Aynur Tartan

8 keşifte BİLİMSEV

21 Ocak 2017
Herkes yerini aldıysa ‘geleneksel yarıyıl tatili çilesi’ başladı. Tatilzede velilere İzmir’den müjde! Bilim Sanat Etkinlik Vadisi ‘BİLİMSEV’ hepimize umut olsun...

NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Urla Ovacık Köyü’nün kalbinde en sade haliyle farkındalık kazanma merkezi. BİLİMSEV demek; temel bilimler, astronomi, teknoloji ve paleontoloji demek. Tüm bu alanlarda bilimsel yöntemlerle uygulamalı atölye çalışmaları yapıyorlar.

 KAÇ YAŞINDA?

Henüz çiçeği burnunda, en tazesinden bilim, sanat ve etkinlik!

 AMACINI SÖYLE!

Hayatın akışında bilime ve teknolojiye yer açmak. Sonra üretkenlik, yaratıcılık, merak, sonuç alma, problem çözme ve mantıksal düşünme beceresi kazandırmak. Daha ne olsun!

 SEÇ, BEĞEN, KATIL! 

'Atölye’ deyip geçmeyin, bu atölyeler bildiğiniz atölyelerden değil. Çünkü hepsi merkezin 1994’ten beri İzmir’de hayat süren okul öncesi eğitim kurumlarına bağlı. Bilimi dokunarak, hissederek, deneyerek deneyimlemek için Bilim ve Teknoloji Atölyesi... Hayalinizdeki robota hayat vermek için Robotik Atölyesi... Elektrik-Elektronik sistemlerle tanışmak, kaynaşmak için Elektrik ve Elektronik Atölyesi...Fark etmek ve keşfetmek için Küçük Mucitler Atölyesi... Çocuklara, gençlere astronomların izinde fevkalade Astronomi Atölyesi... Paleontologlarla Dinozor-Fosil-Arkeoloji Atölyesi... Doğuştan aşçılara, Mutfak Atölyesi... Artık aklınıza ne gelirse!

Yazının Devamını Oku

İzmir’in kar sevinci

14 Ocak 2017
Önce konfeti gibi başladı, sonra kartopu oldu. Alışık olmadığımız şekilde İzmir’e yağan kar, acısı henüz taze olan şehre şifa gibi geldi. Fırsatı değerlendiren değerlendirdi, kaçıranlara alternatifse Bozdağ.

İzmir’e kar yağdı, coşku tavan yaptı! İzmirli her kış bir umut: Ha yağdı ha yağacak... Ama yağmazsa da dert etmez. Kar gelmezse, İzmirli kara gider. Bu hafta fevkalade bir şey oldu. Önce konfeti gibi başladı sonra kartopu oldu. Gökten düşen her beyaza kar diye sarılan İzmirli soluğu sokakta aldı. Abartmıyorum, gökten düşen kar tanelerini eliyle tutup, o tanelere gülümseyen insanlar gördüm. İçim mutluluk doldu, umut doldu! Merak ettim, araştırdım, meğer insanlarda nadir olan bir şeyi görünce algıda değişim oluyormuş. Değişimle de adrenalin artıyormuş, mutluluk hormonu salgılanıyormuş. Nedeni de; psikolojide beyaz rengin iç açıcı ve ferahlatıcı etkisinin olmasıymış.

- Karla göz göze gelen İzmirli tripleri... Lastik ayakkabıyla sokağa fırlayan da vardı. Yaka-bağır açık koşturan da. Sonrası zaten ‘buzda dans’. Kayanlar, düşenler, düşenlere el verenler... Hastanelerin ortopedi servislerini dolduranlar. Kırıklar, çıkıklar... Çocuğunu okuldan kaptığı gibi semt semt kar arayanlar. “Sizin orada kar var mı?” diye kar avına çıkanlar... Sulusepken karı görüp kartopu diye coşanlar... Bir santim karı metreyle ölçmeler... Bir santim karla “Okullar tatil olsun” diye internetten kampanya başlatan çocuklar... “Bu kar tutar!” diye atıp tutmalar... “Tam tutacaktı” derken hayıflanmalar...

