Pastane müşterileri dahi toplumlarda dehşet saçan barbar teröristlerin Kürtlerle savaşına kayıtsız. Bol kahkahalı sohbetlerini ara vermeye niyetleri yok.Yüksek tirajlı Daily News Amerikalıları "ISIS yakında burada olacak" başlığıyla uyarıyor.
Yeni Irak Başbakanı Haidar al-Abadi’nin BM’de tutuklu bir teroristin itirafını kaynak gösterip ISIS’in New York ve Paris metrolarında bombalı intihar saldırılarına girişeceği ihbarı "Bize böyle bilgi gelmedi" yanıtıyla ciddiye alınmadı.
Manhattan’da 140 devlet ve hükümet başkanının katıldığı BM yıllık toplantılarında ISIS yanısıra küresel terorizmle mücadele, milyonu aşkın Afrikalının ölümüne sebeb olacağı bildirilen Ebola virüsü, iklim değişikliği, Ukrayna, Orta Doğu ihtilafları gibi tüm ülkeleri ilgilendiren sorunlar müzakere gündeminin tepesinde yer aldı.
Harpte, barışta Amerikan güncelinde hayat, haber cümbüşünde geçiyor. Ama insanlar sabırsız, rahata alışık, iki okyanus arasındaki ülkede kendilerini güven içinde görüyor.
New York Public tiyatrosunda Filipinler’in eski First Lady’si İmelda Marcos’u ikizi kadar benzeri aktris Ann Miles canlandırıyor.
‘’Çelik Kelebek’’lakaplı İmelda’nın ‘’Aşk Burada Yatıyor.’’başlığıyla yaşamını hikaye eden rock-pop müzikali ikinci defa New York’a döndü ama İmelda’dan hala ses, seda yok. Public Theater’in bir yetkilisi ‘’Müzikalimiz çok başarılı sonuçlar aldı gittiği her yerde. İki yıldır Bayan Marcos’un New York’a gelip başarımızı bizimle paylaşmasını bekliyoruz. Vogue, Time, New York, Entertainment, The New York Times gibi yayım organları yılın en iyileri listesinde ilk 10’da yer verdiler. Müzikal gördüğü ilgiden performan süresini Eylül’den Kasım sonuna uzattı.’’diyor.
1986’da ‘Halk Gücü’darbesi üzerine İmelda ile kocası Ferdinand Amerika’ya kaçtılar. İmelda ‘’Aşk burada yatıyor’’ müzikalinde ‘’Giyecek ayakkabım yok’’ şarkısından sonra 3 bini aşkın marka ayakkabılar aldığını itiraf etti.
Marcos’lara karşı ayaklanmayı izlerken haftalarca Filipin’lerde kaldım. Bir yazımda ‘’Amiyane tabirle böylesine ‘matrak’ bir ihtilali ne gördüm, ne duydum.’’diyordum. Marcos’a başkaldıran kuvvetlerin komutanı General Fidel Ramos, diktatör Marcos’un kuzeniydi. Marcos, güvendiği yakını, Juan Enrile’yi Savunma Bakanı yapmıştı. Ramos ile Enrile darbe ilanı akabinde ihtilale destek vermeye razı olmuşlardı. Sabahları bir avuç gazeteciyle el kol sallayarak Camp Crame’de Ulusal Polis Karargahı’na, sonra Camp Aguinaldo’ya özel brifinge giderdik. Marcos’un yakınları, Amerika’nın daha fazla üst düzey yolsuzluklara göz yummayacağını anladıkları için ihtilal ortaklığına girdiler.Generallerin dış desteğe yoğun ihtiyacı vardı. Önemli husus darbede kan dökülmesine herkes karşıydı. Gerçekten de ‘Halk İhtilali’ kansız oldu.
Malacanang Sarayı’nda iki kez Marcos’larla röportaj isteğime olumsuz yanıt aldım. Şubat’ın ilk haftasında ‘basın toplantısı’ haberi gelince Saray’ın yolunu tuttum. Diktatör Marcos basketbol sahası büyüklüğündeki toplantıyla Nehru stili beyaz ceketiyle geldi, bir saate yakın konuştu. Filipinler’deki karmaşadan dış güçleri suçladı. Konuşması biterken gözüm aşina bir simaya takıldı. ‘Çelik Kelebek’ İmelda yaveriyle kocasını dinlemeye gelmişti.
Bir süre sonra bakışlarının sürekli üstümde olduğunu fark ettim. Marcos’un konuşması bitince İmelda bana doğru yürümeye başladı. Yaklaşınca ayağa kalktım. İmelda güleç yüzle ne zaman geldiğimi, ne kadar kalacağımı sordu, ufak bir Saray turu yaptık, resmi Saray fotoğrafçısına işaret edip resmimizi çektirdi. Korumaları yabancı basını yaklaştırmadı. Beni kime benzettiğini düşünürken yüzümdeki şaşkınlığı fark etti. B.M.’de konuştuğumuzu söyleyince belleğimden sayfalar açıldı.
1982 sonbaharında Ferdinand ve İmelda Marcos onuruna düzenlenen davete B.M. Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak davet edilmiştim. Karı-koca Marcos’lar davetlileri el sıkarak karşılıyordu. İmelda kocasının aksine el sıkarken gelenlerin yüzüne bakmıyordu. Sıra bana gelince’’ Bayan Marcos gerçek hayatta resimlerinizden daha güzelsiniz. ‘’diye iltifatta bulunarak elini sıktım. ‘’Çelik Kelebek’’ başını kaldırdı, göz göze geldik, ‘Teşekkür ederim,’ dedi. Bana özel sohbet ve görüntü alma fırsatını yıllar sonra iki çift iyi laf vermişti.
Eski Başkan Bill Clinton, Hamptons tatilinde bir sabah uyandığında eşi Hillary’nin "Macera aradığımı hissettim, yeşil ojeyle ayak tırnaklarımı boyadım" dediğini kıdemli politikacı yakınına nakletmiş. "Ojeli tırnaklar" olayı yayımlandığında Clinton’ların sözcüsü "Dışişleri Bakanı'nın (Hillary) veya Başkan’ın (Bill Clinton) boyalı tırnaklarının yorumunu yapmıyoruz"şeklinde yanıt verdi.
Clinton’lar teflon gibi. Dedikodular üzerlerine yapışıp kalmıyor. Eski Başkan hala popüler. Beyaz Saray’daki ofisinde bir stajyer kızla seks kaçamağı unutuldu. Kimse hatırlamak istemiyor. İki yıl sonraki seçimlere başkan adayı olarak katılacağı garanti görülen Hillary’yi son haftalarda demokratların ağır topları ikaz etti: "Her yerde ismin geçiyor. Davet, konferans, sosyete partileri, sergi açılışlarında kameramanlar seni görüntülüyor. Basının odağı oldun. Herkes seçim kampanyasına başladığını söylüyor. Yıpranacaksın, geri planda kal, tazeliğini kaybetme."
Hillary akıllı; öğütlere sırt çevirmedi. TV’ler "Madam Dışişleri Bakanı" başlıklı bir diziyle Hillary’yi ekranlara getirdi. Eski Bakan şimdilerde "Güç Seçenekler" başlıklı kitabının tanıtım turlarına başladı. Ama ağzına kilit vurmasını bilmiyor. Beyaz Saray’dan meteliksiz ayrıldık diye yakınıyor. Muhaliflerine göre Hillary büyük şirketlerin konferanslarında 250 bin, kocasının milyon dolar ücretle danışmanlık yapıyor. Sosyete yazlığı Hampton’larda mevsimliği 400 bin dolarlık malikanede tatil geçiren Clinton’lardan ses yok.
Bu arada sonbaharda doğum yapması beklenen Chelsea Clinton NBC TV’de muhabirlik görevinden ayrıldığını amirlerine bildirdi. "Politica" ajansı gazetecilik tecrübesi olmadan 60 bin dolar aylıkla işe alınan Chelsea hakkında "NBC eski Başkan kızına çalıştığı her dakika için 26 bin724 dolar ücret ödedi" şeklinde yorum yapmadan haber verdi. Sağcı Senatör Rand Paul, Hillary’nin başkan seçilmesi halinde ABD'yi Ortadoğu’da harbe sokacağını ileri sürdüğü gibi eski Dışişleri Bakanı'nın opera divaları gibi kaprisli olduğunu söylüyor.
THY’nın emektar kontuar görevlisine ‘’Hayrola?’’ diyorum: ‘’Bir uçak tepemizde yarım saattır tur atıyor. Benzin boşaltıyormuş, ilgilenirsin diye aradım seni. Haberin var mı?’’
‘’Az sonra görüşürüz.’’diyerek teşekkür ediyorum. İstihbarat salonunda spor toto kuponu dolduran fotoğrafçı arkadaşıma sesleniyorum: ‘’Makineni hazırla, Yeşilköy’e gidiyoruz.’’
Havaalanı pistinde iki ambulans, bir kaç polis aracı, ortalarına dört motorlu yabancı bir uçak, yeni inmiş olmalı, çift motoru hala çalışıyor. Gövdesinde ‘’British United Airways’’ yazılı. Seyyar merdivenden çocuklu kadınlar, üniformalı askerler iniyor. BUA rozeti taşıyan bir görevliye yanaşıyorum: ‘’Uçak arıza mı yaptı?’’ Leylekler saldırdı, kaptan karşıda ona sorun.’’
Kaptan pilot Sorby ilkin konuşmaya istekli görünmüyor, şirketinin olayları bir Türk gazetesinden önce kendisinden öğrenmesi gerektiğini söylüyor.Terminale giren son yolcuları işaret edip bilgi alma isteğimi yineliyorum: ‘’ Siz de, İstanbul şehri mecburi inişle bir tehlike atlattınız. Uçağı sağ salim indirdiğinize göre başarılı bir iş yapmışsınız. Olup bitenleri bana özetleyin.’’
Sorby, Brittania tipi 4 motorlu turbo jetin izne giden ve dönen İngiliz asker ailelerini taşıdığını, İstanbul’da taşıt ikmali yaptığını söyleyerek devam etti: ‘’Bugünkü seferde 1.5 ile yedi yaş arası 40 çocuk, 30 kadın ile asker ve subaylar dahil 140 yolcumuz vardı. Hava açık, rüzgar elverişli, yarı bulutlu, 3 bin metre yüksekliğe eriştikten sonra anide karşımıza leylek sürüleri çıktı, Adalar ve Yalova arasında seyrediyorduk. Yüzlerce leylek arasında kaldık. Sıyrılmak için sürekli manevra yaptık. Leylekler dolu taneleri gibi uçağın gövdesine, kanatlarına çarpıyorlardı. Motorlara girdiler, iki motor durdu, radarlar arızalandı. Kabinde panik başladı. Dört hostesimizin fenalık geçirdiğini öğrendim. Yardımcı pilotla geri dönüp Yeşilköy Havalanı’na mecburi inişe karar verdik. Kule inişe onay verdi.’’
Sorby iniş yapmadan önce Bombay’a 15 saatlik uçuş için gerekli 24 bin litre benzini Marmara üstünde turlayarak 37 dakikada denize boşalttıklarını, kimsenin burnu kanamadan Yeşilköy’e indiklerini ilave etti.
Yeni eşiyle Bombay’da balayına çıkan İngiliz Teğmen K. Pearson motorlara leyleklerin girmesiyle soğutma tertibatının çalışmadığını, uçağın giderek ısındığınış kokular yayıldığını komik jestlerle anlattı.
Martha Polonya kökenli bir Amerikalı. Asıl adı Helen Kostrya. Orta halli bir aileden geliyor. Barnard’da kolej eğitiminin masraflarını karşılamak için 15 yaşında modelliğe başlamış. Sonra iş hayatına girmiş. Kısa zamanda milyonerler klübüne dahil olmuş. Şöhret sayfasında tek kara sayfa New York borsasında tanıdıkları kanalıyla ucuz senet aldığı için sabıka kaydına geçmesi.
Peki otoriter cazibeli Martha’nın bunca servet, pop yıldızlarına taş çıkartacak şöhretine rağmen arayıpta bulamadığı nedir?
Geçen yıl yakın dostlarına verdiği hafta sonu partisinde niye mutsuz göründüğünü evirip çevirmeden açıkça anlattı: "Hayatımda erkek yok. Sabah yatak sıcaklığını hissetmek istiyorum. Yatağımda bir erkek arıyorum."
Turizm şirketi işleten arkadaşıma hristiyan kiliseleri turu masraflarını peşinen ödemişti. Tek başına çalışan arkadaşım akşam beni arayarak önemli işi çıktığını, ertesi gün ofise gecikerek geleceğini söylemişti.
Papaza "Tur belgeleri yarın hazır olur" deyince son hafta içinde ofiste kimseyle konuşamadığını söyleyerek "Yarın Ankara’ya gidiyoruz. Otel, tur rezervasyonlarını almadan yola çıkmam" dedi. Hava gerginleşmişti. Papazın eşi "Tarihi bir seyahate çıkacağız, çok heyecanlıyım. Kapaodokya nerede" diye arka duvarda iki dosya boyu Türkiye haritasını işaret etti. Konuya aşina değilim. Kapaodokya’nın yerini dahi bilmiyorum.
Elimi tersten harita üstüne koydum. Baş parmağım Tekirdağ, serçe parmağım Kahramanmaraş, orta parmağım Erzurum’u geçmişti. "Buraları uygarlıkların yatağı" dedim bir çırpıda. Papazla karısı bön bön yüzüme bakıyordu. Bir koşu kat komşumuz seyahat acentesi Frommer’e gittim. Popüler seyahat şirketinin Türkiye turları sorumlusu anlattıklarımı dinledikten sonra Amerikalı papazın tur rezervasyonları işini üslenip günümüzü kurtardı. Acemi turizmci arkadaşım da ertesi gün uzun nutkumu dinledi.
Köprülerin altından çok sular geçti o günden bugüne. Seyahat işleri çok basitleşti. Dünyanın en ücra köşesinden bir diğerine gidip gelmek bir kredi kartı ile mümkün. Uçak, otel, kiralık otomobil gibi ihtiyaçları için de seyahat ofislerinin kapısını aşındırmaya gerek yok, internet tüm işlemleri göz kırpıncaya hallediyor.
1970’lerin sonunda ABD başkenti güneyinde Kürt sorununda temel bilgileri birinci elden özetle aldım. Irak Kürtleri (KDP) Başkanı Molla Mustafa Barzani’yle Virginia’da açık arazide lüks görünümlü çift katlı bir villada buluştuk. Molla Barzani Mayo Clinic’te kanser tedavisi görüyordu. ABD'de işlerini takip eden temsilcisi Doskie, meslekdaşım David Horowitz aracılığıyla Barzani’yle görüşmemi gerçekleştirmişti. Yelekli takım elbise, ağzında piposuyla buluşmaya gelen Barzani’ye oğlu Mesut refakat ediyordu. Barzani’nin adresini mahfuz tutmak için temsilcisi Doskie villa çevresinde değişik yollara saparak yön karıştırdı.
SORULARA CEVAPLARI:
"Kürtleri çok az insan biliyor, Filistin’i herkes biliyor"
"Batı ülkeleri, Rusya ve ABD Ortadoğu'nun stratejik önemi yüzünden. Biz Kürtler terorist değiliz. Sadece haklarımızın tanınmasını istiyoruz. 1975 başında Irak-İran harbi başladı. Şah Reza Pehlevi bize destek veriyordu. ABD araya girdi. Şah ABD'nin direktifiyle yardımlarını kesti, desteğini çekti. Irak’ın koruyucusu Rusya’ya dönemedik, ortada kaldık, hep petrol yüzünden. Eskiden devlet adamlarında hak, adalet, şeref duyguları daha köklüydü. Devir değişti, bu duygular zayıfladı, sözlerini tutmaz vaatlerini yerine getirmez oldular. Tekrar dağlara çıktık, mağaraları mesken yaptık ama yılmadık."
"Dış ülkelerle ilişkileri..."
Bu sefer yerküremizin görünüşü hayli tatsız. Amsterdam’dan Kuala Lumpur’a sefer yapan M17 Malezya uçağının Ukrayna üzerinde füzeyle düşürülmesi 298 yolcunun yıllarca bellekten çıkmayacak görünümlerini yazılı ve elektronik basına taşıdı. Ortadoğu’ya da göz atarsak insanlığın kansız bir ortamda barış ve huzura ne denli ihtiyacı olduğunu anlamak güç olmayacak.
Bu karmaşada Amerika nerede diye bir soru ortaya atsak Yeni Dünya sakinlerinin vahşet olaylarını ekranlarda iki-üç dakikaya sığdırılan özetlerle izlediklerini, haberlerin ise küçülerek iç sayfalara yerleştiğini görüyoruz. Ama hayat süregeliyor, Amerika hayranlığı devam ediyor. Nasıl mı? Örnekler şöyle:
Hafta sonunda Hong Kong’da 15 çift McDonalds’da dünya evine girdi. Gelin ve damat yakınları 15 McDonalds lokantasında ağırlandılar. Mönüde tavuk kızarması, Big Mac gibi McDonalds klasikleri ikram edildi. Fatura ortalama 373 dolar. En pahalısı ekstralarla 1, 290 dolar. Amerika’da vasat bir nikah partisi 29 bin 858 dolar. Şip-şak servis yapan Amerikan lokantaları Çin gençlerinin gözdesi. Nikah daveti dışında nişan, bekarlığa veda, hediye partileri için de rezervasyonlar alınmaya başlanmış.
Konu Çin’den açılmışken devam edelim. Charitybuzz patronu Coppy Holzman Clinton Vakfı için düzenlediği bir hastaneye bağış mezatını bir Çinli işadamının kazandığını açıkladı. Charittybuzz Çinli patronun Bill ve Hillary ile baş başa yemek için Clintonlara 250’şer bin dolar vereceğini bildirdi. Çinli süper zengin daha sonra Clinton Vakfını arayıp iki çocuğunu getirmek istediğini söyledi. Vakıf 500 bin dolar daha ödemeniz gerekecek yanıtını verdi.
Forbes dergisi dünyanın en güçlüleri listesinde bir numarada pop’un kraliçesi Beyonce’yi ilan etti. Beyonce (32) son bir yılda albüm satışları, hediyeliklerden 115 milyon dolar kazandı. Listede basketbolcu LeBron James, şirketlerinin 3 milyar dolar cirosuyla Rapçi Dr. Dre, Oprah Winfrey, talk şov sunucusu Ellen DeGeneres, müzisyen Jay Z, 46 maçta hiç yenilmeyen yarı ağır boks şampiyonu Floyd Mayweather (serveti 2 milyar dolar), pop’çu Rihanna, Katy Perry ve aktör Robert Downey Jr. da var.
Madonna, Coldplay, Charlize Theron, David Beckham, Tom Cruise ise bu listeye giremedi.