İKSV’nin Leyla Gencer Yarışması, bazı belediyelerin düzenledikleri yarışmalar, genç kuşak sanatçıların, bestecilerin tanınmaları için bir fırsat. Çünkü bu ödüllerle medyada yer alıyorlar.
Hiç kuşkusuz bu yarışmalarda jürinin, jüri üyelerinin de alanlarında tanınan, güvenilen adlar olması gerekiyor.
Çağdaş Türk müziği alanında bestecileri teşvik etmek, yerli eser repertuvarını zenginleştirmek amacıyla Kadıköy Belediyesi tarafından düzenlenen ‘Süreyya Operası Ulusal Beste Yarışması 2019’da dereceye girenler, final konserinin ardından jüri üyeleri ve izleyicilerin yaptığı oylama sonucu belirlendi. İcraların ardından fuayeye sandık kuruldu, ‘Seyirci Özel Ödülü’nü izleyiciler oy kullanarak belirledi.
Kadıköy Belediyesi’nin Piyanolu Dörtlü (keman, viyola, viyolonsel, piyano) için, müzik ve sahne sanatları alanında yaratıcılığı teşvik etmek ve Türk bestecilerini yeni eserler yaratmaya özendirmek amacıyla düzenlediği Süreyya Operası Ulusal Beste Yarışması’nın final konseri ve ödül töreni gerçekleştirildi. Finale kalan 4 eser Kadıköy Süreyya Operası’nda gerçekleştirilen ‘Final Konseri’nde icra edildi.
Virtüözler kimlerdi?
Özcan Ulucan (keman),
Ulrich Mertin
Belediyelerin hizmetlerini sıralamaları olağan bir tavır. Elbette o kentte, o ilçede yaşayanlar gündelik hizmetleri için ihtiyaçlarının yerine getirilmesi konusunda vaat beklerler. Evlerinin önünden geçen sokağa, caddeye kadar bu liste uzun ve meşakkatlidir.
Onlarla fazla ilgileniyor muyum? ‘Evet’ diyemeyeceğim, belki İstanbul’da yaşadığım için diğer konulara fazla ağırlık vermiyorum.
Ama AKM’nin temelinin atılışının da beni ne kadar sevindirdiğini belirtmeme gerek yok.
Büyük bir kütüphane yapılacağı haberi de İstanbul’da yaşayan herkesi ilgilendirir.
Ne var ki şimdi çalıştığımız kütüphanelerin de sorunlarının hale yola konulmasını bekliyorum.
Bütün kütüphanelerin alana ihtiyacı var, artık binalarına sığmıyorlar. Merkezi yerde olanların genişleyecek alanı yok, onlara yeni alanlar bulunabilir mi?
İki kütüphaneyi her zaman düşünürüm: biri Beyazıt Devlet Kütüphanesi, diğeri Atatürk Kütüphanesi.
Okul kütüphanelerinin de işlevini bir kez daha anımsatmak isterim. Okullarda çalışabilecekleri bir kütüphane her zaman olmadığından öğrenciler genel kütüphanelerde ders çalışıyorlar.
İyi bir şair olduğu kadar iyi de bir çocuk hekimiydi Kansu.
Cumhuriyet’in inançlı kuşağından bir hekim olarak hemen hemen Anadolu’nun bütün kentlerini dolaştı.
Çocukları iyileştirerek sağlıklı bir kuşak yetişmesini sağlayanların başında gelir.
Cumhuriyet’i, devrimlerini benimsemiş, yaşamı boyunca da bunun alçakgönüllü bir uygulayıcısı olmuştu.
Kansu ailesi, onun adına bu yıl çalışmalar yaparak anısını yaşatacak, genç kuşaklara iletecek.
Ceyhun Atuf Kansu, yıl boyunca çeşitli illerde sergiler, yeni kitap yayımları, belgeseller, çalıştaylar, toplantılar, gösteriler, şiir ve beste yarışmaları ile anılacak.
