Sağlıklı, kaliteli ve uzun bir yaşamın sırrı, hiç şüphesiz ki sağlıklı beslenmeden geçiyor. Her mevsime özel yetişen sebze ve meyveler ise vücudumuzun daha güçlü ve dayanıklı olmasını sağlayan önemli savaşçılar. Ancak sera üretimi, depolama koşullarının gelişmesi ve kullanılan tarım ilaçları (pestisitler) sayesinde mevsim dışı sebze ve meyveler de kısa sürede üretilerek, pazar reyonlarında yerini alıyor. Mesela kışın raflarda karpuz görmek belki hoşunuza gidiyor olabilir. Ancak mevsiminde yetişmeyen bir meyvenin ya da sebzenin size zehir kalıntısı getirdiğini de unutmamanız gerekiyor. Çünkü günümüzde tarım ürünlerinden daha çok verim alabilmek amacıyla kullanılan yüzlerce çeşit pestisit bulunuyor. Üstelik ürünlerde bir değil, birçok tarım ilacı bir arada kullanılıyor. Kısacası tükettiğiniz herhangi bir meyvede 6 ya da 7 çeşit zehir kalıntısı bulunabiliyor.
KANSER DAHİL SAYISIZ HASTALIĞA NEDEN OLABİLİYOR
Yapılan birçok bilimsel araştırma, pestisitlerin depresyon, dikkat eksikliği, zekâ geriliği, Parkinson, Alzheimer, endokrin, sinir sistemi ve üreme hastalıklarının oluşumunda rol oynadığını gösterdi. Ayrıca pestisitler ile kanser gelişimi arasında yakın bir ilişki olduğu yine araştırmalarla kanıtlandı. Bu nedenle doğanın bize verdiği zamanda meyve ve sebzeleri taze olarak tüketmeye çok özen göstermemiz gerekiyor.
MEVSİMSEL BESLENMENİN FAYDALARI
Taze ürünlerin vücudumuzun çok daha güçlü ve zinde olmasında önemli bir rolü var. Sebze ve meyvelerden ihtiyacımız olan vitamin ve mineralleri rahatlıkla alabiliriz. Ancak kullanılan tarım zehirleri, ürünlerin besleyici değerini azaltıyor. Ama mevsiminde yetişen ürünler, hastalık ve zararlılara karşı daha dirençliler ve bu nedenle tarım ilaçlarına ihtiyaç duymazlar. Böylece mevsiminde tüketilen meyve ve sebzelerin hem besleyici değerleri daha fazla olur hem de daha lezzetlidirler. Ayrıca bolca antioksidan içerirler. Bu nedenle alışveriş listenizi hazırlarken kendinize 'Mevsimsel Beslenme Takvimi' oluşturun. Böylece ürünlerin hasat dönemleri hakkında bilgi sahibi olur ve zehirsiz sofralar hazırlayabilirsiniz.
Yaşlılık döneminde kimseye muhtaç olmamak, unutkanlık (demans) ve Alzheimer gibi hastalıklarının pençesine düşmemek için belleğimizi korumamız şart.
BELLEK DÜŞMANLARI
Hafızamızın yaşlanmasını yavaşlatabilmek ve daha güçlü bir belleğe sahip olabilmek için öncelikle düşmanlarımızı çok iyi tanımamız gerekiyor. Çünkü hafızanızın en azılı düşmanlarını yaşam tarzınızda yapacağınız değişikliklerle alt etmeniz mümkün. Kim bu azılı düşmanlar…
-Kronik hastalıklar: (Diyabet, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları ve kanser gibi)
-Mineral ve vitamin eksiklikleri: (Omega 3, demir, D vitamini, B12, folik asit, magnezyum ve çinko eksiklikleri)
-Sağlıksız beslenmek ve aşırı yemek tüketmek
BAĞIŞIKLIK DOSTU TURUNÇGİLLER
Bağışıklık sistemini güçlendiren besinler denildiği zaman akla ilk gelen turunçgiller, aslında sadece C vitamini depoları değildir. Aynı zamanda B vitaminleri, kalsiyum, potasyum, fosfor, magnezyum, demir ve bakır gibi bileşenlere de sahiptirler. Bu nedenle turunçgiller grubunda yer alan mandalina, portakal, greyfurt ve limonu beslenme listenize ekleyin. Soğuk algınlığından korunmada, kemik sağlığını desteklemede ve cildinizin daha genç görünmesinde de etkileri vardır. Ayrıca metabolizmayı hızlandırırlar ve enerji verirler. Antioksidan ve flavanoid açısından zengin olan turunçgiller, zayıflamaya da yardımcı besinlerdir. Küçük bir hatırlatma; turunçgillerden faydalanırken, iç bölümlerinde yer alan beyaz kısımlarını da tüketin. Çünkü turunçgillerin içinde saklı daha birçok şifa bulunur.
