Soğuyan havalar ve kuruyan cildimiz ayrılmaz bir ikili... Neden mi? Çünkü soğuk havalarda ‘sebum’ üretimi yavaşlıyor. Bu da cildin koruyucu bariyeri olan ‘hidrolipidik’ filmin aşınmasına yol açıyor ve ‘lipit’ miktarının azalmasıyla su kaybının artmasına neden oluyor. Normalden daha az sentezlenen lipitler nedeniyle ciltte pullanma, kızarıklık, kaşıntı, gerginlik, iritasyon, çatlaklar, soğuk yanığı gibi problemler görülebiliyor. Bu doğrultuda cildimizin koruyucu bariyerini güçlendirmek ve cildimizin su tutma kapasitesini arttırmak için düzenli olarak nemlendirmemiz gerekiyor.
JOJOBA YAĞI
Cildimizi nemlendirmek için eczanelerdeki dermokozmetik ürünlerden yararlanabileceğimiz gibi cildimizin ihtiyaçlarına özel doğal nemlendirici kürler de hazırlayabiliriz. Örneğin, doğru yağ asitlerince zengin sabit yağlar, cildi hem besleyerek yapılanmasına yardımcı olur hem de cildin ‘immün’ bariyerini oluşturan probiyotiklere zarar vermeden bunu yaparlar. Aynısefa (Calendula) yağı bu noktada hassas cilde sahip kişilerin bile yararlanabileceklerinden bir tanesi. İçeriğindeki maddeler kuru cildin nemlenmesini sağladığı gibi soğuğa bağlı oluşan kızarıklıkların da azalmasına katkı sağlar. Jojoba yağı da doğal nemlendirici olarak kullanabileceğiniz bir diğer alternatif. Ciltteki kolajen dokuyu taklit etme özelliğine sahip olan jojoba yağı, ciltten çabucak emilen formuyla, krem sürdükten sonra oluşan yağlılık hissini sevmeyenler için iyi bir nemlendirici alternatifi olabiliyor.
HİNDİSTAN CEVİZİ YAĞI
Hodan yağını ‘omega ve cla içeriği’ sayesinde özellikle olgun cilde sahip olanlar tercih edebilir. Hindistan cevizi yağıysa içindeki ‘laurik asit’ ve ‘kaprik asit’ sayesinde hem cilde iyi bir bariyer oluşturur hem de besler. Bu sabit yağlar doğru oranlarda uçucu yağlarla birleştirilerek kişiye özel karışımlar da oluşturulabilir. Bu da kimyasal içeriklerden uzak, herhangi bir koruyucu ve katkı maddesi içermeyen kürlerle cildinizi beslemenizi ve nemlendirmenizi sağlar. Tabii yağ karışımlarını eczacınıza hazırlatmanız en doğrusu olacaktır. Çünkü yanlış dozlarda hazırlandığında doğal olduğu için zararsız olduğunu düşündüğünüz bir yağ karışımı cildinizde tahrişe ve hatta yanığa bile neden olabiliyor. Bunun yanı sıra farklı cilt tipleri için ayrı içeriklerin karışımlara dahil edilmesi veya bazı yağların karışımdan çıkarılması gerekebiliyor. Örneğin, Hindistan cevizi yağı, yağlı ciltlerde sivilcelenmeye sebep olacağından o kişilerin reçetesinde kullanılmamalı.
ELDİVEN ÖNEMLİ...
Protein tozu eklenmiş kahve son dönemde popülerlik kazandı. Sadece Türkiye’de de değil! ‘Profee’ olarak adlandırılan bu içeceği TikTok fenomenleri ihtiyacınız olduğunda enerji kaynağınız olabilecek ‘sağlıklı bir yaşam ürünü’ olarak tanıtıyor. Oysa ‘profee’ gereksiz protein ve kafein tüketimini tetikleyerek sağlığa faydadan çok zarar da verebiliyor. Konuyu uzman diyetisyen Yasemin Batmaca ile masaya yatırdık.
