Hepsini demeyeyim ama tamamına yakınını hatırlarım sabah uyandığımda.
Bazen de gecenin bir saati rüyalar uyandırır uykumdan, kötü bir şeyler gördüysem.
En sık gördüğüm rüyalardan biri, kendimi uçarken görmem. Kollarımı çırpıyorum, havalanıp geziyorum.
Babamı da görüyorum sıkıntılı bir halde uykuya dalmışsam...
Bir uzay aracı da görüyorum, beni alıyor, yıldızların arasında dolaşıyoruz sonra küt diye beni bırakıyor yatağıma.
Herkes rüya görür az ya da çok.
Ama benim annem hiç görmez (veya hatırlamaz diyelim)... Nasıl kıskanıyorum onu bilemezsiniz.
Yemek yapıyorum bir dolu, aklıma estikçe soslar katıyorum. Müziği de orada dinliyorum, yazılarımı da mutfakta yazıyorum.
Herkesin kendini mutlu hissettiği bir yer vardır evde, öyle değil mi?
Benimki mutfak işte.
Geçen gün yine mutfaktayım, oturuyorum.
Bir anda yanımdan bir şey geçiyor, irkiliyorum.
Kocaman, siyah bir şey.
Ne kadar canımız yansa da, ne kadar gözyaşı döksek de eninde sonunda ayağa kalkarız biliyorlar.
Bu zibidiler bizi dağıtmaya çalışıyor.
Demokrasiye tam güven gösterdiğimizde, inancımıza kulp takmaya çalışıyorlar.
Ölüm timi oluyorlar zaman zaman.
Kendini patlatma görevini yerine getirmekle cennete gideceğini düşünüyorlar.
Tabii bir çocuğa küçükken böyle davranırsan, böyle yönlendirirsen, bu şekilde yetiştirirsen olacağı bu!
Onlar da “Görevimizi yaptık, cennete gidiyoruz” edasındalar...
“Yahu size maşallah” dedim kendisine, sırtında havlusu denize girmeye hazırken.
“Ayşe” diyor, “Sizler çok uzun yaşayın e mi?”
Ben de diyorum ki “Ah ah, nasipse yaşayacağız ama ya nasip değilse?”
“Bak Ayşe” diyor. Ve başlıyor anlatmaya...
“Seneler önce Hamburg’dan uçuyorum İstanbul’a. Arkasından da Ankara uçağına yetişeceğim ama bir şey oldu... Bir saat uçak havada dolanıyor, anlam veremiyoruz tabii bu hale. Sonunda uçak iniyor. Ama geç kalmışız Ankara uçağına.
Bana ya bu gece sizi misafir edelim bir otelde diyorlar ya da direkt Frankfurt’a uçun, oradan Ankara’ya. Ben ikinci seçeneği seçiyorum, Frankfurt aktarmalı Ankara. İndiğimde karım karşıladı” diyor.
Kar da yağmaya başlamış. “Al” demiş eşi, “Arabayı sen kullan, yollar fena kayıyor”... Ve kullanıyor eve kadar.
Beş küsur senedir Ayşe Aral olmak dışında Yetiş Ayşe’yim ben.
Ne bebekler var imkânsızlık içinde büyümeye çalışan, ne anneler var bebeğine çocuğuna bakmak için yardım bekleyen... Ne çocuklar var kışı tek bir mont ve eski püskü bir ayakkabıyla geçiren...
Diploma törenine elbisesi olmadığı için gidemeyen genç kızlarımız var...
Sakat kalan ya da hastalık nedeniyle çalışamayan babalar var.
Okumak için yırtınan, aylık 150-200 lira burs için yalvaran çocuklarımız var...
Bizlerin yolladığı gelinlikle evlenebilen yüzlerce kız var... Hepsini buraya yazsam sığmaz.
Sizlerin desteğiyle yardım yapmaya devam edeceğim.
Yer misiniz?
Ben denizden çıkan her şeyi yiyen tiplerdenim ama midye sevmeseniz bile sırf bu başarı öyküsü için okuyun bu yazımı. Ayrıca midye dışında her türlü deniz mahsulü de var.
Adı Şehmuz. Tam toprağımın insanı, olduğu gibi.
Bilenler bilir Bodrum’daki Şehmuz’u.
Doğal bir adam, hiç şımarmamış.
O kocaman kalbini koymuş bu işe.
Yanıma geldi, “Ya otursana Şehmuz” dedim. Ben rakı içerken o demli bir çay söyledi kendine.
Canım arkadaşımla iki gündür çalışıyoruz ve kendimi muhteşem hissediyorum. Özlem ise Aylin’in kardeşi, onunla da çalıştık. Tarzları farklı olsa da neticede niyetler aynı. Neler yaptık, neden ve niçin, sizlerle paylaşmak istedim.
Şifa olsun sizlere de...
Aylin’le çalışmaya başladığımda fark ettim ki bizler modern hayata uyum sağlayalım derken doğal olmaktan uzaklaşmışız. Doğal olmaktan uzaklaştıkça hayatımızı zorlaştıran sorunlar, engeller ve hastalıklarla karşılaşıyoruz haliyle.
Hâlbuki “doğal” halimize dönebilsek hayat çok daha kolay yaşanabilir hale gelecek! Son zamanlarda çığ gibi artan kişisel gelişim çalışmaları, meditasyon teknikleri, sağlıklı beslenme trendleri, yoga ve benzeri çalışmalar da bu sebeple arttı diye düşünüyorum.
“Bedenimize ihtiyacı olan uygun besinleri verir, hücrelerine oksijen gönderir, zihnimizi düzenli olarak temizler, kalbimizi şefkat ve kendimizi sevgi ile beslersek tümüyle sağlıklı bir insan olabiliriz” demişti Aylin çalışmaya ilk başladığımızda.
MS hastalığını yenmesini, kendi şifalanma sürecinde yaptıklarını anlattı Aylin. Önce besin intolerans testi yaptırmış ve neticeye göre bedenine uygun şekilde Paleo diyetini harfiyen uygulamaya başlamış.
İkinci gelişimde sohbeti koyulaştırdık onlarla.
Kiminle konuşsam eski sefir ya da sefire.
Şezlongda yatarken bana “Günaydın Ayşe” diyen eski Washington Büyükelçisi... Denize birlikte girdiğim bey Londra’da da büyükelçilik yapmış, Paris’te de.
“Yazılarını beğeniyorum, çok içten yazıyorsun” diyen bir diğeri Tokyo’da da görev yapmış, Moskova’da da.
Hepsi birbirinden değerli.
Hiç okul okumamışı en az iki üniversite bitirmiş. Bilgi birikimleri muazzam ama asla kimselere “ben bilirim” edasıyla yaklaşmıyorlar.