Müzik belleği beğenilerin en kalıcı olanıdır. Attilâ İlhan’ın dediği gibi yurtdışında iken bir türkü size memleketinizi getirir, hasretini hatırlatır.
Yalnız dinleyicilerin değil, bestecilerin, icracıların da belleklerinde seçtiği parçaların öyküsü vardır.
Oya Ergün’ün “Oyalı Türküler”(1) CD’sini dinlerken böyle bir giriş yapma gereği duydum.
Sanatçı çalacağı, söyleyeceği parçaları nasıl seçer? Hepimiz merak ederiz, çünkü mutlaka onun kulağında, yüreğinde bıraktığı bir iz vardır.
Oya Ergün’ün söylediği türküler üzerine yazdıkları, duyarlı bir sanatçının repertuvarı konusunda verdiği bilgilerdir.
Bazı türküler var ki benim belleğimde her zaman tınlar.
Kültür Bakanlığı’ndaki kurulların birinde birlikte çalıştığım Ankara’da tanıdığım Prof. Dr.
Kapalıçarşı’yı gezin
İstanbul’da yaşayıp da Kapalıçarşı’dan geçmeyen var mıdır? Varsa hemen gidip görsün. Ali Şükrü Çoruk’un ‘Geçmişten Geleceğe Kapalıçarşı’ kitabında burayı tanıtan uzmanların, akademisyenlerin yazıları var. Kapalıçarşı edebiyatımızın da konusu olmuştur. Orhan Veli, Ece Ayhan, Sezai Karakoç onun üzerine şiirler yazdı. Güzel fotoğraflar da kitaba ilgiyi arttıran unsurların başında geliyor.
Acele etmeden okuyun
Mathias Énard’ın daha önce Goncourt Ödülü’nü kazanmış romanı ‘Pusula’, Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nü de aldı. Dilimize Ebru Erbaş çevirdi. Öyle bir roman ki edebiyat tarihine, müzik tarihine göndermelerle okuru hem düşündürüyor hem de büyülüyor. Okurken sevdiğiniz bir yazarın adı geçiyor; başka bir satırda bir müzisyeni dinleme arzusu uyanıyor.Sindire sindire okuyacağınız bir roman.
Savaşın korkunçluğunu
“Arabamın atları
Boyalı kanatları”.
At, edebiyattan sanat tarihine kadar birçok yerde varlığını gösterir, esin kaynağıdır.
At denince elbette Necip Fazıl Kısakürek’in At’a Senfoni kitabını anımsarım. Ne demişti:
“Dokuz yaşında ata bindim yalan olmasın, bir daha inmedim”.
Nâzım Hikmet’in Salkımsöğüt şiirindeki “Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!” dizesini nasıl unutabilirim.
Avni Arbaş’ın atları sanat tarihinde atın işlenişinin en güzel örneklerindendir. Yaşar Yılmaz’ın kitabını bir kez daha söylemeli:
Avni Arbaş - Başkaldıran Atların İsyanı.
Ödülün genel sekreterliğini Nilay Kartal yürütmektedir.
Ödül jürisi kimlerden oluşuyor:
- Başkan
Doğan Hızlan
- Üyeler:
- Sevin Okyay - İngilizce
- Ayşe Sarısayın - Almanca
Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğretim görevlisi ve Arp Sanat Dalı Başkanı, arp sanatçısı ve pedagog Ceren Necipoğlu, Brezilya’nın başkenti Rio de Janeiro’da verdiği konserden dönerken, 1 Haziran 2009’da Air France Havayolları’na ait uçağın Atlas Okyanusu’na düşmesi sonucu yaşamını yitirmişti. Ceren Necipoğlu İstanbul Uluslararası Arp Festivali, ömrünü arp sanatına adayan Necipoğlu’nun “paylaşarak öğrenme” misyonunu yaygınlaştırmayı ve Türkiye’de arp sanatının gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Festival, sanatçının ablası A. İmre Tüylü’nün önderliğinde düzenleniyor.
Sanat yönetmenliğini, dünyaca ünlü arp sanatçısı Florence Sitruk’un üstlendiği festivalin programında, tüm dünyadan sanatçıların katılabileceği Solo Arp ve Oda Müziği Yarışmaları, konserler ve ustalık sınıfları yer alıyor.