Protein ve kahvenin birleşiminden oluşan ‘profee’ akımının yararını ve zararını iyi değerlendirebilmek için önce bu ikilinin vücudumuza olan etkilerine tek tek bakalım... Yetişkin bir insan vücudunun yaklaşık yüzde 16’sını oluşturan proteinler büyüme ve gelişmede, kas kütlesinin artmasında ve korunmasında görev alıyor. Özellikle COVID-19 sürecinde önemini daha da iyi anladığımız bağışıklık sistemimizi destekliyor. Vücudumuzda her şeyin yolunda gitmesini sağlayan enzimlerin ve bazı hormonların yapıtaşını oluşturuyor. Özetle; protein vazgeçilmezimiz. Kahvenin içeriğindeki kafeinin de olumlu birçok etkisi var. Batmaca bu etkileri “Kafein yorgunluk hissini azaltır, dikkati ve konsantrasyonu arttırır. Yüksek antioksidan etkinliğiyle vücutta zararlı birçok serbest radikale karşı vücudu korur” diye özetliyor.
Tüm bunlara rağmen proteinin ve kafeinin gereğinden fazla tüketilmesi vücudumuzda hiç de istemeyeceğimiz birçok soruna yol açıyor. Profee akımının en büyük riski de burada yatıyor. Batmaca, “Fazla protein kemikler, böbrekler ve karaciğer üzerine metabolik yük oluşturabiliyor. Özellikle böbrek hastalığı yaşayan veya riski taşıyan kişilerin çok dikkat etmesi gerekiyor” diyor.
GENETİK FARKLILIKLAR DA ETKİLİ
Egzersiz yapan bir bireyin ortalama protein ihtiyacını besinsel protein kaynaklarıyla yeterli ve dengeli beslenerek kolaylıkla karşılayabileceğini söyleyen Batmaca, protein alımını öğünlere yaymayı öneriyor: “Araştırmalara göre protein alımını öğünlerine eşit olarak dağıtanlar günlük proteinlerinin çoğunu bir öğünde tüketenlere göre yüzde 25 daha fazla kas proteini sentezi yapıyorlar.”
Gelelim kafeine... Sağlıklı yetişkinlerin günde 300-400 miligram, hamile ve emzirenlerinse günde 200 miligramdan fazla kafein alması çeşitli sorunları beraberinde getirebiliyor. Migren, uykusuzluk, sinirlilik, huzursuzluk, hızlı kalp atışı ve kas titremeleri bunlardan sadece bazıları. Çocukların, akıl hastalığı, kalp hastalığı ve hipertansiyonu olanlarınsa özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Batmaca, bunlara ek olarak bazı çalışmalarla kafein alımında da genetik farklılıklara göre sağlığa zararlı, az yararlı veya çok yararlı olduğuna dair farklı gen tiplerinin tespit edildiğini anlatıyor.
Batmaca yine son yıllarda popüler olan ve Hindistan cevizi yağıyla hazırlanan ‘bulletproof kahveler’ içinse şunları söylüyor: “Hindistan cevizi yağı, bitkisel olmasına rağmen doymuş yağ içerir. Örneğin tereyağında yüzde 52 olan bu oran, Hindistan cevizi yağında yüzde 86’dır. Hem iyi hem de kötü huylu kolesterolü yükseltebilir.”
COVID-19 pandemisiyle birlikte sağlığın birinci gündem maddesi bağışıklık oldu. Bağışıklığı destekleyici vitamin ve mineraller de bu dönemin yükselen yıldızları... Onlardan biri de magnezyum. Üstelik sadece bağışıklıkla değil, kas kramplarından migrene, uyku düzensizliğinden fibromiyaljiye kadar birçok sorunla ilişkilendiriliyor magnezyum. Vücudumuzda en yaygın bulunan dördüncü mineral olması ve 800’den fazla enzimin yapısına katılması magnezyumu önemli bir oyuncu yapıyor. Protein sentezinden kas fonksiyonlarının düzenlenmesine, glikoz kontrolünden kan basıncının dengelenmesine kadar birçok kritik görevde rol alıyor. Magnezyum ayrıca vücudumuzdaki enerjinin üretilmesinden, kemik sağlığımızdan ve nöron fonksiyonlarımızdan sorumlu.
Badem, ıspanak ve yerfıstığında magnezyum var ama ihtiyacımız olan miktarı karşılamaya yetmeyebilir.
KAN TAHLİLİ YETERSİZ
Dr. Mustafa Kalkan magnezyum hakkındaki güncel çalışmalardan yola çıkarak hazırladığı çevrimiçi eğitimde magnezyumun önemli bir kısmının kemiklerimizde (yüzde 52.9’u), kaslarımızda (yüzde 27’si) ve yumuşak dokularımızda (yüzde 19.3’ü) olduğunu anlatıyor. Magnezyumun sadece yüzde 0.3’ünün kanda bulunduğunu vurguluyor.