Anma toplantıları:
Kansu için bu yıl ilk toplantı, 12 Mart günü İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi’nde gerçekleşecek.
Serenad (1) CD’sini de dinlerken başarılı, nitelikli çizgisini sürdürdüğüne karar verdim.
Albümde o şarkı için dedikleri önemli:
“Burgazada şarkısı benim yorumculuğumda dönüm noktalarından bir tanesidir.
Duygusu ve yazılışındaki zorluk ve bir de üzerine sevgili Fazıl Say’ın, hem klasik hem etnik hem de Türk sanat müziği tarzında söylememi istemesiyle, bu dokuz dakikalık şarkı ömrümden ömür almıştır bilesiniz...”
Bu özen de şarkının bizi daha çok etkilemesini sağladı.
Bilirsiniz ithaflar benim için önemlidir:
“Bu albüm annem Süheyla Bağcan ve babam Savaş Bağcan’a adanmıştır.”
Dileğini de şu sözlerle iletiyor:
Bilim insanları üzerine hazırlanan armağanlar iki açıdan önemlidir. Birincisi onun değerini hatırlatmak, ikincisi de bu vesileyle birçok önemli araştırmanın o kitapta yer alması.
Yakından tanıdığım Gönül Tekin için hazırlanan ‘Âb-ı Hayât’ı Aramak’ başlıklı, Ozan Kolbaş ve Orçun Üçer’in hazırladığı ‘Gönül Tekin’e Armağan’ kitabını hem eski günleri anarak hem de çalışmalarını bir kez daha hatırlayarak okudum.
Gönül’ün hayatını okurken, verdiği emeği öğreneceksiniz. Bir başarının ardındaki tutkuyu bir roman lezzetinde okudum. İlk sayfada yayına hazırlayanların bir yazısı var: ‘Ben İçmişem Âb-ı Hayât, Ermez Bana Hergiz Memât’. Ömür Ceylân’ın ‘gelür’ redifli şiiri tarih düşürüyor.
Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki üniversitelerde ve Amerika’da yaptığı çalışmalarla Türk dili ve edebiyatı alanında zirve adlardan biridir Gönül Tekin.
Kitap dört bölümden oluşuyor:
Âb-ı Hayât’ı Aramak
Fuar pazar akşamına kadar devam edecek.
Kimler bu fuara gider?
Benim gibi hobisi kırtasiye olanlar. Biz öyle bir grubuz ki, yeni bir silgi, yeni bir kalem, şık bir defter, güzel bir mürekkep şişesi, dolmakalemden tükenmeze, kurşunkaleme yeni bir ürün görünce mutlu oluruz. Geniş bir yelpaze içinde, başka bir dünyada yaşarmış gibi hissederiz kendimizi.
Bireysel bir ziyaret nedenidir bu.
Ana-babalar, çocuklar, öğrenciler de çantadan boya kalemlerine kadar geniş bir seçenek listesini bu fuarda bulurlar. Fuarların bu özelliği beni çeker. Bir seçim denizinde bulursunuz kendinizi, aradıklarınızı da bulursunuz, yenilikleri de.
Çocukların, öğrencilerin renkli dünyasını yansıtan, çantalardan defterlere, tahtalara kadar kırtasiyenin nereden nereye geldiğini göreceksiniz.
Çoğu kimse kalem ve defter konusunda yaz-at kuralını uyguluyor. Günübirlik bir zevkten yana değilim. Çünkü sevdiğiniz bir defter, bir kalem uzun sürede yanınızda kalmalı ki tadını çıkarın.
Fuarın tam adı şöyle:
Arpad, Anna Seghers’in ‘Transit’ adlı eserinin aynı adlı çevirisiyle Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’nü kazanmıştı.
Gökhan Güvener’in sorularını yanıtlayan Arpad, Alman edebiyatından dilimize yirmiye yakın eser çevirdi. Babası Burhan Arpad da önemli bir gazeteci ve çevirmendi.
