Öykü yazarı Nursel Duruel’in ‘Geyikler, Annem ve Almanya’ kitabı
40 yaşına bastı. Henüz dosya aşamasındayken Akademi Kitabevi Öykü Ödülü’nü almıştı. 1982’de yayımlandıktan sonraysa bir büyük ödüle, ‘Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülmüştü.
‘Yazılı Kaya’daki Burgaç’ öyküsüyle de ‘Yunus Nadi Yayınlanmamış Öykü Ödülü’nü kazandı. İyi bir yazar olmasının yanı sıra Türk edebiyatının takipçisidir. Çeşitli jürilerde birlikte çalıştım, bu yanına da değinmek gerekiyor. Getirdiği yeni duyarlıklar, şiirsel tatlar ve inceliklerle dolu anlatımıyla bilinen Nursel Duruel’in ‘Geyikler, Annem ve Almanya’ kitabı 40’ıncı yılında özel bir baskıyla okurunu
selamlıyor.
İçindekiler:
* Geyikler, Annem ve
Almanya
“Yeme-içme ve barınma ile birlikte örtünme, insanın üç temel ihtiyacından biridir.
Elyaftan başlayarak iplik, kumaş, boya, baskı ve apre işlemlerini bünyesinde toplayan tekstil sanayisi, giyim ve giyim dışı mamul ürünler için ihtiyaç duyulan kumaşı üretir. Her ne kadar mamul ürünleri ortaya çıkaran konfeksiyon başlı başına bir sanayi dalı olsa da tekstil üretim zincirinin son halkasıdır.
İlk insanların sadece soğuğa karşı bir tedbir olarak düşündükleri giyim zaman içinde süslenme, sosyal statü, rahatlık, kültür ve din olgularıyla farklılaşmalar sergileyerek gelişmiştir.
Yirmi yıl boyunca yurtiçi ve yurtdışı müzayedelerden toplanan kartpostallarla hazırlanan bu kitap, Türk tekstil sektörünü kartpostallar üzerinden ve bir koleksiyoncu gözüyle anlatmaktadır.”
Kartpostal, genç kuşağın şimdilerde kullanmadığı bir iletişim aracı.
Ana başlıklar:
Osmanlı Dönemi
Cahide Sonku’nun şaşırtıcı, görkemli dünyasını ustaca yansıtmıştı.
‘Beklenen Şarkı’dan bazı görüntüler hâlâ belleğimde, saz heyetini bile anımsıyorum.
Masamda nicedir yazılmayı bekleyen Eyüphan Erkul’un ‘Cahide’ kitabın okumaya başladım.
Alt başlığı şöyle: ‘Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz’
Editörden başlıklı yazının imzası İclal Aydın:
“Sevgili Eyüphan Erkul birkaç yıl önce Cahide Sonku üzerine yazdığı bir senaryonun ilk taslağını göndermişti. Okurken ‘Keşke bu bir roman olsa’ demiştim içimden. Sonra bir cüret, bu fikrimi sevgili Eyüphan’a ilettim. Ne şans, o da fikre sıcak baktı.
Sinemamızın ilk büyük yıldızı
Kitapta 24 yazarın yazıları var. Anılar, yeni biyografik belgeler, ilk defa gün yüzüne çıkan arşiv dokümanları, notalar, fotoğraflar, diskografik bilgilerin olduğu özgün bir çalışma...
Kitapta, ilk kez yayınlanan bilgiler ve belgeler çoğunlukta. Ama Süleyman Şenel imzasını taşıyan: ‘Âşık Veysel’in Sahibi Meçhul Ses Hazinesi ve Bir Albümün Oluşum Hikâyesi: Bana da Banaz’da Pir Sultan Derler’ başlığı ile, sevgili dostum Hasan Saltık’a ithaf edilen yazı, beni ayrıca çok mutlu etti.
Bu yazısında Şenel, 2018 yılında Kalan’dan yayınlanan ‘Bana da Banaz’da Pir Sultan Derler’ albümünde yer alan ses kayıtlarının, Prof. Dr. Halet Çambel’in kayıp bantlarının önemli bir kısmı olduğunu anlatıyor ve bu konudaki keşfini nasıl yaptığını kaleme getiriyor... Kısacası, bugüne kadar kayıp olduğu bilinen Prof. Dr. Halet Çambel’in Âşık Veysel kayıtlarının tamamının bulunduğunu okuyucusuna müjdeliyor.
Arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel, Âşık Veysel ile Adana/Kadirli’de, Karatepe-Aslantaş kazıları sürerken, 26 Mart 1961 tarihinde görüşmüş. Mimar, gazeteci ve şair olan eşi Nail V. Çakırhan ile birlikte Âşık Veysel’den 40’ı aşkın türkü ve eski usta âşıkların deyişlerini kaydetmiş. Âşık Veysel, bantlara kendi şiirlerinden 12 tanesini de kendi sesi ile okumuş ve fıkralar da anlatmış.
Prof. Dr. Halet Çambel’in sadece Âşık Veysel’den değil, Ruhi Su, Sabahattin Eyüboğlu gibi dostlarından da ses kayıtları yaptığı biliniyor. Halet Hanım’ın diğer kayıp bantları da bulunduğunda yayınlanacak.
Fikret Otyam’ın Anadolu’da yaptığı gezi kayıtlarının da bunların arasında bulunduğu sanılıyor.
Ekrem İmamoğlu’nun Sunuş’undan sonra Süleyman Şenel’in ‘Nevruz Çiçeği Veysel’ başlıklı Giriş yazısı var:
“21 Mart 1973 günü, çok sevdiği Sivas’ın Şarkışla’sına bağlı Sivrialan köyünde sadık yârine sırlanan
Bizde Doğu ve Batı, kültür tarihimizin her alanında birlikte değerlendirilir. Çoğu zaman da ikisi arasına aşılamayacak setler konur. İkisinden birinin taraftarı olmak zorunda bırakılırız. Oysa insanlık tarihinde kıtaların, zaman dilimlerinin birçoğunda etkileşim kavramı öne çıkar.
Türkiye nerededir, bütünü görmeden anlamak mümkün değildir. Önce tarih içinde kavramların gelişimini, tarihini öğreneceğiz, sonra da doğru bir karara varacağız. Müzikolog ve yazar Gülper Refiğ’in yeni kitabı ‘Ruh Doğu’dur Beden Batı’ bu açıdan bildiklerimizi ve inançlarımızı gözden geçirmemizi ve tartışmamızı sağlıyor.
Özellikle genç kuşak bazı unutkanlıklar, ihmaller yüzünden bugünü anlamakta zorlanıyor, çünkü bir platforma oturtamıyorlar meseleyi. Bu kitap özellikle onlara yardımcı olacak, sunulan zengin malzeme içinden seçim yapabilecekler. Kitapları okuyacak, müzikleri dinleyecekler.
‘Ruh Doğu’dur Beden Batı’
Gülper Refiğ
Boyut Yayın Grubu
Ahmet Say müziğin uygulamasını da bildiği için, kitapları teori ile pratiğin ortak güvencesini içerir.
Müziğin bir bütün olduğu gerçeğinden yola çıktığı için ülkemizde ve dünyadaki bütün türler üzerine yargıları müziği sevenler ve anlayanlar için bir başvuru kaynağıdır.
Onun müzikolog kimliği dışında edebiyat dünyasındaki yazarlığı ve dergi yöneticiliği de belirtilmelidir. Edebiyata yeni bir güç getiren, genç yazarların yazılarını yayımlayan adların da yetişmesini sağladı. Onunla ilgili yazılacaklarda bu hareketi ayrıntıyla anlatmaları gerekir.
Ahmet Say’la son olarak Seferihisar’daki bir toplantıda görüştük. Sanat ve devlet ilişkisi üzerine önemli saptamalarını dinledim.
Değerlerimiz üzerine yaşarken incelemeler, araştırmalar, onların çalışmalarına dair yazılar çıkmıyor. Aramızdan ayrıldıktan sonra bir övgüdür gidiyor.