Dr. Kalkan “Bu nedenle kan tahlilinizde plazma magnezyum düzeyinizin normal olması, vücudunuzda magnezyum eksikliği olmadığı anlamına gelmez. Magnezyumun neredeyse yüzde 99’luk bir kısmı hücre içinde bulunduğundan, hücre içi magnezyum ölçümü daha güvenilir” diyor.
TAKVİYE GEREKLİ
Magnezyum erkek-kadın, genç-yaşlı herkesin ihtiyaç duyduğu bir mineral olsa da erkeklerde kas kütlesi daha fazla olduğu için magnezyum ihtiyacı da onlarda daha fazla. Yaşa göre değişkenlik göstermekle birlikte erkeklerin günlük 400-420 mg, kadınlarınsa 300-350 mg magnezyuma ihtiyacı olduğunu da anlatan Dr. Kalkan’a göre, mide koruyucular ve antibiyotikler gibi ilaçlar, asitli içecekler, bağırsak florasının bozuk olması, ileri yaş ve kalsiyum takviyesi kullanımı gibi sebepler yüzünden bu ihtiyacımız yediklerimizden karşılanamıyor. Eksikliği gidermenin yoluysa kişinin ihtiyacına özel magnezyum takviyesi alması.
HANGİ FORMUNU KULLANALIM?
Türkiye’de pandeminin başından beri en yüksek günlük vaka sayılarını bu hafta gördük. Ancak sadece pozitif hasta sayısı artmıyor. Influenza kaynaklı mevsimsel grip vakaları da adeta COVID-19 vakalarıyla yarışıyor. Baş, boğaz ve eklem ağrısı, burun tıkanıklığı, öksürük, ateş... Üstelik semptomlar o kadar benziyor ki ikisini ayırt etmek oldukça zor. Kafamızdaki soru işaretini gidermek için Acıbadem Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Profesörü Dr. Çağrı Büke ile konuştuk.
CİDDİ RİSKLER VAR
Sonbahar ve kış sezonunun en yaygın sağlık sorunu olan mevsimsel griple ekim ayından nisan ortasına kadar karşılaşabiliyoruz. Ancak kasım, aralık, ocak ve şubat aylarında hastalık görülme sıklığı iyice artıyor. Influenza virüslerinin yol açtığı grip bazılarımız için daha ciddi risklere yol açabiliyor.
Prof. Büke, 65 yaşın üzerindeki kişilerin, 2 yaşın altındaki çocukların, kronik akciğer, karaciğer, kalp veya böbrek hastalığı olanların, diyabetlilerin, obez kişilerin, kanser hastalarının, bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullananların ve hamilelerin riskli gruplar olduğunu söylüyor. Bu kişilerde hafif semptomlarla başlayabilen bir grip, zatürreye ve hatta kişinin hayatını kaybetmesine bile neden olabiliyor. Prof. Büke “Grip aşısı, gribe bağlı ciddi bir durumun oluşmasını engelliyor” diyor ve özellikle riskli gruptaki bireylerin her yıl aşı olmalarını öneriyor.
Eczanemde hasta sayısında ciddi bir artış olduğunu gözlemlediğimi söyleyip klinikteki durumu da soruyorum. Prof. Büke sadece ülkemizde değil, dünyada da mevsimsel gribin ve gribe bağlı hastaneye yatışların artışta olduğunu söylüyor. “Önlemler gevşedi, grip arttı. Aşılandıktan sonra birçok kişi bireysel önlemlerini gevşetmeye başladı. Hiç yapılmayan kapalı alan buluşmaları yapılır oldu, davetlere gidilir oldu. Elbette bu durum mevsimsel grip vakalarını da arttırdı” diyerek durumun nedenini açıklıyor.
