Engelsiz Erişim Derneği; eşit, erişilebilir ve engelsiz yaşamın bir insan hakkı olduğu noktasında birleşen kişilerin oluşturduğu bir sivil toplum kuruluşu. Derneğin çizgisini ve çalışma esaslarını ortaya koyan yedi ilke benimsenmiş durumda. Bu ilkeler:
* Engelsiz yaşam ve engellenmişliklerin ortadan kaldırılması
* Erişilebilirlik
* Eşitlik ve ayrımcılığın her türü ile mücadele
* Bir arada yaşam ve tecritle mücadele
* Karar mekanizmalarının içinde yer alma mecburiyeti
* Çözüm odaklı öneriler
* Anti hiyerarşik yapılanma
Çoğu Osmangazi Üniversitesi’nde mühendislik eğitimi almış, otomotiv sektöründe var olma savaşına giren bir grup kadının başlattığı bir kampanya “Sür Kendi Yoluna" … Mühendislik mesleğini bireysel ilgi alanları otomobiller ile birlikte icra etmek isteyen kadınların yürüttüğü, bugün bir kadın istihdam hareketine dönüşmüş olan bir kampanya bu.
Kampanyanın “Sür Kendi Yoluna” ismi; “her zaman ne yapman gerektiğini söyleyen insanlar çıkacaktır, ancak sen kendi istediğin yolda gitmekten asla vazgeçme.” mottosu ile belirlenmiş. Kampanyanın saha çalışmaları 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “yola şimdi biz çıkıyoruz” diyerek başlatılacak.
“Sür Kendi Yoluna” kampanyası ile iş hayatına ara vermiş, hiç başlamamış, yeni mezun olmuş ya da kariyerini değiştirmek isteyen tüm kadınlara ücretsiz eğitimler verilecek, ilgilenen kişiler online ya da yüz yüze katılabilecekler. Eğitimlerini tamamlayan kişiler için evde ya da sahada iş imkânları da düşünülmüş ve alternatiflendirilmiş durumda. Dezavantajlı kadınlar da kampanya kapsamına alınmış ve engellilik durumlarına göre çalışabilecekleri departmanlar şimdiden tasarlanmış.
Kadın elinin değdiği herhangi bir düzenin asla eskisi gibi olmayacağına duyulan inanç ile çıkılan yolda, nitelikli işgücünde yer almak isteyen her kadın kendini geliştirmek istediği alanda eğitim alabilecek.
Birkaç bin yıldır hüküm sürmekte olan ataerkil yapı ile biyolojik farklılıkların altı daha çok çizilmeye başlanmış, her alanda olduğu gibi istihdamda da kadın ikinci planda kalmış durumda. Bu sebepten, özellikle son yıllarda, dünya genelinde mesleki anlamda erkeklerle eşit haklara sahip olmaları gerektiğini savunan kadınlar; ‘erkek mesleği’ olarak parsellenmiş pek çok alanda varlıklarını göstermeye başlamış bulunuyorlar. Adlarından başarıyla söz edilen kadınların çoğalması oldukça umut verici bir durum…
Teknolojinin hızla gelişmesi ve bilginin güç kaynağı olması ile de kadınlar, mühendislik gibi geçmiş yüzyıllar boyu eril alanda parsellenmiş mesleklerden birinde adlarından söz ettirmeyi ve mühendislik mesleğinin cinsiyetçi dinamiğini ve güç dengesini değiştirmeyi başarmış bulunuyorlar.
Otomotiv sektörü de kadınların yetersiz görüldüğü alanlardan birisi olarak işaretlenmiş; üretim sürecinden başlayarak satış, bakım, yedek parça gibi her bir sektör bileşeni erkek işgücü ile yönetilmiş durumda. Dünya ile birlikte ülkemizde de kadınların nitelikli işgücünde yer almaları yönünde mutlu edici çalışmalar görmekteyiz. Kadınların ekonomik olarak güçlendirilmeleri, sözlü/fiili şiddetin önüne geçebilmek için atılması gereken en önemli adım.
İklim kelimesi, bir yerde yıllar boyunca hâkim olan ortalama hava durumu anlamına geliyor. Bu ortalamalardaki farklılıklar ise “iklim değişikliği” olarak adlandırılıyor.
