COVID-19’la birlikte çok daha steril hayatlar yaşamaya başladık, yeni alışkanlıklar edindik. Pek çok kişi bu yeni düzenin bağışıklık sistemimizi zayıflattığından endişe duyuyor. Uzmanlarsa gereksiz antibiyotik kullanmadığımız, vücudumuza iyi baktığımız, sağlıklı beslendiğimiz için aksine immün sistemimizin kendini koruyup kolladığını söylüyor. Salgında alınan önlemler sayesinde grip ve zatürre vakalarında düşüş yaşandığını hatırlatan uzmanlar, eğer önlem alırsak bu hastalıklara yakalanmadığımızın altını çiziyor. Yani pandemi sonrasında maske olmasa da mesafe ve hijyen hayatımızda kalacak.
Prof. Dr. İftihar Köksal Doç. Dr. Emek Kocatürk
SIKI HİJYEN TEDBİRLERİ BAĞIŞIKLIĞIMIZI DÜŞÜRMEDİ
Prof. Dr. İftihar Köksal / Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Öğretim Üyesi
* Koronavirüse karşı alınan önlemler sebebiyle maske kullandık, insanlara mesafeli durduk, genel anlamda da hijyen konusunda daha titiz davrandık. Bu, solunum yoluyla bulaşan her türlü enfeksiyonda azalmaya yol açtı. Bu sene influenza (grip) ilacı yazmadık, pnömoni (zatürre) vakalarında da belirgin azalma vardı. Koronavirüsler bize güzel bir ders verdi: Eğer gerekli önlemleri alırsak, bu hastalıklara yakalanmayabiliyoruz.
* Hijyene daha dikkat edildiği için gastrointestinal enfeksiyonlarda da bir azalma görülmüş olabilir. El yıkama alışkanlığının artması, tüketilen gıdalarda hijyene dikkat edilmesi, gıdalar yoluyla bulaşan mide-bağırsak enfeksiyonlarında da azalmaya yol açmış olabilir.
Derin bir aşk acısı çekmediyseniz gençlik döneminin en sıkıntılı günleri deyince aklınıza sınavların yaklaştığı günler gelecektir. Haziran itibariyle final sezonu başladı; üniversiteye giriş sınavı da kapıda... Bugünlerde gençlerde stres dozu giderek yükseliyor. Oysa başarının önkoşulu stresi optimal düzeyde tutabilmekten geçiyor. İyilik halini yükselterek stresinizi doğru yönetmek, böylelikle de daha başarılı bir sınav dönemi geçirmek mümkün.
- Çalışamadığınız her an suçluluk duygusuna kapılabilirsiniz. Oysa mini aralar vermek, kafanızı boşaltacak aktivitelere yönelerek mental detoks yapmak performansınızı daha çok arttırıyor. Tabii öyle uzun aralardan bahsetmiyorum. Örneğin, iyi bir çalışmanın ardından doğada mini bir yürüyüş yapmayı deneyebilirsiniz.
- Aklınızdaki ‘Ya başaramazsam’ gibi olumsuz düşüncelerin yerine ‘Tabii başaracağım’ gibi olumlu alternatiflerini koyun. Sınavlar bittiği anda büyük bir mutluluk hissinin vücudunuzdaki tüm hücreleri kapladığını hayal edin. Sevdiklerinizle yapacağınız kutlama anına ışınlanın.
YÜKSEK ŞEKER BEYNİ BLOKE EDİYOR
- Klasik Batı müziği veya kuş, dalga sesi gibi rahatlatıcı sesler stres seviyenizi düşürebilir. Uyumadan önce deneyin.Yastığınıza da 2-3 damla lavanta yağı damlatmanızı tavsiye ederim.
- Motivasyonu arttırmak, zihinsel performansı yükseltmek ve hafızayı güçlendirmek için omega-3 çok önemli. En etkili omega-3 kaynakları yağlı balıklar, keten tohumu, soya fasulyesi ve kabak çekirdeğidir.