SOSYAL MEDYA YIKILDI

- İzmirlilerin kar yağışı yorumu: “İlginç!” Mutlu olanlar, şok olanlar, şaşkına dönenler, ne yapacağını şaşıranlar, inanamayanlar... Bir haber ajansına konuşan 55 yaşındaki İzmirlinin sözleri tüm İzmir’e bedeldi: “İzmir’de ikinci defa kar yağışını görüyorum, ilginç geliyor!” Kar işin bahanesi dostlar. İzmirli olmak demek gündeme rağmen, hayata rağmen, hâlâ şaşıracak şeyler bulabilmek demek, her mevsim hayatı yeniden keşfetmek demek.

- Sosyal medya da boş durmadı! İzmir’de kar yağışı hayatı olumlu yönde etkiledi ama sosyal medyayı ciddi anlamda felç etti. Öyle ki Instagram, Twitter, Facebook kar paylaşımlarıyla yıkıldı.

- ‘1. Uluslararası İzmir Kardanadam Festivali’... Bu sene ilk defa düzenlenen ve İzmirlilerden büyük ilgi gören festival kısa ama öz sürdü. Kentin dört bir yanından eline bir avuç kar alan 7’den 70’e her yaştan vatandaş, yılların hasretiyle kardan adam yaptı. Yaratıcılık tavan yaptı. El kadar buzları kardan adama benzetmeye çalışan İzmirliler; “İzmir’e acilen kartopu ve kardan adam yapma kursu açılmalı” dediler. İzmir’de hayat, telaş bilmez, panik sevmez, surat asmaz. Özgürlüğü, özgüveni tavandır, yeri geldi mi kendini bile ti’ye alır. Ey İstanbullular; size örnek olsun! İzmir’de hayat bir tık ti’ye almaktır!

- İzmirlilerin yoğun ilgisinden bunalan kar yurdu terk etti! İzmirliler; karayollarının tuzlama ekiplerine savaş açtı, isyan çıkardı. Son tutmuş karı da temizleyen belediye görevlilerine saldırdı.  Ama nafile... Giden kar, geri gelmedi.

-

Yazının Devamını Oku

Her şeye rağmen mutlu olmanın 6 yolu

7 Ocak 2017
Fena halde mutsuzuz. Nedenini  de biliyoruz. Canımızdan can gidiyor, içimiz yanıyor, biri bitmeden diğeri başlıyor. Peki; her şeye rağmen mutlu olmak mümkün mü? Klinik Psikolog Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu “Her şeye rağmen nasıl mutlu oluruz?”u anlattı.  

1-Hayatımızdaki değişimi azaltmalıyız! Malum ülke olarak hızlı bir değişim sürecinden geçiyoruz. OHAL’in biri bitmeden diğeri başlıyor. OHAL süreci, sürece bağlı TSK, yargı, milli eğitim, emniyet ve diğer devlet kurumlarındaki hızlı değişimler iyi ya da kötü hepimizi etkiliyor. Psikoloğumuz; “Değişim stres nedenidir ve adaptasyon gerektirir” diyor. Yani bir şekilde adapte olmamız gerekiyor. Nasıl mı? Çekirdek hayatımızdaki değişimleri minimuma indirerek ve elimizden geldiğince diğer stres faktörlerinden korunarak.

2- Hayatımızdaki belirsizlikleri azaltmalıyız! “Kaygılarımız tavan” diyorum ya; kaygının doğum yeri belirsizlikmiş. Darbe girişimi ve terör saldırıları ile ilgili durum netleştikçe, yeni bir darbe ihtimalinin kalmadığına ya da terörle iyi mücadele edildiğine ikna oldukça daha iyi hissedecekmişiz. Bir de “O patlar mı? Bu çatlar mı? Onun tipi bozuk, bunun montu şişik…” diye kendimizi galeyana getirmez, “O FETÖ’cü mü, bu PKK’lı mı, yoksa DAEŞ’li mi?” diye paranoya yapmazsak bir umut belirsizliklerimiz azalıp, kaygılarımız ortadan kalkarmış.

