Leyla Fasl-ı Cümbüş
Vur patlasın çal oynasın
Bir dönemin gazino kültürü ile büyüyen Berna Noyaner’e baba mirası, eski İzmir Maksim Gazinosu’nun yadigârı. İzmir’de fasıl deyince, vur patlasın çal oynasın deyince, doyasıya yeme-içme deyince ilk akla gelen. Ama baştan uyarıyorum, haftanın sadece üç günü açık. Çarşamba, cuma, cumartesi şansınızı deneyin. Özel ve konsept gecelere de ne yapın edin, mutlaka kendinizi davet ettirin. Mekânın demirbaşı kadınlar. Eğlence fasılla başlıyor, Harem Oryent’le devam ediyor, zenne ve solistle tavan yapıyor. Kişi başı 120 liraya da gecenin finali yapılıyor.
Babayani Meyhane
40 çeşit meze var
◊ Stant başvuruları tavan yaptı! Geçen yıl festivalde hepi topu 500 stant vardı. Bu yıl tam tamına 1500 başvuru yapıldı. Tabana kuvvet dostlar! Stantlar bizi bekler.
◊ Beklenti de tavan! Geçen yıl festivali 150 bin kişi ziyaret etmişti. Bu yıl 200 binden fazla ziyaretçi bekleniyor. Bana da 200 bini aşar gibi geliyor.
◊ Turizmciler afiyette! İstanbul’dan, Ankara’dan, Adana’dan, Bursa’dan festival turları aylar öncesinden yapıldı, doldu, taştı, tükendi.
◊ Büyük ve butik otellerin de yüzü gülüyor! Oteller tam tekmil. Doluluk oranı yüzde yüz!
◊ Bu yıl festivalin karşı kıyıdan, komşudan da misafirleri var. Yunan dostlar heyecanlı. Festival uluslararası olma yolunda benden söylemesi.
◊ Festivalin teması Isırgan. Gak diyeceğiz ısırgan, guk diyeceğiz ısırgan. Isırganın binbir çeşidine doymadan festivalden ayrılmak yok!
◊ Yemek atölyeleri hem lezzetli hem sohbetli! 6 Nisan Perşembe saat 12.00’de Asma Yaprağı Bahçe’de sevgili Ayşenur Mıhçı ile ısırgan çorbası ve ısırgan salatası yemek atölyesi... Saat 16.30’da Toplum Sağlığı Uzmanı-Yazar Sibel Göngör ile ‘Çocuklar için Neşeli Tabaklar’... 7 Nisan Cuma saat 14.30’da Şef Dilek Yetkiner Insula’da bizlerle. Tadı-tuzu yerinde, dumanı üstünde tadımlar var, mis gibi ısırganlı boyoz var, enginar çanağında ısırganotlu ada ezmesi, ısırgan otlu bahar salatası var. Bir de ısırganotunun hikâyesi, lezzeti, şifası üzerine şahane bir sohbet var. 8 Nisan Cumartesi saat 12.00’de ‘Yasemin’in Mutfağı’nda Eğitmen Şef ve Yemek Yazarı Asuman Kerkez ile Isırganlı tepsi oruğu yapıyoruz. Yasemin’in Mutfağı’ndan ayrılmıyoruz saat 16.00’da Yemek Blogger’ı Pınar Özdirim ile bir de ‘Çalkama’ patlatıyoruz.
1 Biyolojik saat nedir?
Biyolojik saat, beynimizin ortalarında ‘suprakiazmatik çekirdek’ denen bir bölgede yer alıyor. En organik haliyle biyolojik ritmimizden, yani nam-ı diğer ‘sirkadiyen ritm’den sorumluymuş. Tuhaf ama gerçek, biyolojik saat, ışık, gürültü, sıcaklık gibi dış faktörler olmasa bile kendi ritmini belirleyebilirmiş. Yani bizi zamandan, dış faktörlerden bağımsız bir yere koysalar bile ‘sirkadiyen ritmimiz’ kendini pamuklara sarar, korurmuş.
2 Her organın biyolojik saati farklı mı?
Her organın kendi içinde sahip olduğu bir ritim var. Buna en güzel örnek, kadınlarda 28 günde bir görülen âdet döngüsü. Bu ritmlerin orkestra şefi de hormonlar ve sinir sistemi. Beynimizdeki biyolojik saatin bu düzenlemedeki rolü de fevkalade önemli.
