Bu demektir ki İstanbul’un çeşitli semtlerinde sabahtan akşama kadar müzik yankılanacak.
Yaşadığınız ya da bilmediğiniz mekânları müzikle tanıyacaksınız.
Bu yılın teması “Var olmanın karanlığı, var olmanın aydınlığı”.
30 Haziran’a kadar yaşamınızı seslendirecek günleri ajandanıza kaydedin.
Klasik Batı müziğinin tanınmış solistlerini, topluluklarını dinleyeceksiniz.
Müzik dışında birçok yazar, müzisyen program hakkında konuşmalar yapacak.
Bildiğiniz salonların yanı sıra, sabahları da yeni tanıyacağınız mekânlarda müzik dinleyeceksiniz.
15 Haziran saat 11.00’de Avusturya Kültür Ofisi bahçesinde Viyanalı blok flüt üçlüsünü seveceğinizden kuşkum yok.
(Beş üzerinden dört yıldız)
Ben Leyla Gencer
Evin İlyasoğlu
Yapı Kredi Yayınları
352 sayfa
125 TL
Evin İlyasoğlu, Leyla Gencer’in meslekte zirveye çıkışının öyküsünü yazarken, o dönemde başka sanatçılar hakkında bilgi vererek de bulunduğu ortamı aktarıyor. Böylece onu daha doğru biçimde değerlendiriyoruz. Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda ilk temsilini dinlediğim Leyla Gencer’in ‘long play’lerini İtalya’ya kitap fuarı için gittiğimde toplamıştım.
‘Önsöz’ün başlığı ‘Leyla Gencer’i Yazmak’: “Leyla Gencer, La Diva Turca, 20. yüzyılın gelmiş geçmiş muhteşem sopranosu olarak müzik tarihine geçti. Doğa vergisi yeteneği, inanılmaz enerjisi ve çalışkanlığıyla 20. yüzyıl opera icracıları arasında unutulmaz bir yere sahip oldu. 1950’den 1983’e kadar opera temsilleriyle dünya sahnelerinin aranan prima donnasıydı. Opera temsillerinden sonraki yıllarında resitalleriyle, hatta çadır tiyatrolarındaki temsilleriyle, konferanslarıyla, hocalığıyla hep gündemde kaldı. Kendini yeni kuşak operacılar yetiştirmeye adadı. Bugün nice opera sanatçısına veya operasevere sorun, hepsi de La Scala’nın bu ünlü Diva’sını tanımlamadan önce neredeyse saygı duruşuna geçecektir.”
Başlık şöyle:
‘Yirmi klasik kitap’.
Kitapların çeşidini de ana başlıklar altında saptamış:
Yemek ve bahçe üzerine kitaplar
Sanatçıların hayatı üzerine kitaplar
Yirminci yüzyıl İngiliz kadın yazarları
Klasik eserler
Aile ve aile meseleleri üzerine yayınlar
İstanbul Kültür Üniversitesi’nde yeni bir sergiye gittim.
Sergi kataloğunun
başında üniversite mütevelli heyeti onursal başkanı Fahamettin Akıngüç’ün bir sunum yazısı var:
“Kısa adı İKÜSAG olan İstanbul Kültür Üniversitesi Sanat Galerimiz, bugüne kadar resim, heykel, fotoğraf, tasarım olmak üzere farklı dallarda ürün veren sanatçılara ve yapıtlarına ev sahipliği yaptı.
Tüyap Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Ünal’ın vizyonuyla şekillenen ve her yıl ARTİST etkinliğiyle giderek zenginleşen TÜYAP Koleksiyonu’nda emeği geçen tüm sanatçıları ve kültür dostlarını içtenlikle selamlıyor; kendilerine uzun, verimli ve rengârenk bir sanat yaşamı diliyorum.”
Rektör Prof. Dr. Erhan Güzel de serginin fakültedeki önemini vurguluyor:
“Kültür, kendi yapıları
25 Nisan’da başlayan Belgesel Günleri, bu türde Türkiye’de ve başka ülkelerde yapılan nitelikli çalışmaların yarışmasını,
ödüllendirilmesini sağlıyor.
Açılış filmi The Eye of İstanbul’du.
- Günlerde toplam 73 belgesel film seyredildi.
- Yarışma bölümünde 10’u öğrenci, 10’u profesyonel ve 12’si uluslararası kategoride
olmak üzere toplam 32 film seyredildi.
- TRT yapımlarının da yer aldığı ‘Özel Seçki’de belgesel sinemanın en seçkin örnekleri yer aldı.
- Panorama bölümünde evrensel temaları, çarpıcı içerikleri ve yenilikçi görsel ve anlatımsal yaklaşımlarıyla dikkat çeken yapıtlardan oluşan geniş bir yelpaze sunuldu.
Mağazalara girdiğinizde, bluetooth’dan pikaplara kadar çeşit önünüze açılmış.
Pikapları görünce Ece Ayhan’ın Fayton şirinden dizeler aklıma düştü:
“O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının”.
Sevgili Ertuğrul Özkök, ben LP dinlerken derdi ki “Doğan Bey nasıl müzik dinliyor biliyor musunuz? Önden giden biri, pikabı taşıyor o da arkada hoparlörleri tutuyor.”
