipi baş ağrılarının tedavisinde parasetamol içeren ilaçlarla aspirinin etkilerini mukayeseli olarak inceleyen bir çalışmanın sonuçlarını ortaya koydu. Bu araştırmanın sonuçlarına göre baş ağrısı ataklarının tedavisinde 1000 mg. yani 2 tablet aspirin kullanılmasının, aynı dozda parasetamol kullanılmasına göre çok daha etkili olduğu görülüyor. Aspirinin 500 mg'ı yani 1 tableti de etkili ama 2 tablet kadar değil. Parasetamolün 1 tablet kullanılmasındaki etki, plasebo olarak adlandırılan ve etkili madde içermediği için psikolojik etkiyi kontrol için kullanılan haplardan, anlamlı bir fark göstermiyor.
Siz mektubunuzda ağrının artması halinde hapların etki etmediğinden ve mide bulantısı olduğundan bahsediyorsunuz. Bilinmesi gereken bir gerçek, baş ağrısı şiddetinin artmasında ortaya çıkan bulantı, mide hareketlerinin düzenli olmadığının bir göstergesi halinde değerlendirilmelidir. Böyle olunca ağızdan alınan haplar, ilacın kana karışabileceği yer olan bağırsaklara geçemez. Bu nedenle, bulantının eşlik ettiği ağrılarda ağızdan alınan ilaçlar etki etmezler. Böyle olunca, öncelikle bulantıyı durdurup sindirim sisteminin düzenli çalışmasını sağlayacak bir ilaç verilmeli.
Sizin bir yandan bu önlemleri alıp ağrınızı tedavi ederken, diğer yandan da bir nöroloji uzmanıyla görüşüp, migren açısından değerlendirme yapılmasını sağlamanızda yarar var.
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2002
<B>YAN </B>etkisi olmayan madde ilaç değildir. Bu sözü köşemde sık sık belirtiyorum. Bir ilaç kullanılacağı zaman etkiler ve yan etkiler, hastanın durumu ile bir arada değerlendirilir ve uygun görülürse ilaç kullanılmaya başlanır. Bu değerlendirmenin sağlıklı yapılabilmesi için hekimin o ilaçla ilgili bütün riskleri ve hastanın genel sağlık durumunu çok iyi bilmesi gerekiyor.
Bu etkiler ve yan etkiler ilaç piyasaya verilmeden önce belirlenirse de, bilim dünyası ilaç piyasaya verildikten sonra da çalışmalarını sürdürür ve yeni bulguları tüm tıp dünyasıyla paylaşır.
Romatizmal hastalıkların tedavisinde, özellikle sindirim sistemindeki yan etkileri çok daha az olduğu için, tercih edilebilen, grup adı selektif COX 2 inhibitörleri olan ilaçlardan biriyle ilgili yapılan çalışmalar sonrasında da tıp dünyasının uyarılması gerekti. Journal of Human Hypertension adlı dergide yayınlanan bir çalışmada bu grup ilaçlardan Rofecoxib adlı etken maddeyi içeren ilaçların kullanılması halinde, hastaların gece tansiyonlarının yükseldiği belirlendi.
İsrailli doktorların yaptığı çalışmada, hastaların gün içindeki saatlerde tansiyonlarının etkilenmediği, buna karşılık gece saatlerinde sistolik kan basınçlarının (büyük tansiyon) ortalama 15.7 mm., diastolik kan basınçlarının (küçük tansiyon) ise 8.5 mm. yükseldiği belirlendi. Normalde gece tansiyon düşmelerinin görülmesi gerekirken, bu ilacın gece tansiyonunu yükselterek günlük dalgalanmayı bozduğu belirtiliyor. Aynı çalışmada romatizma tedavisinde kullanılan bir başka ilacın kimyasal maddesi olan Nebumetone'un kullanılması halinde, hem gündüz hem de gece saatlerindeki kan basınçlarında hafif bir yükselme olsa da, günlük dalgalanmanın etkilenmediği belirlendi.
Yapılan başka çalışmalarda, selektif COX 2 inhibitörlerinden bir başka ilaç olan Celecoxib kullanılmasının, vücuttaki su ve tuz tutulması ve dolayısıyla tansiyon yükselmesi üzerinde olumsuz bir etki yaratmadığı ortaya konulmuştu.
Yazının Devamını Oku 5 Temmuz 2002
Ev tozu alerjisi nedir? Bundan nasıl kurtulabilirim?
M.TUNA/İSTANBUL
ALERJİYE yol açan etkenler arasında ev tozu da çok önemli bir yer tutuyor. Aslında, alerjiye yol açan ev tozunun kendisi değil, ev tozunda yaşayan mikroskopik böceklerdir. ‘‘Mite’’ diye yazılan ve ‘‘mayt’’ olarak okunan bu yaratıklar, insan deri döküntüleriyle besleniyorlar. Bu böceklerin çıkartıları da insanlarda alerji nedeni olabiliyor. Mite'lar özellikle insanların soyunup giyindiği ortamlarda ve yataklarda çok daha yoğun bulunabiliyor. Bunlardan korunmak için alabileceğiniz önlemler ana hatlarıyla şöyle:
Mite da denilen akarlar daha çok yataklarda barınır. Yatağınızı plastik bir örtü ile kaplayın.
Çarşafları ve battaniyeleri her hafta sıcak su ile yıkayın.
Yastıklarınızı sıcak su ile yıkanabilir elyaftan seçin, onları da her hafta yıkayın. Yastıklarınız yıkanabilecek türden değilse, yastığınızı plastik bir örtü ile kaplayın, yastık kılıfını bunun üzerine geçirin.
Yatak odanızın zemini parke, marley, mermer, seramik gibi kolay temizlenebilir sert malzemeden yapılmış olsun.
Halı kullanmak yerine, sıcak suyla yıkanabilir kilim benzeri şeyleri tercih edin. Bunları da her hafta yıkayın.
Zemini tümüyle halı kaplamanız gerekiyorsa, doğrudan beton üzerine kaplamayın. Arada kalan pürüzlü zemin mite üremesi için çok uygundur.
Halı kullanıyorsanız, halılarınıza 15 günde bir, yüzde 3 oranında tannik asit içeren eriyikler püskürtün ve elektrikli süpürgeyle iyice temizleyin.
Perdelerinin kadife gibi toz tutabilen kumaşlar yerine, sıcak suyla yıkanabilir kumaştan olmasını tercih edin.
Koltuk ve kanepelerinizin üzerine, yıkanabilir kumaştan örtüler serin.
Halı ve tüm eşyanızı her hafta elektrikli süpürgeyle iyice temizleyin. Mite mücadelesi için özel olarak yapılmış yüksek filtre yetenekli süpürgeler tercih edilebilirse de normal elektrikli süpürgeler de oldukça yararlı sonuçlar vermektedir.
Eğer bulabiliyorsanız, mite mücadelesi için özel olarak yapılmış sprey ya da köpük türü ürünleri belirli aralıklarla kullanın.
Nemli ve sıcak ortamlar, mite üremesi için uygundur. Eviniz rutubetli ise sık sık havalandırın. Eğer evinizde klima cihazı varsa, nemli havalarda bunu, nem giderici konumda sık sık çalıştırın.
Hava filtresi cihazları genel olarak yararlar sağlasa da ev tozu alerjisinde çok önemli bir katkıları belirlenememiştir.
Yazının Devamını Oku