3 Nasıl çalışır?
Dr. Serkan Karaismailoğlu’na göre dış faktörler biyolojik saatin olmazsa olmazı. Ama en önemlisi ışık. Çünkü beyin kendi ritmini belirlerken en fazla ışığa danışıyor. Gözümüzdeki birtakım yapılar dış ortamın parlaklığını algılayarak bunları sinirler aracılığıyla suprakiazmatik çekirdeğe iletiyor. Buradan çıkan uyarılar epifiz’e (Beyinde yer alan mercimek büyüklüğünde bir bez) giderek uyku paternini düzenleyen melatonin hormonunun salgılanmasını düzenliyor. Melatonin hormonunun salgılanması 21.00–22.00 arası başlıyor, 02.00–04.00 gibi tavan yapıyor, 07.00–09.00 arası da bitiyor. Faydalarına gelince; tıkalı damarları açar, kolesterolü düşürür, kanserle savaşır, depresyona savaş açarmış.
4 Ayarı nasıl bozulur?
Biyolojik saatinizin ayarının bozulmasına en güzel örnek ‘Jet-lag.’ Yani diyelim ki akşam uçağa bindiniz ve 12 saat uçtunuz. İndiğiniz ülkede hava daha yeni kararıyor, sizin biyolojik saatin de ayarları kararıyor. Ayarlar bozulduğunda başımıza neler gelir merak ediyorum. Karaismailoğlu, “Melatonin salgılanması düzensizleşir. Uyku ve yeme düzeniniz bozulur, başınız ağrır, yorgun hissedersiniz, zihinsel performansınız düşer” diyor.
Mehtap on parmağında on marifet kadınlardan. Şiiri, müziği, aşkı, hayatı aynı havanda dövenlerden. Aşkla, hayatla üretenlerden. Hayatın tam kalbinden, en içinden. Ve bence Türkiye’nin önemli kadın şairlerinden. Biliyorsunuz sadece Türkiye’de değil, dünyada kadın olmak zor. Hele bir duygunuz tavan, kaleminiz yetenekse daha da zor. O da zoru başaranlardan. Henüz dumanı üstündeydi ki kaptım kitabı. Yalan yok, önce adına vuruldum. “Şair gibi sevmek” kalbimi, ruhumu okşadı. Sahi kaldı mı bu devirde şair gibi sevmek? Kalmadı dostlar. Kalpte ne varsa hepsi dile vurdu. Dile vurdukça sıradanlaştı, herkes ve her şey gibi oldu. Oysa sevgi neydi? Sevgi iyilikti… Sevgi dostluktu… Sevgi emekti… Özlemekti, merak etmekti, korumak kollamaktı, bazen de hoşgörmekti. Ama bugün bırakın şair gibi sevmeyi çoğumuz için sevgi demek sadece “Seni seviyorum!” demek. Sevginin dile gelmesi tabi ki kıymetli. Ama söz; tavırdan, davranıştan eksik kalınca sevgi de eksik kalıyor, popüler kültürün eline kalıyor. Sevgide 5S kuralı çoktandır kalbimde, zihnimde; “Sevgi, saygı, sorumluluk, sadakat, sabır”. Sevgi de, sevmek de, sevilmek de zor iş dostlar. Belki de bu yüzden “Şair Gibi Sevmek” tam da bugünlerde ilaç gibi geldi, hoş geldi. Mehtap; aşkı bilirkişisine şairlere sormuş, onlarla aşka dair söyleşmiş, şiirlerle de bu yolculuğu süslemiş. “Aşk nedir?” diye sormuş, ilk aşklarını, nasıl bir âşık olduklarını, âşık olana neler söylemek istediklerini de. Bir şair tarafından sevilmek, bir şairin aşık olduğu kadın olmak büyük şans. Benim seçkilerime gelince; Ataol Behramoğlu’ndan aklımda kalanlar… "Şair için seni çok seviyorum, aşkından ölüyorum gibi laflar sıradandır. O da bir şeyler söylemek ister ancak söyleyeceklerini şiirlere döker" diyor. Behramoğlu böyle zamanlarda bazen kendi şiirlerine, bazen de başka şairlerin şiirlerine ihtiyaç duyarmış. Mesela uzaktaki bir sevgilisine Attila Jozsef'ten bir şiir göndermiş. Hepimiz gibi onun da aşk anlayışında zamanla değişiklikler olmuş. Şimdilerde duygusal bir iklimdeymiş. Behramoğlu'nun aşıklara da nasihatı var kitapta. "Aşkın hakkını verebilmek gerekir" ve "Aşk özveri gerektirir" diyor. Hakkını verebilenlere gelsin o zaman... Siz de şair gibi sevenlerden misiniz?