Kitaplarını anımsatmak isterim:
Müzik Tarihi
Önceki dört kurultayda Türk yazı dilini ve edebiyatını konu edinen Elginkan Vakfı, bu yılki kurultayda yazılmayan Türkçeyi ele alıyor. Yazılmayan Türkçe yani bütün zenginliğiyle köylerimizde, yaylalarımızda, ovalarımızda konuşulan Türkçenin ağızları; alabildiğine canlılığıyla sokaklarımızda, mahallelerimizde, semtlerimizde kullanılan Türk argosu; hekimlerimizin, hukukçularımızın, borsacılarımızın meslek dilleri; kuşdili, kalaycı dili, Geygelli, Hazeyince gibi Anadolu’da kullanılan gizli diller kurultayın ana konusu kapsamında yer alıyor. Geçmişten Günümüze Yazılmayan Türkçe-Türkçenin Art ve Eş Zamanlı Değişkeleri- olarak sınırları çizilen kurultayda ölçünlü (standart) Türkçenin yanı sıra hayatın her alanında farklı boyutları, türleri, kapsamları, özellikleri bulunan canlı Türkçe ele alınıyor. Doğallığıyla, içtenliğiyle, gayriresmiliğiyle yaşayan bu canlı dil üretkenliğe, yaratıcılığa, değişime, etkileşime daha da açıktır. Ana hatlarıyla yazı dili ve konuşma dili diye de adlandırılan dilin bu iki cephesinin birbirinden kopuk olması da söz konusu değildir. Daima etkileşim içindeki dilin bu alanları birbirinden etkilenmektedir. Bu canlı dili ve değişkelerini kapsamına alan kurultay, doğrudan doğruya toplumsal dil biliminin alanına girmektedir.
Türkçenin bölge ağızları bir yandan tarihi Türkçenin izlerini korurken bir yandan da Türkiye dışındaki kardeş Türk lehçeleriyle olan ortaklığımızı, köklerinde barındıran kültür alanımızı oluşturmaktadır. Bölge ağızlarımızda kullanılan kelimeler, deyimler, atasözleri Türk kültürünün zenginlikleridir. Bu zenginlik sözlü dilde yaşamakta, yürütülen ağız bilimi çalışmalarıyla kayıt altına alınmaktadır.
KİMLER KATILIYOR
Bu yıl Ankara Kitap Fuarı’nın onur konuğu olan Macar Türkolog Edit Tasnadi, Elginkan Kurultayı’nda Ignac Kunos’un derlemeleri ışığında 130 yıl öncesi İstanbul’unun ağız özelliklerinden örnekler sunacak.
Sırp Türkolog Marija Djindjic, Batı Balkanlardaki Türk ağızları üzerine konuşacak.
Gürcistan’dan Ketevan Lortkipanidze, Gürcü konuşma dilindeki Türkçe sözcükleri ele alacak.
Belgin Tezcan Aksu
Bu hafta Derya Bengi - Erdir Zat’ın ‘Belki Duyulur Sesim’ kitabından seçmelerle bu tarihi özetledim. Başlık neydi ve hangi zaman dilimini kapsıyordu:
‘100. Yılında Cumhuriyet’in Popüler Kültür Haritası – 2 (1950 – 1980)’
- Aranjmanlar
Bak bir varmış bir yokmuş - Twist’e gel- Her yerde kar var - Türkçe söyleyen yabancılar - İki Yabanji- Telif Hakları Yasası
“Bugünlerde İstanbul ve Ankara’nın gece kulüplerinde, orkestralı yerlerde veya diskoteklerde, kulağa aşina gelen birtakım Batı şarkıları Türkçe sözlerle söyleniyor. Bunlara ait plaklar büyük rağbet görüyor. Ankara’nın Süreyya’sında yakışıklı Kanat Gür bunlarla alkışlanıyor, İstanbul’un As Kulüp’ünde Gülsün Kamu ‘Je t’attends’ı ‘Serseri’ diye söylüyor, Tefo’da Dario Moreno’nun ‘Sarhoş’u çalıyor ve Adana’ya Ajda Pekkan bunları götürüyor. Tutulan tarzın mucidi genç bir disk-jokey, Fecri Ebcioğlu’dur. Fecri Ebcioğlu’nun kendisinin de tatlı bir sesi vardır ve Ebcioğlu şairdir.
Aranjman, kısaca, bir şarkının enstrümantal düzenleme biçimi olarak bilinir: Aranjör parçayı aranje eder ve orkestra bu aranjmanı uygular, çalar. 1960’ların ortalarında bu kavram adeta ‘tornistan’ edilir ve ortaya bir şarkı türü, bir söz yazma, çalma ve söyleme biçimi olarak aranjman çıkar. Zaten aranjmanların tevellütü de ‘tornistan şarkılar’la el eledir.”
- Bir İhtimal Daha Var
Perihan Altındağ, Müzeyyen Senar