Tabloid basında eski başkan Bill Clinton’ın gözde stajyeri Monica Lewinsky önde tam sayfa. Beyaz Saray’da Başkan’la çalışma odasında seks yapan Monica için ‘’10 yıl sonra sessizliğini bozdu.’’diye başlık atılmış. Stajyer ay sonunda yayımlanacak bir dergiye içini dökerken Clinton’ın istismarına uğradığını söylüyor: ‘’Patronum zaafımdan yararlandı ama itiraf etmem gerekir ki ikimiz de bu ilişkiyi zevkle sürdürdük.’’ Sonra ne oldu? ‘’Özel bir durum idi, ilişkimiz ortaya çıktıktan sonra kimseye anlatmadım. Bana röportaj, kitap yayını için 10 milyon doları aşkın para teklif ettiler, konuşmadım.’’
Bunca yıldan sonra şimdi niye?’’ Bir üniversite öğrencisi eşcinsel olduğu anlaşılınca New York’ta köprüden atlayarak intihar etti. Gençleri uyarmak için konuşmaya karar verdim.’’ Seks skandalının şöhrete taşıdığı stajyer 40 yaşını geride bırakmış, bir bildiği olsa gerek.
İkinci bir kadın Amerika’nın Birinci Leydi’si Michelle Obama. Beyaz Saray’ın konforlu bir odasında üstünde ‘’Kızlarımızı geri verin.’’yazılı yaftayı kameraya uzatmış poz veriyor. Çehresindeki ifade hayli kaygılı. Şöhretli kadınların yürüttüğü bir kampanya bu, Hillary Clinton da var, komedyen Amy Poehler de. Bir kadının taşıdığı yaftada ‘’Gerçek erkek kız satın almaz.’’ ibaresi okunuyor.
Nijerya’da Boko Haram asilerinin kaçırdığı 276 kız öğrencinin herbirini 7 sterlinge satılacağını ilan etmiş çetebaşı. Nijerya hükümeti bir avuç çapulcuyla baş edemediği için uluslararası forada rezilleri oynuyor. Herkes ordunun asiler üstüne gönderilmesini istiyor. Bu arada Nijerya polisi kızların yerini bildirene 300 bin sterling vaat ediyor.
Bir televizyon haberinde Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin bir nükleer destroyer güvertesinde Kırım limanından geçerken görüntüleri alınmış. Tek ciddi haber Putin’in bir harp gemisiyle Karadeniz’e çıkması.
Gazeteleri tararken Denis Hamil’in de ciddi dünya meselesi bulmakta zorlandığını farkediyorum. Köşe yazısı Cornell Üniversitesi’nde ‘’Tiryakilere müjde. Kahve ani enerji yüklemesi yanısıra diyabet, yaşlılık, körlüğü getiren glokomo gibi hastalıkları önlüyor.’’diye başlıyor. Google’da ‘’Science Daily’den bir ilmi yazı alıntısı;’’Kafeinli kahve içimi diyabet, glokomo gibi hastalıklara sebeb oluyor.’’Cornell araştırmasının tam tersi.
Hamil kalp rahatsızlığına karşı yıllarca E vitamini almış. Bir bilim yayınında E’nin kalp krizine yol açtığını öğrenince bırakmış. Kolestrol kaygısıyla aldığı Omega-3 balık yağını da aynı sebebten çöpe atmış.
Bu kez ‘’İşin ciddiyetini farketti.’’ Kat komşusunun kapısını çalarak ‘’Oğlumun hastaneye gitmesi lazım. Gelene kadar çocuklarıma bakar mısın?’’ diye sordu. Komşu Shannon Nelson, ambulans gelene kadar hareketsiz yatan çocuğu dehşetle seyretti. İki acil vaka sağlık bakıcısı Juan’ı kucaklayıp cankurtarana koydu. Annesi de yanı başına oturdu. Komşu Nelson, Migdalia’nın dört çocuğunu iki odalı apartmanına taşıdı.