İZMİR YİNE CAZLANDI!
—Mart geldi, hoş geldi! İzmir’e sanat geldi, caz geldi, nur topu gibi festival geldi. 24’üncü İzmir Avrupa Caz Festivali 1 Mart’ta başladı, 18 Mart son kaçırmayın derim.
—Sayılarla festival… 11 konser, 1 sergi, 1 seminer, 1 film gösterisi, atölyeler ve diğerleri… Festival bu yıl yine tam tekmil.
—Altını çizdiklerim… “Polonya Cazının Büyükelçisi” Artur Dutkiewicz, 11 Mart’ta yani bugün ruhun gıdası olacak. Kapanış Athena’nın eski basçısı Ozan Musluoğlu’na emanet. Musluoğlu; en iyi arkadaşlarıyla Ayşe Gencer, İlham Gencer, Sibel Köse, Önder Focan, Engin Recepoğulları ve Ferit Odaman’la sahnede olacak.
KUKLA KÖPRÜLER KURAR
—Boşuna “Mart geldi, hoş geldi!” demedim; İzmir’e bir değil iki festival geldi! Dünyanın en büyük iki kukla festivalinden biri; İzmir Uluslararası Kukla Günleri 2 Mart’ta start verdi, 19 Mart’a kadar devam edecek.
—Bu yılki slogan: “Kukla Köprüler Kurar”. Sanatın iyileştirici ve birleştirici gücü hepimize şifa olacak.
1. Durup dururken nerden çıktı bu proje? Öyle durup dururken pat diye ortaya çıkmamış. İzmir Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası Başkanı Celil Anık birlik toplantılarında, yurtdışı seyahatlerinde aydınlanmış. “Kadın taksiciler Avrupa’da, Amerika’da, Ortadoğu’da var da biz de neden olmasın?” demiş ve start vermiş.
2. İzmir’de kadın taksi şoförü sayısı neydi, ne olacak? Sayıları bir elin parmakları kadarmış. Proje açıklanır açıklanmaz 45 kişi başvurmuş. İlk etapta 45’i birden değil, önce 15’i direksiyon başına geçecekmiş. Isınma turları yani. Hedef ise 100 kadın sürücü. Yaş aralığına gelince 25 ile 50 arasında değişiyor.
3. Daha önce neyle, hangi meslekle uğraşıyorlarmış? Elektrik teknikerleri, hukuk bürosu personelleri, güvenlik görevlileri, kendi işinde takılanlar, dolmuş şoförlüğü yapanlar, çocuk bakanlar, yaşlı bakanlar, hep bir ticari taksi hayali kuranlar, kocasına kafa tutanlar… Yelpaze geniş ve renkli. Meslekler, uğraşlar farklı farklı ama hayaller, tutkular özünde hep aynı. Bir kere hepsi araba sevdalısı, hepsi usta şoför… Ustalıkta o kadar iddialılar ki; “Başkasının arabasına binmem! Binersem de ayaklarım hep debriyaj, fren halindedir” diyorlar.
4. İsteyen herkes yapabilir mi? Tek şart B Sınıfı ehliyet. Ehliyet tamamsa SRC belgesi, savcılıktan temiz kâğıdı ve sağlık raporu alıyorsunuz. Siz şimdi kıyafet meselesini de merak ediyorsunuzdur. Kadın şoför deyince gözünüzün önüne kasketli, erkeksi Şoför Nebahat geliyor tabii. Bir kere o imajı silin. Bu kentin kadın şoförleri son derece dişi. “Makyaj da yaparız, taksi şoförlüğü de!” diyorlar, fotoğraf çekilmeden önce rujları tazeleyip, saçları havalandırıyorlar.