ERKEN TEŞHİS ÖNEMLİ
COVID-19 artık hayatımızın bir parçası oldu. Ondan korunmak için veya yakalanırsak süreci hafif atlatmak için yapılacaklar listemiz bilimsel çalışmalara göre sürekli güncelleniyor. İşte o listenin en yeni maddelerinden biri ‘damar içi glutatyon uygulaması’. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp hekimi Dr. Nesrin Sezen “10 yılı aşkın süredir glutatyon uygulaması yapıyorum ama son dönemde talep çok arttı. Çünkü damar içi glutatyon uygulamasının hem COVID-19’dan korunmada hem de tedavisinde etkili olduğunu gösteren bilimsel çalışmalar yayımlandı” diyor. Bu etkiyi glutatyonun bağışıklık sistemini destekleyici etkisine bağlıyor. Dr. Sezen glutatyonun bilinen en iyi antioksidan madde olduğunun da altını çiziyor. Peki bu neden önemli? Çünkü sağlıksız yaşam alışkanlıkları ve ilerleyen yaş gibi birçok faktör vücudumuzda serbest radikallere yol açıyor. Serbest radikalleri hiç sevmiyoruz çünkü zamanla yaşlanmanın beraberinde getirdiği etkilerin çok daha görünür olmasına ve kanser gibi ciddi hastalıklara neden olabiliyorlar. Vücudumuz elbette onları kendisinden uzaklaştırmak için var gücüyle çabalıyor. Ancak bazı durumlarda yetersiz kalabiliyor. Bizim de onu zaman zaman antioksidanlarla dışarıdan desteklememiz gerekebiliyor.
Glutatyon eksikliği vücutta kronik yorgunluğa, romatizmal hastalıklara, fibromiyalji gibi kas ağrılarına ve hatta kansere neden olabiliyor.
Dr. Sezen üç aminoasitin bir araya gelmiş hali olan glutatyonu ‘antioksidanların başkomutanı’ olarak tanımlıyor ve vücuttaki en büyük görevini ‘zararlı serbest radikallerin parçalanıp vücuttan atılmasını sağlamak’ olarak tanımlıyor. Sezen’e göre glutatyon bu görevini yeterince yapmadığında kronik yorgunluk, alerjik ve romatizmal rahatsızlıklar, fibromiyalji ve kanser gibi hastalıklar ortaya çıkabiliyor. Glutatyon eksikliğinin bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizi viral hastalıklara karşı savunmasız hale getirdiği de biliniyor. Sezen glutatyon kullanımını aşağıda başlıklarıyla anlatıyor.
BRÜKSEL LAHANASI, ROKA, BROKOLİ…
“Yeşil yapraklı sebzeler, çilek, domates, pazı, roka, brokoli ve Brüksel lahanası gibi gıdalardan glutatyon alabiliyoruz. Ancak yeterli olmuyor. Çünkü glutatyonun iki formu var; aktif ve inaktif. İdeali vücutta aktif formunun yüzde 90 oranında olması. Damar içine glutatyon verildiğinde direkt kana karışıyor ve serbest radikallerin parçalanıp atılmasını sağlıyor. Glutatyonu vücudumuzun elektrik süpürgesi gibi düşünebiliriz.”
C VİTAMİNİYLE BİRLİKTE UYGULANIYOR
Pandeminin başlangıcından bu yana bağışıklık sistemini güçlendirmek amacıyla C, D vitaminlerine ve benzeri takviyelere talep arttı. Son dönemdeyse eczanede en az bunlar kadar psikolojimizi olumlu etkileyecek bitkisel ürünler ve takviyelerle karşılaşıyoruz.
Bir yılı deviren salgına bağlı olarak devam eden sağlık riski, hayat rutininin değişmesi, kısıtlamaların etkisi, sosyal hayatın sekteye uğraması, ekonomik sıkıntı ve süren belirsizlikler derken pek çoğumuz psikolojik açıdan zorlandığımız günler içindeyiz. Birçok kişi eskisi gibi ‘mutlu’ hissetmekte zorlandığından, uyku sorunları yaşadığından ya da iştah artışı/kaybı gibi şikâyetleri olduğundan söz ediyor. Bu tip sorunlara destek olarak yararlanılabilecek bazı gıda takviyeleri ve bitkilere birlikte göz atalım. Tabii her zaman olduğu gibi, harekete geçmeden önce doktorunuza danışmayı unutmayın.
STRESE. UYKUSUZLUĞA, KAYGIYA KARŞI...
Sarı kantaron (St. John’s Wort): Gerginliği azaltan, stresle baş etmeyi kolaylaştıran bir etkisi var. Hafif ve orta şiddetli depresyonda bile etkili. İçeriğindeki ‘hiperisin’ sayesinde ‘serotonin’ düzeyini arttırıp mutlu hissetmenize katkı sağlayabiliyor. Yaz aylarında çok açık tenlilerde lekelenmelere yol açabilir. Kapsül formunda tüketebilirsiniz. Kan sulandırıcılar gibi birçok ilaçla etkileşebileceğinden doktorunuza veya eczacınıza danışmadan kullanmayın!