Acil Vaka koğuşu doktorları oksijen tankına bağladıkları Juan’ı yaşatmak için büyük gayret gösterdiler. Başarılı olamadılar. 4 yaşındaki çocuk açlığını gidermek için fare zehri yemişti. Midesini yıkadıklarında bir kaç mısır tanesi buldular. Bronx’da ‘’Tin Ton Avenue ‘’ adresli binada 43 sayılı sefil dairede analarıyla beş çocuğun boş midelerini doyuracak bir lokma yiyecek yoktu.
Komşu Nelson ‘’Burada bir gün yaşarsanız bu masum çocuğun neden öldüğünü anlarsınız.’’ diyerek anlatıyor; Migdalia’nın çocukları günlerini aç geçiriyor. Bazen çocuklarımla oynamak için bize geliyorlar. Kardeşleri gibi yüzünde kanlı çizikler var. Tek, çift odalı dairelerde sıçandan geçilmiyor. Sıçanlardan biri 42 cm. boyunda. Duvardaki deliklerden çıkıp çöp sepetimde yiyecek bulmaya geliyor. Ayakkabı fırlatıp caydırmaya çalışıyorum ama alıştı artık. Ev sahibine şikayet ettim kaç kere, kulak asmadı.’’
Çocuk bakımında ana-babaların kasıtlı ihmali yeni değil. Ocak’ın ilk haftasında 4 yaşındaki Myls Dobson babası cezaevine gönderildiğinde çift cinsiyetli sevgilisinin günlerce aç bırakması sonucu öldü. Brooklyn’de iki çocuk (4 ve 7) açlığa terkedilerek can verdiler. ‘’Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ sorunların bir yerde ırk ayrımına uzandığından yakınıyor. Mahalle sakinlerinin çoğunluğu zenci.
New York’ta siyah tenlilerin kiralık ev, geçinebilecek ölçüde gelirli iş bulmaları çözüm bekleyen sorun listesinin tepesinde. Son iki hafta içinde profesyonel basketbol liginde L.A. Clippers takımının sahibi Don Sterling, metresiyle konuşurken ‘’Zencilerle yat, kalk ama maçlarıma getirme.’’diyerek ırkçılığı haber gündemi başına taşıdı.
Metresi Vanessa Stiviano’nun (31) banda aldığı konuşmasında 80 yaşındaki emlak kralı Sterling zencileri, Hispanikleri aşağıladığı gibi evlerine kiracı almak istemediğini da açıkça itiraf etti. Sterling beyaz dışındaki ırka mensup olanları en ağır küfürlerle dışladı. Milyarder Sterling’in ayrı yaşadığı eşi Rochelle’in inkarlarına rağmen küfürbazlıkta kocasından aşağı kalmadığı Meksika’lı müdürlerden birinin açıklamasıyla gün ışığına çıktı.
1981’de 12 milyon dolara satın aldığı L.A. Clippers’ın şimdilerde piyasa değeri 780 milyon dolar. Ünlü basketbolcu Kerim Abdul Cabbar küfürbaz milyarder için ‘’Beyninden çok parası var.’’diye laf ediyor.
Hubbard 1986 yılında hayata veda etti, aynı sene İngiliz yazar Russel Miller’in yazdığı kitap yerkürede düzinelerle ülkede satışa girdi. ABD hariç.
Ron Hubbard ‘’Scientology Kilisesi’nin kurucusu. Kendisini harp kahramanı,
kurgu-bilim yazarı, nükleer fizikçi, tıp doktoru ve ‘peygamber’ diye tanımlıyor. Hubbard ölmeden önce çeşitli ülkelerde 11 bin kilise, 167 yerde ofisleri olduğunu açıkladı. Sözde ‘peygamber’in gazete ve dergilerde beş bin yazı yayımlattığı, üç bini aşkın konferansı, kitap satışlarının 280 milyona uzandığı iddiası, N.Y. Times’ın en çok satanlar listesinde 19 kere zirveye çıkması da cabası.
Yazar Russell’a göre ise Hubbard yalancı, verdiği rakamlar şişirme, dini ayinleri içeren garip seks hayatı var. Kilisesini 1954’de Los Angeleste kurduktan sonra toplumda dini lider olarak saygı görmeye başlayınca ayarttığı zenginlerin ilgisini bağış toplamaya çevirdi. Karizmatik kişiliği, çekici hitabetiyle Tom Cruise, John Travolta, Demi Moore’u yakın çevresine almayı başardı. Kıdemli oyuncular özel eğitim karşılığında Hubbard’a yıllar boyu para yağdırdılar.
Denize düşkün bilim-kurgu yazarı gemiler satın alıp Atlantik’ten Pasifik’e iş seyahatlerine çıktı. Çin Seddi’ni turizme açmak planından son anda vazgeçti, sorulduğunda argo sıfat kullanıp ‘’ çok Çin’li var.’’diye izah etti.
‘’Sahte Peygamberler’’ dizisini hazırlarken görüştüğüm Scientology genel direktörü üyelerinin çoğunluğunun yüksek tahsilli olmasının sebebini ‘’Ron Hubbard’ın akıl bilimi (Dianetics) ni öğrenmek için bize geliyorlar. Hubbard’ın öğretileri, şahsi buluşu özel sayaçlarla milyarlarca yıl öncesinde yaşanmış hayatlara ulaşmak mümkün olacak.’’diye açıkladı.
Genel direktörün masasında ‘Thetan’, ‘E-meters’ adlı sayaçlar var. ‘’Bu cihazlar beynin duygusallığını, akıl gücünü inceliyor. Amaç, insanların düşüncesini okumak. En önemli bir buluş ölüm öncesi kişinin ruh’unu, canı’nı görüntülemek, ağırlığını tartmak. Yetiştirdiği teknisyenlerin testleri sürüyor.’’
O dönemin koşullarıyla Beyoğlu muhabirliği kısır bir saha idi. Hürriyet’te maaşlar dolgun, çalışma koşulları tatmin edici, ikramiyeler maaş kadardı. Ama haber kıtlığı çekiyordum. Akşam gazeteye dönünce polis adliye muhabirlerinin daktiloyu kırarcasına haber yazmalarını gıptayla izlerdim. İşim, İstanbul’a gelip giden önemli kişileri bulup haber yapmaktı. Oysa VİP (çok önemli kişi) dediğimiz yabancıları ara ki bulasın. Her gün Hilton, Divan, Park gibi şehrin beş yıldızlı otellerinde resepsiyon müdürlerinden VİP tüyosu almaya çalışırdık. Sirkeci Garı’nda Türk kalabalığı ortasında iki kızı görünce “Bunlar VİP’e benzemiyor ama haber kokusu aldım” derken arkadan biri ceketimin kolunu çekerek seslendi: “Hemşerim, bu kızların derdini anlayamadık, sen yabancı dil bilir misin?”
Londra’da hemşirelik yapan Yeni Zelandalı iki kız ucuz bir turla İstanbul’a gelmişler. “Cumartesi gelip beni görün” diyen turizmci Türk’ten alacakları var. Verdiği adres Karaköy’de Bankalar Caddesi’nde. Bankaların kapalı olduğunu söylüyorum. Ayaküstü anlattıkları ilginç. Turizmciyi bulamazlarsa bana gelmelerini söylüyorum. Saati dolmadan Hürriyet kafeteryasına geliyorlar. Öğle yemeğinde tabaklarında kırıntı dahi bırakmıyorlar. Her çifte yemek siparişinde “Para isteyecek misiniz” demeyi ihmal etmiyorlar.
Birlikte haber izlediğim foto muhabiri Yurdaer Acar görüntü çekimi yaparken hemşire Beulah’la yakın ilişki kurdu. “İngilizce öğreneceğim” diyerek Beulah’ın arkasından Londra’ya gitti. Orada evlendiler.
