Paylaş
Edebiyat tutkunları başlığa koyduğum kelimenin anlamını mutlaka bilmeliler. Nedir melâl? Hüzün, keder ve manevi yorgunluğun edebi dem’ini ifade ediyor... Melâl sözcüğü, hüzün ve keder hislerini eksik değerlendiren genç neslin yorumlayacağı cinsten bir kelime olmadığı gibi; duygusunun kapsadığı derin ve ruhi manayı kavramaları için de bir edebi birikim gerekiyor. Bu sözcüğün doğru duygusunu sadece eski okurlar anlayabilir dersem; benimle hemfikir olacaklar yine eskiler ve eskiden beri kitap, gazete, dergi okumaktan vazgeçmeyenler olur... Bunların dışında orta halli okurların da en azından “Keder dolu durum” anlatan “Hal-i Pür Melâl” deyimini duymuş olduklarını varsayıyorum. Ahmet Haşim’in girişe koyduğum “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz” cümlesinin içerdiği derinlik, eski ruhları ve bu eskiliğin içtenlikli zarafetine işaret ediyor. 200 kelimeyle kitap yazabilen yeni tür sanal yazı akımının ki; siz ne derseniz deyin, ben buna edebiyat demek istemiyorum... Şayet dersem eğer, Ahmet Haşim’e, Peyami Safa’ya, Halit Ziya’ya; “Sürûr(Sevinç) içinde dahi bir melâl hissederim...” diyen Muallim Naci’ye... Mesela 8 Ocak günü kaybettiğimiz Selim İleri’nin eşsiz İstanbul Türkçesiyle yazdığı kitaplarda hissettirdiği inceliğin edebiyatına haksızlık etmiş olmayacak mıyım? Gastroman’ı “Oburcuk Mutfakta”, yemeğin geleneğini ve kültürünü, edebiyatı ile birlikte işleyen ilk ve önemli yazarlardan; mutfağın edebiyatının, edebiyatın mutfağındaki önemini kavramamıza sebep olan “müthiş bir zarif adam.” Melâli anlayan neslin son edebi temsilcisi Selim İleri’yi ebediyete uğurlayan biz hayranlarının melâl hislerine katılacağınızı umuyorum. Yeri dolmayacaktır. “HALİMİZ PÜR MELÂL” #BOLU #KARTALKAYA...
MÜZE EVLİYAGİL
Henüz liseyi yeni bitirmiş bir tıfılken, Ankara Milletvekili, gazeteci, şair, yazar, rahmetli babamın da yakın dostu Necdet Evliyagil’i ziyarete gittiğimizde; Kızılay’daki Ajans Türk Matbaası’nda baskıdan yeni çıkmış kitapların taze kokusu beni benden alırdı. O an ilerde yazmayı düşündüğüm kitapların kapaklarını hayal eder, yazacağım cümleleri kafamda kurgulamaya başlardım. Çok önemli bir edebiyatçıyı yakından tanıyor olmak bana inanılmaz bir gurur ve öz güven kazanımı sağladı diyebilirim. Edebiyata karşı içimde körüklenen sevgide Necdet Amca’nın katkısının altını çizmeden Müze Evliyagil’e geçmek istemedim.
‘SANAT VE HAYAT’ SERGİSİ
Sevgili Sarp Evliyagil’le karşılaşınca uzun zamandır görmediğim bir yakınıma yeniden kavuşmanın sevinci düştü içime. İncek’te 2016 yılında kurduğu Müze Evliyagil’e davet etti. Gittiğimde; küratörlüğünü akademisyen, yazar ve eleştirmen “Beral Madra”nın yaptığı; 9 Kasım 2024’te başlayıp 13 Temmuz 2025’e kadar sürecek olan “Sanat ve Hayat” isimli şahane sergiyle karşılaştım. Sergi, Sarp Evliyagil ile Ulaş Değirmenci’nin koleksiyonlarından derlenen 18 sanatçının eserlerinden oluşuyor. Sanatçının yaşadığı hayat standardının sanatına etkisi üzerine bir manifestoyla, sanatçının kişisel yaşamından izlerin yansıtıldığı serginin bakış açısı; “Sanat, hayatın bir devamıdır...” Sergiyle birlikte hayat da devam ediyordu. Aynı anda geçtiğimiz günlerde dünya birincisi olan “Nova Vera” zeytinyağının tadım etkinliği ile birlikte mindfullness resim atölyesi de vardı. Cuma, cumartesi ve pazar günleri açık olan müzenin direktörlüğünü genç sanat tarihçi sevgili Sena Özsoy yapıyor.
MEMLEKET HAVASI ‘PİZZA MARBOBO’
Mezopotamya Ovası’nın kalbinde doğdum ve çok kültürlülük içinde büyüdüm. Süryanilerin, Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin, Ezidilerin birlikte oluşturdukları ortak kültüre hayranım. “Kim doğduğu toprakları sevmez ki” demeyin lütfen. Kime sorsanız “Topraklarım için ölürüm” der ama başka ülkelere gitmek için can atar. Sevmek yetmiyor ne yazık ki; bu sevgiyi eyleme dönüştürmek gerekiyor... İşte bu sevgiyi eyleme dönüştüren bir aileyi tanıtacağım size... Süryanice’de “Büyük kapı” anlamına gelen Nusaybin’e bağlı “Marbobo(Günyurdu)” köyünde 24 Süryani ile 4 müslüman aile birlikte yaşıyorlar. Avrupa’dan kesin dönüş yapıp doğduğu köye yerleşen köyün muhtarı sevgili Bilan Altın, eşi Nurcan Hanım ve kızı Şahre ile birlikte Almanya’daki mesleği, pizzacılığı köyünde sürdürmeye karar veriyor. Geçen sene mart ayında açtıkları pizza dükkânında hamur, atalık tohum “Ceyhan 99” isimli buğdaydan elde edilen unla yoğruldu. Bagog Dağı’nın meşhur meşe odunu ve aşk ile pişirildi. Keyifle önümüze kondu. Pizza eşsiz dersem inanın. Tadı da kokusu da Mezopotamya... Yolunuz düşer mi bilmiyorum ama düşmüyorsa da yol yaratın... Hayran kalacaksınız...
Paylaş