Ancak özel eğitimde özellikle annenin rolünü anlatmak için ciltler dolusu yazılabilir. Özel eğitim formasyonu alırken bize bir kitap tavsiye etmişlerdi: Bayan Perşembeler. Bu kitapta özel eğitim gereksinimli çocukların anneleri her perşembe toplanıyor, düzenli olarak sohbet ediyorlardı. Ciltler dolusu yazmak yerine, kendilerini ifade etmeye fırsat tanımak, sanırım daha yerinde olacaktı. Bu nedenle hem gönül borcu hissettiğim için hem de seslerini duyurabilmek için kişisel blogumda Perşembe Anneleri adı altında röportajlar yayınlamaya başladım. Annelerin verdiği mücadeleye destek olmanın yanı sıra, tanışıp bir araya gelmeleri ve birbirleri arasında dayanışma yaratmayı hedeflemekteyim.
Farklı engel ve özel gereksinimi olan çocuk veya çocukları büyüten anneler anlatıyor,biz, yani çocuğu doğal gelişim gösteren anneler dinliyoruz.
Perşembe Anneleri röportajlarından kısa kısa…
İşe başladıktan sonra öğrencilerimin annelerini belirli günlerde toplayıp, onların sorunlarını dinlemek istemiştim. Ders başlamadan veya ders bitiminde sohbet ediyorduk. Hepimize çok iyi geliyordu. Aileleri tanıdıkça çocuklara daha net yaklaşıyordum.
Engelli bir çocuğun annesi olmak demek, önce dünyanın başınıza yıkılması, sonra yıkılan dünyayı yeniden (bu göreve genelde anneye düşüyor) ayağa kaldırılmak zorunda kalmanız demek. O nedenle anneleri incitmeden dinlemek çok önemliydi.
Hikayeleri hemen hemen aynıydı, ilginç bir şekilde. Önce eşleri ve aileleri yaralamış bir çoğunu. “Senin yüzünden” denmiş, çocuktaki engelin tek sebebi anne olarak gösterilmiş. Şanslı olanları ailesinden destek görmüş. “Ay, senin çocuğun sakat mı? Yazık.” denmiş mesela. Küçük bir not: tanıştığım annelerin bir kısmı zihinsel engelliydi.
Annelerimin kıymetini kimsesiz çocuklarla çalışmaya başlayınca anladım. Özel eğitimde velinin daha doğrusu annenin rolü çok büyüktür. Sadece annelerle işbirliği yapmak herşeyi öyle kolaylaştırıyormuş ki…
Koşturdu, terledi. Bahçedeki topraklarla oynadı, yüzü gözü kapkara oldu. Üstü başı da nasibini bolca aldı tabi. Eve girer girmez, hemen banyoya girdik. “Hayır, ben yıkanmak istemiyorum anne” dedi. Sadece iki gözü parlıyordu ama… O an bir karar vermem gerekliydi. Şimdi bu küçük adama laf anlatmaya kalkışmalı mı, kalkışmamalı mı? İşte bütün mesele buydu. Tabi hemen pratik bir şey düşündüm. Çünkü yıkanmak istememesi her an keçilerimi kaçırmama sebep olabilecek bir konuydu. Her ne kadar kirlenmesini saygıyla izlediysem, daha fazla kirli kalmasına izin veremezdim.
O an aklıma bir fikir geldi; “kim daha önce çoraplarını çıkaracak” yarışması yapmak. Sonra kirlileri sepete atmaya geldi. Her atışta basket diye bağırıyor, kendini alkışlıyordu. Suyu görünce tekrar itiraz etti. “Hayııııır, yıkanmak is-te-mi-yo-rum, istemiyooooruuuuuuuummmm”. Yorgundum. Zıtlaşıp, güç mücadelesine girmemeye herzamanki gibi kararlıydım. Zaten aramızda güç çatışması olamaz. Tartışmasız bir şekilde aramızda fark var, ben rehberim o ise çocukluk çağında yol alan bir insan. Burada işin sırrı uyum ve eğlenceli rehberlikten başka bir şey değil.
Bütün bunları ışık hızıyla düşünmeyi başardıktan sonra derin bir nefes aldım. “Bak, ben çok yorgun bir dinozorum. Şimdi köpükleri patlatarak eğleneceğim, sen de oynamak ister misin?” Gözlerini kocaman açıp “evet” dedi ve hemen köpükleri patlatmaya başladı.
Eğitim, etik değerler, özgüven, cinsel eğitim, beslenme, beceri kazandırma gibi meseleleri düşününce erkek annelerinin toplumsal misyonu ortada.
Anlatmaya kendimden başlayayım. Bir oğlum olacağını öğrendiğimde sanki ılık bir rüzgar esmişti. Rüyalarımda gördüğüm sarı saçlı çocuk, o muydu acaba?