5 HTP (5-Hidroksitriptofan): Mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin biyosentezinde etkili olan 5 HTP, gıda takviyesi olarak kapsül formunda tüketilebiliyor. Vücudumuzda serotonin ‘melatonine’ dönüştüğünden REM uyku kalitesini arttırmak için de tercih edilebiliyor.
5 HTP bir ‘aminoasit’ olduğundan aç karnına daha iyi emildiğini unutmamak gerek.
Passiflora:
ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), 2003’ten bu yana ilk kez, alzheimer tedavisinde kullanılması için bir ilaca onay verdi. Massachusetts merkezli biyoteknoloji şirketi Biogen’in geliştirdiği bu ilaca verilen acil kullanım onayı FDA’daki uzmanlar arasında da tartışmalara neden olmuş, hatta üç uzman istifa etmişti. Bilim dünyasının tartıştığı onay sürecini, çalışmalarını Washington’da sürdüren nöroloji uzmanı Dr. Sevda Sarıkaya’yla konuştuk. Bu ilaçla ilgili çalışmalar ne zaman başladı, ilaç ne vaat ediyor, ne gibi riskleri beraberinde getiriyor ve bu riskleri almaya değer mi; hepsini anlattı...
1) NEDEN TARTIŞMALI?
Dr. Sevda Sarıkaya söze bu onayın, aynı COVID-19 aşısının aldığı gibi, acil kullanım onayı olduğuna dikkat çekerek başlıyor: “Hastalığın nedeni tam olarak bilinmese de alzheimer hastalarında diğer kişilerden farklı olarak iki durum tespit ediliyor. Bunlardan biri beyindeki ‘beta amiloid proteinleri’... Bu proteinler biriktiğinde ‘beta amiloid plakları’ oluşur. Acil kullanım onayı alan bu ilaç, beta amiloid proteinleri üzerinde etkili. Beta amiloid plaklarını eritmek üzere yapılan çalışmalar yoğun olsa da daha önce pek çok ilaç hastalarda yeterli sonuca ulaşılamadığı için başarısız olmuştu. Bu ilacın tartışmalı olması da yine bu yüzden...”
2) 10’U NEGATİF, 1’İ ÇEKİMSER...
Dr. Sarıkaya’nın aktardığına göre, ilacın Ağustos 2015’te başlatılan faz-3 çalışmasının sonuçları yetersiz görüldü. Eylül 2015’te ikinci faz-3 çalışmaları başlatıldı. Beklenen düzeyde etki görülmediği için 2019’da çalışmalar durduruldu. Biogen, yüksek doz kullanılan grupta anlamlı bir fark saptandığını, hastaların ev işlerini daha rahat yaptıklarını, günlük hayata daha uyumlu hale geldiklerini söyleyince FDA, Kasım 2020’de yeniden toplandı. 11 üyenin 10’u ilaca negatif, 1’i çekimser oy verdi. Fakat ilaç, olası yarar beklentisi nedeniyle 7 Haziran 2021’de acil kullanım onayı aldı. Bu süreçte durumu eleştiren üç yetkili FDA’dan istifa etti.
3) BU RİSKLERİ ALMAYA DEĞER Mİ?
Dr. Sarıkaya’ya bu ilacı hastalarına tavsiye edip etmeyeceğini soruyorum. “Temkinliyim. Şu anda hastalarıma kullanmalarını önermem” diyor. Bilimsel verilerinin yetersizliğine değinip ilacın ciddi risklerinin olabileceğini de ekliyor: “İlaç, beta amiloid plaklarını eritirken beyin ödemi ve beyin kanamasına yol açabiliyor, bu yan etkiler görülmüş. Faydası tam olarak kanıtlanmamış bu ilacın vaat ettiği şey, hastalığın ilerleyişini 4 ile 18 ay arasında durdurma ihtimali...” Sarıkaya, ilaca onay verilmesine karşı çıkan uzmanların “4-18 ay gibi bir ‘geriden ilerleme süreci’ için bu riskleri almaya değer mi” diye düşündüklerini aktarıyor.
4) ‘BİZDE KORKU, ONLARDA MANTIK HÂKİM’