Başkanlığını, uluslararası arp sanatçısı Marielle Nordman’ın üstlendiği Solo Arp Yarışmaları jürisi, eğitmen ve solo arp sanatçısı Irena Czubek-Davidson, piyanist ve pedagog Paola del Negro Plano, arp sanatçısı, besteci ve eğitmen Eleanor Turner ile arp sanatçısı ve öğretim elemanı Gözde Ece Yavaş’tan oluşuyor.
ARPIN TELLERİNDE TUTKULU BİR YAŞAM
MÜZİK çalışmalarına İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda başlayan Ceren Necipoğlu, konservatuvarın Arp Sanat Dalı İleri Devresi’nden ve bu kurumdaki eğitimiyle eşzamanlı olarak İstanbul Alman Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Mütercim-Tercümanlık bölümlerinden mezun oldu.
Başarılı solistlik yaşamının yanı sıra, çok önemli burslar aldı, 2002-2023 akademik yılında aldığı davet üzerine Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Arp Sanat Dalı eğitimini başlattı, Eskişehir’in ilk arp öğrencilerini yetiştirdi, öğrencileri yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül kazandı.
Öğrenimi süresince çeşitli orkestralarla konserler verdi.
Türk bestecilerinin bestelerini yurtiçinde ve yurtdışında seslendirdi.
Ben de yemek kitaplarını varaklarken, karşıma bir de Madam Roza Levis çıktı.
Sofra deyip de geçmeyin, onun kurulması, âdabı, kuralları vardır.
Bizde tek kelimeye indirgenen bu merasim, yüzyıllardır egemenliğini sürdürüyor.
Masamdaki yemek kitaplarını varaklarken birden, “Osmanlı Hanımları Mutfakta”* kitabının sayfalarına daldım.
Karşıma sofra adabını bilen, ünü sınırlarımızı aşan Madam Roza çıkınca, onun hatırını kırmamak için, kitabı okumaya başladım.
Elbet Madam Roza kadar, Sunuş’u yazan İrvin Cemil Schick’in de rolü var.
Kitabın tam başlığı şu:
“Osmanlı Kadın Dergilerinde Yemek ve Mutfağa Dair Makaleler”.
Haluk Dursun’un (1957-2019 ) ‘İstanbul’da Yaşama Sanatı’ kitabının ‘Önsöz’ünden birkaç satır alıntı: “İstanbul’a ilk defa 1968 yılı sonbaharında geldim. Buradaki ‘geldim’ sözü İstanbul’u ‘görmeye’ değil, İstanbul’da ‘kalmaya’, ‘İstanbullu olmaya’ geldim olarak değiştirilebilir. Ortaköy’de Çırağan Sarayı’nın bir bölümü olan Fer’iye Sarayı’nda -Galatasaray Lisesi’nde- ilk gecem geçti. İstanbul’un ilk manolyasını o sarayın bahçesinde, ilk lüferini önündeki denizde, ilk Boğaziçi mehtabını oradaki bir gecede, ilk açılmış erguvanını hemen karşısındaki Fethi Paşa Korusu’nda gördüm. Hem Avrupa Yakası’nda, Rumelihisarı’nda Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olarak hem de çok daha uzun yıllar Marmara Üniversitesi’nin Anadoluhisarı Kampüsü’nde hoca olarak bulundum ve aradan bir hayli süre geçtikten sonra Boğaziçi’ni tekrar keşfetmek imkânına kavuştum. 1983 yılından beri İstanbul’u sadece ben yaşamıyor, İstanbul’a can gözü’yle sadece ben bakmıyor, talebelerime de aynı tavrı, aynı yaklaşımı vermek için çalışıyor, bu amaçla İstanbul gezileri yapıyorum.”