KIŞ MUCİZESİ NAR
Kış mucizeleri listesinde ilk sıralarda yer almayı hak eden diğer bir meyve ise kesinlikle nardır. Güçlü bir antioksidan olmasının yanı sıra, antienflamatuar ve antikanserojen özelliklere de sahiptir. Narın içeriğinde potasyum, kalsiyum ve demir mineralleri ile A, C, K, B vitaminleri ile folik asit de bulunur. Narı günde 1 kase şeklinde tüketmek ise bağışıklığımız için çok faydalıdır. Göz sağlığını ve görme yetisini koruyan meyveler arasında yer alır. Kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riskini azaltır. Enfeksiyon hastalıklarına karşı direncinizi artırır ve hafızayı güçlendirmeye katkı sağlar. Cilt sağlığı için de oldukça faydalıdır. Kısacası nar, şifa deposu bir eczane gibidir.
GÖZ SAĞLIĞIMIZIN BEKÇİSİ
Vücutta ihtiyaç duyulan demirin çeşitli nedenlerle karşılanamaması durumunda ortaya çıkan demir eksikliği, her yaştan kesimi etkileyen önemli bir sağlık sorunu. Çünkü demir, kırmızı kan hücrelerinde bulunan hemoglobinin yapı taşıdır ve çok önemli görevleri vardır. Vücutta demir seviyesi düşük olduğu zaman alyuvar üretimi azalır ve bu durum, taşınan oksijen miktarının düşmesine neden olur. Demir eksikliği ile birlikte ortaya da anemi (kansızlık) hastalığı ortaya çıkar. Aneminin dışında demir eksikliğine bağlı gelişen birçok sağlık sorunu da hayatınızı kâbusa çevirebilir. Mesela vücudunuzda yeteri kadar demir olmadığı zaman, bitkinlik, yorgunluk, halsizlik, ciltte soluklaşma, baş dönmesi, el ve ayaklarda soğukluk, baş ağrısı, saç dökülmesi, tırnaklarda incelme, kalp atışında hızlanma ile nefes darlığı gibi sorunlarla uğraşmak durumunda kalabilirsiniz. Ayrıca demir eksikliği, bağışıklık sisteminizi de alt üst ettiği için, daha sık hastalanmaya başlarsınız.
BEYİN FONKSİYONLARINI DA ETKİLİYOR
Demir mineralinin azlığı beyin fonksiyonlarını da olumsuz etkiliyor. Yani düşük demir seviyesine sahip olduğunuz zaman, belleğiniz zayıflamaya başlıyor ve odaklanma eksikliği ile hafıza sorunları baş gösteriyor. Çocuklarda oluşan demir eksikliği ise büyüme geriliği, öğrenme ve davranışsal problemleri beraberinde getiriyor. Demir eksikliği, ayrıca depresyonu da tetikleyebiliyor. Bu nedenle demir eksikliği belirtilerini bilmek ve soruna karşı önlem almak sağlığınızı koruyabilmek açısından oldukça önemli.
DEMİR EKSİKLİĞİNİ ÖNLEMENİN YOLLARI
Vücut tarafından üretilmeyen demiri ancak besinler yoluyla dışarıdan alabiliyoruz. Demir eksikliğinin en önemli nedeni, günlük beslenmemizde demir içeren besinlere yeteri kadar yer vermememizden kaynaklanıyor. Bu nedenle demir içeren gıdaları tüketmek çok önemli. Ancak gıdalarla demir kazanmak da öyle kolay bir iş değil. Çünkü her gıdada yeteri kadar demir bulunmuyor. Peki, hangi besinler demir bakımından zengin? Demir emilimini nasıl artırabiliriz? Gelin şimdi, konunun en önemli ayrıntılarına birlikte göz gezdirelim.
DEMİR ZENGİNİ ET ÜRÜNLERİ
Çünkü her gün sofralarınıza koyduğunuz, kahvaltılarda ve yemeklerin yanında masum olduğunu düşünerek tükettiğiniz birçok gıda, sağlığınızı bozarak, ömrünüzü kısaltıyor. Aslında zararları saymakla bitmeyen o kadar çok besin var ki, bunların hepsini bir yazıya sığdırmak pek de mümkün değil. Ancak bugün sizlerle paylaşacağım 10 gıdayı bile sofralarınızdan uzaklaştırmanız diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalıkları ve kanser gibi ciddi hastalıklardan korunmanızı sağlayabilir.
