Televizyon, internet, telefon çoğunluğun okuma eyleminin yerini alıyor. Bazı alışkanlıkları anlayamıyorum. Kimileri, ‘Ben telefondan okuyorum’ diyor. Bir kitap satırların altı çizilmeden, not alınmadan nasıl okunur anlayamıyorum.
Kitap okuma alışkanlığının kazanıldığı iki yer vardır; biri aile, diğeri okul. Bugün ünlü birçok edebiyatçı öğretmenlerinin yönlendirmesiyle yazar olmuşlardır. Aile evinde kitaplık yoksa çocuk bir okuma isteğine sahip olamaz.
Hiç kuşkusuz okuma denilince sadece edebiyat eserlerinden söz etmiyoruz. Okuma geniş bir kavramdır, elbet ükenizin ve dünyanın sayılı edebiyatçılarının eserlerini okumadıkça ne yaşadığınız ülkeyi ne dünyayı anlayamazsınız. Eski yıllarda kütüphanelerden yararlanmak mümkün değildi. Çünkü sabah dokuzda kapılarını açar, akşam yedide kapılarını kapatırlardı. Çalışan bir insanın kütüphaneden yararlanması mümkün değildi. Şimdi birçok semtte kütüphane var; üstelik çoğu 24 saat açık, yiyecek ikram ediyorlar okurlara.
Kitap fuarlarının okur sayısının artmasında yararı olduğuna inanıyorum. TÜYAP’ın rakamları kimi zaman beni umutlandırıyor. Çocukluktan kitap sevgisini aşılamak gerek, şimdi çocuk kitaplarının içleri kadar dışları da çekici. Fuarlarda her yıl çocuk kitaplarının standları büyüyor.
Sevgili Onat Kutlar, Paris’ten döndükten sonra geceleri de seyyar kitapçıların yokluğundan yakınıyordu. Bu isteği ne yazık ki korsan baskı sergileri karşıladı, şimdi geç saatlere kadar açık olan AVM’deki kitapçılar karşılıyor. Bilmiyorum o yerlere kitap ısmarlanıyor mu? İnternetten alınan kitapların sayısı ne kadar, yayınevi yetkilileri bu konuda ne der bilmiyorum.
Kitap almak kadar yazarla görüşmek, tanımak, ona sorular yöneltmek de ayrı bir okur zevki. Ünlü tanıdığım edebiyat hocalarında okuyanlar bugün tanınmış birer yazar.
Örnek vereyim: Behçet Necatigil, Rauf Mutluay, Salim Rıza Kırkpınar.
Kitap oku denince tavsiyelerimiz edebiyat eserleri içinde kalır. Oysa merakımız, mesleğimiz bizi daha geniş alanların eserlerine yönlendiriyor.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sözü belleğimden çıkmaz: “Yıllar yarlardan, yarlar yıllardan vefasız.”
Yılın bilançosunda öne geçen duygu kaybettiğimiz dostların hatırlanmasıdır. Ne kadar odanıza çekilip edebiyat ve müzikle baş başa kalsanız da televizyonlar, internet sizi dünya ahvalinin içine çekiyor. Ben bütün yılbaşlarını evimde geçirdim, ‘çılgın kalabalıktan uzak kalma’ başarısını gösterdim.
Bir kan gölüne dönen dünyada mutluluk kelimesinin bir geçerliliği yoktur. Gene de umut sözcüğünü kendimizden uzaklaştırmayalım. Bütün bu dağdağa içinde Yunus Emre ile Shakespeare’i masamda açık tutarım, insanoğlunun yüceliklerini de ihtiraslarını da onlarda bulurum.
Umudun bittiği yerde Yunus bize yol gösterir: “Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası” diyor.
Zaman zaman bir meczubun saçmalarını Shakespeare, “ses ve öfke” diye özetliyor. Yazarın yazarı etkilemesi benim çok hoşuma gider, William Faulkner da romanın adını ondan esinlenerek “Ses ve Öfke” diye koymuştu. Sevgiyle andığım Rasih Güran da dilimize çevirmişti.
İnsanoğlu hatırlamakla unutmak kavramları arasında bir gelgiti yaşıyor.
Bir yılın muhasebesini yapar mısınız? Geri dönmeler beni hüzünlendirir. Ama bir yılın okuduklarınızı, dinlediklerinizi gene de bir deftere yazın.
Hâlâ defter kullanıyor musunuz? Ben defterlerimi ve ajandamı ihmal etmem, dolma kalemle yazdığım notlarımın şifa bulmaz esiriyim. Küçük bir not. Hatalarınızı, kötülüklerinizi unutmayın. İyilikleri belleğinizden silin. “
Yıllar öncesinden neleri dinlemişim, neler anılarımla yoğrulmuş, müzik zevkim değişmiş mi, gelişmiş mi, modalar beni etkilemiş mi, kalabalıkların zevkiyle çakışmış mıyım, çatışmış mıyım?
Müzik seven biri yalnızlığı da sever. Müzik sadece bir eşlik öğesi değildir, neşeyi de hüznü de içinde barındırır. Tercihinize göre sevdiğiniz sesleri, sevdiğiniz parçaların listesini yapmışsınızdır. Benim böyle bir listem var, ayrıca ailemin sevdiği, çaldığı parçaların listesi çalışma masamın gözünde durur.
Teknolojinin bu kadar gelişmediği zamanlarda Türkiye’de iyi müzik setlerini bulamazdınız. İsveç’te yaşayan arkadaşlarım benim için bir müzik seti aldılar, Ayvalık’a getirdiler. Oraya seti almaya gidip İstanbul’a getirdim, evimizde Selim İleri ile birlikte uzun geceler müzik dinlerdik.