Sizi gezdirmiyor, sizinle birlikte geziyor
Yeni baskıya yeni ‘Önsöz’ün imzası: Haluk Hoca’nın boncuk kızı. “İstanbul’a ilk defa 1986’da ‘İstanbullu olmaya‘ gelmiş bir âlimin, bir gönül insanının, bir tarihçinin, bir çelebinin, bir kültür hafızasının ve en önemlisi bir hocanın İstanbul’da yaşamanın sanatını anlattığı bu kitabın yeni baskısında, vefatının 7’nci gününde bu önsözü yazmanın ağırlığı, hüznü ve dahi garip bir mutluluğu ile, bu kitabın ilk baskısı için kendisinin yazdığı ‘Önsöz’den duygularını en güçlü anlattığına inandığım paragrafı tüm okurlarına örnek olması için yineleyerek sözlerime başlamak isterim: ‘İstanbulluların İstanbul’u sevmesi için tanıması, geçmişteki önemini ve tarihi güzelliklerini bilmesi gerekir. Yeni İstanbullu eski hemşehrilerinin nasıl yaşadığını, hangi güzellik ortamı içinde bulunduğunu görüp tadamamış olsa bile, en azından duyabilmeli, öğrenebilmeli ve imrenebilmelidir. Günümüzde maalesef artık kalmayan ortak İstanbul kültürü, ancak ortak İstanbul tarih bilinci ile oluşturulabilir’.”
Yazıların altında yer alan ‘Meraklısı için notlar’ geniş okumalara yelken açmamızı sağlıyor.
Dursun’un kitabında her semtin tarihi, edebiyatı var. O semt hakkında yazılmış en güzel şiirleri de bu kitapta bulacaksınız. Böylece semti niçin sevdiğinizi de anlamış olacaksınız.
Yazar sizi gezdirmiyor. Bilgiç bir rehber tavrı takınmıyor, sizinle birlikte geziyor, o zaman İstanbul’u bilen bir arkadaşla bir kenti tanıyorsunuz.
Kitap 8 ana bölümden oluşuyor:
* I. Bölüm: İstanbul’un Derunûna Âşık Olmak
Okuma kültürü üzerine yapılan araştırmayı da bu şekilde okumak gerekir.
Araştırma, Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından OKUYAY (Okuma Kültürünü Yaygınlaştırma Platformu) için KONDA’ya yaptırılmış.
Türkiye’de okuma kültürü araştırması veri ve analizlerinin paylaşıldığı rapor, 15 yaş üstü nüfusun okuma alışkanlıklarını, kitap seçme, okuma ve satın alma davranışlarını, sosyal medya, televizyon vb alışkanlıklarını anlamak, kitaba erişim, kütüphane kullanımı, fuar ziyareti konularındaki düşüncelerini öğrenmek ve okuma kültürünü yaygınlaştırma konusunda yapılması gerekenleri ortaya koymak için hazırlanan sorular aracılığıyla elde edilen verilerden oluşmakta.
Önemli amaçlarından birinin “okumayı en çok neyin tetiklediğini” belirlemek olduğu bu araştırmada, Türkiye’de okur profilinin ve okuma kümelerinin belirlenmesi, bu okuma kümelerinin okuma davranışlarının incelenmesi, ailelerin çocuklarına nasıl ve ne kadar kitap okuduklarının ortaya çıkarılması, kütüphane algısının anlaşılması, kitaplara ve kütüphanelere erişimde karşılaşılan zorlukların tespit edilmesi hedeflenmiş:
- Araştırmada okuduğu tespit edilen yüzde 42 ‘okuyanlar’ kümesi olarak tarif edilmiştir. Bu kümedekiler nasıl sorulursa sorulsun kitapla teması olduğunu belirtiyor ve son 3 ayda ortalamada dörtten fazla kitap okuduğunu söylüyor. Bu küme ağırlıklı olarak genç, eğitimli ve metropolde yaşıyor.
Ancak, azımsanmayacak oranda kırda yaşayan, eğitimi düşük ve 49 yaş üstü kişiler de “okuyanlar” kümesine dahil oluyor.
- Okumanın önemli olduğuna toplum olarak inanıyoruz! Okumayanlar ve kitapla teması olmayanlar içinde okumanın önemine inanmayanların oranı çok düşük. Hangi açıdan bakarsak bakalım, kitap okuma oranının yüzde 50’nin üstüne çıkmadığı bir toplumda okumayla ilgili negatif ifadelere yüzde 70’in itiraz etmesi ve yüzde 10 ila 15’in de çekimser kalması okuma kültürü adına olumlu bir tablo olarak yorumlanabilir.
- Az okuyanların ve okumayanların okuma kültürüne bakışları olumlu görünüyor. Okumaya dair düşünce, yaklaşım ve tercihleri okuyanlarla paralel. Dolayısıyla okumayı yaygınlaştırma karşısında zihniyet açısından bir engel yok.