Aziz arkadaşım, zaman benden yana işledi; o da o zaman bir pikap almıştı hâlâ kullanıyor mu bilmem.
O dijital müzik dünyasından listeler yapıyor.
yumurta kapıya geldi ki artık her gün her televizyonda ekoloji haberleri, programları seyrediyorum. Benim gibi doğayı sadece Yaşar Kemal romanlarından bilen biri için, tehlike çanlarının çaldığını fark ettim. Açık Radyo’nun bir özelliği, birçok konuyu önceden fark etmesi ve bize fark ettirmesidir. Bir program daha kitaplaştı: ‘Açık Yeşil-Teorisi ve Pratiği ile Bir Ekoloji Rehberi’.
Yayına hazırlayanlar Ömer Madra ve Ümit Şahin.
Ekoloji, uluslararası sözlüklerde “Canlı varlıkların hem birbirleri hem de fizik çevreleriyle ilişkilerini ele alan bilim dalı” diye tanımlanıyor.
Bu kitap neymiş özetleyelim: “On yılı aşkın süredir Açık Radyo’da devam eden, Türkiye ve dünya çapında ekoloji mücadelesinin seyrini kayıt altına alan ‘Açık Yeşil’den bir ekoloji rehberi. Üstelik teorisi ve pratiği ile... Açık Yeşil’in bu birinci kitabı, her gün 150-200 canlı türünün yok olduğu, iklim krizinin tüm dünyanın gündemine oturduğu ‘İnsan Çağı’nda (Antroposen) çevre ve iklim hareketlerinin teorik temellerini ortaya koymanın yanı sıra Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından alan kayıtları ve mülakatlara yer verilen bir başvuru kaynağı niteliği taşıyor.”
Bu konu geçen gün televizyonda vardı...
Hepimiz her gün “Bu havalara ne oldu” diye soruyoruz. Eriyen buzların bir gün yaşadığımız eve kadar geleceğini hesaplayamıyoruz. Doğanın dengesi bozulduğu için aç kalan hayvanların şehirleri işgal ettiğini televizyonlardan seyrediyoruz. Ama bu konuda ne bilgilenmek istiyoruz ne de önlemleri söz konusu ediyoruz. İşte ‘Açık Yeşil’, bize ekolojik bilinci kazandırıyor. Her kitabın oluşum öyküsü benim dikkatimi çeker. Çünkü kitap okuma yöntemini ona göre tayin ederim. Anlaşılır bir dille konuşulmuş ve yazılmış bir kitap.
Okuduğunuzda, “Bu konu geçen gün televizyonda vardı” diyeceksiniz. Ayrıca doğayla, iklimle ilgili belgeselleri seyrediyorsanız, o zaman yüzeysel öğrendiklerinizi derinden, ayrıntısıyla öğrenmek isteyeceksiniz.
İlk kez Prof. Dr. Tuğrul İnal’ın çağrısıyla konuşma yapmaya gitmiştim. Adı bir salona verildi. İkinci kez de öldürülen öğretim üyesi Bedrettin Cömert’in anma toplantısına katılmıştım. Düzenlemeyi Barış Gümüşbaş yapmıştı.
Şimdi de kampus günlerinde bir konuşma yapmak üzere Rektör Prof. Dr. Halûk Özen’in çağrısıyla gittim.
Üç gün sürdü etkinlikler: 17-18-19 Nisan 2019.
Kampus bizim zamanımızda olmayan bir yer. En çok benim zamanımda üniversitelerde bir kantin vardı. O da küçük bir yerdi, sigara dumanından göz gözü görmezdi.
Geniş bir alanda her türlü etkinlik yapılıyor.
Hiç kuşkusuz üniversitenin en önemli yeri Hacettepe Sanat Müzesi. Özellikle eğitim kurumlarının kendi müzeleri olması önemli bir girişim.
Rektör Prof. Dr. Halûk Özen’in üniversitenin işlevi ve sanat müzesi üzerine verdiği bilgi:
“Çağdaş eğitim modeli ve temel bilimsel araştırmaların yanı sıra sanata ve sanatçıya önemli destekler sağlayan projeleriyle her zaman öncü rollerden birini üstlenen üniversitemiz, kurmuş olduğu sanat müzesiyle hiç şüphesiz bu rolü daha da pekiştirmiştir. Sanatın özgür, özgün, yaratıcı, eğitici, yönlendirici ve geliştirici nitelikleriyle beslenip özgür düşünceli, özgür iradeli, yaratıcı, üretken, çağdaş bir birey kimliğinin oluşabilmesi için geleceğe yönelik yapılan entelektüel yatırımlardan biri olarak Hacettepe Sanat Müzesi, üniversitemizin bu anlamda göstermiş olduğu görev ve sorumluluk bilincinin bir ürünüdür. Kuruluşundan bu yana (2005) çağdaş ve yaşayan müzecilik anlayışıyla hareket eden Hacettepe Sanat Müzesi, yıllar içinde özellikle sanatçıların yapmış oldukları bağışlarla önemli bir birikim sağlamıştır. Türkiye’de kurumsal düzeyde en önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip olan müzemiz, bu haliyle Türk plastik sanatlarının yakın tarihine olduğu kadar bugüne de tanıklık etmek isteyenler için kapsamlı bir kaynak ve bellek oluşturmaktadır.”