- Sınava kadar her gün 3-4 ceviz veya 5-6 badem yemek zihin açıcı etki gösterebiliyor. Sabahları yumurtayı kahvaltınızdan eksik etmeyin. Yumurta sarısındaki kolin, bilişsel performansı ve hafızayı geliştiriyor. Uyanıklık hissi veren ve hafıza gelişimini arttıran B6 ve B12 vitamini açısından zengin brokoli, ıspanak, karnabahar ve lahana gibi sebzelere de mutfağınızda yer açın.
- Paketli, işlenmiş, dondurulmuş, yüksek yağlı ve şekerli yiyeceklerden uzak durun. Bunlar kan şekerinde ani iniş-çıkışlar yaparak beyni bloke ediyor ve sizi çalışamaz hale getiriyor.
Bugün sizlerle yeni bir mutluluk yolculuğuna adım atıyorum... Hem de her hafta, her sayfasını satır satır okuduğum Hürriyet Cumartesi’de, uzun yıllardır tanıdığım ve çok sevdiğim bir ekiple birlikte... Artık sizinle bu köşede buluşacağız, iyilik halimizi ve sağlığımızı en doğal yollarla geliştirmek için yapmamız gerekenleri konuşacağız. Birinci yılını dolduran pandemide eksikliğini yoğun olarak hissettiğimiz duyguların başında mutluluk geliyor. Bir anda değişen yaşam düzeni, bizi ve sevdiklerimizi tehdit eden hastalık riski, kısıtlamalar ve salgının getirdiği ekonomik sıkıntılar derken mutluluğun avuçlarımız arasından kayıp gittiğini düşünmek zor değil. Tam da bu yüzden dünyanın farklı kültürlerinin mutluluk formüllerine göz atmanın tam zamanı!
SEVDİĞİMİZ, İYİ OLDUĞUMUZ ŞEYLERİN KESİŞİM NOKTALARINA BAKALIM
İkigai (Japonya)
Héctor Garcia ve Francesc Morales’in yazdığı ‘Ikigai-Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı’ kitabı, Japonların her sabah yataktan kalkmak için bir sebeplerinin olduğunu hatırlatıyor. Yaşama anlam katan bir amaçla, çevrenize faydalı olduğunuzu hissettiğiniz bu ruh hali, kişiye güç sağlıyor, tutkuyla yaptığınız şeyler mutluluğunuzu destekliyor. Japonlar herkesin kendi ‘ikigai’sini bularak mutlu olacağına inanıyor ve onu bulmak için iyi olduğunuz ve sevdiğiniz şeylerin kesişim noktalarına bakmanızı öneriyor.
- Bizi heyecanlandıran şeylerle yeteneklerimizin listesini çıkararak ortak noktaları üzerine kafa yorabiliriz.
- Zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmadan, sevdiğimiz hobimizle ilgilenebiliriz. Belki yapış şeklimiz değişti ama hobilerimizi kimse elimizden alamaz. Müze gezmeyi seviyorsanız sanal turlarla dünyaya açılmak hâlâ mümkün.
DOĞA MANZARASINI SEYREDERKEN KENDİMİZİ O ANIN İÇİNE BIRAKALIM
Öbür gün okullar açılıyor. Birçok öğrencinin ve velinin bugünü büyük bir heyecanla beklediğini biliyorum. Ama bu heyecanın coşkusuyla unutma riskimiz olan bir şey var: Salgın! Üstelik okulların açılmasıyla kapalı alanlarda geçirilecek süre ve kişiler arası temas artacak. Buna bir de mevsim geçişlerinde bir ısınıp bir soğuyan havanın hastalıklara zemin hazırlayan etkisini ekleyin. Ve riskin ne kadar artacağını değerlendirin.
Bu riski azaltmak için biliminsanlarının ve sağlık otoritelerinin önerilerini dikkate almak gerekiyor. Yaşınız uygunsa aşı olmak, gerekli yerlerde maske takmak, başkalarıyla aranızdaki mesafeye dikkat etmek ve hijyene özen göstermek elbette en önemli. Ancak bunları sadece ailelerin bilmesi yetmiyor. Her velinin çocuğuna da bu konuları iyi örneklerle anlatması gerekiyor. Çünkü birçok öğrenci arkadaşlarını özledi. Belki görünce hemen sarılmak, öpüşmek isteyecek. Ya da okul çıkışı toplu aktiviteler düzenleyecekler. Tüm bu olasılıkları düşünüp çocukları, gençleri bu risklere karşı bilgilendirmek gerekiyor.