O tarihten sonra yaptığım röportajlarda “Türkleri nasıl tanımlıyorsunuz” soruma çoğunlukta “Konuksever ve yakışıklı” yanıtını aldım. Mülakatlarımda bu tanımlamaları kullandım.
İstanbul o günlerden bugüne çok değişti. VİP şöyle dursun, vasat turistler dahi parmakla gösterilecek kadar az iken şimdilerde ziyaretçi sayısı milyonları açtı. 2002-2005 arasında Türkiye’ye gelenlerin sayısı 12.8 milyondan 21.2 milyona sıçradı. Türkiye 2011’de 18 milyar dolara ulaşan turizm cirosu, 31.5 milyon yabancı ziyaretçiyle dünyada altıncı en popüler turist uğrağı seçildi.
Amerikan ‘Travel and Leisure’ dergisi özel Avrupa yayınında İstanbul ekini hazırlayan yazar Anya Von Bremzen ilk kez 80’lerin ortasında geldiğini, Galata Köprüsü’nden geçen atlı arabaları, Bizans freskoları, lale tasarımlı çay bardakları, Avrupalaşmış Beyoğlu’nu (Pera) görünce şehre aşık olduğunu, Cihangir’de Boğaz’a bakan küçük bir ev aldığını söyleyerek ekliyor:
“Pencereden Boğaz trafiğini seyrediyorum. İstanbul artık küresel bir megalopolis oldu. Artık Doğu ve Batı, laiklik ve İslamiyetin bir sarsıntıyla birleşmesi sonucu, zarafetle aynı yerde yaşadıkları yer oldu. İşte benim İstanbul’um da bu.”
Kimi askerliğini düşünüp ‘tank’, bir diğeri ‘evlere yemek’ servisi yapan pizzacının ‘bisiklet’lerinden söz edecektir. Doğru yanıt ‘Asansör’ olsa gerek.
Son 160 yılın tarihine göz atarsak asansörsüz dünyada yaşamanın imkansızlığı ortaya çıkıyor.Yerküremizde 250 milyon asansör var. Asansörler her 72 saatte dünya nüfusunu taşıyor, saniye başında 25 bin insan asansörle seyahat ediyor. Ücret vermeden.
Yeni baskıya giren ‘’Asansör Kültürü’nün Tarihi’’ kitabın yazarı Andreas Bernard ‘’Asansörler New York gökdelenlerinin yapımının değişmesinde büyük rol oynadı. Fifth Avenue’nün Wall Street’e dönüştürülemedi. ‘Penthouse’ dünya emlak literatüründe en önemli sözcük oldu.’’diyor. Asansörler ayrıca tek aileli ev ve işyerlerinin apartmana çevrilmesine yol açtı. Toplumda yakınlaşmayı sağladı.
Başlangıçta New York binalarında yükseklik limiti 6 kat idi. Kimse daha yükseğe çıkmak istemiyordu. 12 kat izni verildiğinde şehrin varlıklı kesimi alt katlarda geniş odalara taşındılar, üst katlar aşçı, hizmetçilere, mutfak, çamaşırhane, kilerlere tahsis edildi. Zenginlerin asansörlere ısınması yıllar aldı.
1880’lerin başında çelik-beton çerçeveli inşaata geçildiğinde emlakçılar müşterilerini konaklarını bırakıp özel asansörlü yüksek binalara taşınmaya ikna ettiler. Zenginler için inşa edilen ilk bina Dakota’da apartman satın alan ‘Beatle’ John Lennon yıllar sonra evinin kapısında öldürüldü. 55 katlı 233 Broadway adresli Woolworth ise New York’un ilk gökdeleni sıfatıyla kent tarihine geçti.