İklim değişikliği geleceğimizi tehdit eden ve küresel ekonomiyi temelden etkileyen en önemli sorun. Bu soruna dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla, 30-31 Mart tarihleri arasında, Ankara Ticaret Odası öncülüğünde “Eko İklim: Ekonomi ve İklim Değişikliği Zirvesi/Fuarı” gerçekleştirilecek. Türkiye ve dünyada bir ilke imza atmaya hazırlanan Ankara, bu etkinlikle dünyanın ilk ekonomi ve iklim değişikliği fuarına ev sahipliği yapmış olacak.
“Eko İklim-Uluslararası Ekonomi ve İklim Değişikliği Zirvesi”, Türkiye’yi yeşil dönüşümü tamamlamış bir üretim üssüne dönüştürmek hedefi ile gerçekleştiriliyor. Zirve’ de; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Türkiye Belediyeler Birliği, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Ankara Ticaret Borsası, Organize Sanayi Bölgeleri, KOBİ’ler, yeşil finansman projeleri ile bankalar, üniversiteler ve pek çok kurumun desteği bulunuyor.
Karbon nötr olarak gerçekleşecek Zirve’ ye; Devlet bakanları, kamu kurumları temsilcileri, 20’yi aşkın uluslararası kurum ve kuruluş, 30’u aşkın üniversiteden akademisyenler, iyi örnek uygulamaları ile belediyeler, organize sanayi bölgeleri, teknokentler ve sektör temsilcileri katılım sağlayacak.
30-31 Mart tarihleri arasında ATO Congresium’ da gerçekleşecek bu tarihi etkinliğin en önemli güç merkezlerinden biri, “Gönüllü İklim Elçileri” olacak. Yeni nesillerin yaşamak istediği geleceği kurmak üzere atacakları her adım, ülkemizin ve dünyanın önde gelen çevrecileri tarafından dikkatle takip edilecek.
25.000’in üzerinde ziyaretçiyi ağırlaması beklenen Zirve’ de; 4000 m²’’lik alanda “Ekonomi ve İklim Değişikliği” temalı fuar ve İklim Müzesi kurulacak, ulusal ve uluslararası 150 konuşmacının yer aldığı 20’den fazla oturum yapılacak, B2B (şirketler arası pazarlama ya da satış uygulamalarına verilen ad) görüşmeleri, sertifikalı eğitim programları, eğitimler, workshop’ lar gerçekleştirilecek, konserler, dinletiler ve mini gösteriler sahnelenecek.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) kapsamında, iklim değişikliğinin azaltılması, adaptasyonu ve finansmanı hakkında 2015 yılında imzalanıp 2016 yılında yürürlüğe giren Paris Anlaşması; Türkiye tarafından 22 Nisan 2016 tarihinde New York’ta düzenlenen imza töreninde 175 ülkenin temsilcileri ile birlikte imzalanmış durumda.
Ancak söz konusu Sözleşme hemen yürürlüğe konulmamış; 7 Ekim 2021 tarihinde “Paris Anlaşması’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi” nin TBMM Genel Kurulunda kabul edilmesinin ardından, 11 Ekim 2021 tarihinde BM Sekretaryası’ na iletilmiş bulunuyor.
Son zamanlarda ülkemizin en önemli sorunlarından biri “şiddet”. Yayın organlarında her gün mutlaka birkaç saldırı, yaralama ve cinayet konulu habere rastlıyoruz. Geçtiğimiz hafta yayımlanan bu haberlerden biri de tüm Türkiye'yi derinden yaralayan Sıla Şentürk cinayeti idi.
Sıla henüz 16 yaşındaydı. Eski nişanlısı Hüseyin Can Gökçek tarafından vahşice öldürüldü. Olay saatinde evde Sıla ve yarı felçli 76 yaşındaki babaannesi bulunuyordu. Annesi işte, kardeşi okulda, balıkçılık yapan babası ise denizdeydi. Alt kattaki sobalı odada yatan babaanne Sıla’nın olduğu üst kattan bağrış sesleri duyunca yerinden kalkıp merdivenlerden üst kata çıktı. Sıla’nın yattığı odadan eski nişanlısı Hüseyin’in çıktığını gördü.