3-Hayatımızda özgürlükleri arttırmalıyız! Gündem özgürlüğümüzü rafa kaldırdı. Haklı olarak korkuyoruz. Evden çıkmak istemiyoruz. Kalabalık yerlere, AVM’lere gitmek istemiyoruz. Sosyal hayatın bir adım gerisinde duruyoruz. Toplu taşımaya binerken iki kere düşünüyoruz. Psikoloğumuza çaresini soruyoruz. “Bireysel özgürlüğün devlet tarafından güvence altında olduğu sıkça vurgulanmalı’” diyor. Bir de rafa kaldırdığımız özgürlüklerimizi artık raftan indirme vaktiymiş. Eskiden keyif aldığımız şeylere öyle ya da böyle yeniden devam.

4- Olumsuz duygulardan kaçmamalıyız! Duygularımızla tanışıp, kontrolü ele almak önemliymiş. Öfkemizi tanırsak onu kontrol edebilirmişiz ama onu görmezden gelip nefret ve hiddete dönüştürürsek o bizi kontrol edermiş. İsteklerimizi bilirsek onları kontrol edebilirmişiz ama bilmezsek kıskançlığa dönüşüp bizi ele geçirirlermiş. Sonra korkularımızın farkına varıp anlamaya çalışırsak onları kontrol edebilirmişiz ama görmezden gelip kaçarsak fobiye dönüşüp bizi kontrol etmeye başlarlarmış. Öfke ve korku hayatta kalmamızı sağlayan ilkel duygularımızmış. Kulağımıza küpe; mutsuzluk bizi aynı hataları yapmaktan, öfke engellenmekten, korkularımız da bizi göz göre göre mağlup olmaktan korurmuş. Yani olumsuz duygu diye bir şey yok dostlar, sadece bazılarımız duygularını olumsuz kullanıyor hepsi bu.

5- Sorumluluklar omuza! Psikoloğumuz; “Yaşadığımız tüm toplumsal sorunların nedeni bireysel sorumluluklarımızın farkına varmayıp zamanında kafamıza takmamamız” diyor, doğru da diyor. Sorunları çözmek yerine ne yapıyoruz? Olan biten ne varsa hepsine gözlerimizi kapatıyoruz, sorumluluk almaktan şiddetle kaçınıyoruz. Oysaki kendimize sormamız gereken bir yığın soru var. “Toplumsal barışa ne kadar fayda sağlıyorum? Aynı coğrafyada beraber yaşadığım insanları yer, din, mezhepleri ile kategorize ediyor muyum? Onlara bu yüzden düşmanca davranıyor muyum? Toplumsal kurallara ne kadar uyuyorum? Komşularımla, iş arkadaşlarımla aram ne kadar iyi? İhtiyacımdan fazla tüketip, paylaşmak yerine biriktiriyor muyum?” Sorun, sorun, sorun! Rahatsız olana dek, mutsuz olana dek, değersiz hissedene dek sorun! Hakkını vermek lazım hükümet bu süreçte sorumluluk kavramını çok iyi kullandı ve hepimize kurtuluş sorumluluğu yükledi. Halkı meydanlara indirerek; “Darbeyi siz engellediniz! Yastık altındaki dolarları bozdurtarak ülkenin ekonomisini siz kurtaracaksınız!” mesajını verdi. Sonuç; aidiyet güçlendi, özgüven kazandı.

