27 Ocak 2003
65 yaşındayım. Bugüne kadar önemli sayılacak bir rahatsızlık geçirmedim. 1.58 m. boyunda ve 63 kiloyum. Bir seneden fazla sağ kulağımda devamlı hafif çınlama var. Geçen mayıs ayında yaptırdığım tahlillerde kolesterolüm 310 idi, o zaman kilom da 70'ti. Yağ, şeker ve tuzu çok azalttım, yürüdüm, ve 7 kiloyu 3-4 ay içinde verdim. Zaman zaman, bilhassa yorgun, uykusuz ve asabi olduğum zamanlar tansiyonum yükseliyor. Son üç gün bilhassa öğlene doğru ensemde boynumun kafayla bitiştiği yerde ağrı oldu. Tansiyonum 16-10 du, bir saat sonra 13-8 oldu. Dün 15-9, bugün ağrı olmamakla beraber akşam yemekten sonra 14.5-9'du. Başımı sağa-sola çevirirken çıtır çıtır ses geliyor ve sırtım yorulduğumda düğüm düğüm oluyor, fizik tedavi ve ortopedist arkadaşım boyunda kireçlenme olduğunu söyledi. Eşim 8 senedir yüksek tansiyonu olan bir kimse, sabahları 1/2 tablet 5 mg.lık Inhibace kullanıyor, ama tansiyonu 17-11 ile 17-10 arasında gidip geliyor. Bendeki ağrılar onda olmuyor.
Mümkünse bizi aydınlatınız.
SEVGİ
Geçen yıldan bu yana bir kontrol yaptırmadığınız anlaşılıyor. O zaman kandaki kolesterol düzeyiniz yüksekmiş. Kilo vermiş olmanız muhtemelen bunun üzerinde olumlu bir etki yaratmıştır ama, nereye kadar indiğinin bilinmesi de gerekiyor. Bunun için size tekrar tahlil yapılmalıydı. Eğer bütün diyet ve kilo verme çabanıza rağmen kolesterolünüzü normal düzeye indiremiyorsanız ilaç kullanmanız gerekebilir. Çünkü, menopozda olmanız ve yüksek tansiyonunuzun bulunması damar sertliği açısından ek riskler yaratıyor. Bunu kontrol ettirip normal düzeye inmesi için önlemler alın. Tansiyonunuzun da dengede olduğu söylenemez. Çok yorgun ve sinirli olduğunuzda tansiyonunuzun bir miktar yükselmesi olağan ama bu yükselmeler sık oluyorsa ya da yükseldiği zamanlarda çok yüksek rakamlara çıkıyorsa, tansiyon tedavinizin gözden geçirilip bu yükselmelerin kontrol altına alınması gerekiyor. Boynunuzda olan ağrıların tansiyonla ilgilisi yok. Boynunuzda oluşan kireçlenme ile bağlantılı olmalı. Bir fizik tedavi uzmanının denetiminde boyun eksersizleri uygulanmasının yaralı olacağı kanısındayım.
Öte yandan eşinizin tansiyonu da yüksek. Kullandığı ilaç ya da ilacın bu dozu yeterli gelmiyor. Onun da kontrol olması gerekiyor.
Birlikte bir doktora başvurmanız yararlı olacak.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2003
<B>TARİH </B>incelendiğinde, insanlığa savaşlardan daha çok salgın hastalıkların zarar verdiği görülür. Salgın denilince de herkesin aklına ‘‘veba’’ gelir. Altıncı, on dördüncü ve on yedinci yüzyıllarda önemli salgınlar yapan veba, yaklaşık olarak 137 milyon insanın ölümüne yol açmış.
Salgınlar, dünya çapında yaygınlık gösterirlerse ‘‘pandemi’’ adını alır.
Veba, pandemiler arasında ilk sırayı tutmakla beraber, yayılma ve ölüm hızı nedeniyle grip daha ön plana çıkıyor. Gribi ön plana çıkaran, 1918 yılında yaşanan ‘‘İspanyol gribi’’ pandemisi. Bir yıl içinde dünya üzerinde 40 milyon kişinin ölümüne yol açmış. Oysa veba en hızlı döneminde, yılda 2 milyon insanın ölümüne neden olmuş.