Babaanne Sıla’nın odasına girdiğinde, Sıla yerde hareketsiz yatıyordu. Yaşlı kadın torununun yaşamını yitirmiş olduğunu anlayınca, yan tarafta oturan gelininin evine giderek durumu bildirdi ve polis çağrıldı.
Giresun’ da yaşayan Sıla ile Ankara’ da çalışan Hüseyin geçen yıl internet ortamında tanışarak arkadaş olmuşlar. Bir süre arkadaşlıklarını telefon aracılığı ile sürdürmüşler. Hüseyin Can Gökçek 22 Mart 2021’ de Giresun’ a gelerek Sıla’ yı kaçırmış. Şentürk Ailesi’ nin şikâyeti üzerine Trabzon’da yakalanan Gökçek, 'Çocuğun cinsel istismarı' ve 'Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması' suçundan tutuklanmış. 25 Mart 2021 tarihinde hakkında acil koruma kararı alınan Sıla Şentürk ise Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na ait Çocuk Sevgi Evi’ne yerleştirilmiş. Sıla, 12 Nisan 2021'de, hakkındaki danışmanlık tedbiri kararı kapsamında, ailesinin yanına dönmüş. Ancak bir süre sonra Şentürk ailesinin şikayetinden vazgeçmesi üzerine, bir ay cezaevinde kalan Gökçek; mahkemeye yüzde 50 engelli olduğuna dair sağlık raporu da sunması göz önüne alınarak, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol şartı uygulanarak serbest bırakılmış. Daha sonra da Aile kızlarının Gökçek ile nişanlanmasına izin vermiş.
Hüseyin Can Gökçek’ in pek çok suçtan sabıkası olduğunun ortaya çıkması üzerine, Sıla’ nın Ailesi bu birlikteliğe karşı çıkmış ve nişan bozulmuş. Bu durumu kabullenemeyen Gökçek, Sıla’ yı tehdit etmeye başlamış. Bu tehditlerin bir türlü sona ermemesi üzerine, 16 Kasım 2021'de Sıla hakkında ikinci kez acil korunma kararı alınıp yeniden Çocuk Sevgi Evi’ne yerleştirilmiş ve Aile Gökçek hakkında ‘tehdit’ iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş. Sıla,
7 Aralık tarihinde, ailesi tarafından kısmen felç geçiren ve konuşma yetisini büyük ölçüde kaybeden babaannesine bakması için devlet korumasından alınarak eve getirilmiş. 20 Ocak 2022 tarihinde yapılan danışmanlık tedbiri kapsamındaki son görüşmede, Sıla ve ailesi tarafından herhangi bir risk ve tehdit tespit edilememiş.
Olay günü Hüseyin’in Sıla’ dan şikâyetinden vaz geçmesini istediği, Sıla’nın bunu kabul etmediği, Gökçek’in bunun üzerine mutfaktan bir bıçak alarak Sıla’yı boğazını keserek hunharca öldürdüğü söyleniyor.
Cinayeti işledikten sonra pencereden kaçan zanlı Ordu-Giresun Havaalanı’ nda yakalandı ve Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’nce
1921’de Londra’ dan yola çıkan Uluslararası PEN Kulüpleri Federasyonu (PEN International), edebiyatı yüceltmek ve dünyanın neresinde olursa olsun düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak, korumak ve yaymak amacıyla çalışıyor. 102 ülkede 145 özerk merkezden oluşan Federasyon’ un 20 bin üyesi bulunuyor. PEN adı üç kelimenin baş harflerinden oluşuyor: Poets (Şairler), Essayists (Deneme Yazarları) ve Novelists (Roman Yazarları).
Federasyonun 1950’de Halide Edip Adıvar öncülüğünde, Türk PEN Kulübü adıyla, kurulan Türkiye Merkezi; 12 Eylül 1980 askeri darbesi üzerine kapandı. 1988'de, Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Aziz Nesin'in girişimiyle, yeni bir PEN Kulüp kurulması için çalışılmaya başlandı. Kuruluşun kesinleşmesi için gereken Bakanlar Kurulu Kararı ise, Kasım 1989’ da alındı.