6- Güvenlik ve adalet şemamızı yeniden güçlendirmeliyiz! Ruhsal travmalarda güvenlik ve adalet şemasının yeniden yapılanması mühimmiş. Bu süreçte duygu ve düşüncelerimizi bastırmak yerine paylaşmalı ve gerekirse destek almalıymışız. Hep bir ağızdan söylediğimiz gibi birlik beraberlik duygusu ve her kesime saygı duymak bu zor ve ağır günlerin şifası. Psikoloğumuz; “Adalet duygusunu bir nevi temel iyileştirici olarak düşünebilirsiniz” diyor.  Suçluların tespit edilmesi ve yargı süreci hepimize iyi gelecek, olayların üzerimizde yarattığı travmatik etkiler hafifleyecekmiş. 

Yazının Devamını Oku

Yeni yıl kutlama rehberi

31 Aralık 2016
Yeni yılın coşkusu bazen sizin de omuzlarınıza yük olmuyor mu? Ne yapacağız? Ne giyeceğiz? Ne yiyeceğiz? Kimlerle, nereye gideceğiz? Eller havaya mı yapacağız? Yoksa evde mi oturacağız... Yemeği, hindisi, elbisesi, programı bir yana özel günlerin hayatımızdaki yerini, rolünü, aidiyet duygumuza dokunuşunu merak ettim. Davranış Bilimleri Uzmanı-Yazar Aşkım Kapışmak’la kafa kafaya verdik.

Kutlamak, kültürel aidiyetimizi destekler: Yılbaşı, doğum günü, evlilik yıldönümü, bayramlar, başka bir deyişle ‘özel günler’. Adı üzerinde aslında; onlar hayatımızı özel kılanlar, hayatımıza özellik katanlar.Tabii ki arkalarında başka niyetler aramadığımız sürece güzeller. Peki; sizce de son günlerde, son yıllarda özel günlerin önemi, anlamı daha bir tavan değil mi?

Aşkım, zor günler arttıkça özel günlerin daha çok anlam taşıdığını söylüyor. Evet, Noel bizde yok, dinimizde, kültürümüzde yok ama yeni yıl ve coşkusu hepimizin. Ama hâlâ pek çoğumuz “Kültürüme zarar!” deyip bu coşkuya ortak olmuyor. Hal böyle olunca kimimiz için aidiyet var, kimimiz için yok. Oysa ki öğreniyorum ki sadece ‘Yeni yıl’ dersek, yılbaşını, kültürünü, batısını, doğusunu bir kenara bırakırsak sevdiklerimizle aidiyetimiz kuvvetlenirmiş. Ve tüm bu özel günler sosyal, kültürel aidiyet gelişimimizi desteklermiş.

Paylaşımlara dikkat: Özel günlerin aidiyet duygumuzu desteklemesi on numara beş yıldız ama ah şu günlerin abartısı yok mu? İşte o hem başa hem de ruha bela. Peki; bu işin abartısı nedir, kararı nedir?Aşkım “Yeni yıl kök geçmişimizde yok! En tanıdık hatıramız; ailece televizyon izlemek, sohbetli, lezzetli, özenli bir sofrada aileyle, akrabalarla buluşmak, piyango bileti almak, belki tombala oynamak...” Buraya kadar sıkıntı yokmuş dostlar. Ama bundan sonrası tehlike çanları, reklam ve pazarlama sektörünün çığlıkları. Tüm bu atmosferden etkilenip abartanlarınız olacak; Kapışmak “Tabii ki eğlenmek ve yaşama devam etmek hakkımız ama hassasiyetlerimiz de olmalı!” diyor. “Nedir bu hassasiyetlerimiz?” derseniz; telefon, tablet, sosyal medya artık altıncı parmağımız, kabul, ama yediğimizi, içtiğimizi, eğlendiğimizi dozunda paylaşmak önemli. Çünkü aşırısı bu dönem için empatik değil!

