Dr. Gündüz Tezmen

Kışın getirdiği sağlık sorunları

15 Ocak 2003
<B>KIŞIN </B>getirdiği hastalıklar denildiği zaman hemen herkesin aklına öncelikle nezle, grip, soğuk algınlığı gibi hastalıklar gelir. Bu düşünce çok yanlış değil. Bu hastalıkların virüslerinin soğuk ve nemli ortamda yaşaması ve hava koşulları nedeniyle insanların bir arada yoğun olarak bulunması, virüslerin yayılmasına yol açıyor. Üzerine bir de üşütmenin yarattığı direnç düşüklüğü eklenince bu hastalıklar mevsimin hastalıkları olarak hatıra geliyor.

Ancak kış, bunun dışında da bazı sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Depresyon bunlardan biri. Havanın kapalı olması aydınlığı azaltıyor. Günlerin kısalması da kişinin aydınlıkta kalma süresini azaltıyor. Işık azlığı beyinde serotonin salgısını azalttığı için, özellikle eğilimli olanlar kolaylıkla depresyona giriyor. Depresyon tablosu oluştuktan sonra bunun çaresi tabii ki psikiyatri uzmanlarının elinde, ancak özellikle kuzey ülkelerinde yapılan çalışmalar, yaşanan ya da çalışılan ortamlardaki aydınlığı, lambalar kullanarak artırmanın önleyici olarak yararlı olduğu görüşündeler.

Güneş ışığının azlığı bir başka sorunu da beraberinde getiriyor. Bilindiği gibi güneş ışığı, vücudun D vitamini üretmesine aracılık eder. Kış günlerinde güneş ışığının az ve kısa süreli olması kadar, soğuktan korunmak amacıyla kapalı giysiler giyildiği için vücudun güneş ışığıyla teması az olacak ve buna bağlı olarak da D vitamini üretimi de azalacaktır. D vitamini azlığı, özellikle gelişme çağındaki çocuk ve gençlerde, ayrıca osteoporoz riski artmış olan yaşlılarda önem taşımaktadır. Bu durumda olan kişilere kış aylarında D vitamini takviyeleri yapılması yararlı olacaktır.

Kışın kemikler açısından getirdiği bir diğer risk de düşme nedeniyle ortaya çıkabilen kemik kırıklarıdır. Özellikle karlı ve buzlu günler, riskin çok yükseldiği zamanlardır. Bu günlerde dikkatli olmak herkes için önem taşımakla beraber, osteoporozu bulunan kişilerdeki riski çok daha büyüktür. Bilindiği gibi osteoporoz, kemik kırığı riskini artırmaktadır. Bu kişilerin eğer mümkünse karlı, buzlu günlerde dışarıya hiç çıkmaması daha doğrudur. Çıkmak zorunda olanların, kaymayı önleyecek türde taban yapısı olan ayakkabıları seçmesi, ucu kara, buza saplanan türen bir baston kullanması yararlı olacaktır. Bazen, kalça kırığı riski yüksek olanlara, kalça ekleminin üst kısmını kaplayacak şekilde yastık bağlamaları önerilmektedir.

Kar yağışının ardından güneş açması herkese keyif verir. Pırıl pırıl bir havada güneş altında kristal gibi parlayan kar taneciklerini seyretmek çok hoştur gerçekten. Ancak gözleri, kardan yansıyan güneş ışınlarından, güneş gözlüğüyle korumayı da ihmal etmemek gerekiyor. Güneşin ultraviyole ışınlarına fazla maruz kalmak, gözlerde katarakt oluşması riskini artırmaktadır. Bu durum özellikle yüksek irtifalı yerlerde daha fazla önem taşımaktadır.

Görüldüğü gibi her mevsimin kendine göre bazı güzellikleri, buna karşılık bazı ek riskleri var. Her zaman belirttiğimiz gibi yapılması gereken tek şey bilinçli yaşamak. Bunun da ilk yolu, sağlıklı yaşam bilgilerini artırmak ve bunları yaşantımızda uygulama konusunda özen göstermek.
Yazının Devamını Oku

İstek üzerine reçete yazılır mı?