New York’u New York yapan otel, yüksek apartman, gökdelen, iş yeri, büyük şirket merkezleri görkemli binalarla yerli-yabancı turistlerin gözde uğrağı. Yalnızca New York’u ziyaret edenlerin sayısı 45 milyon. Times Square, Rockfeller Center, şehrin bankacılık ve finans merkezindeki yüksek yapılarda çalışan asansörlerin sayısı binleri aşıyor. Bu yıl işletime açılacak 104 katlı Dünya Ticaret Merkezi ile çevresindeki gökdelenlerde 100’lerce bin insan çalışıyor.
Dünyanın en büyük asansör şirketi, New York merkezli Otis. 60 bin işçinin çalıştığı Otis üretimden ziyade asansör güvenliğiyle ün yapmış. Gene de güvenli ortamlarda yaşayanlar arasında ‘’Acaba bu asansör düşer mi?’’korkusu var. Otiz sözcüleri ‘’ Her yıl 26 kişi asansör kazalarında ölüyor. Ölenlerin çoğu teknisyen, bakım elemanı. Oto kazalarında her 5 saatte 26 kişi hayatını kaybediyor.’’ diye bilgi veriyor. Asansörsüz bir New York’u hayal etmek dahi imkansız.
Cumartesi, istihbarat şefliği yaptığım gün. Gar dışında bir grup insan bağırarak konuşuyor. Ortalarında iki genç kız kıyafetleri, görünüşleriyle kesin yabancı. Haber çıktı, diye umutlanıyorum.
Necati Zincirkıran’ın kadrosuna sözlü, yazılı testlerden geçerek alınmışım. Görevim Beyoğlu Muhabirliği.
O dönemin koşullarıyla Beyoğlu muhabirliği kısır bir saha idi. Hürriyet’te maaşlar dolgun, çalışma koşulları tatmin edici, ikramiyeler maaş kadardı. Ama haber kıtlığı çekiyordum. Akşam gazeteye dönünce polis, adliye muhabirlerinin daktiloyu kırarcasına haber yazmalarını gıptayla izlerdim. İşim, İstanbul’a gelip giden önemli kişileri bulup haber yapmak idi. Oysa ‘’VİP’’( Çok Önemli Kişi) dediğimiz yabancıları ara ki, bulasın. Her gün Hilton, Divan, Park gibi şehrin beş yıldızlı otellerinde resepsiyon müdürlerinden VİP tüyosu almaya çalışırdık. Sirkeci Garı’nda Türk kalabalığı ortasında iki kızı görünce ‘’Bunlar VİP’e benzemiyor ama haber kokusu aldım.’’ derken arkadan biri ceketimin kolunu çekerek seslendi: ‘’Hemşerim, bu kızların derdini anlayamadık, sen yabancı dil bilirmisin?’’
Londra’da hemşirelik yapan Yeni Zelanda’lı iki kız ucuz bir turla İstanbul’a gelmişler. ‘’Cumartesi gelip beni görün.’’diyen turizmci Türk’ten alacakları var. Verdiği adres Karaköy’de Bankalar Caddesi’nde. Bankaların kapalı olduğunu söylüyorum. Ayaküstü anlattıkları ilginç. Turizmciyi bulamazlarsa bana gelmelerini söylüyorum. Saati dolmadan Hürriyet kafeteryasına geliyorlar. Öğle yemeğinde tabaklarında kırıntı dahi bırakmıyorlar. Her çifte yemek siparişinde ‘’Para isteyecekmisiniz?’’ demeyi ihmal etmiyorlar.
Birlikte haber izlediğim foto muhabiri Yurdaer Acar görüntü çekimi yaparken hemşire Beulah’la yakın ilişki kurdu. ‘’İngilizce öğreneceğim.’’ diyerek Beulah’ın arkasından Londra’ya gitti. Orada evlendiler.
O tarihten sonra yaptığım röportajlarda ‘’Türkleri nasıl tanımlıyorsunuz?’’ soruma çoğunlukta ‘’Konuksever ve yakışıklı’’ yanıtını aldım. Mülakatlarımda bu tanımlamaları kullandım.