Geçmişten bugüne uzanan bir liste yaptım:
İncesaz 10-Mavi Kayık
....................
Cem Karaca-Cemaz-Ül-Evvel
.......................................
Yazar birçok edebiyatçının kitaplarını tarayarak bize örnekleri sunuyor, bir tür sözlük görevini üstlenmiş bir kitap:
“de ki mi: Yaygın Yazım Yanlışlarından Kaçınma Kılavuzu - Rüstem Kurtoğlu”
İlk yazı ‘Teşekkür’ başlığını taşıyor ve kitaba emek verenlere teşekkür ediyor.
Giriş:
“Türkçenin doğru ve güzel kullanıldığı, içerik bakımından doyurucu yazıları okumaya doyamıyorum. Güzel yazılar okumak bir tutkudur bende. İyi yazılar okurken, içimden ‘Şu yazı bitivermese hemen!’ derim hep.
Bir de Türkçenin yazılım, noktalama ve sözdizimi kuralları gözetilmeden kaleme alınmış, özensiz, düzensiz yazılarla da karşılaşıyorum.
Bu tür yazı çiziktirmelerinin yoruculuğunu, özenli okurlar çok iyi bilirler.
Yaşamım boyunca, güzel yazıların iz sürücüsü ve okuyucusu olmaktan büyük keyifler aldım; ilgimi hep güzel yazılar üzerinde yoğunlaştırdım ve doğru yazımı amaçlayan bu çalışmanın kapısını da bu coşkuyla, bu gönüllülükle araladım...”
Birçok edebiyatçı dostum Suriye’ye gitti. Ben sadece bir kez İstanbul’da Suriye Kültür Bakanı hanımla öğle yemeğinde buluşmuştum.
Dileğim yeni dönemde de edebiyatçı buluşmalarının devam etmesi.
Geçmişte yazar buluşmalarını sağlayan Mehmet Karaca’dan aldığım yazıyı yayımlıyorum.
“Saygıdeğer Büyüğüm,
Arap edebiyatçılarla ilgili kısa bir bilgi sunuyorum.
Mart 2004 tarihinde eşimle birlikte genel merkezi Şam’da bulunan Arap Yazarlar Birliği’ni ziyaret ettik.
Arap Yazarlar Birliği 21 Arap ülkesi Yazarlar Birliği’nin bir çatı örgütüdür.
Arap Yazarlar Birliği Genel Başkanı
Makal, müziğe ilgisini şöyle özetliyor: “Mülkiyede 41 yıl hocalık yaptım, Türkiye’nin emek tarihi/toplumsal tarihi ağırlıklı araştırmalarım, kitaplarım, makalelerim oldu. Sanat bâbında ise çocukluğumdan itibaren iç içe yaşadığım edebiyatın yerini, daha sonraki yıllarda müzik aldı, tutkulu bir müzik gönüllüsü oldum.
Başlangıç sözü:
“Müzik bir ömre yeter ama bir ömür müziğe yetmez- Sergei Rachmaninov.”
İçindekiler:
Öndeyiş-Çeyrek Yüz Yıllık Serüven: Kısık Ateşte Demlenen Müzik Yazıları
Hiç kuşkusuz bu yazıları okuyan, adı geçen türlerde dinlediği müzisyenleri de anımsayacaktır.
Birinci Bölüm Andante Yazıları: Besteciden Yorumcuya
Piyanistler
Savaşlar bunun en büyük nedeni. Dr. Ali Bilir’in “Göç: Zorunlu mu, Gönüllü mü?” kitabı bu kavramı enine boyuna düşünmemizi, öğrenmemizi sağlıyor.
İçindekilere bir göz attığınızda herhangi birini seçebilir ve ayrıntıya ulaşabilirsiniz:
* Göç Çerçevesi
* Göç Kavramı
* Göç Kuramları
* Uluslararası Göç Kuramları
* Neoklasik Göç Kuramı
* Yeni Ekonomik Göç Kuramları
Bu haber beni anılarımdaki o odaya götürdü. Necatigil’le uzun uzun konuştuğumuz yere. Deniz Apartmanı’nda bir geceyi anımsatmak isterim. Saklı Su kitabı yayımlanmıştı, girişini de ben yazmıştım. O kitabın yayımlanması onuruna evde bir toplantı yapılmıştı, Huriye Necatigil’in sofrasında ağırlandık.
Aramızdan ayrılışından sonra ailesiyle Behçet Necatigil Ödülü için konuşmuştuk. İlk bana gelmişlerdi. Ödülün başlangıcından son verilişine kadar değişmeyen tek üye ben olduğum için ayrı bir mutluluk duyarım.
İlk televizyon konuşmamı da yine onunla o odada yapmıştım.
Behçet Hoca ile İstanbul Erkek Lisesi’ndeki bir edebiyat matinesinde tanışmıştım, daha sonra da onu Kabataş Erkek Lisesi’nde ziyaret ettim. Saygı, sevgi ve hayranlık ilişkim böyle başladı. Cerrahpaşa’daki hastalık günlerinde de özlemle onu ziyarete giderdim.
Şiirinden başka sözlüklerini anmak gerekiyor, bilgi ve nesnelliğin zirvesinde bir çalışmadır. O örnek aşılmadı.
Kızlarının babalarına gösterdiği vefayı bu site vesilesiyle bir kez daha anmak isterim. Şimdi Ayşe Sarısayın’la dostluğumuz, çalışmalarımız sürüyor.
Bu yıl Haldun Taner Öykü Ödülü’ne seçiciler kurulu üyesi olarak katıldı.Ayrıca Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nün de Almanca seçiciliğini üstlendi.