Kutlayanlara hoşgörüsüz davranmayın: Gelelim çocuklara... Kapışmak’a göre “Özel günleri kutlamamak bir yana bu günlere nasıl bir yorum getirerek büyümüş olmak önemli!” Aile özel günlere ‘yabancı icadı’ gözüyle bakar, çocuğa düşmanlık, korku aşılarsa çocukta ya nefret oluşurmuş ya da tam tersi çocuk tahrik olurmuş. “Peki; ne yapmalı?” diyorum. Ailece sohbet etmeli, samimi tutumlar sergilemeli, bu tür günleri kutlayanlarla empati kurulmalı, çocuğun soruları cevapsız bırakılmamalı ve çocuğa bilinçli açıklamalar yapılmalıymış. Bu sayede çocuk yetişkin olduğunda zorlanmaz, hayat anahtarı empati ve hoşgörü olurmuş.

Beklentilerinizi abartmayın: Eşi, sevgilisi özel günlere önem vermeyen kadınlar... Ne yaparsa yapsın hayatındaki erkeği değiştiremeyen ama yine de bir umut kadınlar... “Ne yapmalı, ne etmeli, derdimizi nasıl dile dökmeli?” derseniz; Aşkım’dan tüyoları veriyorum. Eşinizi, sevgilinizi başkalarıyla kıyaslamayın. Kıyaslarsanız kaybedersiniz! Beklenti denizinde boğulmayın. Bir kere her şeyin başı sağlam ilişki. Sağlam ilişki demek; beklentilerinizi kendi sınırlarınızı aşmadan yaşamak, beklentileri de hayat gibi birbirinize yük değil ortak etmek demek. Hepimizin yeni yıl liste başı sağlık; ben de sizlere sağlıklı bir ömür, sağlıklı iletişim, sağlıklı ilişkiler diliyorum. Kalbinizden, evinizden, sofranızdan sevgi, sohbet,
lezzet, bereket eksik olmasın! Yeni yıl umut olsun, hayat olsun!

 

Yazının Devamını Oku

2016’da İzmir’in ‘en’leri

24 Aralık 2016
Yeni yıl öncesi size öyle bir liste yaptım ki atın cebe, soluğu İzmir’de alın.

EN TAZESİ: 2016’dan önce son çıkışta bir geldi, pir geldi. İstanbullu 360, İzmir’e hoş geldi. Sevgili İstanbullular en iyisi, en tazesi, en havalısı hep sizde mi? İzmir, doğuştan havalı olunca tenezzül etmedi ama tabii gelince de “Hayır!” diyemedi. Dünyaca ünlü 360, Bayraklı Hilton Garden Inn’in tepesine kondu. Şu aralar İzmir’in en tazesi. Bir başka taze Susurluklu Yasa. Yasa artık tostuyla, çiğböreğiyle, köpük köpük ayranıyla Alsancak’ta. B’ready; Alsancak’ta butik bir lezzet şöleni. Damak şenlendiren kahvaltısı var. Diğer tazelere gelince... Ney ve gitar geceleriyle Taş Ev Cafe, Karşıyaka Mavibahçe’nin sosyal kelebeği Kepler Social House, Bostanlı’nın en lezzetli burger durağı No 7, Ilıca’dan sonra Alsancak’ta açılan krepçi Rimo’s, içi yananlara Yomumu Frozen Yogurt, Bornova’da “Sana İyi Köfte” mottosuyla LKM ve yine Bornova’da Avrupalı Ton’s Burger.


EN POPÜLERİ: Eskiden İzmir’in kalbi Alsancak’ta atardı ama 2016’da işler değişti. Bayrağı Karşıyaka nam-ı diğer ‘35,5’ aldı. Hem de öyle bir aldı ki; önümüzdeki günlerde İzmirli eş-dostunuzla program yapmayı düşünüyorsanız, unutun. Çünkü çiçeği burnunda AVM Mavibahçe’nin altını üstüne getirmekle meşguller. Tamam, AVM ama kutu gibi değil. Ortası kent meydanı. Yani tam da İzmirlilerin havaları. Meydanda konserler var, şenlikler var, pazarlar, kermesler var. Ajandalara not; 31 Aralık’a kadar her hafta sonu 19.00 ile 22.00 arasında Mavibahçe’de yapay kar yağıyor.