14 Ocak 2003
<B>BİR </B>süredir SSK'nın yayınladığı ilaç talimatnamesi ile hekimlerin reçete yazmalarına getirdiği kısıtlamaları eleştiren yazılar yazıyorum. SSK bu konuda yanlışlar yaptı, nitekim Türk Tabipleri Birliği de iptal edilmesi konusunda dava açtı. Reçete yazma konusundaki kısıtlamalarda SSK yanlış yaptı ama şimdi de çuvaldızı biz hekimlere batırma zamanı geldi. Beni bu yazıyı yazmaya iten neden, Diyarbakır'da düşen uçağın pilotunun reçeteleridir.

Gazetelerde yer alan haberler, pilotun depresyon tedavisinde olduğunu öne sürüyordu. Gerçekten de reçete kayıtları incelendiğinde depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların yanı sıra yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve kalp hastalığı gibi sorunlarda kullanılan ilaçların da reçetelere yazılmış olduğu görülüyor. Daha sonra da yanılmıyorsam ölen pilotun babası açıklama yaparak, ilaçları kendisi ve annesi için yazdırdığını öne sürdü.

Şimdi olayın neresinden bakarsanız, yanlış var. Pilotun başkasına ait ilaçları kendi ilacıymış gibi yazdırıp sosyal güvenlik kuruluşundan alması yanlış ama en büyük yanlış, reçeteleri yazan doktora ya da doktorlara ait. Eğer doktor reçeteyi yazarken ilaçların başkasına ait olduğunu biliyorsa, kuruluşu zarara uğratacak bir yanlış yapılmış oluyor. Eğer doktorlar hastanın isteği üzerine, kendisinin kullandığını sanarak, herhangi bir muayene yapmadan, herhangi bir bilgi almadan reçete yazdıysa yine yanlış yapıyorlar. Halkımızın arasında yaygın olarak yapılan komşu tavsiyesiyle ilaç alarak kullanma şeklinde bir olaysa ve pilot bu ilaçları kullandıysa, belki de bu kadar kişinin ölümüne katkıda bulunmuş oluyorlar.

Bir başka olasılık, doktorların hastayı muayene etmiş ve uygun gördükleri için bu ilaçları yazmış olmaları ki, pilotluk yapan bir kişiye, herhangi bir uyarı yapmadan ve bu kadar yoğun ilaç kullanma ihtiyacı karşısında çalıştığı kuruluşu uyarmadan ilaç yazmak da yanlış değil mi?

Özellikle resmi kuruluşlarda çalışan hekimlerde, yoğun tempoyu azaltmak için, istenilen ilacı fazla dikkat etmeden reçeteye yazmak gibi bir yanlış uygulama var. İşte böyle baştan savma davranınca bu gibi sonuçlar da ortaya çıkabiliyor.

Ortada sistemin de yanlışı var. Hastalar sürekli kullanmakta oldukları ilaçları bitince gidip bir doktora söylüyorlar ve doktor da bu ilacı tekrar reçetelendiriyor. Oysa buna hiç gerek yok. Hastayı muayene eden, teşhisini koyan ve tedavisini planlayan doktor, reçete yazarken hangi dozda ve hangi sürede kullanması gerektiğini reçetede belirtir. Örneğin, günde 1 tane kullanılması gereken haptan 6 ay süreyle kullanılması öngörülüyorsa, doktor reçetesine 180 tablet yazar. Eczacı bunu kayda alır ve 180 tablet bitinceye kadar birer kutu olarak tekrarlar. Böylece hastanelerin ve doktorların da yükü azalacaktır. Sosyal güvenlik kuruluşları da artık bilgisayarla işlem yapıyorlar, bu sisteme geçmeleri hiç de zor olmayacaktır.

