Paylaş
Kitabın ‘Ben, Ben Nü’ salı günü basına tanıtılacak. İçinde olay yaratacak itiraflar var. Bu kadar şeffaf yazılmış çok az kitap okudum. Nedir bu?
- Ben kendimi ameliyat masasına yatırdım Ayşecim! “Buyurun inceleyin!” dedim. Masaya da gönüllü yattım. Yaşadıklarımı paylaştım, olay bu. Biliyorum, her kafadan bir ses çıkacak. Bazıları, “Delirmiş! Yok artık, bunlar da yazılır mı?” diyecek, beni eleştirecek. Bazıları da beni cesaretimden dolayı tebrik edecek. İnsanın herkese kendini sevdirmesi mümkün değil, benim de böyle bir derdim yok. Ben yaşadıklarımı samimi bir şekilde paylaştım, yaşadığım aydınlanmayı anlattım. Durum bu.
Sen bu toplumda eğitimli, özgür ruhlu, hatta marjinal sayılan birisin...
- Valla ben sıfatlara pek inanan biri değilim. Benim için önce insan olmak önemli. Merhametli, anlayışlı, verici ve dürüst bir insan olmak... Gözümde herkes eşit, yolculuklarımız aynı yerde başlıyor ve bitiyor. Sadece detaylar farklı ama hepimiz aynı yerden geliyoruz; anne rahiminden... Ve aynı yere gidiyoruz; toprağa… O yüzden ‘marjinal’, ‘özgür ruhlu’ gibi sıfatların arkasına sığınmıyorum. Umurumda bile değil insanların bana hangi sıfatları yakıştırdığı. Açıkçası hayat denen yolculukta, başkalarının tecrübelerinden nasıl faydalanabilirim, onlara nasıl faydalı olabilirim diye bakıyorum.
Bu kitapta bolca cinsel sahne de var. Arabada şehvetli bir sevişme sahnesiyle açılıyor. Aşka ve sekse bakışın herkesten farklı mı? Seks konusundaki özgürlük anlayışının bir sınırı var mı?
- Herkesi bilemem ama ben bu kavramları güzel tarafından ele alıp dolu dolu yaşamak gerektiğine inananlardanım. Ama özgürlük anlayışımın elbette bir sınırı var. Başkasının alanını gasp etmediğim, başka özgürlükleri kısıtlamadığım alanda serbest olmak isterim. Tamam sınırları toplum koyar ama ben mahremimi zirvede yaşadığımı düşünüyorum. Ve kendimi asla kısıtlamıyorum. Türkiye’deki pek çok insan için maalesef seks, hâlâ bir tabu ama benim için asla değil! Bence yeryüzündeki en doğal şey.
Aşk tamam, seks tamam... İyi ama şiddet ne oluyor? Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi senin şiddete uğrayabileceğin. Fakat bu kitaptan öğreniyoruz ki, bayağı ciddi şiddete maruz kalmışsın! Nasıl yaşadın onca felaketi?
- Haklısın, kırk yıl düşünsem benim de aklıma gelmezdi! Güya ben toplumun eğitimli, özgür, hatta farklı yüzünü temsil ediyorum, öyle değil mi? Açık açık konuşabiliyorum, özgürüm... Ama işte gel gör ki ben bile bu felaket durum karşısında yıllarca sustum!
Neden peki?
- Bunun sanırım iki cevabı var: Birincisi, “Sahi ya, ben şiddete uğruyorum!” demek vakit alıyor. Kendinin de bu kavramın kurbanı olduğunu anladığında, zaten çoktan etlerin çürümüş, kalbin kırılmış ve kafan bulanmış oluyor. Benim olayımda da durum bu. Ben “Hayır!” demeyi öğrenene kadar sürdü bu. Diğeri, yani gördüğüm şiddeti idrak etmemi geciktiren sebep, “O aslında beni seviyor!” yanılgısı. Sürekli gerekçeler üretiyorsun: “Bunu yaparken çok sarhoştu, üzgündü, kafası dağınıktı!” Hep bu bahanelerin arkasına sığınıyorsun. Ben de öyle yaptım. İnsanların beni uyarmasına rağmen hep gözümü yumdum. Devekuşu gibi kafamı kuma gömdüm. Herkese kulaklarımı tıkadım. Sürekli, “Bana asla yapmaz bunu, ben farklıyım!” diyordum. Ve en acıklısı, onu değiştirebileceğimi düşünüyordum. En büyük yanlış da bu: Kimseyi değiştirmeyi isteme, değiştirebileceğini de zannetme.
Peki şiddet karşısında ne tepki verdin?
- İlkinde açıkçası şok oldum! Kalakaldım. Zaten o da kayboldu gitti ortadan birkaç gün. İdrak edemedim: “Gerçek miydi? Değil miydi? Nasıl böyle bir şey başıma gelmişti?”
Kitap, Destek Yayınları'ndan çıktı, 216 sayfa.
Peki ya geri döndüğünde?
- İnsan sevdiğinden bir tokat yediğinde ya da şiddet gördüğünde, onu hemen kapının önüne koyamıyor. Çünkü karşındaki binbir özür ve yalan söylüyor. En büyük yalan da “Bir daha asla yapmayacağım!” Ama sen o yalana inanmak istiyorsun. Maalesef biraz geç oldu ama sonradan anladım ki, el bir kere kalktı mı, gerisi mutlaka geliyor. Bir büyük faktör daha var, o da sevdiğini düşündüğün için bir şekilde basiretin bağlanıyor. Bir tabir vardır ya, aşkın gözü kördür, işte ben tam anlamıyla bunu yaşadım.
Şiddet gördüğün insanlardan biri de çocuğunun babası. Kitapta ismi değişik ama yine de anlaşılıyor.
- Polemik başlatmak istemediğim için bu soruya yanıt vermek istemiyorum Ayşe.
Bu arada gördüğün şiddet pek de hafife alınacak bir şey değil: Hamileyken karnın tekmeleniyor, merdivenden itiliyorsun, doğumdan sonra hırpalanıyorsun, saçların tutam tutam elinde kalıyor ama sen, “Devam” diyorsun. Kendini nasıl ikna ediyorsun bunca şiddet görmene rağmen?
- Söylüyorum, sevdiğimi zannediyordum! Bir tatlı söze kanıyor ve “Değişecek!” umudu taşıyordum. Yeni bir hayat kurmuştuk, aile olma ümidi taşıyordum. Bir de bu kadar emek sarf etmişim, yeni çocuk doğurmuşum. İşte tüm bunların arkasında sığındım yıllarca. Bir de tabii işin duygusal şiddet tarafı var, o da en az fiziksel şiddet kadar kötü. Bütün özgüvenin sarsılıyor. “Ben nasıl tekrar hayata başlayacağım? Her şeyi sil baştan nasıl yapacağım? Kimse beni sevmeyecek, ben başarısızım!” gibi bir sürü negatif şeyle bürünüyor bedenin ve ruhun. Tam bir çıkmaza giriyorsun.
Şiddet yüzünden ayrılıyorsun, hatta adamı mahkemeye veriyorsun ama sonra affediyorsun! Peki bunun açıklaması ne?
- Tam affetmedim aslında. Eğer vazgeçersem bana çocuğumuzla ilgili bir kâğıt vereceğine söz verdi. Bu yüzden vazgeçmek zorunda kaldım. Bir de tabii ki çocuğumun babası olduğu için vicdanen yargılayamadım. Zayıftım, aptaldım, bağımlıydım... Ne diyeyim? Sevgisine bağımlıydım. Onsuz hiçbir şey olduğumu düşünüyordum. Ama demin de söylediğim gibi, artık susmayacağım ve beni hiçbir şey susturamayacak. Kitapta samimiyetle yazdıklarım, başkalarının işine yarayabilir. Öyle ümit ediyorum. Belki başka kadınlar da uyanır, benim yaptığım binlerce hatayı yapmazlar.
Ama bitmiyor ki... Bir başka ilişkinde de şiddet görüyorsun, seni yastıkla boğmaya çalışıyor…
- Eğer sorunu çözemezsen aynı tip adamları çekiyorsun hayatına. Ben zaten tüm bu şiddete müsaade ederek hata yaptığımı söylüyorum.
Hiç bitmeyen sevgin, umudun, iyi olacak beklentin ve iyi niyetin... Bunlar senin olumlu özelliklerin mi olumsuz mu?
- Olumsuz tabii. Bağımlılık. Özgüvenimi kaybetmiş olmam. Yalanlara halen kanmam. Saf olmam, bir sürü faktör var. Ama eninde sonunda aydınlanma yaşıyor insan. Artık kendi devrimini yapmış biri olarak, hayatıma çektiğim insanlar çok daha farklı. Her ne kadar ıstıraplı bir yolculuk olduysa bile, başıma gelen bu felâketler beni Bennu yaptı. Eminim benim yaşadıklarımı yaşayan başka kadınlar da vardır, umarım bu kitabı okuduktan sonra benzer bir uyanış yaşarlar.
Sence hikâyen kadınlara örnek olabilecek nitelikte mi?
- Bence öyle. Güçlü, özgür zannettiğin kadınlar da şiddete uğruyor işte! Eğitimli- eğitimsiz fark etmiyor, kadınız ve şiddet görüyoruz. Hangi dünyadan gelirsek gelelim, aynı şiddeti yaşıyoruz ama kesinlikle susmamız gerekiyor. Asla! Ama işte, insan tuhaf bir karanlığın içinde olduğunu düşünüyor, hiç çıkamayacağını zannediyor. Bu doğru değil, yolun sonunda hep ışık var. Ümidi kesmemeliyiz ve hep ışığa doğru yönelmeliyiz. Yeter ki, geç olmadan uyanalım!
Bennu Gerede dört oğlu ile birlikte. Saat yönünde: Daren, Dilan, Miro Gerede Erkaya ve Kai Gerede Ağaoğlu.
OĞULLARIM EN İYİ DOSTLARIM
Bir taraftan uçarı, kafanın dikine giden bir kadınsın. Ama bir taraftan da kim ne derse desin, dört çocuğunu tek başına kendi ayaklarının üzerinde durarak yetiştirmiş çok iyi bir annesin. Ne kadar zorlu bir mücadeleydi bu dönem?
- Tabii ki büyük zorluklar yaşadım ama hepsinin üstesinden geldim. Çocuklarım her zaman benim için birinci planda oldu. Onları da kendi hayat felsefem doğrultusunda yetiştirdiğimi düşünüyorum. Hep “Mutlaka kendi ayaklarınızın üzerinde durun, kimseye muhtaç olmayın!” dedim. Onlara hep düşüncelerini özgürce paylaşma hakkı tanıdım. O yüzden de bana sonsuz saygıları olduğunu düşünüyorum. Oğullarım benim en iyi dostlarım aynı zamanda. Onlara yeterince alan bıraktım ki, karakterlerini ve özlerini bulabilsinler. Merhametli, dürüst ve iyi insanlar yetiştirdiğimi düşünüyorum.
Hiç problem yaşamadın mı peki?
- Oğullarımla ilgili mi? Pek sayılmaz. Hep dürüst ve açık olduğumuz için pek problem olmadı. Biz birbirini anlayan, destekleyen, teşvik eden, seven bir aileyiz. Zaman zaman, birimizin diğerinden daha fazla ilgiye ihtiyacı olduğu oluyor ama hepimiz halden anlıyoruz. Çünkü birbirimizi koşulsuz seviyoruz. Allah’tan sorun olduğu zaman da çabuk çözüyoruz. Bizim ailede küsmek yoktur, kin beslemek yoktur. En kötü zamanımızda sarılmayı ve yolumuza devam etmeyi bildik.
SEVGİ, ŞİDDETİ KABULLENMEYİ ASLA GEREKTİRMEZ!
Sevgi-cinsellik-şiddet... Bu üçlüyü bir bütün olarak değerlendirmenin ve kabullenmenin yanlış olduğunu bugün yüksek sesle söyleyebiliyor musun?
- Evet. Aynen bunu söylüyorum: “Sevgi, şiddeti kabullenmeyi asla gerektirmez!” Tabii ki sevgi, affetmekle kol kola gezmeli. İnsan içindeki vicdanı yok etmemeli ama bu vicdan, şiddeti kabul etmek demek değil ve asla olmamalı. Saygı bittiği an, iki insanın arasındaki o ilişki de bitmeli. Artık buna kesinlikle inanıyorum.
SEVİŞMEYİ DE ŞİDDETİ SANSÜRSÜZ ANLATTIM
Şiddetin ve şehvetin dili kitapta neredeyse pornografik. Böyle olmasının özel bir amacı var mı?
- Kitabın dili çok açık ve net. Evet doğru... Anlatılan sahneler pek çok insanın tepkisini çekecektir. Ama kitaptaki açık sahneler, benim özgür karakterim. Cinselliği tabulaştırmayan ve hatta toplum barışı için elzem gören bir yapım var. İnsanları rahatsız edebilecek bu açıklık bir tesadüf değil yani. Anlatılan hikâyenin böyle ifade edilmesinin ve kitapta bu sansürsüz dili kullanılmasının bir nedeni var: Şiddetin gerçek dili, o kadar taciz edici ve pornografik ki; ben de de şiddeti anlatırken, itiraf niteliğinde olan bazı özel sahneleri açık açık yazdım. Şiddet sansürsüzse, anlattığım diğer şeyler de sansürsüz olmalıydı. Öyle de oldu.
Paylaş