Ancak tek savaşımız koronaya karşı değil. Öğrenciler bu dönemde üst solunum yolu enfeksiyonlarına yol açan farklı mikroplarla da karşılaşacak. İşte o mikroplarla savaşan bağışıklık sistemimizin gücüne güç katmak bu nedenle çok önemli. Sağlıklı ve dengeli beslenme, düzenli fiziksel aktivite ve yeterli uyku iyi çalışan bir bağışıklık sisteminin olmazsa olmazları. Vücudumuza ihtiyacı olan
D vitamini, C vitamini ve çinkoyu vermek de vücut direncimiz açısından çok önemli.
DİRENCİ ARTTIRAN BESİNLER
D vitamini özellikle somon balığı, karides gibi yağlı balıklarda ve balıkyağında vardır. Yumurta sarısı, peynir ve sütte de az miktarda D vitamini bulunur. Siyah üzüm, yeşilbiber, karnabahar, lahana, brokoli, portakal, mandalina, greyfurt, böğürtlen, üzüm suyu, şalgam ve yeşil yapraklı sebzeler ise C vitamini açısından iyi besin kaynaklarıdır.
Arpa, peynir, sığır eti, kepekli ekmek, tavuk, yumurta sarısı, balık, patates, ceviz, badem, lahana, kuzu eti ve tahıllarda da çinko vardır. Kırmızı et ve tavuk eti gibi hayvansal gıdalardaki çinko daha kolay emilir. Bunları yeseniz bile vücudunuzun daha fazla miktarda vitamin ve minerale ihtiyacı olabileceğini de unutmamak gerekiyor.
Tahlil yaptırıp değerlerinizi kontrol ettirerek vucudunuzun ihtiyaçlarını öğrenebilirsiniz. Eksik varsa doktorunuzun ve eczacınızın danışmanlığında vitamin ve mineral takviyelerinden yararlanmanız en doğrusu olacaktır.
İyi bakteriler de kötü bakteriler de aslında vücudumuzda bizimle birlikte yaşıyor. Diğer mikroorganizmalarla birlikte vücudumuzun iç ekosistemi olarak adlandırabileceğimiz mikrobiyotamızı oluşturuyorlar. Nasıl ki yaşadığımız dünyada iyi insanlar da var, kötü insanlar da... Bakterilerin de iyisi ve kötüsü belirli bir denge içerisinde bedenimizde yaşamlarını sürdürüyor.
Ancak bazen çok farklı sebeplere bağlı olarak bu denge bozulabiliyor. Kötü bakteriler güç kazandığında başlıyoruz hastalanmaya. İshal, kabızlık, karın ağrısı, şişkinlik, fazla kilolar, diyabet, depresif ruh hali gibi birçok sağlık sorununun kötü bakterilerle ilişkili olduğunu ortaya koyan araştırmalar var. Öyleyse bize düşen öncelikle vücudumuzdaki iyi bakterileri korumak ve vücudumuzda onların çeşitliliğini, miktarını arttırmak. Bunun için de bakterilerle dost olmayı öğrenmemiz gerekiyor.
‘İYİLER’İ DOĞRU BESLEYİN
Bu dostluğu kurmanın ilk adımı, onlara nelerin zarar verdiğini öğrenmek. Gereksiz sezaryen doğum, anne sütüyle beslenmeme, sağlıksız ürünlerin tüketimi, kötü beslenme, gereksiz antibiyotik veya ilaç kullanımı mikrobiyotamızın dengesini kötü bakterilerin lehine bozuyor. Bunlardan olabildiğince kaçınmak gerekiyor.
İkinci adım, vücudumuzdaki iyi bakterilerin çeşitliliğini ve oranını arttırmak... Bunun için katkı maddesi içermeyen ev turşusu (özellikle lahana ve salatalık), ev yoğurdu, ekşi maya ekmeği, boza, kefir, tarhana çorbası, taze sebze ve meyveler gibi probiyotik kaynaklarını öğünlerimize dahil edeceğiz.