Tabipler Birliği'nin reçeteye gereken saygınlığı kazandırma yolunda bazı şeyler yapmasını bekliyorum. Böylece hem hastaların sağlığı korunmuş, hem de hekimlerin iyi niyetle yola çıkıp suçlu duruma düşmeleri önlenmiş olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Bebeğin cinsiyetini belirleyebilir miyiz?

13 Ocak 2003
DOĞUM kontrolü konusundaki yazılarınızı okudum, verdiğiniz bilgiler için teşekkürler. Benim sorum ise tam aksi yönde olacak. Bebek yapmaya karar verdiğimizde cinsiyetini belirlemekte etkili olabilir miyiz, adet günlerine dikkat edilerek bunun yapılabileceğine ilişkin şeyler okudum, doğruluk derecesi nedir?

H.K./ANKARA

Herkesin istediği cinsiyette bebek sahibi olabilmesi konusu, tarih boyunca çoğu kişinin ortak amacı haline gelmiştir. Ancak bunun gerçekleştirilememesi de belki hayırlı olmuştur. Çünkü toplumlardaki eğilimlere göre, insanlar belirli cinslerde yoğunlaşmış olabilirlerdi, bu da toplumsal açıdan önemli sakıncalara yol açabilirdi.

Bu amaçla birçok yöntemler denenmiştir. Teorik olarak mümkün olmakla beraber pratikte çok geçerli sonuç vermemiştir. Yöntemlerin temeli, kız bebek oluşmasını sağlayan X kromozomu taşıyan sperm hücreleri ile, erkek bebek oluşmasını sağlayan Y kromozomu taşıyan spermlerin özeliklerinin farklı olmasına dayanmaktadır. Y kromozomu taşıyan spermler çok daha hızlı hareket eden, buna karşılık kısa ömürlü hücrelerdir. Bu nedenle kadının tam yumurtlama gününde yapılan birleşmelerde erkek çocuk olasılığının fazla olduğu düşünülür. Ayrıca kadının döl yolunun asitlik yapısının ve hatta birleşme tekniğinin de etkili olduğu düşünülmüştür. Ancak burada erkeğin yapısal durumuna bağlı olarak spermlerin oranlarındaki farklar da etkili olabilmektedir.

Bu kadar çok faktöre bağlı olduğu için de geçerli bir sonuç vermemektedir.

Genel olarak ‘‘tüp bebek’’ olarak adlandırılan yöntemlerin gelişmesi ile bu konu biraz daha yüksek ihtimal kazanmaktadır. Spermlerin alınıp özelliklerine göre ayrılıp, istenilen cinsiyete göre yapay döllenme yapılması ile ihtimal çok yükseltilebilmektedir.

Ancak bu uygulamalara, toplumsal dengeleri bozma ihtimali nedeniyle izin verilmemektedir.

Etik açıdan haklı olan bu kısıtlamaların bence tek istisnası, çok istemek, aile baskıları, diğer çocukların hep aynı cinsiyette olması gibi durumlar değil, ailede cinsiyete bağlı olarak iletilen bir kalıtsal hastalık bulunması hali olmalıdır. Bilindiği gibi bazı kalıtsal hastalıklar sadece belirli cinsteki çocuklara iletilir. Örneğin sadece erkek çocuklarda görülen bir kalıtsal hastalık taşıdığı bilinen bir ailenin son derece sağlıklı kız bebekleri olabilir. Ya da tam tersi durumlar da geçerlidir. Böyle bir durumda bu tür bir yöntem uygulanmadığı takdirde, ya ailenin bebek sahibi olması tümden engellenecek veya hasta bebek sahibi olma riski göze alınacak.

