Paylaş
Özgül Öğrenme Güçlüğü ya da bozukluğu, normal veya normalin üstünde zekâya sahip olduğu halde; konuşma, dinleme, okuma, yazma, mantık yürütme ve matematik becerilerinin kazanılması ve uygulanmasında zorlukların belirgin olduğu nörogelişimsel bir bozukluk.
Özgül Öğrenme Güçlüğü; çocuğun potansiyel öğrenme kapasitesi ile gerçekleştirdiği akademik performans arasında farklı alanlarda (okuma, matematik, yazma ve henüz belirlenmemiş diğer beceriler) bazı uyumsuzluklar içeriyor. Bu uyumsuzluklar, çocuğun yaşı ve doğuştan gelen zekâ seviyesi ile örtüşmüyor ve kültürel veya eğitsel eksiklikler gibi dışsal nedenlerle de izah edilemiyor.
Öğrenme ve algılamayla ilgili bu sorun, hayat boyu devam ediyor. Ancak, Özgül Öğrenme Güçlüğü’ nü hastalık olarak ele almak doğru değil. Beyin fonksiyonlarındaki bu aksama, farklılık ya da özel bir durum olarak kabul ediliyor.
Özgül Öğrenme Güçlüğü, dil becerilerinde (heceleme ve okuma gibi) veya çözümleme becerilerinde zorluk yaşayan çocukları etkiliyor. Okul çağındaki çocuklardaki görülme sıklığı %5-14, yetişkinlerde görülme sıklığı ise %4 olan bu bozukluk, erkek çocuklarda kız çocuklara göre daha yaygın. Genelde,
olarak üç başlıkta ele alınan Özgül Öğrenme Güçlüğü; çoğunlukla çocukların ilkokula başladıkları dönemde, okuma yazmada yaşanan zorluklarının ortaya çıkması ile fark ediliyor. Ancak okul öncesi dönemde de bu bireylerde dil gelişimi, dikkat, motor gelişim konularının yanı sıra; sosyal ve duygusal alanda da bir takım sorunlar yaşanabiliyor. Bu belirtilerin aileler ve uzmanlar tarafından doğru değerlendirilip ele alınması, tanı ve uygun tedaviye başlanması açısından büyük önem taşıyor.
Özgül Öğrenme Güçlüğü ile ilişkili belirtiler, araştırmacılar tarafından 1800’lü yılların ikinci yarısında tanınmaya başlandı. Başlangıçta beyin hasarı sonucu okuma, dili kullanma ve kendini ifade etme becerilerinde kayıp ile giden nörolojik bir tablo olarak tanımlanmış ve bunun sonradan kazanılan bir sorunlu durum olduğu varsayılmıştı. Alman Profesör Kussmaul, 1877’de görme ve konuşma sorunu olmayan ve zihinsel kapasiteleri yeterli olduğu halde okuyamayan kişiler için ‘kelime körlüğü’ terimini kullanmış; ardından gelen araştırmacılar da benzer terimleri benimsemişlerdi. İleriki yıllarda da bozukluğun sadece sonradan meydana gelen hasarla değil, doğuştan gelen nedenlerle de olabileceği belirtilerek; “konjenital kelime körlüğü” terimi kullanılmıştı.
İlk kez 1925 yılında Dr. Samuel Orton; dinleme, konuşma, okuma ve yazmayı dilin çeşitli bileşenleri olarak düşünmüş ve bunlara ait gelişimsel sendromlar tanımlamıştı. Bu sendromları da; “gelişimsel okuyamama”, “gelişimsel kelime sağırlığı”, “özgül yazma güçlüğü” ve “okuma gecikmesi” olarak adlandırmıştı.
Öğrenme güçlüğü terimi ilk kez 1960’lı yıllarda kullanılmaya başlandı. Bu terim ile nörolojik, duygusal ya da davranışsal bozukluklardan kaynaklanan; konuşma, dil, okuma-yazma, aritmetik becerilerden bir ya da daha fazlasında gecikme veya bozulma olması ifade ediliyordu. Öğrenme bozuklukları; psikiyatrik bozuklukların tanı sınıflandırma sistemlerinde ilk olarak 1980’de, “özgün gelişimsel bozukluklar” kategorisinde sınıflandırıldı. Alt grupları ise; “gelişimsel okuma bozukluğu”, “gelişimsel aritmetik bozukluğu”, “gelişimsel dil bozukluğu”, “gelişimsel artikülasyon bozukluğu” ve “karma gelişimsel bozukluk” olarak tanımlandı. Sonrasında da aynı tanımlama, tanı sınıflandırma sistemlerinde güncellenerek, günümüze dek devam etti. Yani bugün de geçerliliğini, aynı ana hatlarla, korumayı sürdürüyor.
Okullarda yapılan araştırmalarda, Özgül Öğrenme Güçlüğü’ nün yaygınlığı yüzde 1-30 arasında değişiyor. Genel olarak yaygınlıkla ilgili araştırmalarda; okuma bozukluğu yüzde 4, yazılı anlatım bozukluğu yüzde 4, matematik bozukluğu yüzde 1 olarak belirtiliyor. Sonuç olarak; farklı oranlara karşın, Özgül Öğrenme Güçlüğü’ nün yaygınlığı yaklaşık olarak yüzde 5-10 olarak kabul ediliyor. Cinsiyetler arası farklara bakıldığında; okuma bozukluğunun erkeklerde, kızlara nazaran 2 kat daha sık görüldüğü anlaşılıyor.
Özgül Öğrenme Güçlüğü, kesin nedeni henüz açıklığa kavuşmamış bir bozukluk. Genetik-kalıtsal etmenler ve sinir sisteminin yapısal-işlevsel bozuklukları, üzerinde en fazla durulan nedensel etmenler. Yaygın olarak kabul edilen görüşe göre, Özgül Öğrenme Güçlüğü; çeşitli genetik ve çevresel etmenlerle belirlenen biyolojik nedenlere dayalı bir bozukluk.
Sonuç olarak, Özgül Öğrenme Güçlüğü’ nün genetik yatkınlığın rol oynadığı, beyinde bazı anatomik ve işlevsel farklılıklar sonucunda gelişen; bilgilerin işitsel ve görsel yollarla alınması, işlenmesi, kaydedilmesi ve bunun tekrar ifadeye dökülmesi aşamalarında meydana gelen bir gelişimsel bozukluk olduğu düşünülüyor. Bu gelişimsel sorunlar da; konuşma, okuma, yazma ya da matematik becerileri için gerekli olan bilişsel işlevlerin gelişmesinde gecikme ya da sapmaya neden oluyor.
Özgül Öğrenme Güçlüğü’ nde sık görülen belirtilere gelecek olursak;
Psikiyatri Merkezleri, Özgül Öğrenme Güçlüğü yaşayan çocukların ailelerine bazı tavsiyelerde bulunuyorlar:
Özgül Öğrenme Güçlüğü yaşayan çocuklarda, eğitsel tedaviye en az 6 ay devam edilmesi; ilerleme yavaş olduğu için, bu dönemde sabırlı olunması gerekiyor.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…
Not: Bu yazının hazırlanmasında Boğaziçi Üniversitesi Özel Öğretim Dersi Öğretmenlerinden Sayın Nalan Babür’ ün konu ile ilgili makalelerinden, Ankara Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Dr. Merve Çıkılı Uytun’ un “Özgül Öğrenme Bozukluğu” başlıklı makalesinden ve Madalyon Psikiyatri Merkezi ile Erdem Psikiyatri web sitelerinden yararlandım.
Paylaş