1918 yılındaki grip salgınını ön plana çıkartan bir başka neden, gençleri de etkileyip ölümlerine yol açması. Grip genelde yaşlılar, kalp, akciğer hastaları ve bağışıklığı düşüren başka önemli hastalığı olanlarda tehlikeli olabilen bir hastalıkken, 1918 yılındaki salgında çok genç yaşlardaki sağlıklı kişiler de hayatlarını kaybettiler. Hastalık çok da hızlı bir seyir gösteriyordu. Sabah kalktığında biraz kırıklık hissedenler, öğle saatlerinde yüksek ateşle tam hasta olarak yatıyor, aynı günün akşamı da ölebiliyorlardı.
Hastalık salgın uzmanları (epidemiyolog), bu özellikleri nedeniyle bu virüse ‘‘süper virüs’’ adını verdiler.
Grip hastalığına yol açan başlıca üç tip virüs var. Bunlardan C tipleri, hafif belirtilere yol açıyor ve bu nedenle tehlikeli olarak kabul edilmiyor. B tipi virüsler daha ciddi belirtiler yaratıyor ve vücut direncini düşürerek, zatürree gibi tehlikeli sorunların görülmesini kolaylaştırıyor. Ne var ki bu virüslerin yeni formlara dönüşmesi ve özellik değiştirmesi pek fazla görülmüyor. Grip virüsleri arasında en tehlikelisi A tipi virüslerdir. 1918 salgınındaki virüs de A tipiydi.
Hastalıkların ve salgınların kontrolü konusuyla ilgilenen Dünya Sağlık Örgütü ve benzeri kuruluşlar, salgın yapma eğiliminde olan grip virüslerini de yakından izliyorlar. Son yıllarda teşhis edilen grip hastalarındaki en sık rastlanan üç virüsten ikisi A tipine ait. Tüm korkular, ortalarda dolaşan A tipi virüslerden birinin özellik değiştirerek ‘‘süper virüs’’ haline dönüşmesi. Böyle bir durum olduğunda 1918'dekine benzer yeni bir pandemi ile karşılaşılması riski doğuyor.
1918 yılına oranla bugün elimizde aşı gibi bir olanak var. Ancak, ne yazık ki yüzde 100 koruma sağlayamıyor. Bilindiği gibi aşının, hastalık salgın yapmadan önce uygulanması da gerekiyor.
Dünya ölçeğinden bakıldığında, azgelişmiş, ekonomileri güçlü olmayan üçüncü dünya ülkeleri yaygın aşı kampanyaları düzenleyemediği için bu bölgelerden kaynaklanan pandemi tehlikesi büyük.
Eğer önlem alma hızı, virüsün salgın yapma hızından daha yavaş olursa dünyayı yeni bir tehlike bekliyor.
Yazının Devamını Oku 23 Ocak 2003
<B>GEÇEN </B>gün haberlerde Güney Asya'da ısının sıfır derece civarına düşmesi üzerine donarak ölenlerden bahsedildi. Bunun üzerine birçok okurum çok aşırı olmayan bu soğuklarda donma olup olmayacağını sordu. Gerçekten de çok aşırı soğuk olmasa bile donma tehlikesi her zaman için geçerlidir. Donma denildiği zaman çoğu kişinin aklına el ya da ayakların, özellikle parmak kısımlarında rastlanan donmalar geliyor. Aslında bu olayda söz konusu edilen, tüm vücudun ısısının düşmesi sonucu oluşan donmadır. Tıp dilinde hipotermi olarak adlandırılan bu donma türünde kişinin ölme riski mevcuttur.
HİPOTERMİ NE DEMEKTİR? Yukarıda da belirttiğim gibi vücudun genel olarak soğuması sonucu oluşan tablodur. Vücut ısısının 35 derecenin altına düşmesi halinde ortaya çıkar. Derinin nispeten soğuk olabileceği gerçeğiyle bu ısının, makattan ya da dil altından ölçülen vücut içi ısısı olduğunu da hatırlatmak gerekir.