Sizde böyle bir durum olsaydı söz ederdiniz diye düşünüyorum. Bu olmadığına göre işi doğanın kurallarına bırakmak daha doğru, hangi cinsiyette bir evladın ana-baba ve ülke için daha hayırlı olacağı bu aşamada bilmek mümkün değil, sizler için en hayırlı olanın gerçekleşmesini dilerim.
Yazının Devamını Oku

Dişlerimi gıcırdatıyorum

10 Ocak 2003
<B>GECELERİ uyurken dişlerimi fazlasıyla sıkıyorum. Sabahları kalktığımda çenem ve de dişlerim ağrıyor. Sanırım uyurken ayrıca bir de dişlerimi gıcırdatıyorum. Bu neden olabilir? Doktora gitmeyi düşünüyorum. Ama psikoloğa mı gitmeliyim yoksa dahiliyeye mi? Bu konuda beni aydınlatırsanız sevinirim.

S. BAŞAR / ANKARA

Gece uyku sırasında dişleri sıkma ya da gıcırdatma bazı kişilerde görülen bir olaydır. Çoğunda altta yatan önemli bir sorun olmamasına rağmen genellikle psikolojik yapıya bağlı olarak ortaya çıkar. Zorlanmaya bağlı çene kaslarında ağrı, baş ağrısı, diş ve dişeti sorunlarının ortaya çıkmasına neden olabilir.

Bir psikiyatristle görüşmekte yarar var. Eğer gerginlik yaratan bir konu bulursa, onun tedavisi yararlı sonuç verir. Eğer böyle bir sorun bulunmassa çene ve dişleri korumak amaçlı olarak diş hekimleri tarafından ağzın kalıbı alınarak üretilecek olan protezleri gece yatarken takmak rahatlatıcı sonuç verebilir.

Meme başından akıntı geliyor

BENİM bir süreden beri iç çamaşırımda süt gelmiş gibi iz oluyor. Meme ucunu sıktığımda da beyaz bir akıntı görüyorum. Hiç kanama olmadı. Bu akıntı nedir? Tehlikeli midir? Ne yapmalıyım

M. KAYMAKÇI / HOLLANDA


Meme başlarınızdan, çamaşırınızı lekeleyecek tarzda akıntı gelmesi, bir çeşit süt salgısı olduğunu düşündürür. Meme başınızı sıktığınızda çok az da olsa beyaz bir salgı görmeniz, bu düşünceyi doğruluyor. Kaygı verecek bir durum değil, korkmayın.

Süt salgısı, gebelik ve doğum sonrasında artan bir hormonla (prolaktin) gerçekleşir. Ancak, bazen bu hormon, gebelik oluşmadan da artar. Bu artışta psikolojik etkenler bile neden olabilir. Yapılacak kan tahlilinde, prolaktin hormonunun düzeyi ölçülür. Eğer yüksek bulunursa, bunu normale indirecek ilaçları kullanmanız gerekecektir.

Ev doktorunuza başvurduğunuz takdirde, gerekli tetkik ve tedavileri planlayacaktır.
Yazının Devamını Oku

İnternette yalan mesajlar da var!

9 Ocak 2003
<B>İNTERNET </B>ve e-posta, bilgiye kolayca ulaşmada ve haberleşmede çok büyük kolaylıklar getiren bir sistem. Bu özelliği nedeniyle de tüm dünyada hızla gelişiyor. Ancak buradaki bilgilerin doğruluğuna gelince bir durup düşünmek gerekiyor.

Size birkaç örnek vermek istiyorum. Bir süre önce çoğu kişiye gönderilen e-postada bir sıvı sabun markasından bahsediliyor ve onkoloji hastanesinde yapılan incelemelerde bunun cilt kanserine yol açtığının belirlendiği ileri sürülüyordu. Mesajın altında ‘‘Bunu, tanıdığınız herkese forward edin’’ notu da vardı. Yani, mesajın çığ gibi yayılmasını amaçlıyorlar. Bir başka mail, AIDS hastası birinin barlarda birilerine iğne batırarak hastalığı yaydığını anlatıyordu ve bunun altında da bir önceki örnektekinin aynı not vardı. Buna benzer örneklerle muhtemelen çoğunuz karşılaşmış olmalısınız. Bu gibi örnekler dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanıyor. Hatta bu söylentiler kısa zamanda kıtalar arası yayılmalar gösteriyor.