5. Nasıl bir eğitimden geçiyorlar? Halkla ilişkiler, trafikte öfke kontrolü... Eğitim sıkı! Teorik de var, pratik de.
6. Gece-gündüz mü direksiyon sallayacaklar? Belli bir güzergâh var mı? Çalışma saatleri, maaşlar nasıl olacak? Eğitimden alnının akıyla çıkan ilk 15 kadın, pilot bölge seçilen 15 durağa yerleştirilecek. Öyle gece-gündüz direksiyon sallamak yok, gündüz mesaisi var. Ama “İlla ben gece de çalışacağım” diyene de engel yok! Maaşlara gelince, 2 bin Lira hiç fena değil!
7. Hiç mi ‘acaba’ları, soru işaretleri yok? Olmaz olur mu, var tabi! En büyük çekinceleri erkek meslektaşlarının önyargıları.
8. Erkek taksi şoförleri bu işe ne diyor? Hep destek, tam destekler. Göğüslerini kabarta kabarta “Pozitif ayrımcılık yapıyoruz, bu projenin adım adım Türkiye’ye yayılmasını istiyoruz” diyorlar. Çoğunun durağında daha önce hiç kadın şoför çalışmamış. Haliyle bu proje erkek şoförler için de bir ilk. Kadın sürücülerin İzmir trafiğine çok yakışacağını düşünüyorlar.
40 yaşı umursamayan da var, 40 yaşla el ele, kol kola mutlu mesut yaşayan da. Ama tabi bu örnekler bizde pek yok, bizde daha çok stres var, sıkıntı var, büyük patlama var. Nedeni de toplum olarak yaşam sistemimizde eksikler, hatalar olması, duygularımızı bastırmamız ve “El alem ne der?” klişelerimizmiş. Biz de ne yapıyoruz? Süreçle savaşmıyoruz, sürece sarılıyoruz, onu kabul ediyoruz.
Sendrom dediğiniz öyle çat kapı gelmiyor tabi. Ayak sesleri 1-2 yıl öncesinden başlıyormuş. Belli ki göz açıp kapayıncaya kadar gitmeyecek, geçmeyecek. En iyisi acele etmemek acısını da, sancısını da hazmetmek.
Plan üstüne plan bindireceğim, ertelediğim her şeyi hemen şimdi yapacağım, işi değiştireceğim, eşi değiştireceğim, evi taşıyacağım diye etrafa saldırmayın. Plan yapın, program yapın. Özellikle de boşanmayı tek çözüm olarak görmeyin, gerekirse destek alın.
Tamam, etrafa saldırmadınız ama bu defa da hıncınızı kendinizden almayın. Gidip hokka burnum olsun, köfte dudağım olsun, kaz ayaklarım dümdüz olsun diye hemen neşter altına yatmayın. Önce gerçekten ne istediğinizi anlayın.
Otopsi yapın, pişmanlıklarınızı analiz edin ama kendinizi suçlamaktan vazgeçin.
Tamam, yapımız duygusal ister istemez zorlanıyoruz ama bir yandan da deviniyoruz. Farkındalığımız zirve yapıyor, tecrübelerimiz zenginleşiyor, ruhumuz, bedenimiz, özümüz, sözümüz olgunlaşıyor, güzelleşiyor. Hatta bu yaşlarda “Bedenimi 40’ımda fark ettim… Sevişmeyi 40’larımda keşfettim…” diyen kadınlarla karşılaşabilirsiniz diyor Serhat.
Uzun lafın kısası kendinize değer verin, kendinize bakın, bireysel alanlar yaratın, üretin, yazın, çizin, gezin, seyahat edin, arkadaşlık edin.
Otopsi sürecin olmazsa olmazı ama sizin otopsiler daha çok kazanç, kariyer ve kaygı üzerineymiş. “Bu yaşa kadar ne yaptım? Ne kazandım? Nerelere geldim?” kafası yani. Otopsi sonucunuz olumsuz olursa; depresif mod aktif oluyormuş. Aman diyeyim geçmiş pişmanlıkları bırakın, yeni yollara bakın.
Tanıştırayım: Aleksitimi... Türkçe karşılığı ‘duygu sağırlığı’ ya da ‘duygu körlüğü’. En yalın haliyle duygulara sağır olmak, duyguları tanımamak, ifade edememek, söze dökememek.
Kimlerde, nasıl görürüz? “Konuşsana! Bir şeyler söylesene! Dilini mi yuttun be adam!” diye şöyle bir silkelemek istediğimiz insanlarda... Yani sevinçlerini, üzüntülerini, sevgilerini, öfkelerini belli edemeyenler.