Kolay olacağını düşündüm. Çünkü bir erkek kardeşim var. Aramızda 5 yaş fark olduğu için doğduğu günü, ağzındaki emziğini, ilk adımını, sokakta oyun oynayışımızı çok net hatırlıyorum. Annem çalıştığı dönemde, özellikle yaz döneminde kardeşime ben bakardım.
Çocuklarımız genellikle aynı yaşlarda olduğu için belirli bir döneme ait konular yanıt olarak geldi.
İşte gündemimizde en çok konuşulan 10 konu.
1.Tuvalet Eğitimi:
Bebeği 2 yaşına gelmiş her annenin yaşadığı süreç. Çocuğum bunu başarabilir mi? Ben başarabilir miyim? Ya psikolojisini bozarsam?... gibi annenin zihnindeki endişelerle başlayan, ancak annenin çaktırmamak için ekstra efor sarfettiği dönem. Sağlıklı her çocuğun kolayca alışabileceği bir konuyken, özellikle ilk çocukta, annenin kendini yiyip bitirme potansiyeline şahit olunan süreç de denebilir. Artı olarak, “sen daha bezli misin” diyerek, popoya atılan şaplakları eklemek lazım. İçerideki endişeye, dışarıdaki baskı eklenince “sanki öğrenen bir günde öğrendi “ tepkisini veren annenin homurdanarak rahatlama çalıştığı gözlemlenmiştir.Hijyen, bakteri, mikrop ve bulaşıcı hastalık korkusunu eklenince tam olur, mis olur. Sonuçta, çişini, kakasını tutmayı, tuvalete yapmayı öğrenen her çocuğun bu başarısı törenlerle kutlanır.
İsterseniz ensest gerçeğini rakamlarla konuşalım.
Ancak önce yeni doğum yapmış emziren annenin psikolojisiyle başlamak isterim.
Sütün gelmesi ve bebeğin doyması konusunda yaşanan stresin neye mal olacağını çok iyi fena deneyimlemiş bir anneyim. Üstüne üstlük “sütün yetmiyor, besleyemiyorsun, zayıf bu çocuk” laflarının yaktığı canlardan biriyim.
Bu nedenle süt bankası projesine pek çok annenin sıcak baktığına dair yorumlar okudum.
Karşı çıkanların yorumlarını da…
Ben anne sütünden yanayım!
Doğumdan sonra bebeğimi birazcık daha fazla emzirmek için harcadığım çabayı öleceğim ama unutmayacağım.
Müzik ve fotoğraf konusundaki ilgisi değişmez bir nitelik taşırken, son dönemlerde dinozorlara olan ilgisiyle tarihe geçmek üzere. Önceleri ekskavatörlere, vinçlere, kamyonlara karşı büyük bir ilgisi vardı.
Evin tam karşısında başlayan ve uzun süren inşaat nedeniyle iş makineleri onu çok heyecanlandırır olmuştu. Ancak 3 yaşını doldurmasıyla birlikte bir dinozor aşkı var ki… Evlere şenlik.
Arabadan inince uyanır nasıl olsa demiştim ancak öyle derin uyuyordu ki bebek arabasına koyarken dahi uyanmadı. Uçuş öncesi beklerken uyanır herhalde dedim, uykusu gittikçe ağırlaşıyordu. Uyumasına sevinirken –çünkü uyku saatiydi- güvenlik noktalarından uyuyan bir çocuk, bebek arabası ve eşyalarla nasıl geçeceğimi düşünmeye başladım.
Güvenlik görevlisi,” hayır bebek arabası X-ray’dan geçmek zorunda” dediğinde, susup görevlinin gözünün içine bakmayı denedim. O an istedim ki ben çenemi hiç yormayayım, görevli uyuyan çocuğumu ve tek başıma olduğumu farketsin ve de insafa gelsin istedim. Olmadı. Yaklaşık 20 kiloluk çocuğumu, derin derin uyur vaziyette, bebek arabasından kaldırıp görevlinin kucağına uzattım.
“Buyrun” dedim. Bu sefer gözümün içine bakma sırası ondaydı. Bak “çok yorgunum, üstelik bu benim görevim değil, zaten belim ağrıyor” der gibi, anlam yüklü bakışlardı bunlar.
Daha fazla gerilmemek için “Eğer yardım etmezseniz çocuğu yere yatıracağım veya katlamamı istediğiniz puset ard arda dizip x-rayden geçireceğim.Sonrasında olacakları bilemiyorum. Karar sizin” dedim. Az önceki “uzak dur” bakışlarının yerinde yeller esiyordu. Nitekim o kısık gözlerdeki artistik duruş gitmiş, faltaşı gibi olmuştu. Görevli uyuyan oğlumu kucakladı. Bebek arabasını katlayıp, valizleri yerleştirip, paltoları katladıktan sonra, kapıdan geçtim. O sırada çantamda farkettikleri minik tüpü görmek istediler. Bir yandan “puseti alır mısınız” diyen birileri vardı.