Benzeri örnekler sağlık alanının dışında da var. İngilizce'de Hoax adı veriliyor bu tür duyurulara. Hoax'ın kelime anlamı ‘‘şaka’’ olabileceği gibi, ‘‘yanıltma’’ da olabilir. Eğer ‘‘şaka’’ anlamını ele alırsak, şakanın kimseye zarar vermemesi ve bir hoşluk içermesi gerekiyor. Sabun örneğinde olduğu gibi, bu tür ürünü kullanmış olan kişilerin, sürekli olarak ‘‘Ne zaman kanser olacağım’’ korkusuyla yaşaması nasıl ‘‘şaka’’ olarak nitelendirilebilir?

Bu tür mesajların altında ‘‘yanıltma’’ niyeti varsa, ya birileri sağlıklı ruhsal yapıda olmadığı için başkalarına manevi işkence yapmaya niyetleniyor ya da ticari çıkar nedeniyle bir anlamda ahlaksızlık yapılıyor.

Sıvı sabun örneği ile alınıp incelendiğinde adı geçen hastanenin bu tür bir raporunun olmadığı, herhangi bir hastanın bile söz konusu olmadığı belgelerle ortaya konuluyor. Üstelik bu sabun dünyada yaygın olarak ve güvenle kullanılan bir marka. Bu açıdan bakıldığında bunun altında yatan ahlaksızca bir ticari çekişme olduğu anlaşılıyor. Ama kaç kişi bu incelemeyi yapma imkánına sahip?

Böyle bir haber geldiğinde doğru ya da yanlış olduğuna emin değilseniz, lütfen başkalarına aktarmayın. Mesajın kaynağı başka birisi bile olsa, sizin aktardığınız dostunuz ya da arkadaşınız için kaynak sizsiniz. Eğer dostunuz için bir şey yapmak istiyorsanız lütfen doğruluğunu araştırın, doğru olduğuna emin olduğunuzda arkadaşınıza gönderin.

Birçok insan bu tür mesajlar yüzünden büyük sıkıntılar çekiyor. Doktor doktor gezen, tetkiklere büyük paralar harcayan, günlerce sıkıntı yaşayan bir dostunuzun bu evhamına sebep olduğunuzu düşünürseniz, hiç mi üzülmezsiniz?
Yazının Devamını Oku

Yataktan kalkamıyorum

8 Ocak 2003
BENİM bel ağrım var. Yataktan kalkarken belim çok ağrıyor. Arada ağrıyla uyanıyorum ve uykuya devam edemiyorum. Sabah 8.30'da işyerindeyim, akşam 18.00'de işyerinden ayrılıyorum. İşimin gereği gündüz hiç hareket etmeden oturuyorum. Ağrılarımın sebebi oturmadan olabilir mi? Gündüz ağrı yok. Sert yatakta yattım, ağrı yine oldu. Yeni yatak aldım, ağrı yine devam ediyor. Doktora gitmekten korkuyorum, bana ameliyat diyecek diye. Siz bana ne tavsiye edersiniz?

H.DOĞANCI

SİZİN
sorununuzu meslek hastalığı olarak nitelendirebiliriz. Sürekli olarak oturmak, bel kaslarınızın hep aynı durumda kalmasına yol açıyor. Hareket olmaksızın aynı durumda çalışan kaslarda kramplaşmalar olması doğal. Kasları farklı bir duruma getirdiğinizde de ağrı ortaya çıkıyor.

Sizin bu sorundan kurtulmanız için, bel ve sırt kaslarına yönelik egzersizler yapmanız gerekiyor. Her ne kadar yoğun iş temponuz da olsa, günde 15-20 dakika ayırdığınız takdirde bu amaç için yeterli olabilir. Yapmanız gereken egzersizleri, başvuracağınız bir fizik tedavi uzmanından öğrenebilirsiniz. Hatta muhtemelen size, yapmanız gereken hareketleri şemalarla gösteren broşür de verebilir.

Ağrılarınızın yoğun bir dönemiyse, egzersiz yapmada zorlanabilirsiniz. Böyle bir durumda, önce bir süre ilaç kullanarak ağrılarınızı azaltın, hemen ardından egzersizlere başlarsınız.

Ameliyat tavsiye edecek diye doktora gitmekten korktuğunuzdan bahsediyorsunuz; doktorlar ameliyatı başka tedavi çaresi kalmadığında önerirler. Gerçi sizin durumunuz için ameliyat gerekli değil ama ameliyatın zorunlu olduğu bir durum ortaya çıkar ve siz ameliyat olmazsanız, çok daha ciddi risklere maruz kalacağınızı unutmayın. Bir başka durum da, erken fark edilip zamanında tedavi edildiğinde çok kolaylıkla çözüme kavuşabilecek sorunların, tedavide gecikildiğinde daha zorlaştığı ve ameliyatın zorunlu olabileceğini de unutmayın. Her türlü sorununuzda, olay henüz küçükken doktora gitmeyi alışkanlık haline getirin.
Yazının Devamını Oku

Hasta Okulu ücretsizdir

7 Ocak 2003
<B>DÜNKÜ</B> yazımda duyurduğum İstanbul Üniversitesi'nin Hasta Okulu uygulamaları konusunda bazı okurlarımdan ek bilgi talebi geldi. Bu uygulamalar için ücret söz konusu değil. Programlara katılmak için kayıt yaptırmaya da gerek yok. Hastalar istedikleri programa katılabiliyorlar. Başka bilgi almak isteyenler (0212) 514 01 41 numaralı telefondan ya da internette www.saglik-info.com/HASTAOKULU adresinden bilgi alabilirler. Bu arada 8 Ocak 2003'te (yarın) Çapa'daki İstanbul Tıp Fakültesi'nde Multipl Skleroz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Kolostomili hastalar ile ilgili uygulamaların yapılacağını tekrar hatırlatmak istiyorum.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ DE SSK'YI DAVA ETTİ

Bir süre önce SSK'nın yayınladığı ilaç talimatnamesindeki yanlışlara dikkat çekmiştim. Daha sonra da konuyla ilgili bazı tepkileri aktarmıştım. Türk Tabipleri Birliği (TTB) de bu konuda girişimde bulunmuş. TTB Basın Danışmanı Sn. Mutlu Sereli'den aldığım mesajın ilgili bölümünü aşağıda sunuyorum. ‘‘SSK'nın ilaç talimatnamesiyle ilgili haklı ve yerinde uyarılarınızı içeren yazılarınız, uzun süredir bu konunun takipçisi olan Türk Tabipleri Birliği'ni ve tabip odalarını çok memnun etti. Türk Tabipleri Birliği de, 23 Ekim 2002 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren ‘2002 Yılı SSK Başkanlığı İlaç Listesi ve Uygulama Talimatı' için 23 Aralık 2002 tarihinde Danıştay'da yürütmeyi durdurma istemli iptal davası açmıştır.’’

SSK, UZMANLARI DA KISITLIYOR

SSK, yayınladığı sözde tasarruf amaçlı talimatnamelerle uzmanları da kısıtlıyor. Bir nöroloji uzmanının mesajından bazı bölümler aşağıda:

‘‘Son bir yıldır gönderilen yönetmelikte sadece pratisyen hekimlerin değil biz nöroloji uzmanlarının da mesleklerini icra etmelerini engelleyici istekler mevcut. Antidepresanlar yazılırken tedaviye başlayıp iki ay tedavi verebiliyoruz ve sonrasında bizden hastayı psikiyatri uzmanına göndermemiz isteniyor. Geçen yönetmeliğe göre ayaktan hiçbir hastaya basit antipsikotikleri dahi yazamadık. Halen bu kısıtlamalar devam etmektedir. Nöroloji asistanlık eğitimimizin 9 ayı psikiyatri servisinde geçti. Zaman zaman nöbetlerde klinik bize emanet edilirdi. Daha önceden görev yaptığım ilde psikiyatri uzmanı olmadığı için bu konudaki hastalara bakmakla yükümlüydüm. Bu şikáyetlerimizi dilekçe ve sözel olarak iletmemize rağmen maalesef bir değişiklik olmamaktadır. Söylenecek çok şey var. Ancak bu kadarını iletebiliyorum.’’
Yazının Devamını Oku

Hasta Okulu

6 Ocak 2003
<B>SAĞLIK </B>hizmeti verilmesi sırasında klinik ve polikliniklerde genellikle rutin tıbbi uygulamalar yapılmakta ve hastaların gerekli tedavileri düzenlenmektedir. Ancak, zaman yetersizliğine ve diğer bazı faktörlere bağlı olarak hastaların gündelik pratik sorunları hakkında hekimler ile yeterli bir diyalog kuramadıkları da gerçektir. Özellikle kronik hastalığı olan ve bu hastalığın getirdiği ömür boyu sürecek tıbbi sorunlar ile birlikte yaşayan hastalar, buna ek olarak sosyal, psikolojik ve ailevi sorunlar içinde çoğu kez bunalmaktadır. Basit eğitim programları ile bu hastaların bazı gündelik tıbbi problemlerini kendilerinin veya aile fertlerinden birinin çözmesi mümkündür. Bunun yanında düzenlenen toplantılarda kendisi ile benzer bir kronik hastalığa tutulmuş kimselerle bir araya gelmeleri hastalara sosyal ve moral yönden destek sağlayabilir. Yukarıdaki paragraftaki sözler İstanbul Üniversitesi'nin Hasta Okulu Yönergesi'nden alındı. 2000 yılı sonunda başlayan Hasta Okulu uygulaması, kronik hastalığı bulunanların yaşamlarını daha iyi bir şekilde sürdürmelerine yardımcı olmayı hedefliyor. Hastalığı ile birlikte daha rahat yaşamayı sağlamak için bilgilenmek, ortaya çıkan sorunların çözümünde olabildiğince kendi imkanlarını kullanabilmelerini öğretmek, aynı hastalığa tutulmuş kimseler arasında sosyal, kültürel ve moral dayanışma sağlamak ve konularında uzmanlaşmış sağlık personeli ile hastalar arasında daha iyi bir iletişim kurmak gibi hedefleri var. Bugüne kadar yapılan uygulamalara katılan hastaların büyük ölçüde yararlandığı görüldü. İstanbul Üniversitesi Çapa'daki İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde uygulamalar sürdürülüyor. Bu yılki uygulamaların ilki 8 Ocak Çarşamba günü saat 14'te her iki fakültede birden gerçekleşecek. İstanbul Tıp Fakültesi'nin Tevfik Sağlam Amfisi'nde Multiple Skleroz'lu hastalar konu edilecek. Aynı anda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Oditoryumu'nda başlayacak olan uygulamada kolostomili hastaların sorunları ele alınacak. Bilindiği gibi kolostomi, kalınbağırsağın son kısmının ya da makatın ameliyat edilmesi nedeniyle, bağırsağın son kısmının, karında açılan bir deliğe bağlanmasına verilen isimdir. Ben, sağlığı korumada ve hastalıklarla başa çıkmada en büyük silahın ‘‘bilgi’’ olduğuna inanıyor ve bunu her vesileyle hatırlatıyorum. Bu hastalıkları olanlara, konuyu ne kadar bildiklerini sansalar bile, bu derslere mutlaka katılmalarını tavsiye ediyorum. Herkesin her zaman öğreneceği bir şey olabilir. Diğer derslerle ilgili bilgileri de zamanı geldikçe bu köşede duyuracağım.
Yazının Devamını Oku