1) MARGARİN
Margarinler, en tehlikeli yağlardan biridir ve kesinlikle hayatınızdan çıkması gereken ürünlerin başında gelir. İçeriğinde birçok farklı yağı barındıran margarinlere katı olabilmeleri için ayrıca karbon da eklenir. Bu maddeler de sağlığımıza ciddi şekilde zarar verir ve kalp hastalıkları başta olmak üzere kanser gibi ciddi hastalıklara davetiye çıkarırlar. Antioksidan özelliği bulunmayan margarinler, iyi huylu kolesterolü düşürür, insülin direncini de artırır. ‘Ben margarin tüketmiyorum’ diyebilirsiniz ama mesela sabahları bir pastanenin önünden geçerken aldığınız simitlerin ve poğaçaların içinde margarin vardır. Siz fark etmeseniz de içeriğinde margarin olan birçok yiyeceği gün içerisinde tüketebiliyorsunuz. Bu nedenle unlu mamullerden uzak durmanızı öneririm.
2) SALAM VE SOSİSLER
Market reyonlarını süsleyen salam ve sosisler, bir et ürünü gibi görünse de aslında içerisinde sağlığa zararlı katkı maddeleri bulunan işlenmiş etlerdir. Bunların normal etle hiçbir alakası yoktur. Bu ürünlerin yapımında kullanılan katkı maddeleri direkt olarak mide kanseri ve kalp hastalıklarıyla ilişkilendirilmiştir. Yapılan bazı araştırmalar, günde sadece 40 gram salam ve sosis tüketenlerde diyabet riskinin yüzde 42 arttığını göstermektedir. Ayrıca çocukluk çağı lösemileriyle de ilişkili olduğu düşünülen gıdaların başında gelmektedir.
3) BULYONLAR
Yapılan birçok araştırma ve analiz, bal dahil olmak üzere arı ürünlerinde birçok pestisit (zehir) kalıntısı olduğunu doğruluyor. Sahte bal tehlikesinin yanı sıra bir de zehir kalıntısı sorunu nedeniyle artık sağlıklı bal bulmak pek de kolay değil. Hastalıklar mücadelemizde daha hızlı iyileşmek ve bağışıklığımızı güçlendirmek için şifa kaynağı baldan oldukça fazla yararlanıyoruz. Ancak tarım ilaçları ve arı sağlığını korumak için kullanılan ilaçlar, balımızı da zehirli hale getiriyor. Ülkemizin yoğun arıcılık yapılan bölgelerinde gerçekleştirilen analizler ise bu durumu doğruluyor. Özellikle yoğun tarım alanlarına yakın bölgelerde toplanan bal ve ölü arı örneklerinin analizlerinde maalesef ki, çok sayıda pestisit (zehir) kalıntısına rastlanıyor.
ANALİZLER TEHLİKEYİ GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de pestisit kullanımı her geçen gün artış gösteriyor. Özellikle çeşitli tarım ürününün yetiştirildiği bölgelerde kullanılan farklı tür pestisitler, arılar için ölümcül bir tehlike oluşturuyor. Araştırmacıların yoğun tarım yapılan Ege ve Akdeniz bölgelerinde topladıkları bal ve ölü arı örneklerinin sonuçları ise hiç de iç açıcı değil. Çünkü analiz edilen bal örneklerinin çoğunda çok sayıda zehir kalıntısı olduğu gözlenmiş. Bu durum bir tek ülkemiz için geçerli bir tehdit değil. Mesela Kuzey Amerika’da araştırmacılar, polen ve balmumundan oluşan toplam 749 örnek üzerinde yaptıkları incelemede; 118 farklı pestisit ve metabolit tespit etmişler. Dünya genelinde toplanan bal örneklerinin dörtte üçünün pestisit içerdiği de yine araştırmalarla gösterildi.
BALLARDA KALINTI İKİ YOLLA OLUŞUYOR
Tarım ilaçları her ne kadar devlet tarafından izin verilen oranda kullanılıyor olsa da ballarda kalıntı oluşturabiliyor. Ayrıca arı sağlığı için kullanılan veteriner ilaçları da ballarda kalıntı sorunu yaratabiliyor. Özellikle yasal olmamasına rağmen arı hastalıklarıyla mücadelede bilinçsizce kullanılan antibiyotik türevleri, kalıntı sorununun ana nedenlerinden birini oluşturuyor.
Aksi takdirde el bileği, kalça, omuz çevresi ve ayak bileği kırıklarının yanı sıra ölümcül yaralanmalarla bile karşı karşıya kalabilirsiniz. Kar yağışı ve buzlanma nedeniyle yaralanan hastalar, bu günlerde acil servislerde yoğunluk oluşturmaya başladı. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar, buzlanma nedeniyle yürümekte oldukça zorlanıyor. Kaymaya bağlı düşmeler sonucunda ise en çok el bileği, kalça, omuz çevresi ve ayak bileği kırıkları ortaya çıkıyor. Ancak karda ya da buzda düşmenin kuru zeminde düşmekten farklı olduğunu asla göz ardı etmemek gerekiyor. Çünkü buzlu zeminde ani ve korunmasız bir düşme meydana geliyor. Bu tarz düşmeler, baş dahil olmak üzere yere çarpan uzuvlarınızda ezilmelerden kırıklara kadar ciddi yaralanmalara yol açabiliyor. Hatta düşmenin şiddetine ve yere çarpan bölgenize göre iç kanamalar bile oluşarak, ölümcül yaralanmalar meydana gelebiliyor.