NE ZAMAN OLUR? Genel olarak, vücudun ürettiğinden daha fazla enerjiyi kaybetmesi sonucu ortaya çıkar. Soğuk ortamda özellikle başı açık olarak uzun süre bulunmak, ıslak giysilerle soğuk ortamda uzun süre kalmak, soğuk rüzgárda yeterli korumaya uygun olmayan giysilerle açıkta kalmak, soğuk suya düşmek gibi nedenler, ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Kişinin çok zayıf olması, yeterli gıda ya da sıvı almaması, çok yorgun olması, kalp ve dolaşım sorununun bulunması, alkol, ısı düzenlemesini bozacak ilaç ya da çok sigara kullanması riskleri artırır. Yaşlılar ve küçük çocuklar bünye yapıları nedeniyle daha fazla risk altındadırlar.
Bu koşullara bağlı olarak insanlar kapalı ortamlarda ve ısının donma noktasının üstünde olduğu hallerde bile hipotermi riski altındadırlar.
Güney Asya'daki ölümler, yeterli derecede korunma sağlayabilecek mekánların bulunmaması, giysilerin koruyacak yeterlikte olmaması, ayrıca yetersiz besin alınması gibi etkenlerle kolaylaşmıştır.
BELİRTİLERİ Hipotermi yavaş gelişen bir tablodur. Belirtiler de bu nedenle yavaş yavaş ortaya çıkar. İlk belirti genellikle önüne geçilemeyen bir titreme ve renk solukluğudur. Halsizlik, güçsüzlük, baş dönmesi, konuşmada, hareketlerde ve solumada yavaşlama görülür. Hareketlerde zorluk, şuur bulanıklığı, şok ve koma gelişebilir. Hipotermili hastalarda ani kalp durmaları sık görülür. Bu nedenle hasta nispeten iyi bile gözükse ciddi önlemler almak gerekir.
Yazının Devamını Oku 22 Ocak 2003
DİYARBAKIR'daki uçak kazasından sonra, pilotun adına yazılmış depresyon ve kalp ilaçları reçetelerinin ortaya çıkması üzerine yazdığım ‘‘İstek üzerine reçete yazılır mı?’’ başlıklı yazıma birçok meslektaşımdan destek yazıları geldi. Bunlardan havalimanında çalışan bir doktorun yazısı özetle şöyle:
‘‘Diyarbakır'daki uçak kazasından sonra köşenizde yazdığınız konuları ilgiyle izliyorum. Havalimanında çalışan bir hekim olarak konuya duyduğum hassasiyetin yanında, istek üzerine yazılmak zorunda kalınan reçeteler konusunda da aşırı derecede rahatsızlık duyduğumu söylemek istiyorum.
Sanırım bu Türkiye'nin her yerinde aynı şekilde uygulanmakta. Hekimin görevlerinden birisi, kendisine gelen hasta kişiyi muayene ve tedavi etmek ve gerek görürse daha üst bir sağlık kurumuna ileri tanı ve tedavi için sevk etmektedir. Ancak bu pratikte farklı bir şekilde işlemektedir. Genelde hastanın ya da hasta olduğunu iddia eden kişilerin muayene olmak yerine istedikleri sağlık kurumuna sevk talebiyle karşılaşılmaktadır. Bu isteği sorgusuz olarak yerine getiren hekim iyi hekim, tıbbi etik ilkeleri doğrultusunda ve mesleğin saygınlığını zedelemeyecek şekilde davrananlar ise kötü hekim gibi görülmekte ve hatta amirleri tarafından da eleştirilmektedir. Hekimler evrak memuru pozisyonuna düşürülmek istenmektedir. Kişiler, daha önceden bir hekime danışmadan eczaneden aldıkları ilaçların reçeteye yazılması konusunda anlamsızca ısrar etmekte, ya da marketten alışveriş yapar gibi hazırladıkları ilaç listelerinin reçeteye yazılmasını talep etmektedirler. Bunu yerine getirmeyen hekimleri de kötü ve uyumsuz hekim olarak kabul etmektedirler.
