Bugün 30 Mayıs. Resepsiyonun üzerinden yaklaşık 14 saat geçti ve hükümet de, TC Devleti de yerli yerinde. Olan bu kandırmacaya aldanıp satışa geçen küçük yatırımcıya oldu. Borsada hafta başından bu yana izlediğimiz yatay seyir devam edecek gibi görünüyor. Borsada kısa vadede hareket aralığını 14 bin 400-14 bin 800 olarak tahmin ettiğimizi ifade etmiştik ve bugünkü seyir de bunu teyit eder nitelikte. Ama borsanın önündeki sıkıntılar hala etkisini koruyor. Ya da şöyle söyleyelim; sıkıntı aramaya alışmış piyasalar bu kez de şu gelişmeleri engel olarak görüyor:
1- Borsanın önündeki sıkıntılardan en önemlisi dolar kurundaki yükseliş. Bu yükselişle birlikte yılın sonlarına doğru ikinci bir faiz indirimi gelebilir beklentisi de rafa kalktı. Ayrıca kurlardaki yükseliş temel verilerde bir değişiklik olmamasına rağmen kriz havası yarattığından moralleri bozuyor. 20-30 milyon dolarlık işlemlerle kur 20-30 bin lira yükselebiliyor.
2- Rusya’da Yukos ile başlayan tedirginlik tüm dünya piyasalarında olduğu gibi İMKB’de de tedirginlik yaratıyor.
3- İmar Bankası’ndaki 9 katrilyona yakın kaybın da piyasada hangi etkiyi yapacağının bilinmemesi tedirginliği artırıyor.
Tüm bunları üst üste koyduğumuzda borsanın aslında çok da büyük bir sıkıtısı olmadığını görmemiz gerekiyor. Örneğin dolardaki yükseliş İMKB endeksinin dolar bazında ucuzlamasını sağlıyor. Yani bir anlamda borsadaki düzeltme, hisse senedi fiyatlarında TL bazında düşüş olmadan gerçekleşiyor. Merkez Bankası’nın yıl içinde bir daha faiz indirimine gitmeyeceği beklentisi de bononun borsa karşısındaki rekabetini törpülüyor. Bu da paranın adresinin borsa olmasını güçlendiren bir etken.
Peki ya İmar Bankası?..
Devlet Bakanı Abdüllatif Şener, peşin ödemenin 10 milyar lira olacağını söyledi. İmar Bankası’nda 10 milyar liranın altında mevduat sahibi sayısı 201 bin 331 olarak açıklandı. Tabi ki bunların bir kısmının 10 milyardan az mevduatı var. Ama biz 201 bin 331 kişinin tamamının 10 milyar mevduatı olduğunu düşünürsek piyasaya çıkacak paranın maksimum 2 katrilyon lira olmasını beklemek durumundayız. Sorun bu paranın adres olarak nereyi seçeceği. Bono mu, borsa mı, mevduat mı, gecelik piyasa mı, yoksa döviz mi? Bu konu hakında yorumda bulunmak kolay değil. Çünkü ilk etapta karşımızda 4 aydır parasını alamayan, sisteme güvenini yitirmiş 200 bin insan olacak. Bunların tamamının sistem içi kalacağını düşünmek zor. Yeniden sisteme girecekleri de kesin değil. En iyi ihtimal döviz gibi görünüyor. Eğer bu gerçekleşirse dolar kuru için yıl sonu tahmininin ne olacağını tahmin edebilir miyiz dersiniz?
Şirket merkezini taşıdık. Ev taşımanın ne bela bir şey olduğunu bilmeyen yoktur. Hele bir de içindeki 400 civarı çalışanıyla 24 saat canlı yayın yapan ulusal bir televizyonu tüm ekipmanı ile taşımanın ne demek olduğunu düşünün, sıkıntımı daha iyi anlayacaksınızdır. Şimdi aradan bazı yüksek IQ seviyeli arkadaşlarımız çıkıp “sen mi taşıdın, sırtında mı taşıdın?” diye sorabilir diye önceden tedbirimi alıyorum; evet kısmen...