 

EN MEVSİMLİĞİ: İzmir’in “Gençlik başımda duman, ilk aşkım, ilk heyecanı” Çeşme ve 9 durağı. Ege kasabası Urla... Yenisiyle, eskisiyle, uzun soluklu balık sofraları ve kedileriyle Foça... Doğası, denizi, mis gibi kekik kokulu Karaburun.... Saklı güzellik Mordoğan.... Hem lezzetli hem yeşil Tire, Kaplan Köyü... Sade ve sakin bir İzmirli; Seferihisar, Sığacık.... En şirininden Şirince...


EN ‘YEME DE YANINDA YAT’I: Babadan oğula gurme Ahmet Güzelyağdöken’in Balmumu. Ekmek dolması, paşa böreği, Alaşehir kaplaması ve buğday pilavı mekânın dört atlısı.


Yazının Devamını Oku

Yas tutmayan toplumlar hırçınlaşır

16 Aralık 2016
“Bir insan ölmüyor... Onun tüm sevdikleri... Onu sevenler... Doğacak çocuklar... Olacağı aşklar... Göreceği yollar... Tutacağı eller... Sarılacağı herkes... Biz... Umut ölüyor...”

Evet, biz ölüyoruz, umut ölüyor. Peki, acısını yaşayamayan, yasını tutamayan bir toplum gelecekte neye dönüşüyor?

 

Farkında değiliz ama yitirdiğimiz her değerle köklerimizi kaybediyoruz, geçmişimizi kaybediyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz. Evet, belki acıya, mateme karşılık ama yas da bu değerlerden biri ve biz son yıllarda yas tutmayı unuttuk. Yas ve taziye evleri mesela büyük ve kalabalık şehirlere yenik düştü. Kalabalıklaştıkça acımızda da, mutluluğumuzda da yalnızlaştık. Eskiden sırta değen her el şifaydı, “Seni anlıyorum, acını paylaşıyorum” demekti. Taziye yemeği demek belediyeden kutu kutu pide demek değildi; acının sofrası emekti, özendi. Acısı olan ev de, insan da daha karşıdan belli ederdi kendini. Yavaşlardı hayat. Radyo, televizyon açılmaz, küçük harflerle, küçük cümlelerle konuşulur, sevinçler bir müddet kapının dışında tutulur, evin babası tıraş olmaz, annesi saç boyatmazdı. Ve zamanla hafiflerdi acılar. Öyle psikologlar, psikiyatrlar, şeker gibi antidepresanlar yoktu. Şimdi diyorlar ki; “Evlerinize kapanırsanız, içinize dönerseniz terörü alkışlamış olursunuz!” Psikolog Cevher Sönmez’e göre, yas tutmayan toplumlar zamanla kaybetmeye karşı hırçınlaşıp, duygularını yönetmekte zorlanıyor.

 

Ertelediğimiz acılarsa zamanla, kalbimizin en sıcağına birer birer düşmeye başlıyor. Sözde bastırdığımız her acı bilinçaltımızda birikip bizi depresyona, anksiyeteye itiyor. Yani yaşadığımız kayıpların ardından acıyla hayat bulan duygu ve düşüncelerle mutlaka yüzleşmeliymişiz. Tamam, yüzleşiyoruz hatta bir günlük ulusal yas ilan ediliyor, bayraklar yarıya indiriliyor, sosyal medya hep bir ağızdan terörü lanetliyor, aynı acıda buluşuyor ama sonra ne oluyor? Ertesi gün kaldığı yerden devam!

 

Sönmez, yas sürecini derinden ve sonuna kadar yaşayanların süreç sonunda eğlenceye isteseler de yönelemeyeceklerini söylüyor: “Ama şu da bir gerçek ki insanlar her gün aynı duygu durumunu yaşamak istemiyor ve günün sonunda zihnimiz, savunma mekanizmamızdan gelen komutlar üzerine iyiye doğru değişim yaratıyor!” 