Bu konuda da acil yasal yaptırımların gerçekleşmesi için TTB konuya acil olarak müdahale etmelidir. Hekime tıbbi konularda kimsenin müdahale edemeyeceğinin bilinmesi gerekmektedir. Bu şekilde hekimler yasa önünde korunacağı gibi, devletin sağlık giderlerinde de önemli derecede azalma olacaktır.’’
Aralarında pilotlar gibi yüzlerce kişinin can güvenliğinden sorumlu kişilerin ilaç tedarik ettiği yerlerde de sistem böyle yürüyorsa, birilerinin acil önlem alması gerekmiyor mu?
HASTA OKULUNDA BUGÜN
Kronik hastalığı olanların hastalıklarıyla başa çıkabilmelerine yardımcı olmayı amaçlayan ‘‘Hasta Okulu’’ uygulamaları devam ediyor.
Bugün saat 14.00'ten itibaren Çapa'daki İstanbul Tıp Fakültesi'nde İnme Geçiren Hastalar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde ise Otistik Çocuklar konulu uygulamalar yapılacak.
Haftaya (29 Ocak) aynı saatte Çapa'da Erişkin Diyabetikler, Cerrahpaşa'da ise Kemik İliği Transplantasyonlu Hastalar konuları ele alınacak.
Yazının Devamını Oku 21 Ocak 2003
ANNEMİN kolesterolü 310 çıktı. Herhangi bir şikáyeti yok. Doktor kolestrol ilacı kullanması gerektiğini yoksa şikáyetlerinin başlayacağını, sadece diyetle düşürmenin mümkün olmadığını söyledi.Ben de daha önce sizin yazılarınızdan kolesterol ilacının yan etkilerinin çok olduğunu hatırlıyorum. Bir de başka bir tanıdığımız ilaç içerse ömür boyu içmesi gerektiğini, alışkanlık yapacağını, diyetle düşürmesinin daha iyi olacağını söyledi. Ona da söyleyen kendi doktoru. Ben de diyetle düşürmesi taraftarıyım ama bu arada herhangi bir sorun olur mu? Diyetle düşürmesi mümkün mü, yoksa ilaç kullansın mı? Bir kutu ilaç kullanıp kesse... Devamlı kullanması gerekir mi?
Gülay KURTULUŞ
Bu konuda kargaşa yaşayanların sayısı çok maalesef. Bir kere, kolesterol düşürücü ilaçların yan etkisi abartılıyor. Doğal ilaçlar da dahil olmak üzere, her ilaçta yan etki bulunduğu gibi kolesterol düşürücülerde de bazı yan etkiler var. Bunlar karaciğerin ve kasların etkilenmesi şeklindedir. Ancak bu etkilenmeler çok nadir görülür. Belirli aralıklarla yapılan kontrollerde de yan etki göstermeye başladığı görülürse ilaç kesilir.
Çok nadir görülen yan etkilerden korkarak kandaki kolesterolünü düşürmeyen kişiler kalp krizi ve beyin damarı tıkanması sonucu inme riskini arttırırlar. Kandaki kolesterol düzeyinin % 1 azalması, bu riski % 2 azaltır.
Gerektiği zaman ilaçtan korkmanın doğru olmadığını belirten bu sözlerimin hemen ardından, eğer mümkünse kolesterolü diyetle düşürmenin daha doğru olacağını da eklemek isterim. Eğer bir kişi kolesterolden zengin besleniyorsa sistemli bir diyetle işe başlamak daha doğrudur. Belirli bir süre diyetle inmiyorsa, ilaca bu takdirde başlanır.
Annenizi muayene eden doktor, kolesterol düzeyi çok yüksek olduğu için, diyetle yeterli sonuç alınmasını mümkün görmemiş, diyetle takibin zaman kaybı olacağını ve bu süre içinde de yüksek kolesterolün damarlarda tıkanmayı sürdüreceğini düşünmüş olabilir. Annenizin herhangi bir şikáyetinin olmaması, yüksek kolesterolün ona zarar vermediğini göstermez. Damarların tıkanması, bazen kalp krizi ya da inme türünde felç geçirdikten sonra kendini gösterir. O zaman da geç kalınmış olacaktır. Önemli olan ‘‘testi kırılmadan’’ önce korumaktır. Kırılmış testiyi yapıştırmak da bir yoldur ama ideal bir yol değil.
İlacın ömür boyu kullanılması gereğine gelince, diyetle düzelmeyen kolesterol yüksekliği de, tansiyon, şeker hastalığı gibi kronik bir sağlık sorunudur. Bu gibi hastalıklarda bir süre ilaç kullanıp, şekeri, tansiyonu ve kolesterolü tedavi etmek söz konusu değildir. İlaç baskılamasıyla normal düzeylere indirilir. İlaç kesilerek baskılama ortadan kalkınca bu değerlerin yeniden artması kaçınılmazdır. Bu durum, ilaca alışmak ya da bağımlılık yapmak olarak adlandırılamaz. Tanıdığınız doktorunun söylediklerini yanlış anlamış olsa gerek, yoksa bir doktorun böyle bir şey söylemiş olacağını düşünemiyorum.
Aynı durum, bu sağlık sorunlarını diyetle normal düzeye indirebilen kişiler için de geçerlidir. Diyete son verdiklerinde hatta biraz gevşettiklerinde normale inen bütün değerler tekrar yükselir. Bunu da, diyetin alışkanlık yaptığı şeklinde nitelemek mümkün değildir.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2003
<B>TIP,</B> çağımızın en hızla gelişen bilim dallarından biri. Bu baş döndürücü gelişme temposu karşısında hekimlere düşen görev, bu gelişme temposuna ayak uydurmak olmalıdır. Aksi takdirde kısa bir süre sonra, hastalarına en iyi tedaviyi uygulama olanağından yoksun kalacaktır. Hekimler, bu gelişmeleri öğrenebilmek için, tıp dergilerini, yeni kitapları düzenli izlemek, yurtiçinde ve yurtdışında düzenlenen kongre, sempozyum ve konferanslara, meslek içi eğitim kurslarına katılmak ve kendi kliniğinde araştırmalar yapmak zorundadır. Bu etkinliklere bir kere katılmak da yetmez, düzenli olarak izlemek gerekir. Her biri oldukça yüksek maliyetlerde olan bu imkánlardan yararlanabilmek için hekim ya kendi maddi olanaklarından yararlanacak veya çalıştığı kurum bu olanağı karşılayacak. Kamuda çalışan hekimlerin maaşlarının, belirlenen fakirlik sınırlarının altında kaldığı, kamu sağlık kurumlarının, hekimlerin gelişmesi konusunda hemen hiç kaynak ayırmadığı bilindiğine göre hekimler çağdaş gelişmelere nasıl ayak uyduracak?
İşte burada yardıma, ilaç ve tıbbi alet pazarlayan firmalar koşuyor. Yurtiçinde ve dışındaki kongrelere hekimleri götürüyor, yol parası, konaklaması ve kongre katılımı ücretlerini karşılıyor. Yurtdışından uzmanlar getirip konferanslar düzenliyor, kliniklerde yapılan araştırmalara sponsor oluyor. Yeni bir tahlil, tedavi ya da ameliyat için gerekli olan cihazları ya da sarf malzemelerini hibe ediyor.
Firmaların bu destekleri sayesinde, bugün Türk tıbbı birçok alanda dünyada söz sahibi konumundadır.
Bundan bahsetme ihtiyacını neden duydun diye soracak olursanız, yürütülen bir operasyon sırasında kalpte kullanılan stentleri pazarlayan firmaların, hekimleri mesleki bilgi ve beceri arttırma kurslarına, kongrelere yolladığı için suçlandığını okuduğum için, bunları açıklama gereği duydum. Devletin bu destekleri sağlayan firmalara teşekkür etmesi gerekirken suçlamasını anlamak çok güç.