Günümüzde çalışmalarını PEN Türkiye Yazarlar Derneği adı altında sürdüren kuruluş, 2007 yılından beri “duruşuyla, gerçekleştirdikleriyle, birçok kadına yol açan, örnek oluşturan” bir sivil toplum kuruluşuna, Türkiye’de kadın hareketinin öncülerinden gazeteci-yazar Duygu Asena anısına bir ödül veriyor. “Duygu Asena PEN Ödülü” bu yıl Uçan Süpürge Vakfı’na verildi.
Uçan Süpürge, kadınların güçlendiği ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlandığı herkes için adil bir dünyaya kavuşmak için değişim yaratma vizyonu ile yola çıkmış; kadınların ve kadın örgütlerinin birikimlerine inanan, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Şiddet, yasal haklar, temsil eşitsizliği, görünürlük üretme ve yaratma gibi birçok farklı konuda farkındalık yaratmayı amaçlayan Uçan Süpürge, çocuk yaşta ve zorla evlilik sorununun Türkiye’nin gündemine girmesinde de öncü bir rol oynamış durumda.
Kadınların kültür sanat alanındaki ihtiyaçlarını gören Uçan Süpürge, sinema alanındaki kadınların emeğini görünür kılmak amacıyla, 1998 yılında Türkiye’de ilk defa uluslararası kadın filmleri festivalini başlatmış bulunuyor. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali varlığını panel, söyleşi ve sergilerin yapıldığı uluslararası bir organizasyon olarak sürdürüyor. Türkiye’de bir ilk olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, kadın yönetmenlerin filmlerini gösteren bir festival olarak, her yıl dünya çapında kadın yönetmenleri ve oyuncuları davet ederek Türkiye’de “Kadın Yönetmen ve Yapımcılar Buluşmaları” nı gerçekleştiriyor. Bu sayede, bu alanda çalışan kadınlar arasında bir iletişim ağı Kurulmuş oluyor.
Uçan Süpürge bu yıl 25. yaşını kutluyor. Bu özel yılda Uçan Süpürge’ ye verilen “Duygu Asena PEN Ödülü” ile ilgili haber beni 1970’li yıllara götürdü. Zira yollarımız o yıllarda kesişmişti sevgili Duygu ile…
Eşim Özer Yelçe o tarihlerde Hürriyet Gazetesi’nde görev yapıyordu. Kelebek Gazetesi’ ni yayın hayatına hazırlayan ekipte Duygu ile birlikte yer alıyorlardı. Onların uzun uğraşları sonucunda Kelebek Gazetesi ilk baskısını yaptığında, gazetenin sahibi Erol Simavi tüm ekibi eşleri ile birlikte Maksim Gazinosu’nda ağırlamıştı. O gece çok eğlenmiş, hatta etkinlik sonunda eğlencemize bir başka mekânda devam etmiştik.
Hepimiz çok gençtik o yıllarda. İş dışında çok zaman geçiriyorduk birlikte. Her hafta birimizin evinde toplanır, güler eğlenirdik. Bazen de diskoteğe gidip dans ederdik. 70’li yılların gençler arasındaki en popüler eğlence merkezleriydi diskotekler o dönemde.
Dedeman Oteller Zinciri sahibi Dedeman ve Önal ailelerinden Nazire Dedeman’ın oğlu Umut Önal, 28 Eylül 1993 günü arkadaşının silahından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetti. Bu acı olayın hemen ardından kurulan Umut Vakfı; geleceğimizin teminatı olan gençlerimizin hukukun üstünlüğüne inanan, adalete güvenen, anlaşmazlıklarını uzlaşmayla ve barışçıl yollarla çözümleyen, yurttaş olma bilincini ve sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak yetişmelerine katkıda bulunma hedefi doğrultusunda sürdürüyor çalışmalarını.
