“Kayseri Ağırnas’ta başlayan yolculuğu İstanbul’da taçlanmış, dünya onu ‘İstanbul Mimarı’ olarak tanımıştı.
İstanbul’un her köşesinde eserleriyle yaşayan Koca Sinan’ın, gelecek nesillerden sadece tek bir dileği vardı. ‘Hayırla yâd edilmek.’ İşte bizler de ‘İstanbul ve Mimar Sinan’ eseriyle bu büyük ustayı bir kez daha yâd etmek istedik.
Kitapta; Büyük Usta’nın İstanbul’da bulunan birbirinden görkemli şaheserlerinin yanı sıra, Sai Mustafa Çelebi’ye yazdırdığı ‘Tezkiretü’l Bünyün’ ve ‘Tezkiretü’l Ebniye’ eserleri de yer alıyor.
Büyük emeklerle hazırlanan ve kalıcı olduğuna inandığım bu eseri takdim etmekten büyük mutluluk duyuyorum.”
Giriş’ten bazı bölümleri yazıma aldım:
“Osmanlı mimarlık sanatının hem estetik hem strüktürel mükemmeliyetin zirvesine, Osmanlı mimarisinin klasik çağını belirleyen ve sistemleştiren Mimar Sinan oturur. Doğudan, batıdan, kuzeyden, güneyden kazandığı mimari görgüsünü arttırmış, görebildiği kadar Sasanî, Bizans ve Akdeniz mimarilerinden yararlanmış, ancak bunları Osmanlı mimari geleneği içinde yoğurarak yeni, taze ve akılcı çözümlerle daha da yalınlaştırmıştır.
Süleymaniye
Marşın anlamını, niteliğini öğrenmeniz için size bir kitap tavsiye edeceğim:
Editörlüğünü Birol Emil ile Zeki Taştan’ın yaptığı ‘100 Ülke 100 Marş’ çalışması.
Bizde marşlar için yarışmalar açılmıştı. Kültür Bakanlığı, ‘75. Yıl Marşı Güfte Yarışması’ açmıştı, 199 güfteden hiçbiri seçilmemişti.
50. yıl için bir marş bestelenmişti:
Güftesini Bekir Sıtkı Erdoğan yazmış, Necil Kâzım Akses bestelemişti. Şimdi bu marşı kaç kişi anımsayacaktır bilemiyorum.
‘Onuncu Yıl Marşı’nın güftesini Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar yazmıştı, bestesi de Türk Beşleri’nden Cemal Reşit Rey’e aittir.
Ben ‘Onuncu Yıl Marşı’ndan sonra yeni bir marşın bu özellikleri taşımayacağını, ‘Onuncu Yıl Marşı’nın kalmasını savundum.
Birçok yazar arkadaşım da benim bu görüşümü desteklemişti. Dönemin Kültür Bakanı
29 Nisan - 7 Mayıs 2023 tarihleri arasında TÜYAP Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek fuara katkıda bulunan kurumlar:
Türkiye Yayıncılar Birliği
Bursa Ticaret ve Sanayi Odası
Bursa Büyükşehir Belediyesi
Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü
Bursa Uludağ Üniversitesi
Bursa Teknik Üniversitesi
Mudanya Üniversitesi
Rusya için İdil Biret çok önemli.
Leningrad Orkestrası Şefi Alexander Dimitriev 1983 yılının temmuz ayındaki İstanbul Festivali konserinden sonra şöyle diyor:
“İdil Biret, Rusya’da Rachmaninov’un 3. Piyano Konçertosu’nu dün sizin çaldığınız gibi ustaca çalabilecek tek bir kadın piyanist yok. Erkeklerin sayısı da bir elin parmaklarını geçmez.”
Büyük Rus piyanisti Emil Gilels, İdil Biret’i 1957 ve 1958 yıllarında Paris’te dinledikten sonra Sovyetler Birliği’nde konserler vermeye davet etti. İdil, 14 Kasım 1960 tarihinde Moskova’nın büyük Çaykovski salonunda on dokuz yaşında sahneye çıktığında Sovyetler Birliği kurulduğundan beri orada konserler vermeye gelen ilk Türk solisti idi. Sekiz konserlik bir turne için yapılan davet Moskova resitalinin büyük başarısı üzerine on altı konsere çıkarıldı ve İdil SSCB’de bir aydan fazla kaldı. 1962, 1964 ve sonraki yıllarda yaptığı turnelerde İdil Moskova, Leningrad, Kiev, Odessa, Kharkov, Rostov, Riga, Tallinn, Vilnius, Minsk, Moldova, Lvow, Stalingrad, Tiflis, Erivan, Bakü gibi SSCB şehirlerinde yüzden fazla resital ve orkestra eşliğinde konser verdi. Rusya Federasyonu kurulduktan sonra da orada konserler veren İdil Biret son olarak 2019 yılında Sochi Festivali’nde Rahmaninov’un Paganini Rapsodisi’ni çalarak bu ülkedeki altmış yıllık kariyerini sonlandırdı.
‘BİZ RUSYA’DA ÜÇ BÜYÜK TÜRK TANIRIZ ATATÜRK, NÂZIM HİKMET VE İDİL BİRET’
Ruslar İdil Biret’i takdir etti, sevdi ve unutmadı. İki yıl evvel aniden rahatsızlandığında Büyükelçilik onu muayene etmek için Moskova’dan bir nörolog doktor gelmesini sağladı. Sonra, Biret’in Süreyya Operası’ndaki 80. yıldönümü konserine gelen Rusya Federasyonu İstanbul Baskonsolosu, Biret’e Çaykovski Konservatuvarı’nın tebrik mektubunu ve Gnessin Konservatuvarı’nın madalyasını takdim etti ve bir konuşma yaptı. Bu konserde konsolosluk heyetine neden Rusların İdil Biret’e böyle ilgi duyduğu sorulduğunda “Biz Rusyada üç büyük Türk tanırız, Kemal Atatürk, Nâzım Hikmet ve İdil Biret” denildi.
Rusya Federasyonu Baskonsolosluğu’nda yapılacak törende büyük besteci
“Sanatçı olmak kolay değildir, sanatı yaşamak ise başka bir şey. Ben ise sadece sanat denilen ‘ev’in bir konuğuyum ve orada yaşamak istedim hayatım boyunca. Hepsi bundan ibaret.”
Bir ev olarak sanata sığınan, onu yapan değil yaşayan olmanın arzusunu yaşamı boyunca üstünde taşıyan İhsan Özgen’in yolculuğuna yakından tanık olacağınız bu kitap; müzik, resim ve edebiyat gibi pek çok sanatla iç içe geçmiş tutkulu bir arayışın izlerini de gözler önüne seriyor.
‘İhsan Özgen
Sesler, Renkler ve Çizgiler Peşinde
Hazırlayan: Ahmet Yağmur Kucur’
Türk müziğinde özellikle kemençe virtüözü olarak anılsa da kemençenin yanı sıra tanbur, lavta ve viyolonselle yaptığı icralar, saz müziğine olan yoğun dikkatiyle beraber sanatta evrensel olanla kurmak istediği bağlantı İhsan Özgen’i tek bir sıfatla anmamıza mani oluyor.
Önsöz’de kitabın oluş sürecini öğreniyoruz:
“2021’in mart ayıydı, İhsan Özgen’i kaybetmemizin üzerinden iki ay geçmişti. Hüseyin Kıyak’la yaptığımız telefon görüşmesinde ona hazırlamakta olduğum bir çalışmadan söz ediyordum, bu çalışmanın içinde İhsan Özgen’le ilgili bir bölüm de olacaktı. Anlattıklarımdan sonra bana, ‘Ahmet, niçin İhsan Özgen hakkında bir kitap hazırlamıyorsun?’ demişti. Ondan sonra çalışmaya başladım.”
Rahmetli Cemalettin Server, insan tanımlaması yaparken bu iki kelimeyi kullanırdı.
Yaşanan depremin bir parçası hepimizin evine düştü. O bölgeye gidenlerin yaptıklarını, yaşadıklarını televizyondan sürekli izledim, en etkileyen de çocuklar için yapılanlardı.
Bayram sevincinin içine bu acı gelip birden çöküyor.
Okulların açılmasının, depremi yaşayanların morallerinin de düzelmesinde önemli bir adım olduğu kanısındayım. Genç öğrenciler teselliyi arkadaşlarıyla konuştukça, okudukça bulacaklar.
OKUMAK... OKUMAK... YİNE OKUMAK
Kitaplığımda küçük bir kitap gözüme ilişti:
‘Neden Okumalıyız?’
Jürinin seçtiği birinci eser dışında kısa listeden de bir eser seçebilirler.
Ödüllerin bir önemi de okur kitapçıya gittiğinde, kitap fuarlarında alacağı kitabı seçmede yardımcı olmalarıdır. Bir kitaplık kurmak isteyenlerin ödül alanlardan bir raf yapmasını salık veririm.
Darüşşafaka Cemiyeti ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle 69’uncusu düzenlenen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın jürisi, yaptığı değerlendirme neticesinde bu yıl yarışmaya başvuran 100 öykü kitabı arasından seçilen 10 kitaptan oluşan kısa listeyi açıkladı.
Kitaplarının telif haklarını ve malvarlığını Darüşşafaka’ya bağışlayarak annesi veya babası hayatta olmayan, maddi olanakları yetersiz çocukların eğitimine destek veren, Türk hikâyeciliğinin önde gelen yazarlarından Sait Faik Abasıyanık’ın anısına 1964 yılından bu yana düzenleniyor yarışma.
2019 yılında ödül yönetmeliğinde yapılan düzenlemeyle, öncelikle 10 kitaplık kısa bir listenin kamuoyuyla paylaşılmasına karar verildiği duyurulmuştu. Jürinin 100 kitap arasından seçtiği kısa liste alfabetik olarak şöyle:
1)
Belki okurlarımızdan bazıları bu ressamları tanımışlar, eserlerini görmüşlerdir. Ne var ki, bir bütün içinde bu adları yorumlamak, Türk resim tarihine de önemli notlar düşürülmesini sağlıyor.
Önsöz kitabın amacı konusunda okura yardımcı oluyor:
“Modern ve Ötesi’nin ziyaretçileri, serginin konulara ya da temalara göre değil, bir kronolojik sıraya göre düzenlendiğini fark etmiş olmalılar: Konuların, tekniklerin ve üslupların ötesinde, sanatın elli yıllık hareketine dikkat çekmeyi amaçladık. Şüphesiz bu hareket içinde, farklı tekniklerin, farklı tematik yönelişlerin hatta düpedüz sanatın ne olduğuyla ilgili farklı soru ve iddiaların belirginleştiği bazı ‘dönemleri’ ayırt etmek mümkündür. Belki biraz kaba ama çok da keyfi olmayan bir bölümlemeyle, birbirinin içine geçen, hatta birbiriyle yan yana akan üç dönemden söz edilebilir.
İkinde ‘soyutlama’ eğiliminin önem kazandığı görülecektir.
1960’ların bir noktasında soyutlamaya (ve soyutun Akademi’deki Zeki Faik ve Adnan Çoker gibi güçlü hocalarına) karşı bir tepki olarak da görülebilen ‘bir yeni figüratif’ eğilim (terim Çoker’indir) belirir.
Üçüncü dönemin ayrıştırıcı olgusunun 1980’lerin sonunda yaygınlaşmaya başlayan ‘kavramsal sanat’ olduğu söylenmiştir ve bu da yanlış değildir.
Farklı eğilimlerin, hatta farklı