Üçüncü adımsa vücudumuzdaki dost bakterilerimizi beslemek. Onun için de iyi bakterilerimizin besin kaynağı olan prebiyotiklerden yararlanacağız. Domates, soğan, sarımsak, enginar, hindiba, kuşkonmaz, pırasa, muz, kırmızı meyveler, bakliyat çeşitleri ve keten tohumu gibi lifli besinler doğal prebiyotik kaynaklarıdır.
PROBİYOTİĞİN DE ÇEŞİTLERİ VAR
Yangınlarla birçok ülkenin başı dertte. Yanan ağaçlar ve kaybettiğimiz canlar hepimizi derinden üzüyor. O canlardan biri de arılar. Haber kanalı BBC’nin ‘Çam ağaçlarının çoğu yandı, arıcılık zor durumda’ başlığıyla yayımladığı bir videoda Marmaris, Osmaniye’de arıcılık yapan Yaşar Karayiğit “Maalesef Osmaniye’de çamlar yandığı için çam balı tamamen bitti. Arıcılık tamamen bitti. Bu çamları tekrar dikmek istesek en az 50-60 yıl gerekir. Belki torunlarımız tekrar arıcılık yapabilir ama çocuklarımızın yapması imkânsız” diyor.
‘Arıcılık bitti’, bal bitti demek pek doğru değil belki ama bu cümleler yine de çok acı! Çünkü arılar yok olunca, onlardan gelen şifayı da kaybediyoruz. Bal, arı poleni, arı sütü, propolis gibi ürünlerin sağlığımızın korunmasında ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanıldığına dair en eski bilgilere Sümer ve Hititlerin kil tabletlerinde rastlıyoruz. Ünlü biliminsanı Albert Einstein da “Arı olmazsa tozlanma olmaz, bitki olmaz, hayvan olmaz, sonunda da insan olmaz” diyerek arıların kritik rolüne dikkat çekiyor.
KRALİÇELERE LAYIK BİR BESİN
Biliyorsunuz, arılar çiçeklerdeki nektarı (bal özü) toplamak için çiçek çiçek geziyor. Bu sırada bitkilerden vücuduna bulaşan polenleri de diğer bitkilere taşıyarak tozlaşmayı sağlıyor. Nektarları toplayıp kovana geldiğinde, kovanların önüne yerleştirilen tel kafeslerden geçerken vücuda yapışan polen kütleleri dökülüyor. Bunlar arıcılar tarafından toplanarak ‘arı poleni’ olarak kullanılıyor. Bu ürün bir insanın sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için gereken çoğu elementi içeriyor. Ayrıca arı poleninin protein, vitamin ve demir bakımından diğer besin ve vücut geliştirici ürünlerden daha zengin olduğu bildiriliyor. Bilimsel çalışmalar da arı poleninin yaşlanma sürecini yavaşlatabildiğini, kalp-damar hastalıkları ve kanserin gelişimini önlemeye yardımcı olduğunu, yaralanmalarda iyileşme süresini hızlandırdığını ve libido artışı sağlayabildiğini gösteriyor.
Arılar âleminde kast sistemi hüküm sürüyor. Kovandaki binlerce arı, kraliçe için çalışıyor. Ürettikleri balı petekler içerisine koyuyorlar ama daha yüksek besleyici niteliklere sahip bal yani ‘arı sütü’ sadece kraliçe için hazırlanıyor. Zaten kraliçe arının diğerlerinden tek farkı, larva döneminde arı sütüyle beslenmiş olması. 4-7 hafta gibi kısa yaşam süresine sahip işçi arılarla kıyaslandığında kraliçe arılar 2-7 yıl gibi uzun bir süre yaşayabiliyor. Ayrıca gelişmiş cinsel salgı bezlerine ve bedene sahip olması da arı sütüyle beslenmesine bağlanıyor. Arı sütünün kolajen onarımını sağlayarak cilt yaşlanmasını önlemekten kadınlarda hormon seviyesini düzenleyerek hamile kalmayı kolaylaştırmaya kadar geniş yelpazedeki faydaları bilimsel literatürde yer alıyor. Arı sütünün güçlü bir antioksidan etkisinin olduğu, depresyon ve anksiyete tedavisinde bu üründen yararlanılabileceği bildiriliyor.