Türkiye’ nin Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde Danışman Üye sıfatına sahip beş sivil toplum örgütünden biri olan Umut Vakfı; şiddetin arttığı, uzlaşma kültürünün henüz oluşmadığı ülkemizde değişimin gençlerden başlaması gerektiğine inanıyor. İlk dönem çalışmalarını uluslararası barış ve uzlaşma kültürüne yönelik olarak sürdüren Vakıf; 2000 yılından bu yana toplumumuzun içinde bulunduğu bireysel silahlanma sorununa akademisyenler, milletvekilleri ve duyarlı kişilerden aldığı desteklerle çözüm üretmeye çalışıyor.
Umut Vakfının 2015 yılından başlayarak fonksiyonel hale getirdiği “Türkiye Silahlı Şiddet Haritası” 2021 Raporu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Rapor’ da kasten öldürme olaylarının yanı sıra yaralamalar, maganda cinayetleri, kazayla ve şakalaşma sonucu olduğu öne sürülen olaylar ve silahla intiharlar da yer alıyor. Vakıf yetkilileri, “Bireysel silahlanmaya hayır” diyen, “Bireysel silahlanmanın tehlikeleri” ne dikkat çeken bir vakıf olarak hazırladıkları “Türkiye’nin Şiddet Haritası” çalışmasının silahlı şiddetin her türlüsünü kapsadığını ifade ediyorlar.
Söz konusu Rapor’ a göre, 2021 yılında yerel ve ulusal basına 3 bin 801 silahlı şiddet olayı yansıdı. Türkiye’nin dört bir yanından basına yansıyan bu 3 bin 801 olayda; 2 bin 145 kişi hayatını kaybetti, bir kısmı ağır olmak üzere 3 bin 896 kişi de yaralandı. Olayların 3 bin 172’sinde ateşli silahlar (2 bin 061’i tabanca, 961’i tüfek, 150’si beylik silah), 629’unda ise
-yoğunlukla bıçak olmak üzere kılıç, falçata, ustura, orak vb.- kesici aletler kullanıldı.
2021 yılında yaşanan şiddet olaylarının bölgelere göre sayıları ise;
Marmara Bölgesi’ nde 985 olay
Karadeniz Bölgesi’ nde 524 olay
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 1987 yılında aldığı kararla, 9 Şubat’ı “Dünya Sigarayı Bırakma Günü” olarak kabul etmiş bulunuyor. O günden bu yana her yıl 9 Şubat tarihinde tütün ve sigaranın zararlarına dikkat çekmek ve konu ile ilgili farkındalık yaratmak amacıyla, dünya genelinde, çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Tütün ürünleri, dünya genelinde milyonlarca kişinin hayatını kaybetmesine ya da ciddi sağlık sorunları yaşamasına yol açıyor. DSÖ verilerine, göre tütün ürünlerinin kullanımı her yıl 8 milyondan fazla insanın ölümüne neden oluyor. Bu ölümlerin 7 milyondan fazlası doğrudan tütün kullanımından, yaklaşık 1,2 milyonu ise pasif içici olmaktan kaynaklanıyor. DSÖ, dünyadaki 1,3 milyar tütün kullanıcısının %80’inden fazlasının düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşadığına dikkat çekiyor.
Our World in Data’ nın -Mynet’ in 9 Şubat 2022 tarihli haberinde yer alan- verileri ise, dünyada halen dört yetişkinden birinin (%23) tütün ürünleri kullandığına işaret ediyor. Türkiye nüfusunun da yaklaşık %30’u sigara içiyor. Erkeklerde bu oran %41,5’e çıkarken kadınlarda %17’de kalıyor. Bu da sigara içen erkeklerin kadınlara oranının neredeyse 2,5 kat olduğuna işaret ediyor.
Ülkemizin en önemli sivil toplum kuruluşlarından biri olan Türkiye Sigarayla Savaş Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. Mustafa Aydın, Dünya Sigarayı Bırakma Günü’nde yayımlanan basın bülteninde; 2000 yılında yapılan bir araştırmaya göre, sigaraya yapılan her %1’lik artışın yasa dışı açık tütüne yönelişi %0,8 oranında arttırdığını söylüyor. Doç. Dr. Aydın, kullanıcıların bu yönelişin bir nedeni olarak; ‘sigaranın çeşitli kimyasal işlemlerden geçtiğini ancak açık tütünde böyle bir şey olmadığını, dolayısıyla açık tütünün sigaraya göre daha az zararlı olduğunu ileri sürdüklerini belirtiyor. Bu görüşe kesinlikle karşı olduklarını ifade eden Aydın, “Zehrin az zararlısı, çok zararlısı olmaz; zehir zehirdir. Üstelik bu açık tütünler, merdiven altı ortamlarda, bilinmeyen koşullarda üretiliyor. Tütünün verdiği zarara bir de hijyenik olmayan koşullar ekleniyor.” diyor.