Yüksek IQ seviyeli arkadaşlarımızdan bahsetmişken; geçen hafta dolardaki yükselişin sebeplerini analiz emeye çalıştığım yazımda yıl sonu dolar kuru tahminimi “dolar 1 milyon 500 bin liraya kadar çıkabilir” sözleriyle aktarmıştım. Ardından gelen bir e-mail mesajında arkadaşlarımızdan birisi sormuş, “Vahiy mi indi?” diye... Ardından da eklemiş, “Yapma be baba... Yıl sonu dolar kuru 1,550,000 diyorsun ha... sen neymişsin be abi...”
(Bak sayın okuyucu elinin altında klavye var diye aklına geleni yazar yollarsan böyle sıkıntıya düşersin. Aradan daha bir hafta bile geçmemişken dolar kurunun bankalararası piyasada 1 milyon 520 bin liraya kadar çıktığını hatırlatmak zorunda kalırım ben de... Ayrıca bilgisayar, e-mail, ve IQ bir tek sende değil bizde de var. Üstelik bizim internet bağlantımız çok daha hızlı.)
Arkadaşımız bize kızmış ama onun adına üzgünüm çünkü dolarda yukarı yönde trendin başladığını artık herkes kabul etmeye dahası telaffuz etmeye başladı. Bugün CNN TÜRK’teki programlarımızdan birine iki piyasa profesyonelini davet ettik: Akbank Hazine Bölümü müdür yardımcısı Barış Sözen ve Aycan Döviz Yönetim Kurulu Üyesi İbrahim Aycan. İkisinin de ortak görüşü yılsonu itibariyle dolar kurunun 1 milyon 500-1 milyon 600 bin lire aralığına oturacağı yönündeydi.
Sebepler muhtelif ve büyük kısmını da zaten geçen hafta yazdık. O nednel tekrarlamayacağım. Ama şunu hatırlatmakta fayda var: Dolardaki yükseliş diğer piyasaları da vurmaya başladı. Bono faizleri uzun bir aradan sonra yeniden yükselişe geçti. Mayıs ayından bu yana adım adım da olsa, arada hafif yükselişler de olsa bono faizlerinde yön genelde aşağıyı gösteriyordu. Ama geçen haftadan itibaren yön yukarı döndü ve bugün itibariyle de yüzde 32 seviyesinin üzerine çıktı.
Borsa 15 bin 700 puan seviyesini aşamadı ve 14 bin 500-14 bin 800 aralığında hereket etme eğilimi içine girdi.
Haftalık bazda bakarsak borsanın yüzde 5,9 oranında değer yitirdiğini görüyoruz. Bugün yüzde 0,7 değer kazandı ama onda da büyük ölçüde bireysel emeklilik dopingi ile yüzde 5,5 değer kazanan sigorta sektör endeksinin etkisi sözkonusu.
Oysa dün gazetelerde çıkan haberler birden ortalığı karıştırdı: “Hükümet, Irak’a asker gönderme meselesinde kararsızlığa düştüğü için krediye ilişkin atması gereken imzayı henüz atmadı.” Bu söylenti önce Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener tarafından yalanlandı ve kredinin ilk diliminin ekim ayı sonu itibariyle geleceği ifade edildi. Ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kırgızistan’a hareketi öncesinde esenboğa havalimanında bu söylentiyi yalanlanlayanlar kervanına katıldı. Kredinin askıda olmadığını söyleyen Erdoğan, bir ekleme yapmayı da unutmadı: “Bizim arzu etiğimiz istikamette gelirse bu krediyi kabul ederiz.” Hatta Erdoğan, bir de özdeyişle açıklamasını süsledi: “Gökten ne yağmış ki yer kabul etmemiş”.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de dün yurtdışı yolcusuydu. Atina’ya gitmeden önce o da kredi ve asker meselesine ilişkin yorumlarda bludu ama bu yorumlar kafaları bir kere daha karıştırdı. Gül, “Meclis’ten yetki almamız demek Türk askerinin otomatik olarak Irak’a gideceği anlamına gelmez” dedi. Gül’ün konuşmasının ikinci bölümü ise kredi ile ilgiliydi: “Türk ekonomisi şu an için 8,5 milyar dolarlık Amerikan kredisine muhtaç değil.”