‘‘Kársız ticaret olmaz’’ derler. Tabii ki bu firmalar, kendi pazarladıkları ilaçlar ya da aletlerle ilgili konularda etkinlikler düzenlerler. Tabii ki sonuçta kendi satışlarını artırmayı amaçlarlar. Doğal olarak hekimlerde, kendilerine destek olan firmalara karşı sempati oluşur. O firmanın ilaçlarını ve ürünlerini çok daha ayrıntılı olarak tanır ve bildiği ürünü daha sık kullanır. Bunu her zaman, karşılıklı pazarlık olarak nitelemek son derece yanlış.
Bu türde çıkar karşılığı çalışan firmalar ve hekimler yok mu derseniz, 30 yıllık meslek yaşamı olan bir hekim olarak, bunların çok azınlıkta olduğunu kesin olarak iddia ederim. Lütfen kurularla yaşları birbirine karıştırmayalım. Dürüst çalışan hekimleri ve firmaları, aptalca iddialarla karalama kampanyaları yürütmeyelim. Eğer devlet, devletliğini göstermek istiyorsa, önce hekimlerine sahip çıkarak onları insanca yaşama koşullarına kavuşturur, mesleki gelişmelerini sağlayarak Türk halkına, hak ettiği tıbbi olanakları sunar, sağlık alanındaki ticaretin de kurallarını doğru olarak koyarak, namusluyla namussuzun aynı koşullarda rekabet etmesini ve aynı cadı kazanında kaynatılmasını önler.
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2003
BİRKAÇ gün önce, Diyarbakır'da düşen uçağın pilotunun reçeteleri nedeniyle hekimlerin istek üzerine reçete yazmalarının getireceği sorunlara değinen yazı yazmıştım. Bu yazı üzerine değişik çevrelerden görüşler geldi. Özelikle işyeri hekimleri bu konuda çok sıkıntılı. Bu konudaki görüşlerini bizimle paylaşan bir kurum hekiminin yazısını aşağıda sunuyorum.
‘‘14.01.2003 tarihli yazınızda doktorların istek üzerine yazdıkları reçetelere değinmişsiniz. Bu düşüncelere katılıyorum. Ben de bir kamu kuruluşunda bir yıldır kurum hekimliği yapmaktayım ve göreve başladığım günden itibaren bütün personel ve amirlerime bu istekleri gerçekleştiremeyeceğimi, hekimlik ahlakına uymadığını, ayrıca hekimi büyük bir manevi ve yasal sorumlulukla karşı karşıya bıraktığını belirtmeme rağmen başarılı olamadım. Üstelik bu yüzden birçok sorun yaşadım, sadece hekimlik yapmak istediğim için. Şimdi ise bir yıl önce fakülteden mezun olmama rağmen hekimliği unuttum, daha doğrusu içimde bir yerlere gömdüm, gömmek zorunda kaldım. Artık sadece amirinin isteğini hiç sorgulamadan yerine getiren bir memurum. Yazılarınızda bunlara da değinirseniz sevinirim. Çünkü ben hekimim ve hekimlik yapmak istiyorum...’’
Yukarıda da belirttiğim gibi özelikle işyeri hekimlerinin, ücretlerini işverenden aldığı için bir anlamda oradaki yöneticilerle astlık üstlük ilişkisi doğuyor. Böyle olunca iş güvencesi açısından hekim, kendisinden istenilenleri yerine getirmek zorunda kalıyor.
SSK hastaneleri gibi yerlerde kapasitelerinin üzerinde çalışan hekimler için de, uzun uzun muayene edip teşhis koymak ve tedavi planlamak yerine istenilen ilaçları reçetelemek, sırada bekleyen bir kişinin daha azalması anlamında kolaylık getiriyor.