Tütün ürünlerinden en çok kullanılan paket sigaralar yalnızca insan sağlığını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda içenlerin bütçesini de etkiliyor. NG Araştırma’nın 1768 kişinin katılımı ile gerçekleştirdiği ve geçtiğimiz günlerde yayımladığı anketin verilerine göre; her 4 kişiden 1’i sigaraya ayda 600 TL. üzerinde harcama yaparken, katılımcıların %52’si ayda 400 TL.’ den fazla para ödüyor. Sigaraya aylık 201-400 TL. arası bütçe ayıranlar ise katılımcıların %23’ünü oluşturuyor.
Ülkemizin tek amacı sigarayla mücadele olan ilk ve tek sivil toplum kuruluşu Türkiye Sigarayla Savaş Derneği, kuruluşundan bugüne, gençlerimizin tertemiz geleceğine sahip çıkmak ve toplum sağlığını korumak amacıyla çalışıyor. Bu yola çıktıklarında uçaklarda bile sigara tüketiminin serbest olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Aydın, günümüzde ise kamuya açık tüm kapalı alanlarda tütün ve sigara kullanımının yasaklanmış bulunduğunu söylüyor.
Türkiye Sigarayla Savaş Derneği Covid-19 pandemisi sürecinde çalışmalarını artırmış durumda. Zira tütün ve tütün ürünlerinin Covid-19’a davetiye çıkardığı artık herkes tarafından biliniyor. Dernek bu süreçte sigaranın sağlığa, ekonomiye ve psikolojiye olan etkileri noktasında eğitim kurumları, özel firmalar, kamu kuruluşları ve diğer sivil toplum kuruluşları ile birçok webinar düzenleyerek toplumu aydınlatma misyonunu istikrarlı bir şekilde sürdürmeye devam etmiş bulunuyor.
Ancak sigaranın zararlarını göstermeye yönelik olarak yapılan tüm çalışmalar, bize yalnızca bu zararların boyutunu yürekten kabul etmemiz durumunda yardımcı olabilir. Daha önceki yazılarımdan bazılarında da ifade etmiş olduğun gibi, ben sevgili eşimi sigara yüzünden kaybettim. Sigarayı bırakması ya hiç değilse azaltması yönündeki tüm ikazlarıma, hatta yalvarışlarıma karşın beni dinlemedi. Çünkü bu bağımlılığın kendisine zarar verdiğine önce inanması, sonra da bu bağımlılıktan kurtulmaya kendi hür iradesiyle karar vermesi gerekiyordu. Yani, benim bu konudaki çabalarım nafileydi.
Bir önceki yazımda Cerebral Palsy Türkiye tarafından koordine edilen “Ben Varsam Okulum Bir” Projesi kapsamında yapılmış bulunan araştırmadan söz etmiştim sizlere. Bugün de söz konusu araştırmanın bulgularını vermeye devam etmek istiyorum.Bir önceki yazımda Cerebral Palsy Türkiye tarafından koordine edilen “Ben Varsam Okulum Bir” Projesi kapsamında yapılmış bulunan araştırmadan söz etmiştim sizlere. Bugün de söz konusu araştırmanın bulgularını vermeye devam etmek istiyorum.
Araştırma bulguları farklı gelişen çocukların aileleri ile yapılan derinlemesine görüşmeler ve odak grup tartışmaları sonucunda elde edilmiş bulunuyor. Odak grup profilleri ise:
• Branş öğretmenleri, rehber öğretmenler ve RAM (Rehberlik Araştırma Merkezi) yetkilileri
• Kaynaştırma öğrencisi velileri