YAŞLILAR DAHA BÜYÜK RİSK ALTINDA
Bu dönemlerde yaşlıların çok daha fazla dikkat etmelerini, hatta gerek olmadığı sürece dışarı çıkmamalarını öneriyoruz. Çünkü ilerleyen yaşla birlikte tepki verme yeteneğinin azalması ve denge sorunlarının daha fazla olması, yaşlıların çok daha kolay bir şekilde düşmelerine neden oluyor. Bu yaş grubunun kemik kırılganlıkları da arttığı için düşme sonucu ciddi kırıklar, ortaya çıkabiliyor.
SIRT ÜSTÜ DÜŞMELER OMURLARA ZARAR VEREBİLİR
Karlı ve buzlu zeminlerde sırt üstü düşmelere de sık rastlanıyor. Ancak bu durum oldukça tehlikeli. Çünkü çarpmanın şiddetiyle omuriliğinizde dayanılmaz ağrılar ve hatta omur kırılmaları da oluşabiliyor. Boyun ve başa alınan darbeler ise ciddi travmalara neden oluyor. Bu nedenle düşme sonrası kemik ya da eklemlerinizde ağrı, şekil bozukluğu, renk değişikliği ve şiddetli ağrı gibi semptomlar varsa, hemen bir sağlık kuruluşuna başvurmayı ihmal etmemelisiniz.
KARLI VE BUZLU HAVADA DÜŞMEMEK İÇİN NELER YAPMALISINIZ?
Elbette bu hastalıklarla mücadelede güçlü silahlarımız var. Bu silahlardan biri de şifa deposu bitki çayları... Her yıl olduğu gibi kış mevsimiyle birlikte virüsler de saldırıya geçti. Özellikle son birkaç haftadır grip vakalarındaki artış nedeniyle hastaneler, dolup taşıyor. Yüksek ateş, kas ağrıları, baş ağrısı, halsizlik, öksürük, titreme ve boğaz ağrısı gibi belirtilerle seyreden Influenza A, şu anda insanları pençesine düşüren hastalıkların başında geliyor. COVID-19’un varyantları, nezle ve diğer mevsimsel virüsler de etkili bir şekilde insanları hasta etmeye devam ediyor. Görünen o ki vakalardaki bu artış şubat ayında da devam edecek gibi. Durum böyle olunca elimizdeki en güçlü doğal silahlardan da faydalanmak gerekiyor. Bu silahların başında ise doktor onayıyla dozunda tüketilen bitki çayları geliyor. Elbette ki istirahat etmeyi, sağlıklı beslenmeyi ve bağışıklık sistemini güçlendirmeyi de ihmal etmemek önemli.
NE ZAMAN DOKTORA GİDİLMELİ?
Bu yıl kış hastalıklarının gerçekten hiç şakası yok. Grip geçirenlerin ortak yakınması, iyileşme sürecinin her zamankinden uzun sürmesi ve belirtilerin oldukça şiddetli görülmesi. Hastalığınızın seyrinde şiddetli bir ateş gelişmiyorsa istirahat ve sağlıklı bir beslenme sistemiyle evinizde de bu hastalıkları geçirebilirsiniz. Ancak ateşiniz 38 derecenin üstüne çıktıysa ve her geçen gün ateşlenmeniz devam ediyorsa, nefes almakta güçlük başladıysa, göğüs ağrınız şiddetlendiyse, ishal varsa ve halsizlikten hareket edemeyecek hale geldiyseniz, mutlaka bir sağlık merkezine başvurmayı ihmal etmeyin. Çünkü bu sene virüsler, oldukça güçlü geldiler. Uyarılarımızın ardından gelelim hangi bitki çaylarının neye iyi geldiğine... Hazırsanız başlayalım...
GRİP VE SOĞUK ALGINLIĞINA İYİ GELEN BİTKİ ÇAYLARI
Melek otu çayı: Melek otu, virüslere karşı korunmada bağışıklık sistemini kuvvetlendiren ve boğaz enfeksiyonlarının engellenmesinde çok etkili bir bitkidir. Bu otu, 10 dakika demleme usulü şeklinde çay yaparak, günde 2 bardak olacak şekilde tüketebilirsiniz.
Ekinezya çayı: