Kafa dinlemek, aileden biraz uzaklaşmak için İstanbul’a dönmüştüm ya. Havalar yaptım anneme, “Ay çok iyiyim, İstanbul mis gibi” falan diye.
Darbe girişimi gecesi de burada tek başımaydım. Al sana işte; ödüm koptu, kalbim yerinden hopladı. Bir başıma yaşadım bunları...
O an annemi, hatta kardeşimi bile çok özlediğimi hissettim, onlara sarılabilmek için geberdim.
Hiçbir zaman büyük laf etmeyeceksin, taş olursun taş.
Darbe girişimini sağ salim atlattıktan sonra anneme “Ben geleyim mi Bodrum’a?” demeye başladım telefonla.
“Eee kafa dinlemeye gittin sen, hem hoşlanmıyorsun kalabalıktan!” dedi durdu.
“Tamam, anne” dedim, “Tamam ben senin kokunu özledim ya!”
Sanıyordum ki bir apartman dairesinde, yanında iki asistanla bulacaktım onu.
Odasına gireceğim, o masa başında oturacak ben de karşısına oturup olan biteni anlatacağım ona.
Adrese vardığımda yanlış geldik zannettim çünkü girdiğimiz yer bir çocuk yuvasıydı, en azından bana öyle geldi.
Bir villa, bahçede renk renk her şey... Koltuklar, masaların üstünde çiçekler ve mumlar...
Her tarafta güzel şeyler yazıyor yaşamla ilgili.
Bir salonun önünden geçtim, içerisi müthiş huzurlu...
Tai chi ve yoga yapılıyormuş burada.
Para kazanmak, daha da çok para kazanmak için hırsla, canla başla çalışıyorsun, çalışıyorsun...
Peki, paran olsa da bir şeyleri engelleyebiliyor musun?
Mesela ailenden veya sevdiklerinden birinin hastalanmasını ya da vefat etmesini?
Bazen sen olabiliyorsun hastalanan, etrafındaki sevdiklerini üzüyorsun istemeden...
Bir sürü insan var memlekette, onlar da aynı acıları yaşıyor seninle benzer. Paraları da yok hem...
İşleri bile yok be.
Bazen onları da düşününce kendini şanslı sayıyorsun elbette. Şükür ediyorsun hep Allah’a.
Pis pis etrafıma bakınıyorum, insanları tiplerine göre yargılıyorum çünkü korkuyorum olan bitenden!
Birisi üstüne hırka giydi mi o sıcakta tırsıyorum, kafasında şapka olanlardan da!
Saklayacak bir şeyiniz mi var, çıkarın o şapkaları ya...
Terör merör korkutuyor da bekleme sırasında önümdeki Türkiye gerçeği daha çok korkuttu beni.
Yedi kişiler... Üç büyük, dört bebek. Farklı yaşlarda çocuklar.
Kadın, adam ve genç kız.
İçimden geçiriyorum “Aa genç kızları var, üstüne de yıllar sonra dört çocuk yapmışlar!” diye.
Arkası dönük genç bir kadın, kız kardeşimle konuşuyor.
Annem de zaten buraya gelmeden önce bana diyordu hep, “Ayşe senin çocukluk arkadaşın var burada, bakalım hatırlayacak mısın?”
İşte Ayça’nın konuştuğu genç kadın o.
Ben herhalde hatırlamam diye düşünürken arkadaşımı, bir anda bana dönüyor.
Döndüğü an da heyecandan tir tir titriyorum! Çünkü o benim ilk gerçek arkadaşım Aylin çıkıyor.
Ağlamak istiyorum mutluluktan, o da aynı şekilde...
Sarılıyoruz birbirimize sıkı sıkı. Öpüşüyoruz, birbirimizin boynunu öpüyoruz, durup durup tekrar öpüşüyoruz...
Il Riccio...
Il Riccio bir İtalyan lokantası. Yemeklerini kızım uzun süredir anlatıyordu, “çok lezzetli hatta müthiş” diyordu. Tam bugün yarın gideriz derken, benden önce arkadaşım Müge ve kocası gittiler bir akşam.
İlk başta her şey güzel... (Yer güzel zaten, Cennet Koyu’nda.)
Ortam da güzel.
Dikkatlerini çeken tek şey boş olması... Yarısı boş görünüyor restoranın.
Sipariş veriyorlar. Önden üç tane iştah açıcı geliyor, sonrasında yedi kişinin hepsi ıstakozlu makarna söylüyor. İki şişe şarap da var hesapta ama ödenen hesaba göre devede kulak kalıyor.
Ha bu arada, bir şişe su 15 lira! Bir litre cola 28 lira!
Sanırsınız ikimiz de ilk kez uçağa biniyoruz, öyle sandı zaten bizim uçağın tüm yolcuları.
Ve eve vardık sağ salim, Begüm ve annemiz bizi sevinçle karşıladılar. Bir iki saat kadar mutluluk yaşayan bizler, akşam “nerede yiyeceğiz” diye kapışmaya başladık. Ailede en çok kullanılan kelime “küstüm”. Ya topluca küsüyoruz ya da bir an biri, öbür an öbürü herkese...
Ama yemek işini en iyi şekilde hallettik ilk gece. Her gittiğimiz yer dolu olduğu için, kimisini de biz beğenmediğimizden annemi Zuma’ya götürdük, sushi’yle açtı kadıncağız orucunu.
Ben bir et söyledim, eti alıp kesip, tabağa yerleştirmek suretiyle önüme getirmişlerdi. Çiğdi! Çiğ, bildiğiniz çiğ.
Servis deseniz bir felaket, kimsenin kimseden haberi yok...
Hiç mi hiç tavsiye etmem! Tabii bu benim görüşüm, benim zevkim. Başkası beğenebilir elbette, diyecek lafım yok. Ama benim aldığım hizmet ve kalitesi, gördüğüm bu.
Ben nerede yediğini, nerede içtiğini yazanlardan değilim, hele ki ülkemin insanı eti zar zor alırken, ama Bodrum’un raconu bu. Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmek boynumun borcu.
Sevincimi de üzüntümü de paylaşırım sizlerle.
Siz okuyup bana cevap yazınca rahatlıyorum nedense.
Yazacağım konu aslında trajikomik.
O kadar çok yaşanmışlığım var ki, belki size de derman olur, sapla samanı ayırmanıza yardım eder, ona buna boşa üzülmenizi engeller diye yazmak istedim.
Hayatın yaşamaya değer olduğunu, anda yaşamak gerektiğini, “ne istiyorsan onu yap, erteleme” dememi anlatır size.
Geçen gün annemi telefonda yakaladım, bir arkadaşıyla konuşurken.
“Aaaa canım geçmiş olsun ama inan geçecek, Ayşe de geçirdi...”