Altın Kitaplar Yayınevi’nde çalışırken kitaplar aracılığıyla aramızda bir dostluk kurulmuştu. İyi bir çevirmen olmanın kuralları konusunda Yüksel Pazarakaya ile düşünceleri örtüşüyor. Çevirmen hem özgürdür hem de yazarın anlatımına bağlıdır diyor. Batı ülkelerinde yayıncı-çevirmen ilişkisi daha ciddiye alınıyor. Yabancı dil bilmenin yanında genel kültürün de şart olduğunu ileri sürüyor.
Ahmet Arpad, babası Burhan Arpad’ın Erich Maria Remarque’ın ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ romanının çevirisini hatırlatarak yazar-çevirmen ilişkisi üzerine ilginç bir anekdotu hatırlatıyor.
Bu arada 20’nci yüzyılın Alman dilinde yazılmış en başarılı eseri kabul edilen ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’un yazılışının üzerinden tam 90 yıl geçmiş.
‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ romanı 31 Ocak 1929’da yayımlandı. 1930 yılında Amerika’da beyazperdeye uyarlanan, elli dile çevrilen, yirmi milyon baskı yapan bu roman geçen yüzyılın ilk ve en başarılı savaş karşıtı eseri olarak kabul edildi. Remarque bu eseriyle Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarını on yıl sonra bile bir türlü saramamış Weimar Cumhuriyeti insanlarını yüreğinden vurmuştu. Okurları savaş yüzünden travma geçirmiş, ruhsal dengesini yitirmiş, çökmüş bireylerdi. Remarque da onlardan biriydi. 19 yaşında cepheye sürülmüş, ağır yaralı olarak bir yılını askeri hastanelerin koğuşlarında geçirmişti. Remarque, 20’nci yüzyıl Alman edebiyatında hiçbir yazarın ulaşamadığı büyük bir ün bırakarak 1970 yılının eylül ayında İsviçre’de bir hastanede öldüğünde yetmiş iki yaşındaydı.
BAKIN BANA İSTANBUL’DAN NE GETİRDİ
BURHAN
Çünkü çeviri ödüllerinin verildiği, birçok kitabın çevrildiği bir ortamda çeviri üzerine bizi bilgilendiren her yazı, bir okur olarak önemlidir.
Yüksel Pazarkaya’nın çevirmen olarak önemi, hem Alman edebiyatının en önemli adlarını Türkçeye çevirmiş olması hem de Türk edebiyatının önde gelen adlarını Almancaya çevirmiş olmasıdır.
Bazı çevirmenler iyi birer çevirmen olarak çeviri tarihine geçerler ama kendi ülkelerinin edebiyatını tanıtmak için bir çaba göstermezler.
Pazarkaya, çeviriyi bir dünya edebiyatı bütünleşmesinin aracı saymış, çalışmalarını da bu anlayış ekseninde yoğunlaştırmıştır.
Almanya’daki radyo yöneticiliğinde de Türk edebiyatının haberlerini orada yaşayan Türklere iletmiştir.
Önsöz’de kitabın amacını açıklıyor:
“Telif kitaplarımın yanında yarım yüzyıldır Almancadan Türkçeye, Türkçeden Almancaya çeviriler yapıyorum. Karşılaştığım çeviri sorunları üzerine ister istemez düşünüyorum. Bunları makale, bildiri ve sunumlara da döküyorum.
Özellikle Rainer Maria Rilke’nin bütün şiir kitaplarını çevirip yayınlama sürecinde, karşılaştığım sorunlar üzerine çevirinin felsefesi ve estetiği açısından da düşünmeye, konuyu çeşitli yönleriyle incelemeye başladım. Üzerinde düşündükçe ve araştırıp inceledikçe, çeviri poetolojisinin aslında yazın poetolojisinden pek farklı olmadığını gördüm. Tek fark şu ki, yazın poetolojisinin kaynağı dilin kendisiyken, çeviri poetolojisinin kaynağı çevrilecek yapıt ile yapıtı oluşturan dil ve dil yapısı.”