 

Yazının Devamını Oku

Kendinizle yüzleşin

9 Aralık 2016
Gündem malum. Tef gibi gerginiz. Stres tavan, tahammül yalan. Baktım memlekette Scio terapisi var, yeni yıl öncesi kendimle yüzleşmek istedim. “Hastalıklarım, risklerim, stresim, duygularım, geçmişten, gelecekten ne var ne yoksa dile gelsin!” dedim ve Dr. Işınay Ökçün’ün ellerine teslim oldum.

Nedir? Özel bir frekans aracı, ruhunuzun, bedeninizin risk rehberi. Halihazırda olan ya da kapıda hazırolda bekleyen hastalıklarınızı, risklerinizi, buna kanser de dahil, alerjilerinizi, eksik minerallerinizi, doğru beslenip beslenmediğinizi, duygularınızı, geçmişten gelen travmalarınızı nokta atışla tespit ediyor.

 

Nasıl? Vücudunuza 12 bin farklı frekans salarak ve biofeedback, biorezonans, kuantum, homeopati yöntemlerini kullanarak.

 

Kim bulmuş? NOBEL Ödüllü sistem, NASA’lı bilim adamı Prof. Dr. William Bill Nelson tarafından bulunmuş.

 

Nasıl çalışıyor? Elayak bileklerime, başıma elektrotlar yerleştiriliyor, başımda da bir taç. Scio kostümlerimi giydiysem sıra soru-cevapta. Kullandığım ilaçlar, alerjilerim, ne yer ne içerim, şekerin içine mi düşerim, yanından mı geçerim, günde kaç bardak su içerim. Alkol, çay, kahve tüketimim, kaç kilo fazlamın olduğunu düşünürüm, varsa travmalarım ve tabii ki stresim. Hepsini tek tek yanıtlıyorum. Ardından Scio cihazıyla uyumlu hale geliyoruz. Dört dakikalık testten sonra ne var, ne yok her şey ortaya dökülüyor.

 

Yazının Devamını Oku

Siyam ikizleri beyin ve bağırsak

25 Kasım 2016
Siniri midesine vuranlar... Stresten yemeden kesilenler...Yalnız değilsiniz! Son zamanlarda herkesin midesi ağzında. “Midemizde, bağırsaklarımızda neler oluyor?” dedim ve ‘Duygusal Beyin: Bağırsak’ kitabının yazarı Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul’dan bakın neler öğrendim.

Doktorumuz bağırsaklar için “İkincil beyin” diyor. Peki; ikincil beynimizde neler oluyor? Bedenin diğer kısımlarının aksine bağırsak; geniş, karmaşık, yarı-otonom bir beyinmiş. Ve biraz da başına buyruk çünkü en bağımsız karar alan bölümmüş. Tüm bedeni uyaran endokrin iç salgısı da çok karmaşık ve detaylıymış.

 

Beyin ve bağırsak siyam ikizleri gibi... Üstelik hep de sohbet halindelermiş. Ama oldu da biri bozuldu, hop diğeri de bozulurmuş. Yani bağırsakların beyin sağlığıyla yakın ilişkisi varmış. Deneyimlediğimiz, hissettiğimiz, yaptığımız her şey beyin işlevlerinden biriymiş. Keyif almak, algılamak, anlamak, hayatı deneyimlemek ise her iki beynin sağlığıyla ilgiliymiş.

 

Dikkat dikkat: Duygular karında oluşur ve etkili olurmuş! Modern tıp bağırsak ve mide işlerinin kişinin ruhsal durumuyla bağlantılı olduğunu gözlemlemiş. İşte bu yüzden duygu durum, kaygı bozukluklarından, beynimizde bozuk plak gibi dönüp duran düşüncelerden şıp diye etkilenen organ mide ve bağırsaklarımızmış.

 

Mutluluk da bağırsaktan geliyor; doktorumuz “Seratoninin yüzde 85’i bağırsaklarda üretiliyor” diyor. Gerginlik ve stres de seratonin üretimini olumsuz etkiliyor. Huzursuzluk ve depresyon tavan yapıyor.

 

Yazının Devamını Oku