Peki, neden? Liste başı çocukluk döneminde aile içinde yetersiz sosyalleşme, ilgi ve şefkat görememe! Sonra beyninin iki yarımküresi arasında iletişim noksanlığı. Bir de eğitim düzeyi düştükçe aleksitimi artıyormuş, çünkü duygularımızı ifade edecek kelimeleri bulmakta zorlanıyormuşuz. Erkeklerde daha sık görülüyor.
Neye göre tanı koyuluyor? 20 sorudan oluşan ‘Toronto Aleksitimi Ölçeği’ ile. Tedaviye gelince... Psikoterapi, tedavinin olmazsa olmazı.
5 adımda kurtulma reçetesi
Bedeninizi yumuşatın: “Fiziksel olarak kendinize ne kadar bakıyorsunuz?”, “Stres altındayken bedeninizle temas kuruyor musunuz?” Bu soruların cevabı önemli. Kaslarımız dışarıdaki tehlikelere karşı bedenimizi korur, adeta bir zırh görevi üstlenirmiş. Gençler size söylüyorum, büyükler siz anlayın! Mesela sınavdaki performansınız için kaygılanıyorsanız kaslarınız adeta düğüm olurmuş. Ve zamanla o gerginlik büyüyüp tüm sisteminizi gereksiz bir stresin içine sokuyormuş!
Düşüncelerinize izin verin: Hepimiz sabahtan akşama, akşamdan sabaha kurup duruyoruz. Kurmayacakmışız! Düşüncelerle boğuşmayacakmışız. Düşüncelerin gelip gitmesine izin verecek, beynimize, kendimize merhamet edecekmişiz.
Ruhunuzu besleyin: Doğa, sanat, estetik, güzellik... Ruha dokunan, ruhu iyileştiren ve besleyen her şey... Hepsinden her gün çokça lütfen!
Eteklerinin boyuna, fikirlerinin boyutuna karışılmadan kök salarlar hayata. İzin almazlar sadece haber verirler. Sizin fikrinize, düşüncenize, varlığınıza saygı duymadıklarından değil, iyilikten, güzellikten… İzin almanın prangalarından değil, haber vermenin hoşluğundan. Hesabı ödemeleri, önden önden yürümeleri, ağız dolusu gülmeleri, kız kıza gezmeleri, solo tatilleri bozmasın sizi...
Güzelliği biliyoruz sıradaki lütfen! Bu güzellik meselesinden İzmir’in kadınlarına gına geldi. Bunun daha zekâsı var, yeteneği var, yaratıcılığı var, iletişimi, girişimciliği var. Var da var! Sonra çalışmadığınız yerden sorulunca üzülmeyin!
Kıskançlık mı, o da ne? İster Hollywood yıldızı olun, ister Bollywood… Ne yaparsanız yapın, sizi kıskanmayacak! Bir kere özgüven tavan, kıskanmak için fazla iyiler.
Moda yoktur, moda zaten o’dur! İstanbullular gibi dünya markalarına, çantalara, ayakkabılara servet harcamazlar. Onların sokak arası butikleri, butikten butik pazarları, gül gibi Gül Sokakları vardır. Tarzları ve zevkleriyle ne giyseler yakışır, İzmirli kadın kendine her şeyi yakıştırır.
Sıcak, samimi, içten… İzmirli kadın güleçtir. İzmir gibi sıcak, samimidir. Beş karış suratla gezmek, selamsız sabahsız geçmek İstanbul adabı.
Lafı hiç dolandırmayacak pat diye söyleyecek. Bazen insanın sinirine dokunur ama alışın, onunki patavatsızlık değil, açık sözlülük.
Ete veda, ota merhaba! Cibesi, dağlaması, deniz börülcesi, ebegümeci, gelinciği, hardalı, körmeni, radikası, turp otu, yabani marulu, rezenesi, bir başkadır şevketi bostanı… İzmir kadınıyla aranızı güzel tutmak için otlarla da aranız iyi olacak.
Asfalyaları attırmayın! “Geliyom, Gidiyom, Napıyon?” bu işin altın kuralı. Çekirdek “çiğdem”, simit “gevrek”, domates “domat”, çamaşır suyu “klorak”…