İstanbul o günlerden bu güne çok değişti. VİP şöyle dursun, vasat turistler dahi parmakla gösterilecek kadar az iken şimdilerde ziyaretçi sayısı milyonları açtı. 2002-2005 arasında Türkiye’ye gelenlerin sayısı 12.8 milyondan 21.2’ye sıçradı. Türkiye 2011’de 18 milyar dolara ulaşan turizm cirosu, 31.5 milyon yabancı ziyaretçiyle dünyada 6’ıncı en popüler turist uğrağı seçildi.
Geçen yaz ABD'nin en zengin ailesinden gelen Ann Walton kızının düğünü için Kartalların en iyisinden şarap ısmarlamak istedi. 'Cabernet Sauvignon' türü şarapların iki patronundan biri Ann Walton’ın kocası Kroenke’s, diğeri iş ortağı Banks. Dünyada en fazla milyarder Walton’larda var. Banks "Hayır, nazik şaraplarıma kıyamam" diyerek tartışma başlamadan konuyu kesip attı.
Marka sayılan pahalı içkileri ABD'nin ‘elit’ tabakası servet ve güç simgesi olarak kullanıyor. Bir grup süper zengin iş görüşmeleri yanısıra birbirlerine daha yakın olmak, sosyal bağlarını güçlendirmek amacıyla beş yıldızlı bir New York otelinde lüks bir kulüp açtılar. Özel kulübe yılda 15 bin dolar ödeyerek üye olanlar, kendi şaraplarıyla geliyorlar, kulübe adlarını taşıyan özel anahtarla girip çıkıyorlar, karşılıklı pahalı şaraplarını yarıştırıyorlar. Üye olanlara kulüp yönetimi 12 şişe nadide şarap veya şampanya hediye ettiği gibi otel dairelerinde ücretsiz iki hafta ağırlıyorlar. Bira servisi yapılmıyor.
Bir de refah seviyesi bunun birkaç kademe üstünde olanlara odaklanan özel listede süper pahalı içkileri kimse görmeden geçmiyor. 1911’de damıtılan, bir otel altında yıllarca muhafaza edilen çavdar viskisi 1960 kazılarında ele geçti. Minik kadehinden bir yudumu 175 dolar. Koleksiyoncuların çok aradığı De La Romanee-Conti Burgondi’sinin bir şişesi 27 bin dolar. New York’ta yalnız iki şişesi kalan Louis XIII Remy Martin’in tadımlığı 3 bin 120 dolar.
Büyük markalar sanat eserleri gibi müzayedeye taşındı. Açık artırma kurumu Sothebys'de geçen ekim ayında bir şişe 2009 Chateau Margaux 195 bine, 6 litresi de 310 bin 700 dolara koleksiyonculara satıldı.
Bir şişe içki için astronomik rakamların el değiştirdiği manzaraya dürbünün tersiyle baktığımızda ortaya görkemli ABD'ye yakışmayan bir görüntü çıkıyor. Dünya lideri ülkede 46 milyon Amerikalı yoksulluk içinde yaşıyor. New York’ta her beş kişiden biri, yani toplamda 1,4 milyon Amerikalı, sosyal örgütlerin gıda programlarıyla topladıkları yiyecekleri yoksullara dağıtıyor. Resmi kurumlar da gıda kuponlarıyla destek veriyorlar.Yaşlı ve hasta New York’luların yüzde 73’ü yalnız yaşıyor, yüzde 40'ı evlerinden çıkmıyor. Gönüllü New York’lular bu gruptaki 18 bin kişiye yiyecekleri evlerine taşıyor.
Yerkürenin kalbi sayılan şehirde yiyecek kuponu alanların sayısı 2008’de 733 binden bu yıl " milyona yükseldi. Her beş çocuktan biri yeterli gıda bulunmayan evlerde yaşıyor. Harlem’in yoksulları pahalı lokantalar önünde kuyruğa girip sivil kuruluşlara sıcak yemeğe gidiyorlar. Bu görünüme nereden bakarsan bak açlık, yoksulluk, işsizlik ve evsizler ABD’nin utancı.