Bu açıklamaları ayrı ayrı dinlediğinizde sanki hiç bir sorun yokmuş gibi görünüyor ama yukarda olduğu gibi sadece zaman sırasına göre alt ata dizdiğinizde fotoğraf netleşiyor. Hükümetin kafası karışık. Bir şeyler oluyor ve bu birşeylerin ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Ama büyük bir olasılıkla yakında kokusu çıkacak...
Bu durumu tek gören biz değiliz tabii ki. Yatırımcılar, hele de dolarda hareket edenler de bu meselenin farkında. Tabii ki bu dolardaki hareketin temel nedeni değil. Temel nedenlerin neler olduğunu merak edenler dünkü yazıma bakabilir. Ama meseleyi birikimli üşünmemiz gerekir. Temel nedenlerin üzerine bir de bu yukardaki tabloyu ekleyelim, ondan sonra doların neden yılsonunda 1 milyon 550 bin liraya kadar gideceğini daha rahat anlayabiliriz.
Geçen haftadan itibaren başta yabancı bankalar ve Londra kaynaklı fonlar, adından da yerli bankalar dolarda alıma geçti. Temel ekonomik göstergelerde bir değişiklik yoktu oysa. Yeni ve olumsuz bir haber de duyulmamıştı. O zaman neydi ve ne oluyordu acaba?
Bankacılar, son iki haftadır dövizde arzın kesildiğini bu nedenle de yönün yukarıya döndüğünü söylüyorlardı zaten. O yüzden son üç gündür yaşanan oynaklığın nedeni tek başına arzın kesilmesi olamazdı. O zaman bankalar pozisyon kapatıyordu? Tamam doğru başta yabancılar olmak üzere bankalar pozisyon kapatıyorlardı ama pozisyon kapatma sürecinde oynaklık değil sadece yükseliş izlememiz gerekirdi. O zaman pozisyon kapatma gerekçesi de yeterince isabetli bir tespit değildi. Piyasa son koz olarak Merkez Bankası kartını oynadı. Yani Merkez Bankası arzın kesilmesine rağmen günlük 120 milyon dolarlık alım ihalelerini sürdürdüğü için piyasadaki doları çekiyor, bu da dolarda oynaklığı artırıyordu. Merkez Bankası gecikmeden döviz alım ihalelerindeki tutarı yarı yarıya düşürdü. Ama bugün itibariyle baktığımızda oynaklığın yine sona ermediğini gördük.
Pazartesi 1 milyon 479 bin liraya kadar çıkan bir döviz kuru izlemişik. Kapanış ise 1 milyon 446 bin lira seviyesinden gerçekleşmişti. Oysa bugün açılıştan itibaren yeniden kurun hızlı bir yükselişle 1 milyon 460 bin liranın üzerine çıktığını gördük. Demek ki Merkez Bankası’nın döviz alım ihalelerinin etkisi bahsediliği kadar yüksek değilmiş. O zaman doladaki yükselişin sebepleri neler?
Sebepleri sıralamadan önce dolarda arzın kesildiğini bir kere daha tekrarlayalım ve diğer nedenlere bakalım:
1- Dolarda yılbaşıdan bu yana devam dene aşağı yöndeki trend, döviz yatırımcısıın talebini ertelemesine neden oldu. Yılsonu itibariyle bu talebin yeniden canlanmaya başladığını gördük.
2- Geçen hafta Hazine yetkilileri piyasa yapıcısı olan bir kaç banka ile bir görüşme yapmış ve döviz kağıtlarının dövize endeksli kağıtlarla takası için nabız yoklamış. Bu söylenti de piyasada bir anda yayılmış. Eğer bu takas gerçekleşirse bankalar piyasadan döviz almak zorunda kalacaklar endişesi de Cuma günü dolarda ciddi bir talep getirdi.
3- Tüpraş ve Botaş, ödemeleri için piyasadan dolar aldı. Tamam bu kuruluşlar sürekli olarak piyasadan dolar alıyorlar ama denk geldiği gün önemli olduğu için sebepler arasında sayıyoruz.
4- Yabancı bankalar Noel tatili öncesi gelenkesel piyasadan çıkışlarının tarihini bu kez daha erkene aldılar. Yani piyasada bayram havası yaratan sıcak para girişinin diğer yüzünü görmeye başladık.
Kafka, bireyin etrafındaki toplumsal kuşatmanın büyüklüğünden, bunun etkilerinden ve birey kişisel dönüşümünü tamamladığında ortaya çıkan şey ne kadar iyi ya da kötü olursa olsun, toplumsal sözleşmeye uymaması durumunda bireyin en yakınları tarafından bire afaroz edileceğinden bahseder yapıtında. Dönüşüm’ün en çarpıcı bölümü ise Samsa’nın böceğe dönüştüğü ilk sabah yaşadığı şaşkınlığın anlatıldığı ilk bölümdür.
Dün bilgisayarımda, Hazine’nin ihaleler ile ilgili ayrıntıları yayımladığı Reuters terminalideki sayfayı açtığımda bir hayli şaşırdığımı söylemek zorundayım. Hayır ne ben hamamböceğine dönüşmüştüm, ne de bilgisayarda hamamböcekleri dolaşıyordu. Şaşırmamın nedeni Hazine’nin Salı günü gerçekleştirdiği değişim (dönüşüm diyebilir miyiz sizce) ihalesi sonrası yaptığı opsiyon alım-satımıydı. Üstelik karşımda gördüğüm değişim tutarı rakamları, pek de düşük sayılmayacak miktarlada gerçekleşmişti.
“Bunda ne var? Ne güzel işte, Hazine Ocak ayındaki itfasını biraz daha azaltmış oldu” diyebilirsiniz elbette. Ama bir de şöyle bakın Merkez Bankası aynı günün sabahı kısa vadeli faiz oranlarını düşürmüş ve değişim ihalesinin yapıldığı gün yüzde 33,61 olan fonlama maliyeti, aynı kağıtlarda opsiyon alım-satımının yapıldığı gün yüzde 29,68’e inmişti. Yani Salı günü değişim ihalesine katılanlar ne kadar kar edeceklerini bilmezken, Çarşamba günü karları garanti bir biçimde kağıt değişimi yaptı. Hani şizofreni katsayım biraz daha yüksek olsa bunun Merkez Bankası ile Hazine’in ortak operasyonu olduğunu ve opsiyon alım-satımında bankalara “kıyak” çekildiğini söyleyebilidim.
Hazine’nin dün gerçekleştirdiği opsiyon alış-satışı ile ilgili ayrıntılar ise şöyle:
Hazine Salı günü gerçekleştirdiği değişim ihalesinin ardından piyasa yapıcısı bankalardan 340, 4 trilyon lira nominal değerli 28 Ocak kağıdı aldı. Buna karşılık 418. 4 trilyon lira nominal değerli 27 Ekim kağıdı sattı. Yani Hazine'nin 28 Ocak kağıdındaki toplam alımı 2 katrilyon 48 trilyon lira olurken, 27 ekim kağıdındaki toplam satışı da 2 katrilyon 517 trilyon lira oldu. Böylelikle de Hazine'nin 28 Ocak’ta yapacağı nominal itfa tutarı da 8 katrilyona gerilemiş oldu.
Değişim ihalesinin duyrusunun yapıldığı Perşembe günü kafama bankalar neden bu değişim ihalesine itibar edeceği sorusu takılmışı. Açıkçası mevcut rakamlar çerçevesinde bankaların bu değişimden çok fazla kar edemeyeceğini, ancak faiz düşüşünün ilerleyen aylarda da devam edeceği beklentisinin tek kar umudu olduğunu düşündüğümü yazmıştım. Yani değişim ihalesi çok başarılı olacak gibi görünmüyordu. O zaman Hazine neden baarısız olma ihtimali bulunan bir değişim ihalesi ile piyasanın karşısına çıkmayı ve hatta belki de piyasanın dengesini bozmayı göze alabiliyordu ki? Tek bir yanıtı vardı bunun bana göre Merkez bankası ile ortak bir operasyon gerçekleştirilecek, Pazartesi sabah ihaleden önce Merkez bankası faizi indirecek böylelikle de değişim ihalesine gelen talep artacaktı.
Ama Pazartesi olup da beklenen faiz indirimi gelmeyince açıkçası hayal kırıklığına uğradım. Komplo teorim gerçekleşmemişti. Neyse Salı günü değşim ihalesi gerçekleşti ve Hazine 1.7 katrilyonluk 28 Ocak kağıdı geri alımı, buna karşılık da 2,09 katrilyonluk da 27 Ekim kağıdı satışı yaptı. Bu rakamlar bile Hazine’nin değişim ihalesinde çok başarılı olduğu anlamına geliyordu. Nasıl oluyordu peki? Hani bankalar için bu ihale yeterince cazip değildi?
Merkez Bankası faizleri bu yıl altıncı kez indirdi. İlk indirim 25 Mayıs’ta gelmiş ve faizlerin düşüş yolculuğu yüzde 44 seviyesinden başlamıştı. Ardından 24 Haziran’da yüzde 41’den yüzde 38’e, 16 Temmuz’da yüzde 38’den yüzde 35’e, 6 Ağustos’ta yüzde 35’ten yüzde 32’ye ve 18 Eylül’de de yüzde 32’den yüzde 29’a çekilmişti. Şimdi ise oran yüzde 29’dan yüzde 26’ya indi. Fonlama maliyeti de yüzde 33,61’den yüzde 29,68’e geriledi.
Bu indirim yatırımcılar açısından bakılınca Siux kuşatması altında kalmış göçmen kolonisine yardıma yetişen Süvariler gibi bir şey manasına geliyor. Salı günü Bağdat’taki Türk büyükelçiliğinin bombalanmasının ardından borsa dışında piyasaların çok fazla etkilenmemiş numarası yaptı. Oysa dün hangi bankacı hangi borsacı ile konuşursanız konuşun duyacağınız şeylerin satır aralarından intihar bombasının izlerini görebiliyordunuz. Ve herkesin aklında bir tek soru vardı: Ya asker gittiğinde neler olacak?
Merkez Bankası faiz indirimi sonrası gördüğümüz oranlar bu olumsuzluğun şimdilik bilinçatındaki eski yerine itildiğini gösteriyor. Çünkü dün spot işlemlerde yüzde 30,5 seviyesiden kapanan, valörlü işlemlerde ise hafif bir yükselişle 30,7 seviyesine çıkan 18 Ağustos 2004 kağıdının ortalama bileşik faizi haberin hemen ardından yüzde 30 seviyesinin de altına geriledi.
Dolar salı günü 1 milyon 419 bin lira seviyesine kadar yükseldikten sonra önce valörlü işlemlerde geriledi ve 1milyon 410 bin lira seviyelerine kadar indi. Çarşamba günü de 1 milyon 407 civarında hareket ediyor.
Borsa ise 15 binin altına gerileyecek mi diye endişe ediliyorken faiz indiriminin etkisi ile yeniden 15 bin 200 seviyesinin üzerine doğru hareket etti.
Fakat bilinçaltına itilen her şeyin tek bir kaderi vardır. Bir gün tetikleyici bir olayla karşılaşılır ve eskisinden daha güçlü bir biçimde yeniden hayaınızın orta yerine oturuverir. Yani bu korkuyla eninde sonunda yüzleşmek zorunda kalacağız çünkü olaylar bizim kontrolümüz dışında gelişiyor. Bilinçaltımızaki bu korku bilinç düzeyine çıktığında, yani orkumuzla yüzleşmemiz gerektiğinde piyasaların önü ne olacak sousu ise şimdilik yanıtsız bir şekilde havada asılı kalıyor.
Stalin döneminde binlerce insan rejim karşıtı olduğu gerekçesiyle sürgüne gönderildi hapsedildi ve hatta idam edildi. Bunların bir kısmı SBKP içerisinde önemli konumlara sahip isimlerdi. Hatta aralarında Trotsky gibi Merkez Komite üyesi olanlar bile vardı. Stalin rejimi bu kişileri sadece kamu hayatından değil tarihten de sildi. Resmi belgelerden, yazışmalardan, tarih kitaplarından, edebiyat eserlerinden, ve hatta fotoğraflardan bile silindi bu kişilere ait tüm izler ve görüntüler. Stalin rejiminin vandalizmini tarih çoktan yargılayıp mahkum etti ama bazen “acaba Stalin haklı mıydı” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. En azından yöntem açısından.
Tekel satılmalı mı? Kesinlikle. Hatta bence satılmakla kalmamalı Stalin metodu uygulanarak isim, bina, ürün, vs. hiç bir şeyi kalmayacak şekilde tarihten silinmeli. Neden mi bu kadar uzlaşmaz ve sert bir tavır koyuyorum bu meseleye? Hemen söyleyeyim bu yazı yazılmadan yaklaşık 15 dakika öncesine kadar süren ve kişisel deneyimlerime dayanan yaklaşık 3.5 saatlik bir süreç nedeniyle bu kanıya varmış bulunuyorum.
Hikayemiz şu:
Salı gününden itibaren Ek Taşıt Vergisi gelirinden mahrum kalan Maliye Bakanlığı, bu açığı kapatmak için yine akşamcıları hedef seçti. “Bu adamlar zaten içip içip zom olduklarından itiraz filan edemezler, etseler de o kadar içtikten sonra en fazla rakı masasını dağıtırlar” diyen Maliye Bakanlığı alkollü içkilere uygulanan Özel Tüketim Vergisi oranlarını artırdı. Buna göre yeni asgari vergi oranı litre bazında, birada 750 bin lira, köpüklü şarapta 1 milyon lira, viski ve votka gibi yüksek alkollü içkilerde 19 milyon lira ve rakıda ise 10 milyon 200 bin lira olarak belirlendi. Haberci olarak hemen biz de alkol üreticilerini arayarak eski oranların ne olduğunu ve artışın kaç liraya tekabül ettiğini bulmaya çalıştık. Bira üreticilerinden bu bilgiyi almak yaklaşık 5 dakika sürdü. Şirketin basın sorumlusu arandı, soru iletildi, cevap alındı, teşekkür edildi ve telefon kapatıldı. Viski ve şarap üreticileri için de yaklaşık aynı yöntem izlendi. Halkla ilişkiler sorumlusu arandı, henüz net yanıt verilemeyeceği cevabı alındı ama bir iki saat içinde net yanıtın bizlere ulaştırılacağı belirtildi ve hakikaten de belirlenen süre içerisinde yanıt elimize ulaştı.
Geriye sadece Tekel kalmıştı...
Başıma gelecekleri en baştan itibaren biliyordum elbette ki. Oğuz Atay okudunuz mu hiç? Türk Edebiyatı’nın en önemli yapıtlarından kabul edilen “Tutunamayanlar” romanından bahsediyorum. Turgut Özben, roman başkişisi, bir devlet dairesindeki işini halletmek için Ankara’ya gider. Atay, devlet dairesinde karşılaştığı olayları inanılmaz bir netlikte çıkartır okuyucunun karşısına. Binlerce yıllık geleneğe sahip Türk bürokrasisinin ve Türk Devlet memurunun nasıl bir şey olduğunu ve neden düzelmeyeceğini anlamak isteyenlere hararetle tavsiye ederim Tutunamayanlar’ın o bölümünü.
Savaş öncesinde de Bağdat Borsası’nın çok parlak bir yapıya sahip olmadığını söylemem gerek. Haftada sadece üç gün Iraklı brokerler, bağdat’taki betonarme borsa binasında toplanıp, aralarında Filistin oteli’nden Bağdat Bankası’na kadar 120 halka açık şirketin hisse senetlerinin işlem gördüğü piyasada işlem yapıyordu. Hala tahta sisteminin kullanıldığı Bağdat Borsası’nda fiyatları görmek için minik dürbünler kullanan ya da tahtaya emir yazmak için birbirlerinin üzerine tırmanan borsacıları görmek pek de şaşırtıcı değildi o zamanlar. Günlük hareketlerin sadece yüzde 5 ile sınırlandığı Bağdat Borsası’nda işlem hacimleri de pek yüksek sayılmazdı: günlük ortalama 150 bin dolar. 12 yıllık tarihine 20 milyon dolarlık bir piyasa değeri ile başlayan Bağdat borsası ilk bomba düşmeden önce 147 bin dolarlık bir piyasa değeri büyüklüğüne ulaşmıştı.
Tahmin edileceği gibi ABD askerlerini Bağdat’ı işgali ile birlikte Irak Borsası da kapılarını kapatı. Borsayı kuran ve işletmesini yapan aile Bağdat’tan kaçtı ve borsa binası da yağmacıların ilk hedeflerinden biri oldu.
Tahmin edersiniz ki ülkenin temel altyapı ihtiyaçlarını bile karşılayamayan ABD, borsanın yeniden kurulması çalışmalarını ikinci hatta üçüncü plana atmış durumda. Mali sistem düzenlemeleri başladığında ise ilk sırayı bankacılık sisteminin yeniden kurulması ve sermaye piyasasının oluşturulması alacak. Fakat miktar az da olsa Iraklı yatırımcılar paralarını almak istiyor. Bağdat kısmen de olsa ABD güçlerinin denetimine girdiği günlerde bir hisse senedi karaborsası kurulmuş ve bir de izinsiz borsa kurulması girişimi başlatılmış. Fakat bu girişim ABD otoriteleri tarafından engellenmiş.
ABD otoriteleri, Irak’ta durum tam anlamıyla normale dönmeden Bağdat Borasası’nın yeniden açılmasını istemiyor. Hata borsaya Irak’ın yeni ekonomik yapısının simgesi olarak baktıklarını bile söyleyebiliriz. Tamamen şeffaf, baştan aşağı bilgi teknolojisi sistemleri ile donatılmış ve sadece Irak için değil bölge ülkeleri için de çekim merkezi olacak bir borsa kurulması hedefleniyor. Tabi bunun için de önce ülkenin kanuni alt yapısı ile birlikte bir sermaye piyasası kanunu, piyasaları denetleyecek bir sermaye piyasası kurulu, ve hem şirketlerin bilançolarını hem de aracı kurum ve yatırım bankalarını denetleyecek bir bağımsız denetim şirketleri sisteminin kurulması gerekiyor.
Bu işi yapacak adamın adı ise Tom Wirges. 37 yaşında ve orduda yedek asker statüsünde. Eski bir ABD deniz Kuvvetleri askeri olan Wirges’in rütbesi ise uzman, yani erin bir kademe üzerinde yer alıyor. Ama donanma hizmetinden sonra borsacı ve banka güvenlik uzmanı olarak görev yapan Wirges, 11 Eylül saldırısı sonrasında orduya katılmış.
Wirges 354’üncü Sivil Hizmetler Tuayında görev yapıyor. Bağdat’ın düşmesinden hemen sonra birliği ile birlikte kente gelen Wirges, hemen işe koyulmuş ve Irak bankalarının mevcut durumu hakkında kapsamlı bir çalışma yapmış. Ardından Irak’ın ilk Bankacılar Birliği’ni kuran Wirges’in bu aralar en önemli uğraşı ise Irak Borsacılar Birliği’ni kurma çalışması.
Wirges bir kaç gün önce yaptığı bir açıklamada Irak Borsası için Bağdat merkezinde yeni bir bina bulduğunu ve şimdi halka arz edilecek şirketler ve halka arzı gerçekleştirip günlük hisse senedi alım satımına aracılık edecek şirketlerin denetimi ile uğraştıklarını söyledi. Çağdaş sermaye piyasalarında olduğu gibi Irak’ta da şirketler artık sadece yıllık bilançolar yerine üç aylık bilançolarını da açıklayacak. Eski borsacılar eğer konumlarını korumak istiyorlarsa yeniden eğitim alıp, lisanslanmak durumunda kalacak. Ardından da yeni borsanın hangi altyapı üzerinden çalışacağı tespit edilecek.
Wirges eğer Irak Menkul Kıymeler Komisyonu’nun kuruluşu tamamlanırsa yeni yılın ilk günü itibariyle Bağdat Borsası’nın çalışmaya başlayacağını da sözlerine ekliyor.