Ancak önümüzde Malpraktis yasası var. Yani hatalı tıbbi tedavilere yaptırımlar getiren yeni bir yasa geliyor. Hekim yazdığı, altını imzaladığı reçeteden sorumlu. ‘‘İstek üzerine yazdım’’ gibi bir savunma kimseyi kurtarmaz. Bu yasanın gündemde olduğu aşamada, hekimleri istek üzerine reçete yazmak zorunda bırakan bu yanlış uygulamalara da son verilmesi gerekiyor. Bu konuda hekimlerin tek başına direnişleri, sadece o hekime sıkıntı getirmekten başka bir işe yaramaz. Bu konuda toplu hareket gerekiyor; umuyorum Türk Tabipleri Birliği bu soruna da el atacaktır.
Yazının Devamını Oku 16 Ocak 2003
BEN tansiyon hastasıyım. Sürekli olarak ilaç kullanıyorum. Aslında pek şikáyetim olmamasına rağmen yaptırdığım kontrollerde hep farklı sonuçlar çıkıyor. Benim tansiyonum dengeye mi girmiyor? Hikmet/İSTANBULDaha önce de yazdığım birkaç yazıda tansiyon ölçtürmenin önemi ve doğru ölçme teknikleri konusunda bilgi vermiştim. Tansiyon ölçmeyi bilmek her zaman doğru sonuç almayı gerektirmez. Sonucun değerlendirmesi sırasında, tansiyon ölçümünü etkileyen faktörleri de bilmek gerekiyor. Öncelikle bilinmesi gereken, tansiyonun dinamik bir olay olduğu ve bu nedenle sıklıkla değişmeler gösterebileceğidir. Bu değişmeler 20 mm.nin üzerine çıkabilir. Bu nedenle de sadece bir ölçüme bakarak tansiyon yüksekliği kararı vermemek gerekiyor. Tansiyon rakamları, yemekle, solunumla, ruhsal durumdaki değişmelerle, eksersizle, sigarayla, alkolle, ağrıyla, hava sıcaklığıyla, mesanenin doluluk oranıyla değişim gösterir. Ayrıca yaşa, ırka ve günlük yaşantıya göre de değişimler görülebilir. Örneğin uyku sırasında tansiyon en düşük düzeylerdedir. Bir tehdit ya da tehlike veya alarm durumunda da vücut savunma reaksiyonu verir. Bu tepki bazı kişilerde daha fazla olmaktadır. Bu tepki bazen doktor muayenesi sırasında ortaya çıkar. Bilinçaltında sağlığının tehlike altında olduğunu düşünen kişi, muayene sırasında heyecanlanır. Bu kişilerde doktor muayenesi sırasında yapılan ölçümler sürekli olarak yüksek bulunabilir. Buna ‘‘Beyaz Gömlek Hipertansiyonu’’ denilmektedir.Oturmak, yatmak ve ayakta durmak tansiyon rakamlarını değiştirir. Bu nedenle kural olarak otururken tansiyon kontrolü yapılmalıdır. Aynı şekilde kolun kalp hizasında tutulması ve alttan desteklenmesi de önemlidir. Ölçümde kullanılacak aletin sağlam ve ayarlarının doğru olması her zaman yeterli değil. Manşet kısmının üst kolun üçte ikisini kapsayacak genişlikte olması, manşetin içindeki şişen lastik kısmın, kolun en az yüzde 80'lik kısmını kapsayacak uzunlukta olması da gerekiyor. Buna dikkat edilmediği takdirde, özellikle şişman kişilerde tansiyon yanlış ölçülebilir. Tansiyon ölçümünü etkileyen faktörlerden biri de kalp ritminin düzenli olup olmaması. Ritim bozukluğu hallerinde kalbin kanla dolma miktarında farklar olacağı için farklı tansiyon rakamları ölçülebilir. Benzer şekilde kalp atım sayısının az olduğu hallerde, aletin vidasını çok açıp hızlı sönme sağlanırsa, sistolik tansiyon, gerçeğinden daha düşük ölçülebilir. Aslında çok kolay olan tansiyon ölçümü, bazı kriterlere dikkat edilmediği taktirde yanlışa götürebilen, gereksiz yere yüksek tansiyon kaygısına düşmeye ya da gereksiz rahatlığa ve riskle karşılaşmaya yol açabiliyor.
button
Yazının Devamını Oku