Okunacak bir şeyim yoktu. Sayfalarını karıştırmaya başladım.
Gözüme ilk çarpan şöhretlere hastalık derecesinde tutkulu kadınların peşini bırakmadığı maço erkekler oldu. ‘’Les Miserables’’ın,‘’X-Men:Volverine’’in baş aktörü Hugh Jackman iki yıla yakın evinde, iş yerinde, sokakta taciz edilen Hollywood ünlüleri arasında. Jackman’ın kol, bacak kaslarını gördükten sonra ünlü aktöre sataşması için aklından zoru olması lazım. Hugh Jackman’ı taciz eden ise 46 yaşındaki Kanada’lı Katy Thurstone.
Katy gece-gündüz demeden Jackman’ın peşinde. Hugh California’dan New York’a, nereye gitse karşısına çıkıyor. X-Men yıldızı Volverin Katy’i uzaktan görse koşar adım kaçıyor, kadın kovalarken arkasından ‘’Seviştiğimiz günleri nasıl unutursun?’’diye çığlık atıyor. Jackman’ın jimnastikhane çıkışını pusuya girerek bekleyen Katy ‘’Benimle evlenecekmisin?’’ sorusuna ‘Hayır’ yanıtı alınca vücut kıllarını taşıyan elektrikli traş makinesi üstüne fırlattı. Jackman selameti kaçmakta buldu. Katy, Jackman’ın açtığı davada bir yıl hapse mahkum oldu.
Alec Baldwin küstahlığı, saldırganlığı ile paparazzi’nin, sinema ve eğlence aleminin sempati duymadığı bir aktör. Kanada’lı aktris Geneviev Sabourin, kısa süren birlikteliğini evliliğe bağlamak istiyor. Alec ‘’İlişkimiz romantik idi. Yapımcı Marty Bregman (87 yaşında)ile yakınlığı vardı.’’diyor. Bregman ‘’Alec’in ilişkisi vardı, benim değil.’’diye sertçe multümilyoner aktörü tersledi. Genevieve, aktris Kim Basinger’ın eski kocası Baldwin’i tacize başlayınca TV dizisi ’30 Rock’ın baş aktörü Alec ‘’Hayatımız tehlikede.’’diye savcılığa başvurdu. Alec’in genç eşi Hilaria Thomas kucağında bebeğiyle evine girerken tacizci kadın karşısına çıkıp laf atıyor: ‘’Kocanla evleneceğim.’’, ‘’Ama kocam zaten evli.’’, ‘’2’inci evliliğini yapar öyleyse. Çifte evlilik yasak değil.’’
Alec Baldwin maçoluğuna çizgi atıp 26 yaş küçüğü yeni eşi, Hilaria, kızı Carmen’in başına geleceklerden korktuğunu itiraf ederken gözyaşına boğuldu. Hakim Sabourin’i suçlu görüp 180 gün hapse mahkum etti.
Şöhretlerin kapsayan en uzun süreli taciz olayı TV şovmeni David Letterman başından geçti. TV dizilerinde oynayan Peggy Ray uzaktan görüp aşık olduğu Letterman’ın aylarca peşini takip ettikte sonra evine girmeye başladı. Komedyenin spor Porsche’sini çalıp kullanmaya başladı. Connecticut’taki evine gece karanlığında gelen David Peggy Ray’le karşılaşınca polisi çağırdı. İlk sorguda ‘’ Kimsin, ne arıyorsun bu evde?’’diye soru yağmuruna tutulunca ‘’David Letterman’ın karısıyım. Bu bizim evimiz’’cevabını aldı. 5 çocuklu şizofreni hastası kadın 8 kere tevkif edildi, 34 ay hapiste kaldı. 1998’de intihar etti.
Hollywood’da Mila Kunis, Halle Berry, Madonna, Sandra Bullock, Uma Thurman gibi ünlüler taciz edilen kadınlar listesinde baş sıraları işgal ediyorlar.