DOĞAL ANTİBİYOTİK
Arılar petekleri mikroorganizmalar veya yağmur gibi dış etkenlerden korumak için, üzerini reçine-mum karışımı bir maddeyle kaplıyor. ‘Propolis’ olarak adlandırılan bu ürünün bakterilerin, virüslerin, mantarların çoğalmasını durdurduğunu, bakteri hücre duvarını parçaladığını ve bağışıklık sistemini uyararak vücutta mikroorganizmalara karşı savaştığını gösteren çalışmalar var. Ayrıca kanser gibi istenmeyen hastalıklara yol açan serbest radikalleri süpürücü bir etkiye de sahip.
ALERJİYE DİKKAT!
COVID-19 pandemisiyle birlikte hayatımızda çok fazla şey değişti: Çalışma şeklimiz, sosyalleşme metotlarımız ya da gündelik aktivitelerimiz... Çoğunluk için geçerli olan bir değişiklik daha var. Evde kaldığımız için zorunlu olarak daha çok oturduk.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve Uluslararası Çalışma Örgütü işbirliğiyle 2016’da yapılan bir araştırmanın sonucu geçenlerde hakemli bilim dergisi Environment International’da yayımlandı. Bu araştırma 2016’da uzun çalışma saatlerinin yol açtığı inme ve iskemik kalp hastalıkları nedeniyle 745 bin kişinin hayatını kaybettiğini ortaya çıkardı. Haftada en az 55 saat çalışan bu 745 bin kişiden 398 bininin inme nedeniyle, 347 bin kişininse kalp hastalıklarından dolayı yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Özetle 2000-2016 yılları arasında uzun saatler çalışmakla ilişkili kalp hastalığına bağlı ölümlerde yüzde 42’lik, inmeye bağlı ölümlerdeyse yüzde 19’luk bir artış söz konusu.
ORTA YAŞ VE ÜZERİ ERKEKLER...
Çalışma ayrıca, haftada en az 55 saat çalışan birinin, 35-40 saat çalışan birine göre felç geçirme riskinin yüzde 35, kalp hastalıkları riskinin de yüzde 17 arttığını söylüyor. Uzun çalışma saatleri nedeniyle yaşamını yitirenler arasında orta yaş ve üzeri erkeklerin ağırlıkta olması dikkat çekici. Araştırmada pandemi dönemine ilişkin veriler yok. Ama DSÖ yetkilileri, bu durumun pandemi döneminde daha da kötüleşmiş olabileceği konusunda uyarıyor.
Pandemi öncesinde işe gitmek için otobüse, metroya yürüyor ya da arkadaşlarla buluşup dolaşıyorduk. Evden çalışmanın artması ve sokağa çıkma kısıtlamalarıyla gündelik hareketliliğimiz azaldı.
DANS VİDEOLARI AÇIN
Bu süreçte egzersizi günlük yaşama entegre etmek gerekiyor. Açık havada yürüyüşe çıkmak ya da evde egzersiz videoları eşliğinde bedeni hareket ettirmek kolay ve ücretsiz seçenekler... İnternette, masa başında bile yapılabilecek basit egzersizler ya da boyun, omuz, bel, sırt ağrıları gibi şikâyetlere yönelik bölgesel egzersizler bulmak mümkün. “Ayakta nasıl çalışabilirim” sorusuna yanıt bulmak ve bulduğunuz çözümü hayata geçirmek de bir seçenek olarak düşünülebilir.
Hava sıcaklığının yüksek olması vücudumuzun sıvı kaybetmesine yol açıyor. Kaybettiğimiz bu sıvıyı yerine koymanın en iyi yolu su içmek olsa da siz de benim gibi sürekli su içemeyenlerdenseniz alternatif yollar aramanız gerekiyor. İşte bu arayışta olanlar için bir yaz içecekleri listesi... Doğal lezzetlerle hazırlayacağınız bu tarifler sıvı ihtiyacınızı karşılamakla kalmayıp ferahlatıcı etkisiyle de iyilik halinizi yükseltecek.
YAZ ÇAYLARI
LİMONLU, FESLEĞENLİ, BUZLU ÇAY
NE LAZIM?
- 1/2 limon (ince dilimlenmiş)
- 6 taze fesleğen yaprağı
- 2 yeşil çay poşeti